- 656 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
Kendi kendimize yazdığımız şarkılara sığındı bu dağılmış sevda…
Aşkta dünler vardı sevgili bizi hayata bağlayan…
Bu şehir bir boşluk, karanlık, darmadağın bir ruhla, dağınık bakışlar unutulası bir hayat ortası sonrası, bir yığın pişmanlıklar, bilmem kaçıncı keşkeler, bilmem hangi kaçışın ortasında sığınılmış bir belde, bir rüzgâr, serseri bakışların arkasında kalan dolambaçlı düşünceler, kaçak bir bedenin titrek gülüşleri, zavallılaşmış düşüncelerin çaresizliği ve derinlerden fırlayan dalga sesinin ertesi karmaşık yakamozların çıplak aydınlığı ve unutulası bir hayatın girdaplarında bocalayan bir ruhla bir ben…
Bir de unutulamayasıya mıhlanmış görüntünü göz diplerinde saklamaya çalışan bir benin arkasındaki veya tam da karşısında oynak gülüşlerle bir sen bakıyorsun kırılgan hayatımın bu anlık kesitine…
Kaç yıl sonrasındaki bu karmaşa gecesi ve kaç oynak düşüncelerin içinden fırlayan sen cümleleri…
“Sen sevdanın arkasından hiç tül perdenin arkasından çaresizlikle baktın mı” diye usulca fısıldayışın yığılıyor beyin diplerimden dilimin ucuna…
Bu cümlenin anlamına dalıyorum tekrar tekrar…
Önce çaresizliği çözümlüyorum, hecelercesine, parçalarcasına, yüzlerce kelimenin arasına sokarak, anlam değiştirmelerine bakıyorum, sonuçta aynı hareketsizlik, aynı donukluk, aynı tutukluk çıkıyor…
Ne kadar da çok beden dermansızlığı ve acizliği çıkıyor ortaya, öncelikle hareketsizlik ve de tutukluk mührünü vuruyor tüm kaslarıma…
Kaç rüzgâr kesiği bir donuş bu ve kaçıncı tutukluk bu hayata, dermansızlıkla…
Acınası, acınılası bir yanı, bir tarafı vardı bu düşüncelerin içinde kaybolmaların…
Bir tarafsız bakış gerekliydi bu dedene bu düşüncelere…
Olası hiçbir şeyin, hiçbir olgunun adaletli yanı yoktu, aslında değişken düşüncelerle dağılan gülüşlerin donukluğunun yapıştığı bir yüz bakışının anlaşılması, gereken bir yanı olmalıydı… Tek cümle ile yalnızımsı yaşamların pişmanlıklarının yüze yapıştığı, aslında dalgalanan düşüncelerin pervasız duruşu vardı, bu bakışların ardındaki gizlenmeye çalışan işaretlerin saklı bir duruşu vardı belki de…
Kimsesizlik hislerinin yoğun olduğu bir duruştu bu, kendi nefes seslerinin gecenin rüzgârına karıştığı bu anlarda insanın kendini yalnızımsı hislerden kurtaracak bir ivmesi olmalıydı belki de ki duruştaki zavallılığı yendiği bir kendine güven gerekliydi şüphesiz ki başka türlü bu nefes seslerinin kontrol edilemez halinden kurtulmak için…
Dolu dolu ve kararlı bir bakışla bu halden sıyrılmak için belki de bedensel bir hesap soruş gerekliydi…
Dolu dolu sevmiş, sevginin kutsal bakış görüntüsünü elde etmiş ve yıllarca bu bakış görüntüsü ile hayatı pür neşe biraz da pervasızca yaşamak gerekirdi…
Sevmenin yapıştığı dengesiz ve kararsız bakışlar aslında tam tamına gereksizdi…
İnsan kendi kendine sorgulama yaparken, belki de değerini anlamadığı, anlatamadığı bunca yaşanmışlıklarla mutluluğu avuçlayamamak belki de kaderin var olduğu çizgiyi atlayamamaktı…
