- 700 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
RESİMDEKİ SIR
RESİMDEKİ SIR
Sergen, trafik kazasından dolayı derhal ameliyathaneye alındı. Doktorlar, saatler süren başarılı ameliyattan sonra onu tekrar hayata döndürdüler. Ailesi, oğullarının sağlık durumunun iyi olduğunu ameliyatı yürüten doktordan öğrendikten sonra hastane koridorunda, birbirlerine kenetlenerek buruk bir sevinç yaşadılar.
Ali Bey, doktorun söylediklerine inansa da biricik evladı için yaralı yüreğini ikna edemedi. Uzaktan da olsa onu görmek istiyordu. Kimseyi fark ettirmeden yoğun bakım ünitesine gitti. Ne çare ki içeriye giremedi. Yapacak başka bir şey olmadığı için ailesini eve gönderdi. Kendisi, ola ki olağan üstü bir durum yaşanabilir duygusuna kapılıp hastanede kaldı. Acil servise, ambulansların birisi gelip diğeri gidiyordu. Siren sesleri ise hiç susmuyor. Belli ki bu gece, hasta sayısında artış olacağa benziyor.
Ali bey, ilk kez oğlu sayesinde, hastanenin gece ya-şantısını yaşayarak öğrenecekti. Sabaha uzun bir süre vardı. Zaman geçirmek üzere acil servise indi. Gördüklerine inanamadı. Sedye özerinde yatan onlarca hasta, can pazarı yaşıyordu. Ali bey, hastaların yoğunluğundan dolayı yetersiz kalan hemşerilere yardım etmeye başladı. İlk kez içgüdüsü ile davranıyordu. Saatler ilerledikçe, kendisini hastalara öyle bir kaptırdı ki, sanki oranın personellerinden birisiymiş gibi davranıyordu. Servisin sorumlu doktoru, yetersiz olan personeline, onun yardımcı olmasına ses çıkarmadı. Bu yoğun tempo, sabaha kadar sürdü. Yorgun düşmüştü. Evladı, ecelin elinde olmasına rağmen huzurluydu. Yapacağı bir iş kalmamıştı. Bekleme salonuna gidip bir sandalyeye oturdu. Oğluna çok üzülüyordu. Onun iyi olduğunu bir öğrenebilseydi, dünya onun olacaktı. Ama beklemek zorundaydı. Üzerine, yorgunluk gafleti çökünce kendisinden geçti. Hanımı, hastanenin her köşesinde onu aradı ama bulamadı. Sanki yer yarıldı içine düştü. Aklına cep telefonu gelince, aramaya başladı. Ama açan olmadı. Aramaya devam etti. Hastane personelinden birisi, kesintisiz çalan telefon sesinden rahatsız olunca, hışımla arkasına döndü. Sözcükler boğazında kaldı. Sandalye üzerinde uyuyan bir adamın telefonu çalıyordu. Yanına gidip dürterek uyandır-dı. Ali bey, telaş içinde telefonu açtı. Hanımı arıyordu. Bir nokta belirleyip buluştular.
Ali bey hanımına, mahmur gözlerle bütün gece yaptı-ğını anlatıyordu. O ise oğlunu düşünmekten onu dinlemiyordu. Ali bey, dinlenmediğini anlayınca, konuşmayı kastı. İkisi de suskundu. Doktorlar, hasta ziyaretine başladılar. Ali bey ile hanımı, çocuklarının son durumunu öğrenmek üzere, yoğun bakım odasının bulunduğu bölüme çıktılar. İkisi de tedirgindi. Doktorun vereceği haberi bekliyorlardı. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Onların yanına, diğer hasta yakınları da gelmeye başladılar. Nihayet yoğun bakım odasından doktor çıktı. Ali bey ile göz göze geldiler. Dok-tor, onu acil serviste hastalara yardım ederken tanımıştı. Doktor, Ali beye:
-“Senin hastanın adı nedir”?
-“Sergen doktor bey”
-“Şu trafik kazası geçiren, senin oğlun mu”?
-“Evet, doktor. Oğlumuzun sağlık durumu nasıldır”?
-“Sağlığı iyi. Ne var ki kısmi felç. Eski haline gelmesi için zamana ihtiyaç var” dedi.
