Mesaj
Okuduğumuzda, izlediğimizde, dinlediğimizde hangimizin içi sızlamaz ki! Hangimiz içerisinde derin bir acı duymaz ki! Bu kimi zaman bir söz, kimi zaman bir resim karesi, kimi zaman da bir film olur ve elçiye yapılan işkence ve zulüm içimizde derin bir yara bırakır.
İzlediğim bir filmdi ve baştan sona işkenceydi. İnsanın ruhunu acıtan, ruhunu kanatan bir işkence. Her saniyesi insanı dehşete düşüren görüntülerle doluydu ve sanki zincirlerle dövülen O değildi de bendim. Ruhuma işkence ediliyordu sanki. İteklenen, yerlerde sürüklenen, toza çamura bulandırılan, hırpalanan, ezilen, yaralanan O değildi de bendim sanki.
Yaptığı sadece tebliğdi, irşattı. Kendisine iletileni insanlığa iletmekti görevi. Bir mesaj vermekti işi. Vahyi duyurmak, vahyi ilan etmekti. Bir elçiydi ve görevi insanı aydınlığa, huzura kavuşturacak yolu göstermekti.
Aynı kaderi paylaşıyorlardı. Elçilerin kaderi buydu, tıpkı kendisinden öncekilerde olduğu gibi. Onların yaşadıklarından farksızdı. Dışlanma, horlanma, hakir görülme ve işkence..
O’na yapılan, O’na reva görülen öncekilerden de ağırdı. Zulmün ve işkencenin sınırı yoktu.
Tek tesellisi zoru başarmış, mesajını verebilmiş olmasıydı. Önderliğine inananlar vardı ve onlar tereddütsüz iman etmişlerdi. Şüphe yoktu ve mesaj mutlaka tüm insanlığa ulaşacaktı. Buna inanıyordu.
Hakikatı anlatmanın, mesajı vermenin en güç olduğu bir coğrafyaydı yaşanılan yer. Burası Orta Doğu’ydu ve Putperest Roma’nın, pagan inancının hüküm sürdüğü topraklardı. Doğruyu söylemenin, doğruyu haykırmanın en güç olduğu bir yerdi bu yer.
Zulmedenler kendi halkıydı, kendinden olanlardı. Onlar, Musa’ya, Davud’a, Harun’a da aynı şeyleri yapmışlardı.
Taşlanmış, süründürülmüş ezilmiş, lime lime edilmişti vücudu. Bir gece karanlığıydı ve kan revan içerisindeydi her yeri.
Zulmün her türlüsü yapılmıştı ama yine de hep gerçeği haykırmıştı. İlahi mesajdan asla sapmamıştı.
Ne yapılsa geri adım atmamış, tüm acılara katlanmıştı.
İlk miydi, yoksa başkaları da var mıydı çarmıha gerilen. Ellerinden ayaklarından çivilenen ilk insan ilk peygamber miydi acaba?
Ne hissedilirdi, nasıl bir acı duyulurdu, ne yapılabilirdi.
Teslimiyet, teslimiyet sonsuza dek teslimiyet.. Yaradana teslimiyet.. Bütünüyle teslim olmak.. Tüm azanızla, tüm benliğinizle teslim olmak.. Bedeninizle ve ruhunuzla teslim olmak..
Artık acı duymazdınız. Ne yapsalar acı veremezlerdi. Yaralasalar da, çivileseler de...
Çarmıh, evet çarmıh. Önce çarmıha bağlamışlar, arkasından ellerinden çivilemişlerdi. Bir çivi, bir çivi, bir çivi daha. Sayısız çivi çakılmıştı ellerine. Morarmış incinmişti eli yüzü, gözü.
Hiçbir şey hissetmiyordu sanki, eza ve cefa gören kendisi değil de bir başkasıydı sanki.
Tam Teslimiyetti. Tüm benliği, tüm ruhuyla teslimiyet..
Kaybeden kendisi değildi.
Kaybedenler şüphesiz işkenceyi O’na reva görenlerdi. Kazanan İsa Mesih’di. Kazanan tüm insanlıktı. Tebliğ sürecek, mesaj iletilecekti.
Bir gün mutlaka hak yerini bulacak, insanlık felaha erecekti. Hiçbir güç mani olamazdı buna.
Sonrasında, İsa’nın Tanrı katına yükseldiğine ve tebliğ için tekrar dünyaya döneceğine inanılacaktı.
Koruyan koruyordu işte. O yüce irade kendi katına çekmiş almıştı İsa Mesih’i işkencecilerin ellerinden.
Tamamlanamayan, eksik kalan irşat için tekrar gönderecekti.
İnanç buydu. Kim ne diyebilirdi.
Zaten ne denilir, din akıl ve mantıkla açıklanamaz, ayrı bir idrak gerektirir diye.
Zulmedenler yalnız zulmettiği ile kalacaklardı, İsa Mesih diye bir benzerini çarmıha gereceklerdi.
Çarmıh ise tüm insanlığın hafızasına kazınılacaktı.
İnanan, iman etmiş olan on iki mümin tebliği bıraktığı yerden devam ettirecekti.
Putperest Roma tam üç asır sonra iman edecekti.
Din bu topraklarda hüküm sürecekti.
Özünden uzaklaşan, farklılaşan din..
Ve son Elçi tebliğ için gönderilecekti.
İnsanlığa mutlak doğru ve son mesajı iletecekti.
Zulmedenler hep kaybedecek, en nihayetinde insanlık huzur ve mutluluk bulacaktı.
Kemal GÜL
28.06.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.