- 787 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Tabloya Bakın
“Resim yaparken arada bir şöyle bir geriye çekilir çalışmanıza geniş açıdan bakarsınız. Zira tabloda bir aksaklık varsa bunu yakından bakarak çok net göremezsiniz. Ben de bu yazımda, birkaç tabloya geniş açıdan bakmaya çalıştım.
Şahit olduğum bir öykü: Türk ve Müslüman bir kadın, yıllar önce Almanya’ya turist olarak gider, orada kaçak olarak kalır. Almanya’da Türk ve Müslüman olan bir beyle evlenir. Fakat kocası çalışmıyor, üstelik kadını aldatıyordur.
Kadın bunlara dayanamaz eşinden ayrılır. Sonra bu hanım, oturum alabilmek için bir Alman beyle evlenir.
Beş, altı sene din ayrılığını sorun etmeden yaşarlar. Alman adam çok mutludur çünkü ona yemek pişiren, kahve pişiren, kazandığı parayı ayrı seçi yapmaksızın evi için harcayan bir eşi olmuştur.
Bir gün kadın beyin kanaması geçirir. Uzun süre komada kalır. Kendine gelir ama bir tarafı felç olmuştur. Kendine gelince kocasına şöyle der: “ ben iyileşince senden ayrılacağım” adam şaşkın “neden” diye sorar.
Kadın: “ neden olacak sen gavursun, ben seninle evlenmemeliydim. Eğer ölseydim bende öbür tarafa gavur gidecektim. Ya Müslüman olursun ya da ayrılırız, son sözüm bu” der” adam çok üzgün ve şaşkındır. Karısına, onu çok sevdiğini asla ayrılmak istemediğini ama din değiştirmenin de kolay olmadığını söyler.
Fakat araştıracağım der. Adam araştırır, İslamiyet’in, Allah’ın (c.c.) insanlığa gönderdiği en son din olduğunu, Muhammed Mustafa (s.a.v.)in son peygamber olduğunu öğrenir, İslami kurallara göre yaşamanın aslında en çok insan sağlığı ve mutluluğu için gerekli olduğunu öğrenir, kararını verir.
Eşi henüz hastanede yatarken aynı hastanede sünnet olur, Müslüman olur. Muhammed ismini kendi isteği ile alır. Kuranı kerim okur, peygamberin sünnetlerini okur, okudukça öğrenir.
Kadının Türkiye’deki akrabaları bu haberi alınca çok sevinirler ona: “aferin sana, sen gerçekten cennetliksin, bir gavuru Müslüman etmek çok sevap” derler.
Bu arada Muhammed, Namaz kılmaya başlar, içki bulunan sofraya oturmaz, karısına namaz kılması ve başını örtmesi yönünde telkinde bulunur. Kadın bu durumdan sıkılmaya başlar ve: “bana bak! Sana Müslüman ol dedim, başıma hacı hoca kesil demedim! Vallahi bu sefer seni gerçekten boşarım” der.
Kadın, kocasının tüm alışkanlıklarından bir anda vazgeçmesi karşısında hayrete ve paniğe kapılır. Sonunda çareyi, eşini Türkiye’ye getirmekte bulur. Böylece eşinin, kendi aile ve arkadaşlarıyla bir süre vakit geçirmesini sağlayacaktır. Amacı eşine modern Müslümanlığı daha kolay öğretmektir.
Sonunda adama, modern Müslümanlık öğretilir; Namaz bayramda kılınır, Kuran kabirde okunur… Yeter ki kalbin temiz olsun…
Hatta din değiştirmek ve isim değiştirmek gibi, zor bir karar veren adamcağıza ne karısı, ne Türkiye’deki akrabaları Muhammed diye hitap etmez. Adam bunun nedenini sorunca:
“ağzımız alışmış, hem bizim için fark etmez, biz moderniz kalbin temiz olsun yeter” diye cevap verirler.
Sonunda adamı, öyle bir modernleştirirler ki sormayın, ”zaten Almanya’da devlet, işsizlik maaşı veriyor ne diye çalışıp yoruluyorsun” diye, söyleye söyleye adama işi gücüde bıraktırırlar.
