- 474 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşünce devinimindeki Mutluluklar 30
Aslında bir reformist olan Luther ve Calvin elbet çok çok önemli işler başardılar. Ancak düşünceleri aynı Katolikler gibi idi. Bunlar da aynen Katolikler gibi; “Doğru, ancak Tanrısal esinle bulunur. Bu esinlerin tümü de İncil de vardır.” diyorlardı. Yani ayrılıklarına rağmen temelde bunlar düşünce haklarının sınırsız olmasını ve herkesin gerçeğe serbestçe, kendi seçtiği yoldan gidebileceğini” dahi kabul etmiş değillerdi.
Birçok bakımdan Luther oldukça gerici idi. Bugün için, sadece ufacık, minicik, ama hiçte kolay olmayan; başarılması dahi düşünülemeyen bir gözü peklikle ve kararlılıkla ve başarı ile etkisi ile kocaman bir sonuç doğuran protestosunu yapmıştı. Tabii ki nesnel koşullarda bunu tutum lamalara hazırdı. Yani kendi dinini, kendi dilinde yazıp okumak için İncili Alman dilinde yazıp basacak matbaa da artık bir somutluktu.
İncilin ucuz ve kısa sürede çok baskılı edisyonu, isteyen herkesin İncil’e kolaylıkla ulaşmakla okuma ihtiyacını karşıladığı bir olanaktı. Dindeki bu kabil reformlarla bilinçlenen kitleler; aydınlanma içinde Rönesans hareketlerine karşı duyarlı kılınmıştılar. Halkın epey bir kesimi Hanya’yı Konya’yı anlar olmuş, ruhban sınıfından kuşkuya düşmüşlerdi.
Pozitif bilim içinde oluşla akılcı girişmeli deneme ve buluşlarla insanlar daha bir güven içinde olmanın mutluluğuna yönelir olmuştular. Artık Dünya’nın dümdüz olmadığını ve okyanuslar ötesinde cinler âlemiyle cehennemin bulunmadığını biliyorlardı. Bu tür reformların bir başka yansıması Halkın yeniye, bilime karşı ilgili kılınması bakımından oluşan yararı bu türden sözde reformların hesap edilemeyen yansımalarıydı.
İnsanın insanlığını anlaması için biraz daha zaman vardı, ama olsundu. Artık yeni insan, kendisi ile savaşmanın mutluluğunu fark eden insandı. 1800 yıldır süren zaman, alçak gönüllülükle Tanrı buyruğuna uymanın ERDEMİYDİ. Şimdi, kişinin kendisi ile savaşı ERDEM olmuştu.
Kişiyi kendisiyle, doğayla, toplumla ve sosyal çevresiyle çatıştırmak; kişiyi kendine karşılıklın kılıp, kendisini aşmaktı erdem. Artık uysallıkla razı olucu riayet ederliğin yerini, sorgulayıştı deney ve eylemini yaparak, zamanın düzenleyim şartlarını bulmasını, hararetle ister olacaktı. Artık Dünya’da, kendisini değiştiren, aklını ve bilimini rehber edinip çevresini dönüştüren, yepyeni bir insan; “Yeni insan” vardır.
Tarih açıkça şunu göstermiştir ki: İster dinler olsun, ister halklar olsun, bunlar en zayıf en güçsüz ve en korunmasız azınlık oldukları durumlarda; yeniyi, farklıyı temsil ettiklerin de, kovuşturma ve zulüm görmüştürler. Ne var ki kendileri de güçlendiklerinde ise; zulümden doğanlar: zulüm etmeye başlarlar. Kendileri yargılayıp kendileri cellât olup, asıp kesmeye başlarlar. Bu fiilden, bu yaşayıştan; hiçbir ideoloji ya da din masum değildir. Adil ve ahlaki olduğunu söyleyen Hiçbir monoteist dinler dahi bu acizlikten kurtulmuş değildirler.
Hıristiyan dünya, kendisi ile savaşmanın mutluluğunu sezip, kendi ile savaşmanın, mutlak gerekliliğini bilmişti. Kendisi ile savaşma düsturu, bu bugün dahi % 20’lik, azınlık bir kitlenin bilincidir. Bu azınlığın varlığı, Dünya’yı uzayda devindirmeye yetişte, artmıştı bile.
İnançlarını ve dinlerini sorgulayıp, İncili aklın eleştirisinden geçirmişlerdi. Çok uzun süren mücadelelerle dökülen kanın ölüm ve gözyaşları pahasına kazanımlardan sonra batı; bilim ve aklı yeğleyebilmişti. Batı felsefesinin temelinde akıl ve bilimin yanında, sömürü de vardır. Sömürünün bir kesim alan içinde yarattığı boş vakit ve nakit bolluğu batı zenginliğini ve batı gelişmesini, yaratmıştır. Sömürü durumun olumsuzudur.
Daha doğu, kendi ile mücadele etmenin mutluluğunu bile hissedememiştir. Çünkü kendisini kul kertesinde bilişle, kendisini aciz görmektedirler. Her halde bir Avrupa kadar 1800 yılda onlar sürecinin olgunlaşmasını bekleyeceklerdi! Oysa önlerinde zengin bir insanlık deneyimi vardı. Aynı sürecin acı tecrübelerini yaşaması gerek kalmadan aklı kullanabilirdiler. Dünya’yı yeniden ve yeniden tekrardan keşfetmek gerekmiyordu.
Özellikle semavi inanır doğunun hali, birilerini sapık, yoldan çıkmış, şeytanın igvasına uymuş olmanın zındıklığı içinde bilip; insanları ateisti kılıp; batı âlemine kitaplarını bozmuşlar, tahrif etmişler demekle bu işler olmuyordu. Aydınlanma böylesi bağnazlıkla ortaya konmuyordu.
1453’te Osmanlılar İstanbul’u alıp Mülkü İslam yapmağa uğraşırlarken; 1450 Avrupa’da matbaanın keşif yılıdır. 1492 den sonra Amerika’nın keşfinin yankılarıyla batıda kör inançlar yıkılmaya başladı.
Bu keşif insanlarda kiliseye (İncil’e) karşı var olan güvensizliği ve şüpheleri hem pekiştirdi, hem de artırdı. Hâlbuki İsa’nın sadık çömezleri (yardımcıları-havarileri-misyon üslenirleri), İsa’nın direktifi ile insanları aydınlatın diye, açık gizli ilahi bilgilerle donatılıp gerekli tüm irşatları yapmışlardı! Hem de bunu bir olanın yardım ve gayreti ile yapmışlardı! Ama 1492 yıldır bu irşatların yapamadığını bir Amerika’nın keşfi, bir çırpıda yapıvermişti!
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.