Hayatın her karesine gerektiğinden de fazla önem verilse de çoğu zaman bu kader çizgisini aşamıyordu insan…
Çoğu zaman körü körüne daldığımız yaşam kesitlerindeki hataları telafisi olmayan yaşam zamanlarına atardı insanı…
Belki de sevgide güvenden dolayı aciz kaldığımız çoğu olay gelecekte bize vurgun üstüne vurgun vuran olaylardı…
Unutulmuş sesler, unutulacak nefesleri getirerek özleme ulaştırıyordu insanı…
Sabahın olacağını, güneşin doğacağını bildiğin halde özlemin içinde kavrularak beklerdi insan, güneşin ilk ışıklarını, çünkü gecenin kasveti vardı, çünkü gecede korkular oynaşırdı, çünkü gecede sahipsizlik vardı, gecede uzaklar vardı, gecenin dibinde obruk çukurları gibi hasret vardı ve bir türlü ulaşılamayan korkusuzluk korkusunu yenememe hüsranları vardı…
Geceydi, koynunda tüm düşünceleri ve bedeni saklarken sessizliğini hiç bozmazdı ve gülüşleri çoğulda kaybolduğu gecelerdi ve çoğulda hisler gecenin uzantısında merhametsiz olurdu…
Var olma ve yok olmanın devinimi çoğul zamanlarda gecenin koynunda ki kayboluşlarda olurdu…
Hasret gecenin koyusunda tavan yaptırırken, yüreğin atış hızları değişirdi, yalnızımsı her şey, sahipsizliğin ardına yamanan kimsesizlikle başlardı gecenin uzununda…
En sonunda verdiğin kararla düştüğün tüm çıkmazlarla düşündüğün beraberlik bir aşksa eğer o aşkın yolunda kararlı adımlarla yürürken, diline düşen bir cümlenin esiri olduğunu bile fark etmeden, mırıldandığın cümle ile “seni sevmekle sonsuzluğa uzanacak bir yolda yürümek demekti sevgi bence” dersin ki işte o anlardan itibaren farkındasızlıkla ben sana bağımlılıklarımla hayata tutunmayı öğrendim sevgili, dediğim anlarda ise artık umutsuz da olsa, çaresizlik de olsa o halde kalabilmek için kendi kendine hayatını zorlarsın ki artık sonunun gelmeyeceğini sandığın sevgiye tutunarak yaşamak istersin…
Oysa bu kararından sinsi sinsi anlamlar çıkararak bu sona yaklaşmayı hızlandırdıkça onursuzca bir keyif alırdı…
Hayat sonsuza uzanan sevgileri çok nadir olarak birilerine vermiştir aslında…
Bu sonsuzluk sevmelerinin içindeki düşüncelerle kıvranırken, aslında avuçlarının içinde sandığın sevginin, küllenmeden içini kavurduğunu görürsün…
Oysa aşkta sonsuzluğu beklemek acıların tarifini yapmaktan başka bir şey değildi, değer verdiğin değer kadar acıları kucaklarsın ki aşkın sonsuzluğu derken geçersiz bir inanışla kendini acıların içinde debelenirken bulursun…
Ben seni sonsuza kadar sevebilirim sevgili dedikçe, sonsuz acıların sahibi olmak neymiş onu öğrendim ve durmayasıya seni yok sayabilmek için belki de tüm yaşamımı bu düşünce ile taşırken, sonu hüsran olan bir olgunun içinde buldum kendimi…
Oysa ne güzel olurdu seni yok sayarak gecenin koynunda sabahın tanına ulaşacak derin nefesler almak...
Sevgide sonsuzluk acı ile zımbalanırdı sevgili, acı ile...
Şimdilerde düşünüyorum da kaç hayatım vardı mutlulukla geçen ve kaç yaşam zamanım kaldı acıların içinde çırpındıkça kendimi yalnızlık çerçevelerinde göreceğim...
Seni sevdim sevgili, acısı, ıstırabı, mutluluğu hepsi içindeydi bu sevmelerin.