Şimdi o hanım kocasıyla, neden çalışmıyorsun, niye evde kös kös yatıyorsun kavgası yapıyor. Türk ailesi dediğinde böyle olmalı. O hanımın, yakında koca dayağı yediğini ve aldatıldığını da duyarsam, hiç şaşırmam.
Bu olaydan sonra, yani alman adamcağızın, işe gitmek istemediğini duyunca şunları düşünmeden edemedim;
Hani, şu dünyanın başa çıkamadığı büyük devletler var ya, Amerika, Rusya...
İmkan olsa da, onların tamamını önce Müslüman etsek, sonrada onlara modern Müslümanlık öğretsek ne güzel olurdu diye.
Böylece kendi milletleri içten içe, kendi devletlerini yer bitirirdi ve onlarda dünyanın başına bela olmazlardı.
Mantığımıza bakın “devlet işsizlik maaşı veriyor niye çalışıyorsun”
Tabi bizim her duruma uygun sözümüz vardır “devletin malı deniz, yemeyen keriz”
Acaba biz neden böyle içten içe devletimize düşmanlık besliyoruz. Neden devletin bize sağladığı her imkana, her makama bir yolsuzluk bulaştırıyoruz.
Devlet kim? Biz kimiz?
Bence devlet ve onun halkı olarak ayrıldığımız tek bir nokta var, sorunlar bundan kaynaklanıyor.
Nasıl mı? Biz dindardık, devletimiz dinsizdi, bizi modern Müslüman yapmak için uğraşan devlete, içten içe düşmandık.
Şimdi devletimiz dinini hatırladı ama bu kez de bizler unutmaya yüz tuttuğumuz için roller tersine döndü ama sonuç aynı. Yine içten içe düşmanlık var.
Devletimiz neden dinsizliği seçmişti? Ülkemizde yaşayan azınlık, durumunda olan başka dine mensup vatandaşları için.
Bu şekilde hassas davranarak büyüklüğünü göstermek istedi.
Öyle ya Türkiye Cumhuriyeti İslam devleti deseydik, diğer dinlere mensup insanlarımızı kızdırabilirdik.
Bu, o zamanki durumumuza göre çok mantıklı bir kakar olabilir, lakin mantıksız gelen bir nokta var.
Azınlıkların dinine hassasiyet gösterip de, dininden vazgeçen, devlet neden diğer azınlığın milliyetine hassasiyet gösteremedi?
Bence bu milliyet ayrılığı o zaman, din kardeşimiz olan bu azınlıkla aramızda önemli bir mesele değildi.
Ülke selamete erince, kendi içimizde kolayca halledileceği düşünülen bir mesele idi.
Fakat, Yönetim şeklimizin değişmesi ile din kardeşliği düşüncesi yerine, milliyetçilik ön plana çıkarıldı.
Zaten, zamanında halledilmeyen meseleleri halletmek için, zaman bulmak, uygun anı yakalamak çok zordur. Özellikle zorlaşmasını isteyen dost yüzlü düşmanınız çoksa.
Oysa dinini rahatça yaşayan, kilisesine gidip ibadetini yapabilen milletten çıt çıkmadı, çıkmıyor.
Yani huzurlu olmamız için dinimizden vazgeçmemize gerek yoktu. Bizde dinimizi azınlık dinler gibi yaşasak bu kimseye hakaret olmazdı. Yani İslamiyet’i çekiştirip sündürmeye çalışmasak ta olurdu.
Peyami Safa’nın şu sözleri belki bu durumu daha iyi özetler:
(Bir milleti yok etmek isterseniz askeri istilaya lüzum yoktur; Tarihini unutturmak, Dininden soğutmak ve dolayısıyla manevi değerlerini, ahlakını yozlaştırmak kafidir.)
Görünen o ki, bize yapılmak istenen de, tam budur.
Biz Laikliği, modern Müslümanlık diye algılayıp dinden uzaklaştık. Böylece kardeşlikler zedelendi. Hazır böyle bir manzara varken dost yüzlü düşmanlar boş durmadı.