Doktor, onlara, oğulları ile kısa bir görüşme sağladı. Bu görüşmede, diller değil, sadece gözler konuştu. Sergen, ecelin elinden zor olsa da kurtulmuştu. Lakin halsizlik de-vam ediyordu. Ailesi, onun son durumu öğrendikten sonra, beklemekten başka yapılacak bir şeyin olmadığı için bekleme salonuna indiler.
Ali bey, günlerden sonra ilk kez açlığını hissetti. Aperatif bir şeyler atıştırmak istiyordu. Büfeye giderek bir göz attı. Aradığını bulamayınca, lokantaya gitmeye karar verdi:
-“Hanım, dünden beri, ağzıma bir lokma girmedi. Gel, bir şeyler atıştıralım. Sergen’in durumunu da konuşuruz”.
-“Sen bilirsin”.
Hastaneden çıktılar. Cadde üzerinde gördükleri ilk lokantaya girip oturdular. İki yorgun gönül, başka noktalara bakıp, kendi dünyalarında gezintiye çıktılar. Onların sus-kun bekleyişleri, garsonun sesiyle bozuldu. Siparişler verildi. Ali bey, şimdiye kadar önem vermediği bir konuyu, hanımına açıklayarak paylaşmak istedi:
-“Hanım, bu yaşa gelinceye kadar, hastanede pek işim olmadı. Olduysa da önemli değildi. Yolum düşünce, önünden gelip geçtim. Ne var ki dün gece, hayatın bazı gerçek-lerini, bir nebze de olsa şahit oldum. Ecele karşı, para ile şöhretin geçmediğini yaşayarak öğrendim”.
-“Demek ki bazı gerçekleri görmek için bir felaket ya-şamak gerekiyormuş. İşine verdiğin önemi, ailene de vermiş olsaydın bugünleri yaşamayacaktık”.
-“Ne dersen haklısın hanım. Size çok ihmal ettim. Oğlumuzun babaya, senin de kocaya ihtiyaç duyduğunuz an-larda, yanınızda ben yoktum. Bizden öğreneceği konuları, ne çare ki sokak arkadaşlarından öğrendi. O, yüzden hayta yetişti. Bu hususta kendimi asla affetmeyeceğim”.
-“Biz seni çoktan af ettik. Yeter ki sen bizim varlığı-mızı arada bir olsa da hatırla. Sahip olduğun para, ne ölüme çare olur, ne de sevgiyi satın alabilir. Biz seni, olduğun gibi seviyoruz. Yeter ki sen, bu sevgiye gölge düşürüp bizi yetirme”.
-“Doğru söylüyorsun. Bundan sonra sizler için yaşayacağım. Onca uğraşıp didinmem sizler içindir”.
Onların acılı günleri olsa da uzun aradan sonra ilk kez baş başa bir yemek yediler. Bu yemek, onların tekrar bir araya gelmelerine sebep oldu. Yemekten sonra hastaneye döndüler. Sergen’i sordular. İyi olduğunu, yoğun bakım-dan normal odaya alındığını duyunca, heyecan içinde yanına gittiler. Onu iyi görünce, bu sefer, gözler değil, diller konuştu. Tekrar birlikte olmanın duygusallığını yaşadılar.
Sergen, o günden sonra çeşitli hastanelerde, bir dizi operasyon geçirdi. Tekrar yürüyebilmesi için zamana ihtiyaç vardır diye evine gönderdiler. Ama tekerli sandalyeye mahkûm olarak.
