- 454 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DIŞ VE İÇ KALELER
DEVLETİN KALELERİ
Kavimlerin devlet kurma arzuları insanlık tarihi kadar eskidir. Kavimler, kimi zaman arazi, kimi zaman bölge ve kimi zamanda sürüleri sebebiyle birbirleriyle savaşmış; kimisi tarih sahne-sinden silinip gitmiş, kimisi ise tarihteki varlığını güçlenerek sürdürmüştür. Kimi kavimler veya aşiretler de coğrafi ve iklim şartları sebebiyle göç ederek zayıflamış; güçsüz kalan aşiretler, güçlü olan aşiretlerin veya boyların egemenliğine girmiştir. Esaret hayatı yaşayan kavimler; dillerini, dinlerini, törelerini ve kültürlerini yitirerek başkalaşmışlardır.Dünya tarihine bakıldı-ğında dağılan aşiretlerini veya boylarını toplamaya çalışan liderlerin var olduğunu görebiliriz. Lider vasıflı kişiler, her ne olursa olsun dağınık vaziyette olan boylarını veya aşiretlerini tek bayrak altında toplamayı başarmış ve güçlü devletler kurmuşlardır. Alp Er Tunga, Oğuz Kaan, Mete Han ve Atilla tarihimizden sadece birkaç örnektir.
Devletlerin kurulmasının bedeli daima kan olmuştur. Bu sebeple kan ile alınan toprak (vatan) aziz bilinmiştir. Vatan, bir milletin dış kalesidir. Bu bakımdan vatanın korunması ve bekası için iç kalelerin (iç dinamiklerin) dimdik ayakta kalması gerekmektedir. Bu unsurların başında hiç kuşku yok ki millet gelmektedir.
a-) Millet: Milletlerin kültürel kodları mazilerinde saklıdır. Tarih sahnesine çıkan her kavmin (milletin) bir dini, bir dili, bir kültürü, bir geleneği ve ortak bir amacı vardır. Heyecanları, üzün-tüleri ve sevinçleri ortaktır.İşte bu unsurların tamamı bir milleti millet yapan asli unsurlardır. Kavimler, yurt tuttukları coğrafyalarda çeşitli medeniyetler inşa etmişlerdir. İnşa ettikleri me-deniyetlerin kendilerine ait olduğunu belirtmek amacıyla da kültürel birikimlerinin tamamını inşa ettikleri medeniyetlere yansıtmışlardır. Bu eserler; çağlar sonra o coğrafyada kimlerin yaşadığının anlaşılması bakımından oldukça önemlidir.
Günümüz yöneticileri, kamu kuruluşlarından ‘T.C.’ ibarelerini sinsi bir şekilde kazımakta; ‘TÜRK’ kelimesini ağızlarına almaktan imtina etmektedirler. Atatürk ve Cumhuriyetimize ait ne var ise sıradanlaştırılmaktadır. Bu ülkede Türk Milleti’nin kültürel birikimleri maalesef Batı dayatmasıyla silinmektedir. Görülüyor ki; ‘MİLLET’ kavramı yerine batı patentli bir ‘ÜMMET’ kavramı getirilmek isteniyor. Bu dayatmalar, Dinlerarası diyalog ve AB uyum yasalarıyla hayata geçirilmek isteniyor. Tablo çok net, ortadadır.
b-) Ordu:
İlk teşkilatlı ordumuz M.Ö. 209 yılında Mete Han (Motun) tarafından kurulmuştur. Ordu düze-nini ise 10, 100, 1000 kişilik birliklere ayırmıştır. Ayrıca uzak menzilli yaylar geliştirerek Ko-re’den Hazar Denizi’ne kadar olan bölgeleri fethederek büyük bir devlet kurmuştur. Büyük ve uzun menzilli yayların geliştirilmesi, Fatih Sultan Mehmet Han’ın geliştirdiği Şahi topları gibi dahiyane bir icat olarak tarihe geçmiştir. Esasına bakıldığında bugünkü TSK, Mete Han’ın kurduğu büyük ve güçlü ordunun devamı niteliğindedir.
TSK; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni içerden ve dışarıdan gelebilecek her türlü tehdide karşı savunma görevini üstlenmiş silahlı bir devlet kuvvetidir. Yaptırım gücünü tamamen T.C.’nin anayasasından alır; Başkomutanı ise Cumhurbaşkanıdır.
