Sana yazılanlar...
üç erik, iki sap kiraz, bir bardak su, bir kase çerez bütün içkisizliğine inat, kulağımda uyuyuşunla sonuna kadar geldik aşkın diyen bir şarkı çığlığında sessiz, sarhoş ve yalnızım. Camını, tülünü, uyuduğun koltuğu düşlüyorum; rüzgar karanfillerin kokusunu getiriyor burnuma, sensiz açtıklarına ağlıyorum. Ne çok neden buluyorum değil mi durup durup ağlamak için. Oysa sadece olmayışın bile yeter ya, hep neden soruyorsun diye sıralıyorum işte salak, saçma bir sürü neden. Oysa sadece olmayışın yeter... Sardunyaların hepsi açtı, kaktüslerin bir ikisi açtı, kimisi ilk kez tomurcuk verdi.Pascalya gelin gibi saldı kırmızı çiçeklerini beyaz saksıdan aşağıya. Zühre’nin nar ağacı çiçeklendi turuncu turuncu. Turuncu demişken Selmalara gittiğim gün gül dağıtıyorlardı annelere! Biz de anne adayıydık ya hakkımız vardı bizim de. Hem ne derler; bir kadını ikiye böl yarısı anne yarısı çocuk. İkisi için de gül çok muydu ki sanki dedim ağladım. Kızma be sevgili vallahi ayırsalar seni de böyle orta yerinden hayatının sen de ağlarsın.. Depremde yardım kuyruğuna bile girmemiş olan ben o insanların arasına girdim. Selmayla biri pembe biri turuncu minyatür gül kaptık. Turuncu olan açtı; duruyor, izliyor bir müddet sonra yine ağlıyorum. Kızma bana sevgili öyle güzel ki bir görsen, vallahi sen de ağlarsın. Dilek ağacı yaptık kuruyan ağacın birini, söylemiştim değil mi? Senin siyahın benim morum bir iki de beyaz kurdele astık dallarına. Seyyar lambayı taktık bugün. Yine de buruk bir havası var buranın. Yine de eksik. İçimde hep bi yokluk... Çoğalamıyorum. Gözümde koca bir şiş, parmaklıyorum ağlamadıklarım da süzülüyor... Bütün sokak uyudu çoktan, yine bitti sigaram. Geçen uçaklara bakıyorum. Belki şehrine gidenler vardır diye de ağlıyorum... Kızma be sevgili vallahi öyle gürültü yapıyorlar ki bir duysan sen de ağlarsın... Hadi şerefine diyorum sonra kaldırıp suyumu ona da ağlıyorum. Zaten hep içip içip ağlamam ondan aslına bakarsan. Vücut bir yerden çıkaracak tabi o kadar suyu. Hadi gül gül, bak ben tuzlu tuzlu bir gülücük yaladım bile dudaklarımdan... Koca bir pişmanlık süzülüyor yanaklarımdan. Özür dilerim sevgili; 36 yaşında gelip 16 yaşındaymış gibi bir aşk hevesiyle çöreklendiğim için ömrüne. Çocuksuzluğumdan vallahi bütün çocukluklarım. Her gün, her çiçek açışında bu terasta büyüyor yokluğun. Ve ben burnunu karıştırırken yakalanmış bir çocuk gibi içime saklanıyorum. Küstah küstah dolanıyorum, Zühre’nin fıstık yeşili pazar arabasına dalıp ağlıyorum. Bir gelsen, bir görsen vallahi sen de ağlarsın. Sonra Bedirhan Gökçe bir şiir tadında giriyor hayallerimin ortasına, bu şehre bir yağmur yağdı ben ağladım deyip takıldı kirpiklerime ıslanmamışlığımız bir yağmurda, ağladım... Kızma ne olur sevgili, dinlesen vallahi sen de ağlarsın... Erik de bitti, kiraz da, birasız fıstık da. Geriye üç çekirdek, iki sap, bir tas dolusu fıstık kabuğu. Aradım saklanmış bir fıstık bulur muyum ki diye bulamadım, ağladım. Kızma bana gözlerinde nehirler çağlayan sevgili, ağzımda öyle tuzlu bir suskunluk var ki vallahi tatsan sen de ağlarsın. Hadi gel, bitsin bu sürgün. Bitsin sensiz şafakların ağlayışı kan kırmızı. Bitsin adımdaki gece, içimde yırtılan harflerin hep ağlamaklı kelimelere dönüşü bitsin. Koynundan uzak uykuları sil kirpiklerimden. Bu huzursuz, huysuz, umutsuz çocuğun avuçlarına mutluluk çiz. Gel hadi, gerçekten açsın çiçekler, her şeye kızan beni bir tek sen kovarsın benden, gel. Sevgili, bu şehir şehir olsun gel. 24.05.13 / 03.58
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.