Ali bey, o günden sonra, işini bıraktığı yerden tekrar başladı. Evini ihmal etmese de zaman zaman iş dolaysıyla aksattığı oluyordu. Hanımı, onun bu tür yaşantısını baştan beri alışıktı. Onu, ya böyle kabul edecek, ya da bu evcilik oyununu bitirecekti. Ama her şeye rağmen, devam ettir-mekten yanay tavır koydu. Öğretmenliğe devam ediyordu. Sergen ise yarınından umudunu kesmiş, yatağa mahkûm biri olmuştu. Yalnızlığın pençesinden kurtulmak için ulusal bir gazeteye, tecrübeli bakıcı bir bayan aranıyor diye ilan verdi. Ertesi sabah, kafeteryada oturan genç kızlardan birisi, masa üzerinde bulunan gazetenin ilan bölümüne göz gezdiriyordu. O esnada bir ilan dikkatini çekti. Arkadaşlarının dikkatlerini çekmeden, adresteki telefon numarasını avucunun içine yazdı. Onlardan müsaade isteyerek tuvalete gitti. Yazdığı numaraya aradı. Sergen cevap verdi. Kar-şılıklı diyalogdan sonra anlaşmaya vardılar. Gideceği adres, aynı şehir içindeydi. Arkadaşlarından gizlemeye önem gösteriyordu. İşe kabul edilirse eğer, geleceğini bir nebze de olsa garanti altına almış olacaktı. Yetiştirme yurdundan ayrılmaya günler sayıyordu. Mutlak bir iş bulmak zorunda idi. Sabah erken kalktı. Kimliğini belirleyen lüzumlu ev-rakları bir dosya içine koydu. Her şey hazırdı. Ama kendisi değildi. İlk kez, hayatını kazanmak üzere iş görüşmesi için mülakata gidecekti. Yurt müdüründen izin alarak, adrese gitmek üzere yola çıktı. O, güzergâha giden dolmuşa bindi. Adrese yaklaştıkça, heyecan tüm vücuduna bir ahtapot gibi sardı. Çevreyi, çok katlı binalar hâkimdi. Nihayet verilen adrese yakın bir yerde indi. Adres sorabilecek sabit birile-rini göremedi. Telefon kulübesinden ev sahibini aradı. Sergen, ona apartmanın ismi ile daire numarasını vererek yönlendirdi. O da ilk kez bir bayan ile mülakat yapacaktı. Soruları kafasında tasarlarken, kapının zili çaldı. Tekerli araba üzerinde kapıyı açtı. Göz göze geldiler.
Kız, gördüğü manzarayı tahmin etmişti. Bundan do-layı yadırgamadı. Ama heyecanlıydı. Sergen ise karşısında yaşlı bir bayan bekliyordu. Gelenin genç bir bayan olması, şaşırmasına sebep oldu. Kız, kapı eşeğinde davet edilmeyi bekliyordu. Unutulduğuna fark edince, içeriye girerek ka-pıyı kapattı. Kendilerinden başka birilerinin olmadığını an-layınca, konuşmaya başladı:
-“Mülakatı sizinle mi yapacağım”?
-“Evet, bayan, iş tecrübem yok ama benimle yapacak-sınız. Şimdi dosyanızı bana verirmişsiniz”?
-“Buyur”.
Sergen, dosyayı incelemeye başladı. Kız ise oturduğu yerden etrafı inceliyordu. Gözü, duvarda asılı bir fotoğrafa takıldı. Ona hiç yabancı gelmedi. Sanki bir yerlerden tanı-yor gibiydi. Ama nereden? Yerinden kalkıp yakından gör-mek istedi. Onu nerede gördüğünü hatırlamaya çalışırken, Sergen, dosyayı bir kenara bırakarak konuşmaya başladı:
-“Dosyanızda adınız Başak, soyadınız ise Sarı yazılı-yor doğrumu”?
-“Evet efendim”
-“Saçınızın rengine uygun bir isim doğrusu. Yetiştirme yurdunda büyüdüğünüz, on sekiz yaşında olduğunuz doğrumu”?
-“Evet efendim”.
-“Kimsesiz olduğunuz, yaşından dolayı yurttan çıkarı-lacağınız doğrumu”?
-“Evet efendim”.
-“Güncel hayatta ne bilirsin? Yani ne yaparsın”?
-“Yemek ile ev işlerini oldukça iyi bilirim”.
-“Başak hanım, bu kadar mülakat yeterlidir. Bu konuyu ailem ile görüştükten sonra, sonucu sana bildireceğim”
-“Peki efendim. Müsaade ederseniz gidebilir miyim”?
-“Müsaade sizin Başak Hanım. Elbette gidebilirsiniz”.
Başak, evden ayrıldı. Ne var ki aklı, işten önce duvar-daki asılı resimde kaldı. Bir boşluğa düşer gibi tutunmaya çalışıyordu. Aynı günün gecesi, Sergen, gelişmeleri ailesiyle paylaştı. Ailesi, onun bu arzusuna karşıydılar. Ama düzensiz yaşamını, daha fazla bozmamak için olumlu yanıt verdiler. Onların bu kararını çok sevindi. Müjdeyi vermek için sabaha kadar beklemeye tahammülü yoktu. Hemen telefona sarılıp müjdeyi verdi. Başak, beklediği umut ışığı yanmıştı. Sabah erken kalktı. Gelişmeleri yurt müdürüne anlattı. Müdür, onun bu kararına saygıyla karşıladı. Yalnız taraflar arasında konuşulmayan bir konuyu hatırlatmak is-tedi:
-“Başak evladım. İş bulmanı çok sevindim. Yalnız anlayamadığım bir sorun var. Geceleri orada mı? Yoksa yurtta mı kalacaksın?