Bu düşmanlar bizim zedelenen dinimiz ve tavan yapan milliyetçiliğimiz karşısında, onlara şöyle dediler “siz Türk değilsiniz neden sizin çocuklarınız “ Türküm doğruyum diyor” sonra şöyle dediler “ baksanıza ne mutlu Türküm diyene diyorlar, yani Kürt olana mutluluk yok diyorlar.”
Bunu söyleyenler belli ki bizi bölmeye çalışıyorlar, fakat sorarım size onlara bu malzemeyi sağlayan kimdi? İşte böyle, var olan küçük bir mesele samimiyetle çözülmeyip te, Din mesele haline getirilince, uzun yıllar sürecek gerçek bir meselenin sahibi olduk.
Madem bir hata ettik azınlıkların dinine saygı göstereceğim diye dinimizi feda ettik, hadi o zaman, kolaysa şimdide azınlıkların ırkına saygı duyup ırkımızı feda edelim. Üstelik bu insanlar şimdi eskisi kadar azınlık değiller, çünkü dünya bankası nedense yıllardır Kürtlere çok çocuk yapsınlar diye para ödüyor. Birde ölsün ve öldürsünler diye destek veriyorlar, acaba neden? Başbakanın üç çocuk önerisine BDP’ nin neden karşı çıktığını biliyor musunuz?
Artık bizde yaptığımız hatayı görüp, başbakanımız gibi her türlü milliyetçilik ayağımın altındadır diyelim! Çünkü ülkeyi bu duruma getiren, geçmişten beri süregelen dinsiz devlet anlayışı.
Şu anki tablodan sorumlu olmayan, tek hükümetse AKP hükumeti, temelde bu tablo CHP eseri, ya da bu tablonun malzemesi sizdendi diyebiliriz.
Biz yıllarca (bu kavga ne diye) sorusunu sorup durduk.
Kürtlerin çoğu ve Türkler, bu şekilde terörist faaliyetlerle, birbirimizi öldürmelerle nereye varacağımızı bilmiyorduk.
Öyle ya terörist tuzak kurmaktan vazgeçmez ise askerde öldürmekten vazgeçmez, böylece bu kavga yüzyıl bile sürer. Öyleyse birbirimizin kanına girmenin ne anlamı var?
Elbette bir anlamı varmış, Kürt ırkçılığını, Kürt milliyetçiliğini tavan yaptırmakmış amaç.
Fakat bu taktik Türkiyede tam tutmadı, çünkü seve seve asker olan Kürt gençleri de var. Subay olanı, komutan olanı, doktor, öğretmen olanı da var.
Yani bu senaryonun tam tutması için Türkiye’de sistemli bir ayrımcılık olması gerekli idi ama yok!
Terörist anlayışının tam tersine okul yaptıran, memuruna çift maaş verip zorla doğuyu bilinçli ve kültürlü yapmaya, makam sahibi, yapmaya uğraşan Hükumetler vardı. Halada var!
Hatta şu anda mecliste Kürtleri temsil eden vekillere, bu bilinci ve eğitimi sağlayan yine bu ülkenin eğitim birimleri. Kürtlerin kendi arasındaki kan davalarını durdurmaya çalışanda bu devletin mahkeme ve güvenlik güçleri.
Peki, bu terör olayının mimarları, Kürtlerin dostu iseler, teröre mühimmat, destek, barınak sağladıkları sermayeyi, doğunun kalkınması, insanların okuyup bilinçlenmesi, mevki makam sahibi olup bu ülkede söz sahibi olmaları için harcamaları, gerekmez miydi?
Bunca yıldır teröre harcadıkları emek ve parayı doğunun kalkınması için harcasalardı ne analar ağlardı, ne insanlar yoksulluktan yolsuzluğa düşerdi. Bu kadar emek ve sermaye ile doğu, Dubaiden bile zengin bir bölge olurdu.
Üstelik bir evin sahibiyken, elinde evinin anahtarı varken, eve kapıyı, pencereyi, kırarak, tünel kazarak, bacadan atlayarak girmeye çalışmak, mantıklı bir davranış mı?
