- 1200 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Benim Adım Robot
Bugün, Dünya’ya gelişimin dördüncü günü... Sanırım, Karnabahar ve ailesi varlığıma alışmakta zorlanıyorlar. Bana karşı çok kibarlar ancak, Anne, Karnabahar’a biraz kızıyor gibi. İkisini birkaç kez tartışırken gördüm. Bu tartışmanın, küçük kızın beni sahiplenmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Anne ise bana gülümsüyor. Ben de ona gülümsüyorum. Gülümsemek iyi bir şeymiş. Sanırım dost olduğumuza işaret; Karnabahar öyle dedi.
Karnabahar, kendisine ismiyle hitap etmem konusunda beni birkaç kez uyarsa da, onu dinlemedim. İsmi bu değilse, neden Baba ona öyle desin ki? Bence kesinlikle ismi bu; üstelik kulağa da hoş geliyor. Üstüne üstlük, bana taktıkları isimden de güzeldir: Robot. Bu kadar yavan bir ismi hak edecek ne yaptım, merak içerisindeyim. Solumsya’da bana, “c-314” derlerdi. Ne kadar da havalı… Keşke gezegenimi yeniden görebilsem!..
Gezegenimin kozmosisleri, beni burada unuttuklarından beri dünyadayım. Kozmosun en hareketli asteroitine, uğruna âdemoğlunun birbirini katlettiği bir kaynak numunesi için gelmiştik. Bunca ahmakça hareketi doğuran bir kaynak, oldukça değerli olmalıydı. Petrol denen maddeyi, fotoelektrik etkiyi kullanarak ışık hızında gemiye aktardık. İncelemek üzere kendi asteroitimize dönüyorduk ki, o ışık humması içinde bir kişiyi akıllarından çıkarmışlardı. Geride kalan tek Solumsyalı bendim. Baba, bunun benim de ahmak olduğuma işaret olduğunu söyledi. Diğerleri de güldüler. Nasıl oluyordu da bolca var olan bir şey için birbirlerini yok edenlerle aynı sıfatı alıyordum, doğrusu devrelerim çözümleyemiyor.
Karna gülümseyerek mutfağa girerken, bana sesleniyordu: “Günaydın Robot.”
“Ah evet oldukça aydın. Sağ ol!”
“Şapşalsın…”
Sanırım bana bir durum bildirmiyordu. Taburelerden birine oturdu.
“Bizimkileri gördün mü?
“Evet, odalarındalar… Baba kötü biri mi Karna?”
“Yo, değil. Neden sordun Robot?”
“Şey… Baba önündeki çubukla Anne’yi kovalıyordu da.”
Bir anda gözleri, göz kapaklarını iterek korkunç bir hal aldı.
“Kapa şu çinko ağzını!”
“İçeri girdiğimde, onlar da senin gibi sinirlendiler ve beni odadan kovdular.”
“Tamam! Bahsetmeni istemiyorum.”
“Sadece biraz krom yağı var mı, diye soracaktım Karna. Kötü bir niyetim yoktu.”
Şimdi daha sakindi.
“Anladım Robot, anladım. Daha fazla detaya girmeyelim. İnsanlar bazı şeyleri konuşmazlar.”
“Peki, olur. Tamam mı?”
“Gecen nasıldı bakalım, sevimli çinko?”
“Sıkıcı! Şu âdemoğlu uykusunu kendime programlamak isterdim. Siz yokken etrafta boş boş dolandım. Salondaki dev ekranınız ve alıcılarınız gayet güzelmiş. Biraz kurcaladım ve Solumsya’yı izledim.”
“Nasıl! Nasıl yaptın bunu?”
“Alıcıyı Titan Yapay Uydusu’na eşleştirdim. Mesafeli ve asimetrik de olsa bir süre gezegenimi izleyebildim.”
“Demek kabiliyetlerin var ha!”
“Sadece sıradan şeyler… Bu arada alıcıyı geri eski haline getirdim. Bir ara Pleasure Tv ikonunun altında Anne ve Baba’yı görür gibi oldum.”
“Robot!”
“Kızma Karna… Fazla bakmadım. Zaten Anne ve Baba değillermiş. Ama uzun saçlı olana cidden acıdım Karna! Çok üzgün görünüyordu.”
Karnabahar’ın, cümlemi bitirmeden kulaklarını tıkamasını çözümleyemiyordum. Küçük olduğu için, bunları ona anlatmamam gerekiyormuş. Yaptıkları her neyse, utanç verici şeylermiş. Baba’nın Anne’ye yaptığı, herkesin ekranlarda izleyebildiği, hatta şu her gün aldıkları resimli kâğıtlarda bile açık seçik gösterilen şey, nasıl utanç verici olabilirdi ki! Küçük arkadaşımın bir yanlışı olsa gerekti.
Anne ve Baba, az öncekinden hoş kıyafetleriyle merdivenlerden iniyorlardı.
