- 834 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşasın Barış
Nusaybin, en sıcak günlerinden birini yaşıyor… Güneş en tepeye çıkmak için fırsat kolluyor. Can almak için Azrail’le yarışıyor, adeta.
Barış ve badisi Batu, sıcaktan sızlana sızlana yürümeye devam ediyorlardı. İkisi de İstanbul’da yetişmiş, gölgenin adamlarıydı. Alışık değillerdi sıcağa. Yetişme tarzlarının benzerliği, iyi birer arkadaş da yapmıştı onları. İki gösteriş meraklısı komando…
“Çileğim benim!”
“Şu romantizmine hayranım; ama sence de yeri mi Batu?”
“Kızarmış suratını görseydin, bütün kırmızı meyveleri sayardın.”
(Gülüşmeler)…
Barış, İskandinav teninden dolayı, sıcakta hemen kızarıyordu. Sarı saçları, mavi gözleri, beyaz teni ve minyon yüzü ile hemen dikkat çekiyordu. Uzun boyu da en övündüğü özelliklerindendi. Batu ise tipik bir Türk erkeğiydi. Esmer, dolgun yüzlü, kalıplı ve Barış’tan aşağı kalmayan uzunluktaydı.
İki badi birbirlerine takıla takıla, arama işlemine devam ediyorlardı. Komutan kışladan ayrılmadan önce, boşaltılmış köylerin birinden çıkan 4 kişilik terörist grubunu arayacaklarını belirtmişti. Muhtemelen, yiyecek yâda yemek için yakacak bir şeyler arıyorlardı. Ya da başka bir şey… Kim bilir?
“Her taşın altına, her ağacın gölgesine bakacaksınız” diye, emir almışlardı.
Komutan, Barış ve Batu’nun bu kadar dip dibe yürümesinden rahatsız olmuştu. Onlara “çeneyi bırakın da işinizi yapın” uyarısında bulundu. Sıcağın içine çektiği doğanın bütün sesleri arasında, iki badinin fısıltıları rahatlıkla duyuluyordu. Güneş, Nusaybin’in bütün canını çekmişti sanki.
Boşaltılmış olan köyden, hemen yakındaki kayalıklara doğru arama-tarama faaliyetlerini sürdürdüler. Yüzbaşı, etrafa hâkim bir bakış atabilmek için, kayalıkların en üst kısmına çıkacaklarını söyledi. Zorlu, ama alışkın oldukları bu intikali gerçekleştirdiler.
“Hey domates surat! Çantamdaki suyu versene!”
“Aslında ırkçıları hiç sevmem ama neyse…”
“Irkçı mı olduk şimdi?”
“Beni ten rengimle yargılama patates kafa.”
Her şeye rağmen keyifleri yerindeydi. Yaklaşık 25 kişilik arama grubunda, en neşesi yerinde olanlar onlardı.
Komutan:
“Şimdi, etrafı dikkatlice kolaçan edip, kuzey yönündeki tepeye doğru hareket edeceğiz.” Dedi.
Bütün askerler, belirli aralıklarla kayalıkların üstünde dağıldı. Bir hain ya da bir iz arıyorlardı.
Barış, badisinden biraz uzaklaştı. Kayalığın en dik bölümünde, uçuruma doğru yaklaştı. Kafasını uzattı ve hemen alt tarafında, elinde silahıyla, çömelerek çalının dibine oturmuş terörist kızla göz göze geldi. Öylece, kızla uzun bir süre bakıştılar. Kızın gözleri çok etkileyiciydi. Esmer teni, sarıklı kafası, kömür karası çakmak çakmak gözleri vardı. Boyu ufak ve vücudu çelimsizdi. Yüzü dışında pek bir yerine de dikkat etmedi zaten. Adeta kilitlenip kalmıştı. Terörist kızın gözlerinde, korkuyu, endişeyi görmek zor değildi. Pişmandı sanki de, daha çok umutsuzdu. Gerçekten ne yaptığının farkında olmadığını düşündü. O an ikisi de, bütün bu savaşın gereksizliğini kavradı. Özgürlük yalanıyla kandırılanlardandı o da. Özgürlük, neydi sahi? Kim almıştı onun elinden özgürlüğünü? Barış da onu çekip vurmakta özgürdü. Ama eli tetiğe gitmiyordu. Onu bağışlama özgürlüğünü kullanmak istiyordu. Sanki arkasını dönüp giderse, o kız her şeyden pişman olup, evine dönecekti. Böyle hissetti. Yaklaşan komutana “burası temiz” dedi ve arkasını dönüp gitti.
Ölüm, dünyanın en çılgın sessizliği.
İçinde hiç pişmanlık yoktu. Vicdanına yenik düşmüştü. Bir insan öldürmek kolay iş değildi. Bir ara kendine kızar gibi olup, kalbindeki huzuru dinledi. Vicdan, özgürlüğü yendi…
“Yaşasın barış…”
Ne kadar yapmacık bir laf... İnsanların vicdanın rahatlatmak için söylediği sözlerden birisi daha… İçi boş bir laf sanki… Bunu söyleyen “barış” olsun diye gerçek anlamda bir şey yapar mı? Her şehit cenazesinde de “şehitler ölmez, vatan bölünmez” derler. Ölen insanların üstünü, bu mottolarla kapatırlar. Ölen gerçekten ölür! İnsanlar bu şekilde kendini avutur.
O kızla beraber barış da yaşadı. Terörist kız, bu olayı grubuna ve bütün örgüte anlattı. Herkes, savaşın eli kanlı bir yabani olduğunu anladı. Kiminle kardeş, kiminle kalleş olduklarını kavradılar. Silah bıraktılar. Ve gerçek “Barış” ilan edildi.
Keşke bunlar çilek yüzlü Barış’ın, yattığı ranzasında düşlediği ütopyası olmasaydı. Ütopya, gerçekleştirilmesi zor düşünce...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.