Ordumuz; Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri olmak üzere üç ana kuvvetten oluşur. Bu yapısıyla TSK, Nato’nun ikinci, dünyanın ise yedinci kalabalık ordusudur. Nato’nun kuruluş felsefesine bakıldığında, Nato’ya bağlı ülkeler herhangi bir saldırıya uğradığında Nato ülkeleri ordusuyla birlikte saldırıya uğrayan üye ülkeleri savunur. Bu yönüyle Nato caydırıcı bir özelliğe sahiptir. Ancak; ABD ve bazı batılı üye ülkeler, Nato’nun kuruluş felsefesini bir tarafa bırakarak Ko-re’ye, Japonya’ya, Afganistan’a, Libya’ya, Irak’a savaş açmış; şimdilerde de kimyasal silah kullandığı iddiasıyla Suriye Devleti’ne bir savaş hazırlığı içindedir. Oysa; Suriye yönetimini devirmek için başta ABD olmak üzere İsrail, İngiltere, Fransa gibi diğer ülkeler, ÖSO diye bilinen bir ordu kurmuş, bu orduyu parasal, lojistik, stratejik ve silah yönünden desteklemişti. Ne var ki; kurulan bu paralı askerler ordusu Esat yönetimini devirememiştir. ABD, şimdilerde Suriye’ye askeri müdahale etmek için kongreden izin bekliyor!: Nato üyesi Türkiye ise, üye olması sebebiyle Nato’nun hedef gösterdiği her ülkeye asker göndermektedir. Durum böyle olunca; TSK, Türk Devleti’nin mi, yoksa ABD’nin ordusu mu diye sormadan edemiyoruz. Müslüman ülkeleri yerle bir etmek için bir araya gelen haçlı-emperyalist ülkelerle stratejik ortak olduğunu, BOP’a eşbaşkanlık yaptığını ve batılı ülkeleri dostları olarak gördüğünü defa-larca açıklayan yöneticilere Kur’an-ı Kerim şu ayetleriyle uyarıda bulunuyor: "Ey iman eden-ler! Yahudileri ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin. Onların bazısı, bazısının dostlarıdır-lar. İçinizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki, o da onlardandır. Muhakkak ki Al-lah o zalimleri hidayete, doğru yola iletmez. (Maide Suresi: 5-51)
Son yıllarda TSK üzerinde çok ciddi oyunlar oynanıyor. Türk destanı olarak bildiğimiz ‘ER-GENEKON’ şimdilerde TSK’yı çökertmek için ABD tarafından projelendirilmiş bir davanın adı olmuştur.Sahte ve uydurma belge ve bilgilerle, ne idüğü belirsiz ‘GİZLİ TANIKLAR’ la gene-rallerimiz ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. ‘ERGENEKON’UN bir uydurma, bir senaryo olduğunu gerek gizli tanık olarak dinlenen Haham Tuncay Güney, ge-rekse CIA ajanlarından Henry Berkay ve Berna Kean açıkça belirtmişlerdir. Bu projeyle hem şanlı ordumuza destanımızın adı kullanılarak ‘BALYOZ’ indirilmiş ve hem de Türk destanına kara bir leke sürülmüştür.
c-) Din: İnsanoğlunun, bu dünyada ve öteki dünyada mutluluğa erişmesi için Yüce Allah’ın (c.c) vahiy (Cebrail) vasıtasıyla Peygamberlere ilettiği ilahi yasaların tamamıdır. Yüce Allah’ın (c.c) emirlerine uyulduğu müddetçe yeryüzünde barışın, esenliğin, kardeşliğin ve adaletin hüküm sürdüğü bir gerçektir. Allah’ın (c.c) emirlerine muhalefet ederek yaşandığında ise yer-yüzünde bozgunculuğun, vurgunculuğun, fuhşun, hırsızlığın ve daha nice pisliğin çoğaldığı ve dolayısıyla dünyanın yaşanmaz ve çekilmez bir hal aldığı da bir gerçektir. Pek çok kav-min, sapkınlıkları ve inkarcılıkları sebebiyle helak olduğunu Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim çok net açıklamıştır. “Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden önce-kilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Onlar, güç bakamından kendilerinden daha üstün idiler, toprağı alt-üst etmişler ve onu kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki Allah, onlara zul-metmiyordu; ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.” (Rum Suresi-9.ayet)
Din, insanlık tarihiyle başlayan ilahi bir sistemin adıdır ki; bu inancı insanların yüreklerinden söküp almak asla mümkün değildir. Din, bu yönüyle kavimleri bir arada tutan çok güçlü bir unsurdur. Bu sebeple Türk Milleti, İslam Dini’ne özel bir önem vermiş, vatan ve millet savun-masında dini duygularından aldığı kudret ile pek çok savaşta pek çok başarı elde etmiş; im-paratorluklar ve büyük devletler kurmuştur. İslam’dan aldığı ilham ile çeşitli medeniyetler kurmuş ve inançlarını eserlerine olduğu gibi yansıtmıştır. Türk Milleti, dininin istimrarına asla müsaade etmemiştir. Zira Türk Milleti’nin güç ve kudreti içinde yaşattığı (iç dinamik) İslam’da gizlidir.