Sonra devletimiz bunca yıldır terörle mücadeleye ayırdığı bütçeyi ülkemizin kalkınması için harcasaydı, şimdiye çoktan dünyada söz sahibi güçlü bir devlet olmuştuk, ne işsizlik, nede isyan olmazdı, herkes daha mutlu olurdu.
Suriye’deki duruma bakın, terör örgütü Esat yanlısı oldu. Esat güçleriyle muhalifleri katlettiler. Oysa muhalifler Kürtlere bizimle olun, vallahi bu dinsiz Esat, bizden sonra sizi de yok etmeye çalışır dediler. Fakat terör örgütü ısrarla Esat için muhalifleri katletti.
Kürt akrabalarımız çatışmaların yoğun olduğu ilk dönemde, Suriyeden ayrılmadılar, oysa o zaman binlerce sığınmacı çoktan Türkiye ve diğer komşu ülkelere gitmişlerdi. Kürt sığınmacılar son aylarda gelmeye başladılar. Nedeni onlara vaatlerde bulunana Esat’ın artık onları da vuruyor olmasıydı.
Bunu, burada bulunan Kürt sığınmacılar anlatıyor. “ biz muhalifleri dinlemedik çok muhalif askerini öldürdük, fakat onlar doğru söylemişler şimdi Beşar Esat, bizimkileri de öldürüyor ve artık muhaliflerde bize güvenmiyor onlarla da çatışmaya devam etmek zorunda kalıyoruz” diyorlar.
Bakın kan dökerek işler halledilmiyor, daha da karmaşık bir hale geliyor.
Kardeşlerim bütün bunlar bu insanların başına neden geliyor? Dinden uzaklaşıldığı için.
Eğer biz dinimizden taviz vermese idik, Kuranı Kerimin dediğini ve Muhammed (s.a.v.)in yaptığını yapsaydık,
Alevi kardeşlerimizde Hz. Ali’nin yaptığını yapsalardı, aramızda hiçbir fark olmazdı.
Hz. Ali kim? Peygamber efendimizin evinde onun terbiyesiyle büyüyen, amcasının oğlu ve damadı, Hasan ile Hüseyin’in babası. Peygamber efendimiz “Ali Bendendir, Ben Ali’denim” demişti. Gerçekler gün gibi ortadayken biz bu hale nasıl geldik, bu kadar kutuplaşmayı nasıl becerdik, aklım almıyor.
Ne olur! Manzaraya geniş açıdan bakın, bu tablo asla tesadüfen olmadı.
Şimdi Kürt, Türk kardeşlerimle hemfikir olacağımı sandığım bir konudan bahsetmek istiyorum.
Kurtuluş savaşında omuz omuza çarpıştık, bu da demek oluyor ki, kurtuluşumuz aynı mücadeleye bağlı idi.
Bu nedenle, kanlarımız birlikte aynı düşmanları yurdumuzdan kovmak için aktı. Şehitlerimizin ruhu aynı gökyüzüne çıktı, yani demek istediğim o dönemde belirlediğimiz bayrağımıza rengini veren Kürt ve Türk kanıydı!
Bayrağımızdaki ay yıldız Kürt ve Türk gençlerinin şehitlik mertebesinin ifadesiydi, yani Türk için ay/yıldızlı, al bayrak, nasıl kutsalsa, Kürtler içinde o denli kutsal olmalıdır.
Hepimiz özümüze dönsek, yani imana gelsek, bence ülkemizin bütün sorunları kendiliğinden hallolur. Çünkü daha önce bu ayrılıkları yaşayan kitap ehli dinler, kendileri tarihten silinmedi ise de, dinlerini bozup hükümsüz hale getirdiler.
Fakat bizim için bu alternatif yok. Çünkü bizdeki, Allahın kıyamete kadar koruyacağını, bozulmasına müsaade etmeyeceğini, kesin bildirdiği Kuranı Kerimdir.
Yani biz bin mezhebe, bin ırka bölünsek, ancak kendimizi tahrip ederiz.
Allahın koruması altında olan Kuranı Kerimi, bozup da varlığımızı sürdürmemiz İmkansız.