Ben bu sevgiye seninle kendimi adarken, yaşamın bana sunduğu bedelleri öderken bile söylediğim cümle "aşkta sonsuzluk yokmuş" oluyordu...
Aslına bakarsan sonsuzluk yaşamın kuralında da yoktu, her şeyin bir oldu bittisi varken, kaçırdığımız aşka dair var oluştu belki de, aşka dahil olabilmek için de sonsuzluk bekçisi olmak gerekmiyordu şüphesiz, her şey kuralına göre yitip gidiyordu...
Ben seni sevdim derken, belki de kural dışı bir yaşama adım atıyordum...
Her şey gününe ve de günün şartlarına göre bitiyordu.
Aşk bitiyordu, geride unutulamaz anılarla, acılar kalıyordu omuzlarımda, bu da gün be gün sevginin derininde zapt ediyordu beni, aşk bir derinlikmiş sevgili, tam da dip çukurda, yaşamakmış, tamda acının derininde var olma savaşı vermekmiş galiba...
Aşkta bitmeyen olgu var olma savaşımında dürüstçe, hilesiz ve de bezginlik yaşamadan tüm olguları göğüslemek gerektiriyormuş, seni sevdim derken de zaten tüm bunları yaşayarak kabullenişe rıza göstermekmiş...
Evet seni seviyorum sevgili...
Aslında zor kabullenilen bir olgu cümlesi bu ki sadece sabrın ardında muteberliğini korur...
Ben senin için içimde yangınlar büyültürken, geç gelen gecenin ayazı içime çökmüştü oysa yine sabah olacak sevgili, yine yaşlar akacak gün boyu gözlerimden, oysa sen umurumda değilsin diyorsun...
Her şey birden bire yığıldı üstüme, her şey birden bire patladı sanki her zerre üzerimde birikti, her şey bir başka türlü bitti birden bire ve sen de birden bire giderken ben sadece hayretli bakışlarımı kendimden bile saklayamadım, işte böyle benim son görüşümdün, sen birden bire sırtını dönüp adımlarken asfaltın ziftlerini ve sıçratırken zift kokularını üzerime sanki bir anda kesilecekti nefesim…
Hayat bu sevgili, bir gün sen de düşersin yine birden bire karşıma tüm hayatın anlarını yaşadıktan sonra ama o gün ben birden bire düşmeyeceğim hayatın engebelerine…
Sabahın ilk ışıklarının deniz suyunu yalayarak yüzüme garip bir serinlikle ulaştığı an, ılık gündoğumu rüzgârının yüzümde yalpaladığı sessiz bir serinlik bu…
Uzakta küçük boyutlu balıkçı teknelerinin bir biri ardına yapışan sesleri geliyor rüzgârla...
Birileri ekmek peşinde, denizdeki diğer canlılar ise can derdinde, tahminen son kuyruk vuruşlarını yapıyorlar, hayata doğru geçmişi yok sayarak, onların yaşamları bunlar…
Ne kadar zordur bu anları yaşamak, ne kadar da çok bitmez hesaplar, kendi kendine mırıldanmalar ve söylenmemiş binlerce cümle düşer insanın aklından kendi dilinin ucuna…
Zordur sahipsiz cümleleri sahiplenmek, ezberinde tutmak, yaşanmamış farz etmek, uzağına düşmek içinden savrulmak, hep zor hep acı olmuştur…
Kaç yıldır sallanan bu sarkaç olmuş düşüncelerden kurtulmak için, kafamı yere eğişim, kaç yıl oldu bu cümleler ile savaş verişim, kaçıncı yaz sonu bu güneşe uzanan geceleri yarı uyuklayarak dalga sesleri ile geçirişim, bu huzursuz hayatı yaşamamın sebebi ne ki bu kadar çok hırpalanıyorum?