d-) Bayrak: Kurulan her devlet veya imparatorluk kendi kültürüne uygun bir bayrak edinir. Bu bayraktır ki; o devletin bağımsızlığını, iffetini, dinini, dilini, töresini, kültürünü ve medeniyetini temsil eder. Burçlardan veya gönderlerden bayrağın indirilmesi kutsal bilinen tüm değerlerin ayaklar altına alınması anlamına gelir. Bu sebeple diyebiliriz ki; “bayrağı olmayanın vatanı, vatanı olmayanın da bayrağı olmaz.” Türk Milleti asırlar boyu bu anlayış ile vatanına ve bayrağına gönülden bağlı olarak yaşamış ve yaşayacaktır. Arif Nihat Asya, bayrak şiiriyle vatan ve bayrak sevgisini çok çarpıcı bir şekilde aktarmıştır. Ancak ne hüzün vericidir ki; MEB’nın, Arif Nihat Asya’nın bayrak şiirini, Yunus Emre’nin cennet ile ilgili dizelerini sansür-leyerek eğitim kitaplarına alması, İzmir’in düşman işgalinden kurtuluş töreni sırasında kamu binasından bayrağımızın indirilmesi, milletin tepkisi sonucunda yeniden asılması, doğu ve güney doğu illerimizin bazılarında Türk Bayraklarının kamu binalarından indirilip, yerine Kür-distan Bayrağı’nın göndere çekilmesi oldukça düşündürücü değil midir?
e-) Dil: Her kavim, kendi kültürüne uygun bir konuşma dili geliştirmiştir. Feodal ve Totaliter devlet yapısından modern devlete evirilen devletler dillerini daha da zenginleştirmişlerdir. Bu zenginleşmenin temeline inildiğinde göçlerin, kültürel alışverişlerin, ticaretin ve ülkeler arası anlaşmaların etken olduğunu söyleyebiliriz. Dil; bir milleti millet yapan asli unsurlardan biridir. Bu bakımdan dil, kültürel bir mirastır. Bir milleti yok etmek isteyen emperyal güçler, ilk önce hedef milletin dili ile oynarlar ve bozarlar. Günümüzde dilimizin kültür emperyalizminin zulmü altında olduğunu çevremizde gördüğümüz şirketlerin isimlerinden, İngilizce yazılı ti-şörtlerden, İngilizcenin günlük konuşma dilimize girmiş olmasından; batı kültürünü yansıtan televizyon reklamlarından ve dizilerden rahatlıkla anlayabiliriz. Yani; “dili bozulan bir millet aslen yok hükmündedir.” Desek, herhalde yanlış bir tespitte bulunmuş olmayız.