-“Müdürüm. Bu konu henüz konuşulmadı. İyi ki hatırlattınız. Önce bu problemi halletmem gerekiyor”.
Başak, Sergene arayarak konuyu görüşmek üzere yolda olduğunu söyledi. Telefon konuşmalarını duyan ailesi, tanışmak için beklemeye başladılar. Aile bireylerine heye-can sardı. Kız gelinceye kadar, kahvaltı sofrasını hazırladılar. Kapının zili çaldı. Kapıyı Ali Bey açtı. Başak ile göz göze geldiler. İkisi de bir taş gibi donup kaldılar. Onların sessizliğini Sergen bozdu. Samimi bir eda içinde buyur etti. Kız, aile fertlerini bir arada görünce utandı. Sözcükler boğazında dizili kaldı. Sergen, onun gergin olduğunu görünce, kahvaltı masasına davet etti. Başak, daveti ret etmedi. Masaya oturdu. Mutabık kaldıkları takdirde, o evin has-ta bakıcısı olarak çalışacaktı. Karşılıklı konuşmalar devam ederken, Sergen, problemin ne olduğunu sordu:
-“Başak, bizimle konuşmak istediğin konu nedir”?
-“Sizinle her konuda anlaşmıştık. Ama önemli bir konuyu atlamışız”.
-“Nedir atladığımız konu”?
-“Gece kalacak yer için konuşulmadı. Burada mı yoksa benim tercih edeceğim yerde mi kalacağım”?
Bu konuya cevap verebilecek tek kişi ev hanımıydı. Hoca hanım, kız cümlesini bitirmeden cevap verdi:
-“Evladım. Sizce bir mahsuru yoksa burada kalabilirsin. Boş odamız çok. Bu konu tamamen sana kalmış bir tercihtir”. Dedi.
Başak, Ali beyi gördükten sonra dünyası değişti. Sağlıklı düşünemiyordu. Kimdi o? Onu tanıyordu. Ama nereden? Bu konuyu zamana bırakıp, eşyalarını getirmek üzere yurda döndü. Yol boyunca, aklı hep Ali beyde idi. Yurda ulaştı. Başta müdür olmak üzere, tüm arkadaşları onu bekliyorlardı. Onlarla ayaküstü lafladıktan sonra, valizini hazırlamak üzere yatakhaneye çıktı. Valizini toparlarken, hü-zünlü dakikalar yaşıyordu. Dile kolay. On sekiz yaşına gelinceye kadar orada büyüdü. Gelin olacak kız gibi yuvadan uçmaya hazırlanıyordu. Onu ilk buldukları zaman, kundak bezinin arasına kıstırılmış eğreti bir kolye çıkmıştı. Kolyenin İçine gizlenmiş iki küçük fotoğraf vardı. Birisi erkek, diğeri kadındı. Kız, eşyalarını toplarken, kundağının içine bırakılan eğreti kolye eline geçti. Geçmişinden tek delil, kalp biçiminde eğreti bir kolye idi. Avucunun içinde dakikalarca tuttu. Açmaya cesaret edemiyordu. İçindeki kişilerin kim olduklarını bilmiyordu. Kendi ailesi olsaydı, mutlak başka bir kanıt olurdu. Ama yoktu. Kundağı sararken, başka birileri düşürmüş olabilirdi. Elinde tuttuğu kolyeyi açmaya karar verince onu açtı. Gözlerine inanamadı. Resimdeki erkek, Ali beyin ta kendisiydi. Onun için tanıdık gelmişti ona. Valizini orada bırakıp, müdürün odasına gitti. Gözyaşlarını hâkim olamıyordu. Konuşmak istediyse de sözcükler, boğazında kaldı. Müdür, onu bir koltuğa oturmasını işaret etti. Masa üzerinde bulunan kolonyadan vererek, rahatlamasına yardımcı oldu:
-“Evladım. Seni çok iyi anlıyorum, burada büyüdün. Bizleri ailen olarak bildin. Biz de seni evlat bilip büyüttük. Bundan sonraki hayat, tamamen kendine aittir. Her zaman, sana kalbimiz açıktır“.