Hak din, İslamiyet’i, yani kendi din ve dindaşımızı düşman bellememiz, Kuranı kerime ters düşmemiz, Haşa Allah’ı cephe almaktır.
Allah, ( c.c.) kuranı kerimi bozulmaktan kıyamete kadar koruyacak, bunu yapan Müslüman da olsa, kafirde olsa hepsinden koruyacak.
Bakın dünyanın her yerinde Müslümanlar katlediliyor. Bunca yıldır kıyamet senaryoları yapan batı insanları asıl Kıyametin dünyada İslamiyet bittiği zaman kopacağını bilmiyorlar galiba.
Oysa, İslamiyeti yok etmeye çalışarak aslında kendi sonlarını hazırladıklarını bilseler, Müslümanları yok etmeye değil yaşatmaya çalışırlardı.
Bizde Yüce Allah’ın bu Müjdesini iyi anlamış olsaydık, Allah’ın Kıyamete kadar koruyacağı Kuranı Kerime sıkı sıkıya sarılırdık.
Zaten Kuranı Kerim bize daha çok yaşarken gerekli. Dinimizden ne kadar uzak yaşasak yaşayalım, ölüme yaklaştığımızı hissedince dinsiz ölmek istemediğimizi anlıyoruz. Öyleyse yalnızca gömülürken değil, yaşarken de dinimize göre yaşamalıyız.
Yani mantıken, düşündüğümüzde, din ölülere gönderilmiş olamaz değil mi?
Oysa biz tam tersine Kuranı ölülerimiz için gönderilmiş bir kitap gibi en çok kabirlerde okuyoruz. Yani bu şekilde davranarak bizde Kuranı Kerime ve dinimize sırtımızı dönüyoruz.
Artık, Allahın karşısında olma saçmalığını, modern Müslümanlık hurafesini bırakıp özümüze dönelim ve bir mezhepte toplanalım.
Kuranı kerime ters düşen, her hurafe ve görüşü men edip, direk öze, yani hak kelamına bakmamız gerekir.
Bunu yapmak için ne tarikat mensubu olmaya, ne ilahiyat mezunu olmaya, ne alim olmaya ne, imam ne de şeyh olmaya, gerek yok.
Çünkü Kuranı Kerim’de Allah (c.c.) onu kolayca anlamamız için, bize açık bir dille hitap etmiştir.
Allah’ın (c.c.) gazabından yine ancak kendine sığınırız. Bu nedenle bu çılgın bölünmeye bir son verin, bunu batı korkusu ile değil! Birbirinizin korkusu ile değil! Allah sevgisinden yapın.
Allah korkusundan demiyorum çünkü insan korktuğundan uzaklaşır, bizi de, yıllarca “Allah yakar” Allah taş yapar” Allah cehenneme atar” diye diye Allahtan uzaklaştırdılar.
Şimdi, sevgili muhalefetler, bu tabloyu düzeltmek için elini taşın altına koyan başbakana haksızlık etmeyin, mızıkçılık ta etmeyin. O, ne yapsa siz: “cık, cık, hiç olmadı” deyip, dudak büküyorsunuz.
Oysa o, kendi hatasını değil çok eskiden beri biriktirilmiş hataları düzeltmeye çalışıyor. Lütfen sizde artık, tabloya geniş açıdan bakın, net çözüm önerinizi söyleyin ve icraata geçin.
Ülkemizin müzminleşmiş sorunlarını, siyaset malzemesi yapmayın. Düşmana malzeme vermeyin.
Ben yıllardır şu soruları kendi kendime soruyordum: Biz neden mezheplere bölündük? Neden ırklara bölündük? oysa elimizde tek Bir Kitap Kuran-ı Kerim vardı?
Sonra şu ayetleri görmek anlamını okumak kısmet oldu..
Meğer Rabbimiz, şu ayetlerde bize olacakları önceden haber vermiş!
BEYYİNE (AÇIK DELİL)
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle.
1- Kitap ehlinden ve müşriklerden (Hakk’ı) tanımayanlar, kendilerine açık delil gelinceye
kadar inkârlarından ayrılacak değillerdi.
2- (Bu delil), tertemiz sayfaları okuyan, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir.