f-) Kültürel Miraslarımız: Yeryüzüne en fazla yayılan ve yeryüzünde en fazla devlet ve im-paratorluk kuran Türk Milleti’dir. Türk Milleti, devlet ve imparatorluk kurduğu her coğrafyada, köprüler, hanlar, hamamlar, imarethaneler, sarnıçlar, camiler, hayratlar kurmuştur. Su kanal-ları açarak tarımı güçlendirmiş, şehir plancılığı yapmış ve ordusunu teşkilatlandırmıştır. Türk Milleti’nin medeniyete hizmeti bunlarla sınırlı kalmamış; atları ehlileştirip, savaş aracı olarak kullanmıştır. Çiçek aşısını bularak tıp bilimine hizmet etmiş ve insanlığın faydasına sunmuş-tur. Demiri ısıtarak işlemiş, tarım ve savaş aletleri yapmıştır. Üzengiyi yaparak at üzerinde kullanmış; atlı savaş sanatlarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Örneğin; üzenginin ata takıl-masıyla savaşçılar, at üzerinde daha rahat kılıç sallamış, geriye ani dönüşler yaparak ok fır-latabilmiştir. Bu kabiliyet, Türk askerlerine zaferler kazandırmıştır.Batılı askerlerde üzenginin keşfiyle atlı savaşlarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Bugünün eğitim kurumları olarak nite-lendirdiğimiz Enderunlar kurulmuş; Atabekler sayesinde çok kaliteli ve nitelikli nesillerin ye-tişmesi sağlanmıştır. Eğitimli nesiller, Türk ve Dünya insanlığına tıp, sanat, astronomi, mate-matik, mimari gibi pek çok alanda fayda sağlamıştır. Ancak ne var ki; Türk Milleti’nin varlığın-dan öteden beri rahatsız olan batılı emperyal güçler gençlerimizi tarihinden, dilinden, dinin-den, törelerinden, kültüründen, bayrağından koparmak istemişlerdir. Dünyanın çeşitli coğraf-yalarında bulunan Türk mimari eserleri birer birer ortadan kaldırılmakta, yöneticiler ise gerekli tedbirleri almayarak bu tarihi miraslarımızın yok olmasına göz yummaktadırlar. Bu azılı ve sinsi arzular, AB uyum yasaları, Türk Tarımına ve hayvancılığına uygulanan kotalar, BOP ve Dinlerarası Diyalog gibi saçma projelerle devam etmekte; siyasilerimizin bir kısmı da bu pro-jelere destek vermektedir. Bugünleri asırlar ötesinden gören Büyük Türk Bilge Kağan; “Ey Türk! Üstten Tanrı çökmedikçe, alttan yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim boza-bilir” diyerek, günümüz gençliğine asırlar ötesinden çok önemli mesajlar vermiştir.
g-) Milli Marşlarımız: Her devletin bir kuruluş öyküsü olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devle-ti’nin de bir kuruluş öyküsü vardır. Türk Milleti, Osmanlı’nın küllerinden yeni bir devlet kurmak amacındaydı. Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, dünyanın en azılı emperyal güçlerine karşı çok zor şartlarda bir milli mücadele başlattı ve emperyalist devletleri Anadolu topraklarına gömdü. Yeni bir Cumhuriyet Devleti kurdu (29 Ekim 1923) Bayrak kanunuyla bugünkü bay-rağımız belirlendi. Mehmet Akif Ersoy, yeni kurulan Cumhuriyet Türkiye’sinin öyküsünü İstik-lal Marşı ile dile getirdi ve Türk Milleti’ne armağan etti. Onuncu yıl Marşımız ve Andımız da milli marşlarımız arasındadır. Yine ne hüzün vericidir ki, andımız ve onuncu yıl marşımız okullarımızda eskisi gibi rahat ve coşkulu bir şekilde okunamıyor; milli bayramlarımız ise sı-radanlaştırılıyor!
h-) Eğitim-Aile ve Gençliğimiz: Eğitim; ufkun ötesini gösteren bir metottur. Çocuklarımızı ilkokuldan itibaren bilimsel metotlarla yetiştirmek zorundayız. Yaşadığımız şu yüzyılda her şey o kadar hızlı ilerliyor ki, insanoğlu bu bilimsel ve teknolojik gelişmelere ayak uydurmakta aciz kalıyor. Bilim, teknik ve ekonomide dünyanın süper devleti olmayı başarmış ‘G20’ diye tabir edilen yirmi ülke bulunmaktadır. Ülkemizin haline baktığımızda, gelişmesini tamamlayan ülkeler arasında yer alamadığımızı büyük bir üzüntüyle görmekteyiz.
İlkokul çağına gelen her çocuğumuz, ilk sınıftan itibaren yeteneklerinin keşfi yönünde eğitil-melidir. Birkaç sınıf atladıktan sonra çocuğun hangi alanlarda yetenekli olduğu belirginleşir. Çocuklarımızı yeteneklerine göre sınıflandırıp, ona göre üst düzey eğitim almaları sağlanma-lıdır. Üniversite yıllarında ise çocuklarımıza devlet, AR-GE çalışmaları yapmaları için her türlü teknolojik imkanları ve laboratuarları tahsis etmelidir. Bilimsel yöntemlerle yetiştirilen öğrenci-lerimiz, ülkemizin iç ve dış dinamiklerinin çelikleşmesini sağlayacaktır. Zira bir ülkenin ve mil-letin geleceği nitelikli ve kaliteli gençlikle teminat altına alınabilir. Yetişen öğrencilerimiz, yarı-nın başbakanı, cumhurbaşkanı, bilim, fen, tıp, tarım ve iktisat adamı olacak ve ülkemizin hız-la kalkınmasına katkı sağlayacaktır. Süper ülkelerle rekabet imkanımız olacaktır.
