Nefsi ve Eşkiya
Evvela, RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA başlarım.
"Şu dağlar, taşlar... Ve şu bayırdaki küçük turkuaz ev.
Hepsi seni bilirdi değil mi?
Çıkmadığın dağ, basmadığın taş mı kaldı. Hepsi seni tanır.
Tanımasına tanır da... Dilleri olsa hakkında ne derler bilmem.
Koca eşkiya ! Şimdilerde başı secdeden kalkmaz oldu derler.
Ne oldu da başın eğildi senin?
Koca eşkiya ! Sana derim.
Ne oldu da dağların korktuğu bu adam,
Yetimin hakkından söz eder oldu.
Yedi köy öteden şanın yürürdü. Hangi göz senin gözüne bakacak !
Çarpılmış gibi düşer kalırdı bakan. Sen düşürürdün !
Bir koca eşkiya ki sormayın gitsin.
Şimdi boynu eğilmiş, elinde bir Kur’an.
Seni bu köyden sürerler. Sana gökyüzünü zindan ederler.
Sen kalsan, adını batırır bu soysuzlar. O yetimler. O pis, cahil, açgözlü yetimler.
Silahını doldur. Duvarda asılı seni bekliyor.
Dağlar, dikenli çiçekler seni özlemiştir. Kan yüzü görmediler çok zamandır.
O cesur eşkiya nerede şimdi der senden korkanlar. Ama artık korkarlar mı bilemem.
Sen onlardan korkuyor olmayasın? Cesaretin mi düştü? Önce onurun şimdi de gururun mu düşecek?
Hem gözlerinden, hem dillerinden...
Sana mı kaldı yakarmak ! Bırak fakir fukara yakarsın. Senin ne işin olur Allah ile.
Sanki ona yakarmadan aç mı kaldın? Kudretsiz mi kaldın? Yine tir tir titrerlerdi seni görünce o çapsızlar.
Şimdi sana gram saygıları kalmayacak. Belki kalmamıştır bile.
Bırak o kitabı elinden ! Kaldır başını o seccadeden. İndir ellerini. Dua etme!
Sen muhtaç mısın? Düşkün müsün? Mazlum musun?
Yalvarmakla Allah seni affeder mi sanıyorsun. Sen kimi affettin bu güne kadar?
Aşağı köyden bir babayı öldürdün. Hatırla. Sana nasıl da yalvarmıştı. Sen affettin mi?
Merhametin neredeydi o zamanlar. Şimdi kurtulabileceğini mi zannedersin. Ahmak !
Bütün bunlar yetmiyor gibi servetini de yakmışsın.
Bir ev kalmış, onu da yakıp bu köhne yere iki tahtadan kulübe yapmışsın.
Yazık değil mi sana? Şu halini duysalar ne derler? Hoş duyan da duydu ya...
Rezil oldun rezil. Sersefil ortada kaldın.
Oysa sersefil ortada bırakan sendin biraz zaman evvel. Şimdi şu haline bak !
Duydum. Odun kesip incittiklerine verirmişsin gizliden.
Sen vermesen onlar odun kesemeyecekler mi?!
Bari gizliden verme de herkes görsün yaptığını. Herkes bilsin.
Eski eşkiya dine dönmüş desinler. Hiç olmazsa öyle övsünler seni.
Kaybettiğin onurunu gururunu geri kazan."
............
Gözlerini daldığı pencereden çevirdi. Başını iki yana silkeledi. Öfkelenmişti. Geçmişi için sinirliydi. Şimdisi için kızgın hissediyordu. Zihnindeki düşünceler susmuyor, son derece mantıklı şeyler söylüyor ama yanlış olduğunu da biliyordu. Nefsinin söyledikleri doğru gelmese de yine de bir haklılık payı bırakıyordu ona.
"Doğru söylüyor. Eskisi gibi heybetli, herkesin dilinde acımasız, herkesin korktuğu, hürmet ettiği biri olabilirim."
Ellerini başına götürüp sıktı. Kendini kontrol edemiyor gibi ayağa kalkıp duvara baktı. Tüfeğe doğru bir adım attı.
.............
"Allah’ım neler düşünüyorum ben!" yerine oturdu. O an aklına bir Hadis-i Şerif geldi;
"Sizden biriniz öfkelendiğinde kalkıp abdest alsın. Öfke şeytandandır. Şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Su ise ateşi söndürür."
O eski heybetli eşkiya hızlıca kalktı abdestini aldı. Seccadesi hazır, öğle vaktinden kalma. Çöktü dizlerinin üzerine bir çöküşle. Hemde ne çöküş! Boynu büküldü. Elleri semaya kalktı. Bir yakarış aldı ki... Af diliyordu geçmişine. Öyle bir af dilemek ki... Katı kalbi yumuşayıp Rabbine uzanıyordu. Gözleri köy boyunda bir çeşme. Ne bir yağmur gizler bu yaşları ne de ansızın bir ölüm....
Hamd ve övgüler, ilmiyle yeri ve göğü kuşatan Allah’a mahsustur.
Bizler ne kadar iyi, sebatkar olsak da, ne kadar günahkar olsak da, geçmişimiz ne kadar karanlık ve günahlarla kaplı olsa da varacağımız yer yine O’nun huzurudur. Henüz nefes alıp veriyorken tövbe kapısına müracaat etmeli ve affedilmeyi dilemeliyiz, beklemeliyiz. Günahlarımıza tövbe edip, artık o günahlara tekrar dönmemeye gayret etmeliyiz. Kısaltmak zorunda kaldığım bu kıssadaki gibi nefsin ve şeytanın aldatmacalarına, oyunlarına gelmeden, yüce Allah’a yakarmalı, af istemeli ve ibadet etmeliyiz. Çünkü hiçbir insan ameli ile ferahlığa kavuşamaz öldüğünde. Allah’ın rahmeti ve bereketi, ihsanı o kadar geniştir ki şükrünü eda edemediğimiz nice nimete rağmen bizleri bağışlar, mağfiret eder. (İnşallah) Yeter ki niyetimiz yalansız ve dosdoğru olsun.
Bahattin BERKDİNÇ