- 545 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Film Bitti
Birbirini tanımayan onlarca insan karşıdan karşıya geçiyordu. Kadın üç yaşındaki kızının ellerini sımsıkı tutmuş, yayalara yeşil ışıkta yansa, yine de küçüklükten kalma alışkanlığıyla arabalara bakarak yürüyordu. Kızı yürümekten sıkılmıştı. On beş dakikadır bayır aşağı yürüyorlardı. Küçük kız daha fazla yürümek istemiyordu.
Televizyondaki filmin sonunu merak etmiştim. Güney Amerika ülkelerinden birinde çekilmiş bir filmdi. Oyuncularının hiçbirini tanımıyordum. Bir tane bile tanıdık oyuncu film içinde görseydim, filmi sahiplenebilirdim ve böylece izleme isteğim artacaktı. Filmde tanıdık oyuncu göremesem de, filmin sonuna kadar izleyeceğime dair inat ettim. Olaylar örgüsü Güney Amerikalı kadının çevresinde geçiyordu. Kadının beş çocuğu vardı. Dördü kız, biri erkekti. Ezberlenmiş cümleler, klişeler, var olmayan dostluklar ve hiç bitmeyecek düşmanlıklar üzerine etkileyici bir dram filmi içinde diyaloglar, konuşmalar film bitince çok yetersiz gelmişti. Işığın beynimi körleştirdiğini ve daha derine inmemi engellediğini fark ettim. İnsafsız insanlık içinde ebatlar, yüzler değişirken, karakterler değişmiyordu. Mizah olarak yaptıklarından ziyade, yapmak istediklerini öne süren alışkın karanlığın bizi çektiği sorular, daima çırpınan düşmanın üzerinden cevaplar almamızı bekliyordu. En büyük çocuğu, on dokuz yaşındaki kızıydı. Bir gün uyuşturucu çetelerinin olduğu sokağa giren genç kız, iki çetenin yer kavgasından dolayı aralarında çıkan bıçaklı, satırlı kavga sonucu satırın biri kolunu derin bir şekilde yarıyordu. Kadın çalıştığı lokantadan koşturarak hastaneye gidiyor ve tüm sorunlar karşısında bir de kızının iki haftalık hastane macerasıyla uğraşıyordu.
Kadın hastaneden büyük kızı ve en küçük kızıyla evine dönüyordu. Çantasını yokladı. Bez çantası içerisinden yarım litrelik pet şişeyi çıkardı. Pet şişe içerisindeki su sıcaklıktan dolayı ısınmıştı. Çocuklarına dönüp bakmadı, içiyor musunuz diye sormadı. Tek oğluyla evlerine yakın bir cadde de karşılaştı. Çocuk kaykayıyla asfalt üzerinde gidiyordu. Çocuk ablasını gördü. Sargı bezi dikkatini çekti. O sıra yolun karşısında bir su tankeri çimlerin sulanması için durdu. Çimleri sulayacak olan otuzlu yaşlarda, kısa boylu, dizine kadar plastik bir çizme giymiş adamdı. Elinde tuttuğu kalın hortumla hem arabaları suluyordu hem de çimleri. Su tankeri kaldırıma tam yanaşamadığı için böyle yapmak zorundaydı. Yaşlı bir çift o sıra park ettikleri arabadan çıkıyorlardı. Çimleri sulayan adam onların da ıslanmasına sebep olmuştu. Geriden baktığında arabada kimsenin olmadığını sanmıştı. Yaşlı çiftin boyları ufak olduğu için arabanın koltukları arasında, dışarıdan ve arka taraftan fark edilmeleri güçtü. Yaşlı adam bağırmaya başladı. Çimleri sulayan adam da sinirlendi. Su tankerini süren şoför de aşağı indi. Kavga çıkacaktı. Kadın büyük kızına ‘hadi, çabuk’ dedi. Oğlu büyük parka gitmek istiyordu. O parkta kaykaylar için yapılmış özel rampalar vardı. Kadın çocuğunun elinden çekti. Çocuk eve geri dönmek istemiyordu, ancak annesinin sert tutumu karşısında gözleri dolarak, sinirli bir şekilde ablası ve annesiyle eve geri dönmek zorunda kaldı. Kavga çok geride kalmıştı. Polis arabasının siren sesleri kilometrelerce öteden geliyordu.