Gençlik, devletimizin ve milletimizin geleceği olduğuna göre; devlet, gençlerimizin ailelerine mutlak surette eğitim için katkı sağlamalıdır. Türk aile yapısı iktisaden güçlendirilmelidir. Ça-lışma koşulları sebebiyle ailelerin paramparça olması engellenmelidir. Çocuklar, bakıcıların insafına değil, ana kucağına emanet edilmelidir. İşsiz ve evsiz kalan gençlerimiz, sokakları, köprü altlarını, otogarları ve hastane salonlarını mesken edinmiş durumdadır. Hemen hemen tamamı uyuşturucu bağımlısı olmuş, gaspı ve hırsızlığı meslek haline getirmiş ve böylece hayattan kopmuş veya ilgisizlik sebebiyle hayata küstürülmüştür. Maalesef bu durum ülkemi-zin acı ama gerçek yüzüdür. Yetkililerin bu gerçeklerle yüzleşmesi gerekiyor. Devlet, özendi-rici mega projelerle gençlerimizi sokaklardan kurtarmanın yollarını aramalı ve millete ve dev-lete faydalı bireyler olmalarını sağlamalıdır.
Hiç şüphesiz ki; bir toplumun en küçük ama en sağlam yapı taşı ailedir. Ailesi felce uğramış bir toplum, kesinlikle zinde, zeki, çevik ve kabiliyetli çocuklar yetiştiremez.
Aile ve çocuklarla ilgili İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Al-lahtan korkun. çocuklarınızın size itaatli olmalarını istediğiniz gibi, siz de onların arala-rında adaletle davranınız”
Bir başka hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur: “Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha üs-tün bir miras bırakamaz” diyerek, çocukların yetiştirilmesinde ailelere düşen görevleri ha-tırlatmıştır.
I-) Milli İstihbarat: Devlet yöneticilerine verilmek üzere çeşitli yöntemlerle toplanan bilgiler topluluğudur. Toplanan bilgiler ilk haliyle hamdır ve işlenmeye muhtaçtır. İstihbarat uzmanla-rı, elde edilen bilgilerin kaynağına inerek doğruluğunu tespit eder. Ülkenin iç ve dış emniyeti-nin sağlanması amacıyla işlenmiş bilgilerden hareketle çeşitli önlemler alır ve çeşitli stratejiler geliştirir.Bu sebeple istihbarat, komşu ve düşman ülkelerin ülkemiz için ne gibi gizli niyetler beslediğini açığa çıkartır. Böylece hangi ülkelerin dost, hangi ülkelerin hain emeller peşinde koştuğu anlaşılır.
İstihbarat, sadece bu işler için çalışmaz. Uyuşturucu baronlarını, insan tüccarlarını, silah ba-ronlarını, kalpazanları, dolandırıcı şebekelerini ve daha nicelerini takip eder ve adalet önüne çıkmasını sağlar. Böylece toplumda huzurun ve emniyetin sağlanmasına hizmet eder. Bu yönüyle istihbarat, bir ülkenin gözü ve kulağıdır.
Küresel ittifaklar neticesinde, ülkelerin birbirleriyle istihbarat paylaşımında bulundukları ger-çektir. Ancak, küresel güçler, müttefikleriyle bilgilerinin ne kadarını paylaştığı aklımızda sor-gulanmaktadır.Türkiye, BOP kapsamında ABD ile istihbarat paylaşımında bulunmaktadır. Hükümet yetkilileri bunu basın ve medya yoluyla belirtmişlerdir. Ancak Türkiye, sırlarının ne kadarını müttefikleriyle paylaşmaktadır? Bu hal, akıllarda yığınla soru işareti oluşturmaktadır.
Buraya kadar anladık ki; bir ülkenin dimdik ayakta kalabilmesi için hükümetin dış ve iç dina-miklerimizi korumak için her türlü tedbiri alması gerekir. Yine anladık ki hükümet, iç ve dış dinamiklerimiz korumak ve güçlendirmek için milli bir politika geliştirmemiştir. Hükümetin milli politikası tamamen AB standartlarına uymak ve Avrupalıya benzemektir. Yönünü Haçlı dün-yasına, sırtını da İslam dünyasına dönmüş olan bir siyasi hareketten milli politikalar beklemek saflık olur.
06.09.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.