Başak, müdürün konuşmasını keserek elindeki kolyeyi ona verdi. Müdür, açık olan kolyeyi baktıktan sonra:
-“Evladım. Bu kolyeyi daha öncede görmüştüm. Bana göstermekle neyi anlatmak istiyorsun”?
-“Kolyedeki adam. Ali beyin ta kendisidir”.
-“Neeeeee! Bundan eminmişsin”?
-“Evet müdürüm. Adım kadar eminim. Fakat o adamın, bana ait kolyede ne işi olabilir? Eğer kolye benim değilse, kundağımın arasına kim koydu? Bunu bana açık-layabilirmişsin”?
-“Kızım. Bu konuyu bir kişi açıklık getirebilir. Sen beni burada bekle. Ben yurt müdürü olarak, kalacağın evi görmeye gidiyorum. Şu dilinden düşürmediğin Ali Beyi, bir de ben göreyim. Belki ondan, resim hakkında bir şeyler öğrenebilirim. Anlaştık mı”?
-“Anlaştık müdürüm”.
Yurt müdürü, aracını bindiği gibi gözlerden kayboldu. Kız, merak içinde müdürü beklemeye başladı. Müdür, kısa yolculuktan sora kızdan aldığı adrese ulaştı. Dairenin kapı zilini çaldı. Onu, Ali Bey karşıladı. Müdür, resimdeki kişiyi karşısında görünce, Başak gibi o da şaşırdı. Kızın isyanını hak verdi. Resimdeki adamın ta kendisiydi. Ali bey, şaşırmalara bir anlam veremiyordu. Çükü, gelişmelerden haberi yoktu.
Müdür, kendisini tanıttıktan sonra içeriye buyur edil-di. Kahveler içilip sohbetlerden sora, gitmek üzere ayaklardı. Onu, Ali Bey yolcu etmek için dışarıya çıktılar. Mü-dür, onun koluna girip araca kadar götürdü. Maksadı, baş başa kolye hakkında konuşmaktı. Havadan sudan derken, konuyu kolyeye getirip ona gösterdi. Ali bey, kolyedeki resimleri görünce, kaldırım üzerine oturmak zorunda kaldı. Donuk gözlerle fotoğrafı bakarken, müdür:
-“Bu kolye, Başak kızımın kundağının içinden çıktı. Onun geçmişiyle tek bağlantısı bu kolyedir. İçindeki resimlerden birisi sen olduğuna göre, bu sırrı ancak sen çözebilirsin. Başak senin kızın olabilir mi”?
-“Dediğin gibi kolye onun kundağının içinden çıktıysa, Başak benim kızımdır. Ben onların izini kaybettikten sonra bir divane olup aylarca aradım. Ama bir türlü bula-madım. Defalarca intihar etmek istedim lakin beceremedim. Ta ki, bu hanımla tanışıncaya kadar”
-“Haklısın Ali Bey, kötü günler geçirdiğin belli oluyor. Şimdi de yıllar önce kaybettiklerini tekrar kavuşmanın şokunu yaşıyorsun. Bu şoku seninle beraber biz de yaşıyoruz. Başak ise perişan vaziyette, benden haber bekliyor”.
-“Gidelim müdürüm. Biran önce kızıma kavuşmak is-tiyorum”.
İki araç, peş peşe yola çıktılar. Müdür önde giderken, Ali bey, onu takip ediyordu. Heyecandan, kısa semt yolu, şehir arası gibi geldi onlara. Nihayet yurt binasının önünde durdular.
Başak, gelecek cevabı merak içinde beklerken, araçla-rın geldiğini gördü. Heyecan içinde yatakhaneye gizlendi. Yüreği duracak gibi atıyordu. Ali Bey, müdürün odasına girdi. Sürprizi müdür yapacaktı. Ama nereden başlayacağını bilemiyordu. Başak ile kolye, beraber geldiğini bilmese, konuyu test yaptırmaya kadar götürmeyi düşünmüştü. Ne var ki kolye, çocuk ile beraber kendilerine teslim edildiğini biliyordu. Bundan dolayı da Başak, Ali beyin öz kızı idi. Ama bunu ona nasıl anlatacaktı. Yatakhaneye gitti. Başak, yatağa uzanmış, donuk gözleri ile tavana bakıyordu. Müdürün sesiyle doğruldu:
-“Merhaba kızım. Bugün senin hayatının dönüm noktası olacağa benziyor. Ali bey, benim odamda. Seni görmek istiyor. Geçmişinle yüzleşmek istermişsin”?
