- 1584 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİNASİ DİKMEN
Almanya’da Almanca oynayan ödüllü bir Türk kabare sanatçısı:
ŞİNASİ DİKMEN
Kendisini 80’li yıllarda Muhsin Omurca ile beraber aynı sahneyi paylaşırken tanımıştım. Daha sonra ayrıldı ve kendi tiyatrosunu kurdu. Son oyunu "Quadis Türke"yi Tiyatrom’un kuruluşunun 20. yılı nedeniyle düzenlenen etkinlikte seyrettim. Oyunlarını Almanca oynuyor. Oyunu akıcı bir Almanca kullanarak oynuyor. Ancak aynı oyunu güzel Türkçemizle de seyretmeyi çok isterdim. Oyun kendisinin doğduğu yer olan Çakırgümüş kazasında başlıyor; Ladik kazası, başşehir Ankara ve Almanya’da devam ediyor. Köyünde hayvan güderken çok okumuş olması ve daha sonra bunu Almanca bilerek geldiği Almanya’da devam ettirmesi, kendisinin çok geniş bilgi dağarcığı sahibi olmasına yaramış. Oynarken dünya atlası yardımıyla her ülkenin kültüründen ve filzoflarından bahsediyor; örnekler sunuyor. Kendisini zevkle izledim. Yukarıda da yazdığım gibi oyunlarını Türkçe izlemek bana daha fazla haz verirdi. Kendisiyle oyundan bir gün önce uzun bir söyleşi (Türkçe) yaptım.
Türkiye’de (Almanya’ya gelmeden önce) tiyatro ile uğraştınız mı? Türkiye’deki yaşamınızı özetler misiniz? Nerede doğdunuz? Eğitiminiz, uğraşlarınız gibi..
Samsun’un Ladik kazasının Çakırgümüş köyünde, pasaportumun iddiasına göre 5. Ocak 1945’ de, amcamın iddiasına göre, 1947’de, karısının iddiasına göre 48’de, annemin iddiasına göre ne 45’de ne de ocak ayında, ilkokul arkadaşımın iddiasına göre 49’da, komşunun dediğine göre aslında doğanın ben değil, ölü kardeşimin olduğu, enişteme göre ben, ablamla o samanlıkta ilk buluştuğunda benim henüz doğmadığım, ki sözlerine göre 1944’de olması.... Benim doğum günümün üzerine fazla gidersek ortalık karışacak.. Ilkokulu Türkiye’nin en güzel köyünde, ortaokulu, Türkiye’nin en tutucu kazası Ladik’te, sağlık Kolejini- sağlık memurluğu okulunu- Türkiye´nin başkentinde bitirdim. Okumayı söktüğümden beri okuyorum, elime ne geçerse onu okuyorum, hiç ayırt etmeden her şeyi okuyorum. Ne çapa yapmayı becerebildim, ne tarla sulamayı, ne de harmanda yaba savurmasını, 15 yaşına gelinceye dek, yani ortaokul bitene kadar mal güttüm ve okudum. Ortaokulda en cok kitap okuyan öğrencilerden biriydim hatta birincisiydim. Tiyatro, ya da gösteri sanatı ile tek ilgim, hamasi vatan şiirlerini bağıra bağıra söylemekti. Ha bir de bacanın kenarına geçip babama ve amcama gazete okumaktı. 1950’li yıllarda bizim köydeki evimizde her gün gazete okunurdu.
Ne zamandan beri Almanya’dasınız? Neler yaptınız? Tiyatro ile tanışmanız nasıl oldu? Yazmak eylemine tiyatrodan önce mi başladınız? Yazdığınız kitaplar?