Tüm bu akışın sebebi imkânsızı aşan bir sevgiyi yaşamış olmam mı tüm imkânsızlıkları aşarken, sevgiye boyun eğişimin aczi neydi, ne kadar da berbat bir olgu sevgiye karşı aciz kalmak, tüm duvarları aşarken, bir çok örgülü taş duvarı yıkarken, bir tek iç sese, kalbin yanışına, titremelerine, çırpınışlarına velhasıl, kendi kendine yıkılmak, kendi gücüne kendini yendirmek, hayıflanacağın bir çok zamanı umarsızca geçiştirirken şimdilerde o zamanların özlemin çekmek neye ki, niçini var mı bu sorunun, kime esirlik bu, kime karşı zaaf bu, nerelerde hatalar vardı, yaşarken bir özveri veya huzur olarak gördüğün bu zamanların pişmanlığı niye, sanki geçmişte kalan küçük bir hikaye düşünür gibi yaşamak ve bu acıları hissetmek hiç de küçük olmayan bir hikayenin kahramanı yapmıyor mu insanı?
Terk edeceğim bu şehri derken umulmaza mağlup olmak mıydı bu. Zaten yaşam değil miydi umulmazlara yenildiğimiz yaşanışlar?
Bir soru dikiliyor karşıma” ben kimdim, gücüm neydi ve bu gücü neyle besliyordum, sadece sevmekle güç kazanan sevgimin yanında kendimi güçlü hisseden, körü körüne bir aşka kör döğüşü ile bağdaşan bir yaşamdı belki de bu hâlâ uğruna yaşam savaşı verdiğim?
Peki aslında o kimdi, kim bilir bu kadar yıl sonra uğruna bir çok şeyi göze almışken, bu günlerde sadece benim için o hiçbir şey değilmiş…
Neden mi, bize sevmeyi öğretirlerken uğrunda tüm hayata savaşmaya değer tek şey aşk demişlerdi, inandık ve inanarak yaşadık, bunun tersi olsaydı, el tutuşamazdık ve bu kadar acıyı göğüsleyemezdik…
Çoğu zaman aklıma şu soru geliyor, “kim kimi daha çok severdi, ta ki pişmanlıkların baş gösterdiği zamanlara kadar? Bunun ölçüsü var mıydı, bunun pişmanlıkları var mıydı ki neden zorluyorduk hayatı bu kadar?”
Yalnızlık hâlâ sürüp gidiyor, sabahın ışıkları ile sahil daha ıslanmamış kumsalında az sonra sesler başlayacaktı şüphesiz, sessizliğimin son sesleri dalgalara
karışarak bozacak, oysa ben hareketsizlik bekçiliği yapıyorum çıplak ayaklarıma suyu değdirerek…
Hayat belki de güzeldi biz fark etmedik, belki de be sevgili biz fark edemedik, belki de yalnızlık insanın içinden fark etmediğimiz bir sessizlikle bir şeyler koparıyor, işte tam da bu anlarda, biz birbirimizi düşünüyoruz, bazen bedeni sarsan bir öfke ile, bazen de geçmişin deviniminde beynimize kazınan hatıralarla, olaylarla garipsenen bir gülümseme ile, o güzellikleri belki bu günlerde yeniden fark ediyoruz veya etmek istiyoruz…
Pişmanlıkların öfkeye karışmasıydı belki de bizi sarsan ve içimizde kavruluşlar hissettiren, ne kadar da masum kalıyoruz bu anlarda?
Aşkta dünler vardı sevgili bizi hayata bağlayan ve bu dünlerin gücü ile bu günlerde kesik de olsa nefesler alıyoruz…
Aşkta dünler vardı sevgili, dünlerde söylenmiş çok sözümüz vardı sevgili, sen dünleri unuturken, yarınlardan ne medet umdun ki...
Çoğu zaman karanlığı delerdi bakışlarımız, şimdilerde ise sen ışığı peşine düşmüş bu yürek, neredeysen söyle o yöne bakayım, yeteri kadar zorlaştırdın hayatı bana, oysa bakışlarımızdan yüreğimize akardı sevgi, her şey candan, her şey yürekten akardı birbirimize, ellerden biri olmadan önce, bir bilsen yüreğimde neler çağıldar...