3- O sayfalarda, en doğru hükümler vardır.
(4)- Kitap ehli, ancak kendilerine apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.***
5- Halbuki onlar, dini sadece Allah’a tahsis ederek, Allah’ı birleyerek, ancak Allah’a ibadet etmekle, namazı kılmakla ve zekatı vermekle emrolunmuşlardır. İşte dosdoğru din budur.
YORUMLAR
(Laiklik inançlara( dinlere) verilen özgürlüktür. İnançlar arasında üstünlük yarışı değil.)
Diyen beyefendi: İslamiyeti de bir inanç olarak kabul ediyorsanız, Türkiye de inançlar arası haksız bir yarış yapıldığının ve bunun İslamı nasıl tahrip ettiğinin sonucunu, sokaklarda, tv de, geçmiş devlet icraatlarında ve birçok noktada görebilirsiniz..
(Kendi açmazlarımızı, yetersizliğimizi dinlere yüklemek tembel ,asalak insanların işi olsa gerek.)
bu sözünüz bana Ülkemizin açmazları, meseleleri için dine yüklenilmesini hatırlattı. (Yani Kürtlerle halledilecek bir mesele varken, dinde mesele aradık. Oysa dinin tartışılacak, yasaklanacak bir tarafı yoktu. Kürt meselesi en başta halledilseydi, bu gün terör meselemiz olmayacaktı.)
Anladıysam arab olayım.
Laiklik inançlara( dinlere) verilen özgürlüktür. İnançlar arasında üstünlük yarışı değil.
Fikirle, zikir karışmış gibi.
"Şu anki tablodan sorumlu olmayan, tek hükümetse AKP hükumeti."
Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz.
Sap saman karışmış gibi geldi.
Kenan Evren de dindar gençlik istiyordu.
Arap Şeyhleri gibi.
AKAPE gibi.
Çalışıp kazanıp adaletlice bölüşmek için ulema olmaya gerek yok.
Sosyal olaylara dinler çare olsaydı Arap alemi, alem yapmazdı.
Olanlar bir başka dinin yüzyıllardır olduğu gibi Orta doğuda kollanmasıdır.
İsrail Jandarmalığıdır.
Wan munit Wan munit.
İsrail bu kadar iştahlı değil Suriye'nin bombalanmasında.
Din dediğimiz olgu davranışlarımızı gayba bağlamaktır.
Oysa hava ,su kadar gerçek el emeği ,göz nurumuz.
Kendi açmazlarımızı, yetersizliğimizi dinlere yüklemek tembel ,asalak insanların işi olsa gerek.
Yazı bana bunları yazdırdı. İyi oldu.
yazdıklarını yer yer taktir etmekle beraber konu zaman zaman kopuyordu özellikle kürtlük konusunda bence biraz gaddar davranmışsınız. "ne mutlu türküm diyene" kürtler mutlu değilmi değişik bir tabir ama bence mutlu değilmi diyen yerine türküm diyenide aynı ölçüde eleştirseydiniz. mutluluk insanın olsaydı. ama yinede kaleminize yüreğinize sağlık saygılar. umarım herşey zamanla olacaktır.
Yani mantıken, düşündüğümüzde, din ölülere gönderilmiş olamaz değil mi? Oysa biz tam tersine Kuranı ölülerimiz için gönderilmiş bir kitap gibi en çok kabirlerde okuyoruz. Yani bu şekilde davranarak bizde Kuranı Kerime ve dinimize zarar veriyoruz. Artık, Allahın karşısında olma saçmalığını, modern Müslümanlık hurafesini bırakıp özümüze dönelim ve bir mezhepte toplanalım.
Zarar vermiyoruz ama,o şekilde hakkını da vermiyoruz diye düşünüyorum.
İbret olmaz bize her gün okuruz ezber de
Yoksa hiç mana aranmaz mı bu ayetler de
Lafzı muhkem yalnız anlaşılan kuranın
Çünkü kaydında değil hiç birimiz mananın
Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kuran şunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.
(Mehmet Akif ERSOY)
Elinize sağlık,kutluyorum manevi yüreği...