1972 yılının 6 Nisan Perşembe günü saat 15.28’de Güney Almanya’daki Ulm kentine indim trenden. Hava pusluydu ve ara sıra çiseliyordu. Yardımcı hastabakıcı olarak çağrılmıştım Ulm Üniversitesi Kiliniği tarafindan. Almancayı Ankara’da Sağlık Koleji’nde ve Alman Kültür Merkezinin Izmir Caddesi’ndeki kurslarda öğrenmiştim. Kelime hazinem bayağı zengindi, dilbilgisi bilgim çok iyiydi, konuşma eksikliğim vardı. Gelir gelmez benden önce gelen Türklere çevirmenlik yapmaya başladım. Buna rağmen ilk aylarda kendime radyo televizyon satın aldım, hergün gazete alıp çevirmeye uğraşıyordum. Sonra hastabakıcı olarak kabul edildi benim Türkiye’deki eğitimim, sonra 12 yıl yoğun bakımda hastabakıcı olarak çalıştım. Ve bu arada Almanya’daki Türkler hakkında yazılanları izlemeye başladım. Herkes acıklı şeyler yazıyorlardı, basit hatta bayağı şeyler, yok Almanya beni mahvetti, Almanya kahrol sen, bu Almanlar benim hayatımı...ve ben Almanya’daki kendimle ve Almanlarla dalga gecen gırgır, taşlama, hiciv türü şeyler yazdım. Ilk kitabım " Wir werden das Knoblauchkind schon schaukeln" 1983’de yayınlandı. Çok tutuldu kitap. Bu yazdıklarımla Almanya’nn tanınmış Kabare sanatçısı Dieter Hildebrandt`la tanıştırıldım. Beni ARD’ de yayınlanan " Scheibenwischer" programına davet etti. Iyi oynamışım ki ertesi yıl tekrar davet etti. Ikinci de kendi yazdığımı oynadım. 1986’da ikinci kitabım " der andere Türke" yayınlandı. Üçüncü kitabım " Hurra, ich lebe in Deutschland" 1995 yılında yayinlandı. Üçüncü kitap daha çok birinci ve ikinciden alıntılar ve bir kaç yeni hikayeden oluşuyordu. Yazıya da Tiyatroya da benden öncekilerin bu işleri daha iyi yapamadıklarından dolayı başladım.
Die Käs’ten önce Muhsin Omurca ile beraber çalışmalarınız oldu. Bu çalışmanın kısa bir özetini yapar mısınız? Beraber oynadığınız oyunların listesi...
11 yıl birlikte olduk. 4 oyun yaptık, 5. oyun tüm oyunların özetiydi.
Die Käs Kabarett’in kuruluşu ve şimdiye kadarki sergilediği oyunlar. Oyunları genellikle siz mi yazarsınız?
Ben daha önceden de kendi tiyatromun olmasını düşlüyordum. Ancak bunun için birlikte anlaşmamızın dışında, entelektüel birikimi en az ben kadar olan bir ortağa da ihtiyacım vardı. Şimdiki eşimle tanışınca, "evet işte bu" dedim ve tiyatro kurma düşüncelerime bir çatı ve tavan inşasına başladık. 1997’de 10 Mart günü "Kleider Machen Deutsche" isimli ilk solomu sahneledik. Şimdiye dek 5 oyun sergiledim. "Wenn der Türke zweimal klingelt", "Mache kein Theater, Türke", "Du sollst nicht türken" ve "Quo vadis, Türke", 16 Eylül 2004 tarihinde de "Wahrlich, ich sage euch... Religionen und andere Unannehmlichkeiten" çıkacak. İlk iki oyunumu ben yazdım. Ondan sonraki oyunlarımın düşünce, biçim ve konularını ben seçiyorum ve rejisörüm Wolfgang Marschall’la birlikte yazıyoruz.
Niçin Türkçe değil de Almanca? Almanca oynamanızda seyirci sayısı mı etkili oldu?