“Günaydın Robot.”
“A, evet, Karnabahar haber verdi.”
“Yüce Allah’ım!..”
“Nasılsın Anne? Baba seni yakalayabildi mi?”
Doğrusu sohbet olsun diye sormuştum; kafama bardak fırlatacak ne vardı, anlamadım. Anne’nin yüzünden gülümseme silindi. Şu an pek dost değiliz gibi. Gene de işe gitmeleri taraftarı değildim.
Anne ve Baba evden ayrıldıktan sonra, Karna ile biraz zaman geçirme fırsatımız oldu. Ekranlarına ses algısı eklediğime ne kadar sevindiğini görünce, bilgisayarının bellek görüntüsünü havaya yansıtan albedo teknolojisini kullandım. Aklık derecesini yükselttiğimde ortaya net bir görüntü çıktı. Karnabahar, bu teknolojiyi hiçbir kozmoloğun bile icat edemeyeceğini söyledi. Ve bana gülümsedi. Metal yüzüm ona karşılık vermeme engel oluyordu. Yapabilseydim, dudaklarımı sonuna kadar genişletir ve güzellik içinde gülümserdim. İnsanların somurtmasıyla, gülümsemesi arasında ciddi bir güzellik farkı oluyordu. Bu yetiye sahip olmak isterdim.
Günün geri kalanında, küçük arkadaşım bana, hava kararıncaya kadar kitap okudu. Kitapta halkını korumak için, bütün gözü karalığıyla kılıçların önüne atlayan bir savaşçıdan bahsediyordu. Karnabahar, ne onurlu davranış, diye imreniyordu. Hatta yüz ifadesinin hüzne düştüğünü görür gibi oldum. Âdemoğlunun duygu denen şeyi bu kadar yoğun yaşaması çözümleyemediğim olgulardandı. Kitap bitince, mehtabın ışığı cama yansıdığında, dışarı bakmak için pencereye yanaştım. Arka bahçeye baktığımda, yansıyanın sadece mehtap olmadığını anladım. Bu, Plazma Gemisi’nin florans ışığıydı.
Geminin orta kısmından, dönen fanus, içindeki kosmitlerle toprağa indi. İçlerinden hemen lider A-5’i ayırt ediyordum. Kosmitler, mavi çelikten yapılmış ellerinde, silah tutuyor gibiydiler -gibiydiler çünkü ellerindeki görünmez nano silahların olduğunu sadece ben biliyordum. Gemiden inen ilk gurup evin etrafına sismik termosları yaydılar. Son termos da toprağa deyince duyar çalıştı ve evin etrafını siyah sis bulutu kapladı. Böylelikle evi, dış dünyaya karşı kamufle ettiklerini anladım. Karna, bütün bunları endişeyle izliyordu. Ona her şeyin yolunda olduğunu söylemek isterdim; ancak yalan, programlarım arasında yoktu.
Karna ile birlikte bahçeye indik ve A-5’in umarsız tavırlarıyla yüz yüzeydik.
“Hemen gemiye bin C-314!”
“Peki. Yalnızca bana biraz zaman verin. O’na misafirperverliği için teşekkür edeyim.”
“Ona sonsuz bir veda etsen iyi olur.”
“Ne demek istiyorsun kaptan?”
Küçük kızın dizleri titriyor, kalbi ritmini kaybediyordu.
“Gizlilik misyonumuzu unuttun mu 314?”
“Yo, hayır! Böyle bir şey olmayacak!”
“Kurallar her şeyimizdir. Ne oldu sana böyle? Neredeyse bir insan olup çıkmışsın. Kimin tarafında olduğunu hatırlamak ister misin? Hemen… Şimdi…”
“Bu misyonda bir ilke vardı…”
“Hangi ilkeden söz ediyorsun?”
“Fesih manifestosu… Gizliliği aşikâr eden Solumsyalı radyolojik ışınlarını âdemoğluna gönderip hafızasını siler; biten enerjisiyle de bir hurda oluverir.”
Karnabahar etrafında nelerin döndüğünü anlayamıyordu. Robot ise harekete geçmişti bile. Karna onu durdurmak için ne yapacağını bilemiyordu. Robot söylediği eylemi gerçekleştirirken, yavaş yavaş yere yığılıyordu.
“Yo!”
“Tıpkı kitaptaki gibi Karna… ben onurlu bir savaşçıyım, öyle değil mi?”
Karnabahar dizlerinin üstüne çökmüş, bir yandan beynine gelen sinyallerin ağırlığının, diğer yandan Robot’un fedasının altında eziliyordu.
“Hadi ama Karna! Gözünün şu şekli de ne böyle?
“Yo! Hayır Robot… Hayır!”
“Artık dost değil miyiz? Neden gülümsemiyorsun bana?
“Aptal Robot! Aptal!”
“Hadi gülümsesene. Bak işte… senin gibi uyuyabiliyorum şimdi. “
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.