Şehir siyah egzoz dumanlarıyla doluydu. İşçilerin çekiç sesleri bitmiş, öğütülen dağ gibi madenlerin, çatlayan kasketlerin ve ağır asidin kokusu işçilerle beraber evlerine sinmeye başlamıştı. Kadın mutfağın penceresini açtı ve dışarıya doğru tükürdü. Birkaç gün önce aldığı eti pişirmişti ancak et bozuktu. Kadın insanların önlerinden geçerken saçını geriye doğru ve eteğini topladı. Süpermarketin et reyonuna doğru hızlı adımlarla yürüyordu. Et reyonunda bulunan adamı önceden tanıyordu. Çok eski bir arkadaşıyla evlenmişti bu adam ancak arkadaşı kanserden ölünce bu adam tek kız çocuğuyla yaşamaya başlamıştı. Bu film arasına eskide yaşananlardan bir kesit olarak giren sahnelerden biriydi. Kadının kocası iş kazası sonucu ölünce, yıllardır kızıyla tek yaşayan bu adam da kadına çıkma teklifleri yapmaya başlamıştı. Adam kadını çok beğeniyordu. ‘Beş çocuğunun olması hiç önemli değil’ diyordu. Gerçekten de kadının beş çocuğu olmasına rağmen çok diri ve sağlıklı bir vücuda sahipti. Erkeklerin ilgisini çekecek bir vücudu vardı. Yüzünde hayatın bıraktığı derin yorgunluk olmasına rağmen, adam için arada engel olacak hiçbir şey yoktu. Hem kızının dört kız içinde yaşamasının daha rahat olacağını düşünüyordu. Evlenmek istediği karşısında görünce heyecanlandı. ‘Hoş geldin’ diyebildi sadece. Kadının sinirli olduğunu fark etti. Kadın poşetten çıkardığı eti adama doğru fırlattı. ‘Bu eti sizden aldım ama lanet olsun bozuk çıktı. Paramı geri istiyorum. Hem de hemen’ dedi. Adam kadını sevdiği için hiçbir şey diyemedi. Yalnızca utanarak özür dileyebildi ve parasını kasadan geri almasını sağlayabilecek bir not yazıp, kadının gidişi izledi. İçi gidiyordu. Kadının derdiyle adamın derdi hiç de aynı değildi.
Üç yaşındaki kızına kendisi çalıştığı zamanlarda on bir yaşındaki kızı bakıyordu. Kız ‘yeter ama rahat dur’ diye bağırdı. Kadın süpermarketten eve geri dönerken hem kızının bağırmasını hem de en küçük çocuğunun ağlama sesini duydu.
Kadın kaynayan suyun içine makarna poşetini boşalttı. Belirsiz bir makarna tanesine dikti gözlerini. Arkada şehir kayboluyordu ve güneş uzaklaşıyordu. Kararlı bir şekilde çocuklarına bağırdı ‘ses çıkarmayın, yeter’ diye. Acıkmayan ve canları başak bir şey isteyen çocuklarına dondurma almıştı. Ama hiçbir şeyi tek tüketmek, bitirmek hevesli değildi. Sofrada makarna ile beraber dondurmayı da koyacak, isteyen istediği kadarı sofrada yiyebilecekti. Tek şart ise bu işin beraberce olmasıydı. Akşamın şaşkın mimikleri tüm hareketlerin en sesli bir şekilde deliklerine tıkanıp, kaybolmalarını sağlayacaktı. Terliyordu. Makarnayı süzerken boynundan irice bir ter damlası göğüs çatalına doğru hareket etti.
Reklam girdi. Film kaç dakika olabilir diye düşündüm. En az seksen, doksan dakika olurdu filmler. Başka bir şey düşünemiyordum. Yeni cümleleri bulmanın imkânsız olduğunu, yine de bir şansın olabileceğini umut ettirebilecek filmler artık yok diye düşündüm. Hiç üzerine paylaşılmış, bahçede ses çıkartan çekirgeler, ölü gözleriyle irice köpekler ve yarasalar dışarıda gecenin sahibiyle beraberdiler. Birkaç sarhoş evinin içindeydi. Yeşil bir koku yayıyordu yaz. Kendimi, düşüncelerimi imkânsız hale getirenin hep düşman olarak gördüklerim olduğunu fark ettim. Kirli kediler birbirleriyle boğuşuyorlardı. Sabahleyin bir doktor daha şikâyet edecekti hastasından, akşam eşine anlatmak üzere.
Film kaldığı yerden devam etti. Filmi sonuna kadar izledim. Film biterken gitar sesi kulaklarımın pasını aldı. Susamıştım.
Dünyada mutsuz insanlar varken, bütün kitaplar zekâ ve zarafetin en yoksul çığlığını atmaktan başka bir işe yaramıyorlardı. Film bitmişti. Mutlu bir şekilde bitmesini düşünemeyeceğim bir hayatın iki saatine ben ortak olmuştum. Film yarım kalmıştı, evet sonunda ne oluyordu, süpermarkette et reyonunda çalışan adam kadına yardım etmek ve onun gözüne girebilmek için her şeyi yapmaya hazır olduğu için, kadının on altı yaşındaki kızını mafyadan kurtarmak için kendini feda etmişti. Filmin sonunda kadın o adamın kızına da sahip çıkmak zorunda kalmıştı. Kadın film de iki yer de ağlıyordu. Biri kocasının öldüğünü haber aldığı sahne de, diğeri de filmin sonuydu.
Ertesi gün bu filmi birilerine anlatmak istedim. Televizyonu açtım. ‘Tersane de beş içi ölümü’ diye bir haber son haber olarak haber kanallarında veriliyordu. Anlatacak bir şey kalmamış gibiydi.
Hiçbir gazete, dergi ya da site düşündüğüm gibi yazmadı. Lodos geldi ve evin boyasını, badasını değil yalnızca, direklerini de aldı götürdü. Bir mahalle dağıtılmıştı.
Kadınlardan sonra, ya çocuklar?
Kendi yarattığımız maskaraların sirklerde tonlarca altın topladığı bir aşağılanma sürecinde de hayalleriyle, ümitlerini bırakıp, uğruna adanacak güzel bir güzel hayat bulamayan boşluk canlanmıştı. Gözünün teki görüyordu. Teki beyazdı, teki siyah. Aptalca bir soruydu. Soru uzundu. Neydi? Bir şey bulunamamıştı. Film çoktan bitmişti ve geriye toparlanamayacak öyküler kalmıştı.