Ben Knobi- Bonbon’u Işık Aydın’la birlikte kurduğumda o zamanlar yabancılar arasında kendini Alman toplumuna kabullendirmek endişesi vardı. Alman toplumuna çok şeyler söyleyebileceğimizi ve bunun da en kısa ve etkili olarak çoğunluğun dilinde olacağını düşünüyordum. Zaten ben Almanca kitap yazmıştım. Yani Türk seyircisi olur mu, olmaz mı kaygısından yola çıkmadım. Tiyatromu açarken de ben Türk seyircisini nasıl çekerim diye düşünerek açmadım tiyatromu. Türklerin ne Türkiye de ne de burada tiyatro ihtiyaçları yok ki. Tiyatro Türkiye’de ne tarihsel ne de sosyal ağırlıklı bir sanat olmuş. Aslında sanatın hiç bir dalı Türkler tarafından ihtiyaç olarak görülmemiş. Bunun ekonomik-sosyal- düşünsel nedenlerini burada tartışmaya gerek yok.
Benim Almanca dilini sanat dili olarak seçmemin nedeni, onu düşüncelerimin bir enstrümanı olarak kullanmaktı. Yani benimle dil arasında bir duygusallık ana dilimde olduğu denli gelişmemiş. Gelişmesine de imkan yok zaten. Ben Almanca’yı öğrendiğimde 16 yaşındaydım, o zamana dek ben ilk aşkımı çoktan yaşamışım, ilk mastürbasyonumu çoktan çekmişim, ilk... sonradan öğrenilen bu dil benim başkalarıyla köprü kurmamı sağlıyor. Karşı tarafa onun üzerinden geçiyorum ama ben hep bu tarafta kalıyorum.
Yaptığınız kabare türü, Türkiye’de hangi gösteri türüne giriyor? Örneğin meddahlık, stand up gibi... Şu anda Türkiye’deki hangi sanatçı(larla)yla benzerliğiniz var?
Ben de biraz meddahlik var, dogaçlamam yabancı dil olduğu halde oldukça iyi. Türkiye’deki sanatçılarla karşılaştırırsak daha çok Ferhan Şensoy’un başlangıç yillarına benziyorum. Elimde önceden belirlenmiş bir text var, istediğim gerekli gördüğüm zaman bu texti terk ediyorum, ama geri dönebiliyorum sıkıntı çekmeden.
Yazdığınız ve oynadığınız oyunlarin ana temalari üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Oyunlarım genellikle iki insan - ve iki kültür- tipinin birlikte yaşamasının zorluk- çekicilik- iyilik- ve kötülükleri... Son oyunum daha çok Şinasi Dikmen’di. Ondan önceki ve yeni oyunum dinler arasındaki gereksiz çatışmaların inananlar üzerindeki baskıları, olumsuzlukları...
Aldığınız ödüllerin listesi. Bunlardan son aldığınız "SKYLINE 2003" ödülü üzerine neler söylersiniz?
Knobi-Bonbon’la Deutscher Kleinkunstpreis - Alman Kabare ödülünü aldık. Sonra TAZ gazetesinde yayınlanan yazılarımdan biri için Gazetecilik Ödülü verdiler. 2003 yilinda Frankfurt’taki SPD partisinin her iki yılda bir verdiği Kültür ödülü, 2004 mayıs ayının 8’inde Ankara’da Almanya’da yaptığım kabare sanatıyla insanlar arasındaki birlikteliği vurguladiğim için Alman Türk Dostluk Federasyonunun Kültür Ödülünü verecekler.
Bu senenin Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü Fatih Akın kazandı. Sadece dönercilikte değil, sanat dallarında da Türk ismini duyar olduk. Sanatla uğraşan Türk gençlerine neler söyleyebilirsiniz?
Sanatın yeşermesi, dallanıp budaklanması, kendini kabullendirmesi için ilk ve tek koşul ekonomi değil. Fatih Akın ve diğer gençler bunu babalarından önce öğrendiler. Bu gençler buranın çocukları, yani Almanya’nın çocukları. Geleceğimizi onlar belirleyecek. Yalnız berber olmakla, doktor, mühendis olmakla gelecek kurulmuyor. Insanı insan yapan düşünmesi ve yaşamdan zevk alması. Bu gençler bana insan olduğumu her gün daha iyi hatırlatıyor.