-“Şu anda geçmişim ile yüzleşmeye hazır değilim”.
-“Peki, kızım. Ne zaman kendini hazır olduğunu hissedersen, bizimle görüşebilirsin”
Başak, dakikalarca duygu yüklü anlar yaşadı. Geçmişi ile yüzleşmek üzere ağır adımlarla, müdürün odasına doğru yürüdü. Kendisini bildiğinden beri, yetimliğin verdiği yalnızlık acısını, saniye saniye yaşamıştı. Ne zaman bir aileye ihtiyaç duyduğunda, ne anne, ne de baba sıcaklığını bulamamıştı yanında. Ama bir gün mutlak, kendisine almaya geleceklerini inanıyordu. Koridorda ilerlerken, pencereden dışarıya baktı. Belki onun son bakışıydı bu. Bir çift kumru gördü ağaç dalında. Kanatlarıyla, birbirlerine sımsıkı sarılmışlardı. Onlarda, sevginin erdemliğini gördü. Derin bir iç çekerek yürümeye devam etti. Nihayet müdür odasına ulaştı. Oda kapısı kapalıydı. İçeriye girmeye cesareti yoktu. Geçmişi ile yüzleşmekten vazgeçerek, geriye dönmek istedi. Oysa kendisini bildiğinden beri aile hasre-tiyle yanıp tutuşuyordu. Kendi kendine telkin edip sakin-leşti. Kapıyı vurup içeriye girdi. Nihayet geçmişi ile karşı karşıya gelmişti. Yurt müdür, onları yalnız bırakmak istedi. Lakin başak itiraz etti. Konuşmalara şahit olmasını istedi. Üçü de suskundu. Ortam istemeden de olsa gerilmişti. Konunun gün ışığına çıkması için müdür:
-“Ali bey, resimdeki bayan ile nasıl tanıştınız”?
Ali bey, onlardan müsaade aldıktan sonra ayağa kalkıp bir sigara yaktı. Oldukça gergin gözüküyordu. Odanın içinde volta atmaya başladı. Henüz konuya hâkim değildi. Bir başlama noktası bulmaya çalışıyordu. Başak’ın gözle-rine bakarak:
-“Onu tren yolculuğunda tanıdım. Aynı kompartımanda yolculuk yapıyorduk. Hasta annesi vardı yanında. Onu görür görmez yüreğim yerinden fırlayacakmış gibi çarp-maya başladı. Beli ki ona âşık olmuştum. Yıldırım aşkı denen bu olsa gerek. Tren, yol üzerinde bulunan her istasyonda rötar yapıyordu. Ayrı kapılardan inerek onunla dışarıda buluşuyorduk. Bu buluşmalar, Haydarpaşa garına varıncaya kadar devam etti. Garda, son görüşmemizde, ondan adresini istedim. Törelerine öne sürerek, adresini vermedi. Belli ki ailesinden korkuyordu. Onunla tekrar görebilmek için ona ben adresimi verdim. Buluşmalarımız aylarca sürdü. Kendi aramızda nişan yaptık. Son buluşmamızda, hamile olduğunu söyleyince dünya benim olmuştu. Ailesi öğrenecek diye korkuyordu. Benim yurt dışında bazı işlerim vardı. Dönünce, ne gerekiyorsa yapacağımı söyledim. O gün, geç saatlere kadar beraberdik. Ertesi gün yurt dışına çıktım. İkincisi gün, trafik kazası geçirdim. Aylarca komada kalmışım. Eski sağlığıma kavuşmak için bir dizi ameliyat geçirdim. Bir yıla yakın hastanede kaldım. Döndüğümde, onu aradım ama bulamadım. Sanki yer yarılmış, içine düşmüş. Sonunda ondan umudumu kestim. Hayatımı onsuz devam etmek zorunda kaldım. Birkaç gündür yaşadığım olaylar, geçmişim ile yüzleşmeme sebep oldu. Sevdiğimi yıllar önce kaybettim. Ama ondan bana hatıra kalan kızıma kavuştum” dedi.
Başak, hiçbir zaman umudunu yetirmediği ailesine kavuşmuştu. Babasıyla kucaklaştıktan sonra, yeni bir hayata başlamak üzere babasıyla, baba evine gitmek üzere yola çıktılar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.