Şimdilerde varlığınla yokluğun arasında bir fark olmayan yaşamımın derininden gelen kısık nefeslerini alırken, dünlerin bende bıraktığı izleri silme gayretleri içindeyim. Bunların başında senin içimde bu kadar kara izler bırakan varlığını yok sayma çabası içindeyim. Seni yok saymak var saymaktan daha güç olduğunu gördükçe, bu sevdaya saygım artıyor. Hayat bu sevdiceğim, hayat bu aldıkların verdiklerinden çok olmasaydı, bu günkü savaşım daha da çok ağır olmayacaktı…
Hayatın bu acılarını içime serpiştirirken, kenarda köşede bıraktığın gülüşlerle yetinmek daha hoş olacaktı, hoş kal demek belki adettendir ama ben bunu da demek istemem, elbet bir yerlerde hesap günümüz vardır ki ben inanıyorum buna… Ama boş ver beni savaşmaya sen alıştırmadın mı?
Arada sırada bir başkası olmaktır aşk, bazen hatırlanmak, bazen hep akılda kalmaktır, yılların ardına saklanır sevmeler, hep uzaklarda olur gözler, merak edersin, hasret uzanırsın, bir gün tek bir gün gülüşü olsa dersin, uzanırsın uzaklara doğru, sadece sessiz seslerle bakışırsın kendim dediğinle, sadece bir tek gülş beklersin o suskun dudaklardan, oysa hırkası omuzunda o da seni unutmamıştır bilirsin, bilirsin de o hasret var ya mıhlanır içine, gözlerinin masumluğunu ararsın tek ışık olacak yüreğinde, bir gün dersin bir muhakkak hatırlayacaktır sesimi ve koyverecektir bir gülüş fırtına gözlüsüne, işte o an rüzgâr duracak, içinde hissedecek o sıcaklığı, o avuçların harını, hayat bu sevdiceğim unutmamışsan eğer inan ki unutulmayacaksın dersin ve ben seni sevmiştim yüreğine bekçilik yaptı yüreğim dersin...
Biz sevgiyi, sevilmeyi seçtik, sevginin yanındaki boz acıyı da kabullendik, şikâyetçi olabileceğimiz herşeyi erteledik, kimisini geçmişe gömdük, kimisini geleceğin bozkırına serdik, sadece sevgide var olmak için hayatımızı kolladık, birbirimize adadığımız hayattan hiç vaz geçmedik, umulmaz olguları yok saydık, küçük mutluluk kırıntılarına bile sahip olduk, olmayasıya isteklerden çoğu zaman vazgeçtik, biz birlikteki yaşamı seçtik, oluncaya kadar direndik, gözyaşlarımızı avuçlarımıza doldurduk, alın terimizi elimizin tersi ile silmekle yetindik, biz sevginin gizemindeki güzelliklerini yaşama dahil ettik, kendi sevgimize sahip olmaya çalıştık, hep kavgamız buydu, bu uğurda hayatımızın çoğul yıllarını dikenlerin üstüne basa basa yürür yaşadık, en güzellikli aşkı bizimkini kabul ettik, haz duyduk…
Yaşam bize sevmelerin yanında acıları da sırtımıza yükledi, bezmedik, taşıdık, zorladık durduk şartlarımızı ama her çoğul aşk gibi, bizimkinin de tek taraflı sonu varmış, onu da kabullendik, ayrı ayrı nefes almalarımızın dahi güzelliği varmış derken bile hayatın var olan bekleme olgusuna artık kendimizi teslim ettik…
Evet sevgili yolculuğumuzun buraya kadar sürdüğünü gördük, bundan sonrası tek tek nefes almalara uzanacak ki artık kadere teslimiyetten başka elimizden bir şey gelmez…
Kendi kendimize yazdığımız şarkılara sığındı bu dağılmış sevda, buraya kadar demek çok zor bundan sonrası da çok kolay olmayacaktı galiba…
Mustafa yılmaz