Oyunlarınızı senelerdir Almanca oynuyorsunuz. 2003 yılında İstanbul, Ankara ve İzmir’de de Almanca sergilediniz. Türkiye’deki seyircileriniz kimlerdi?
Ya önceleri Almanya’da kalmış olanlara, ya da Türkiye’de yaşayan Almanlara; bir de İsviçreliler ve Avusturyalı seyircilerim vardı. Bunların dışında öğrenci ve öğretmenler de vardı. Türkiye’de sergilediğim oyunların hepsini kapalı gişe oynadım.
Almanya’daki seyircileriniz daha çok kimlerden oluşuyor. Türk seyirciniz var mı?
Türk seyircim çok az. Örneğin 220 kişilik salonumda yaklaşık yüzde on gibi bir Türk seyircim var. Yüzde on Alman seyircim var. Yunanlılar da ilgi gösterenler arasında.
Niçin Almanca oynamaya karar verdiniz?
Ben bu işe soyunurken seyirci oranını düşünmedim. Belki de ilk zamanlar iyi Almanca bildiğimi kanıtlamak için Almancayı seçtim. Seyirci oranını düşünerek dil seçimini yapmadım.
Oyunu yazarken de Almanca mı düşünüyorsunuz?
Ben günlük hayatımda da Almanca düşünüyorum. Alman diliyle çok yoğun ilgileniyorum. Hayatımda tek öğrendiğim şey okumaktır. Köyümde hiçbir işe yaramadığım için hayvan güdüyordum. Hayvanları güderken de kitap okuyordum. Almanya’ya geldiğimde de Almancayı bilerek geldim. Almancanın gramerine hakimdim. Türkiye’de Kültür Merkezi’nde Almanca öğrenmiştim.
Oyunlarınızı yazarken daha çok hangi kültürden faydalanıyorsunuz?
Ben 32 yıldır Almanya’dayım. Almanya’ya geldiğimde 27 yaşındaydım. Yıllardır Türkiye’deki yaşantımı dondurdum. Ancak zaman zaman Türkiye’ye gittiğimde bazı şeyleri gözlemliyorum. Benim burada yaşadığım hayat ne Türkiye ne de Almanya yaşam stili. İkisinin oluşturduğu bir sentez. Ben hem Almanım hem Türk. Ben her şeyden önce Şinasi’yim... Kültürümün içinde anne babamın verdiği terbiye, kişiliğimde hem Türkiye Cumhuriyeti’nin hem de Alman devletinin terbiye diye bana yutturdukları var. Türkiye ve Alman toplumunun iyi yönlerini almaya çalışıyorum. Şinasi Dikmen’de bu iki kültürün toplamından oluşuyor.
Türk tiyatrosunu takip edebiliyor musunuz?
Maalesef. Türkiye’den zaman zaman tiyatro grupları geliyor. Ancak onlar da çok kötü. Köy oyunlarını oynuyorlar fakat İstanbul lehçesini kullanıyorlar. Buradaki seyirciye pek değer vermiyorlar; baştan sağma oynuyorlar. Alman tiyatrosunun oyuncuları daha ciddiye alarak oynuyorlar. Alman kabaresini çok iyi takip edebiliyorum. Türkiye’deki Cem Yılmaz senelerdir hep aynı şeyleri tekrarlayıp duruyor. Geçenlerde seyrettiğim Yılmaz Erdoğan çok zayıftı sahnede.
Ankara’da aldığınız ödülden bahseder misiniz?
Ankara’daki ödülü merkezi Münih’te olan Türk-Alman Dostluk Federasyonu’ndan aldım. İki kültüre köprü görevini yaptığım için bu seneki "Kültür Ödülü"ne beni layık görmüşler.
Adem DURSUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.