- 781 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OYUN
Çığlıklarla doğarız, sanki başımıza geleceklerden haberdarmışız gibi. Hatta eğer çığlık atmazsak, doktor amca popumuza ilk şaplağı indiriverir ki hayatın o ilk acılı nefesi ciğerlerimize girsin de ağlamamız gerektiğinde ağlamasını bilelim diye. Ben bu nedenle hep, insanoğlunun ilk öğrendiği şeyin acı olduğunu düşünmüşümdür.
Yaşamımız boyunca ne acılar görür, nelere katlanır ve nelerden vazgeçmek zorunda kalırız. Kimisi bizce, bilerek ve isteyerek olur. Kimisi de bizim dışımızda, isyan etsek, kendimizi yırtsak ta olur ve biter. Bitmek! Ne hüzünlü bir kelime…
Zaman denilen, o şifacı mı yoksa cellât mı olduğu belli olmayan mevhumun elinden, neler yaşar ve nelerden vazgeçmek zorunda kalırız? Vaz geçtiğimiz her şeyin üzerinde kokumuz kalmıştır. Kimsenin umurunda olmayan, kimsenin anlayamayacağı, ufak, mini minnacık ayrıntıların içine saklanmıştır hayat. Birçoklarının adam sende dediği şeydir bizi aslında biz yapan ve aslında yitip giden şeylerin hepsi bizizdir çoğu zaman.
Bunu en çok eski albümlerinizi karıştırırken yaşarsınız. O zamanlar çok sevdiğiniz kırmızı hırkanız sırtınızdadır, ilkokul arkadaşınız ne kadar komik bir çocuktur, ah! okul gezisi ne eğlenmiştiniz hatırlasanıza, kimin düğününde giymiştiniz bu takımı sahi;’’Ne oldu bu takıma? Kilo da almadım bulsam yine giyerim…’’. Görürsünüz ki vazgeçmişsinizdir. Hayatı, vazgeçmek zannederek.
Doğuyoruz, büyüyoruz, olgunlaşıyoruz ve tüm bunları yaparken de aslında vazgeçtiklerimizle ‘’Saklambaç oynuyoruz’’.
Yıktığımız viranelik hatıralardan birisinin kalıntılarının içerisinden birinsin ya da bir şeyin çıkarak bizi sobelemesi o kadar muhtemel ki.
Belki de en beğendiğimiz, kuralları çok basit oyunlardan birisidir saklambaç. Birisi ebe olur ve saymaya başlar. Diğerleri saklanır, bulunmamak önemlidir çünkü. Ebe; sizi saklandığınız duvar arkasından bazen saçınızı, bazen kazağınızı görerek tanır ve sobeler. Tüm kural budur saklanın ve bulunmayın. Bazen de bizi bir başka arkadaşımıza benzeterek adımızı yanlış söyler o zaman avazınız çıktığı kadar bağırır ve şöyle dersiniz,’’Kazan çömlek patladı’’
Var mısınız şimdi vazgeçtiklerimizi, kaybettiklerimizi bulmak adına ebe olmaya? Tek yapmamız gereken olduğumuz yerde gözlerimizi yummak, biraz ummak ve şunları söylemek usulca;’’Önüm, arkam, sağım, solum, geçmişim, dünüm, bugünüm, üzüntüm, pişmalığım SOBE! Saklanmayan EBE!’’
Küçük bir kaya parçası yüreğim.
Bir sürü hatıra arkasına saklanmış.
Nelere ağlamaktan vazgeçmişim meğer.
Bu ben değilim başkası.
Beş yaşımın masumiyetini kim aldı?
Gövdesine sarılıp kendisiyle konuştuğum;
Dert ortağım salkım söğüt, nerdesin?
İnsan büyürken, devirmi eder masumiyet görevini?
Hırsız çocuklar! Evet, siz çaldınız benden onu,
Ben, asla vermek istememiştim.
Koskocaman, iğneli bir fıçı bu dünya.
İnsan büyüdükçe; o, gerçek denilen
Paslı iğneler canımızı acıtıyor.
Mutluluk...
Macuncu amcanın, macun tepsisindeydi,
Hem de rengârenk.
Dönme dolabın tepesinde bazen.
Bezende çamurlu sulara girmek için
Annemin aldığı naylon çizmeydi.
Mutluluk babamı tıraş olurken seyretmekti.
Gökkuşağının altından geçince;
Kıza dönüşmekten korkmaktı masumiyet denen şey.
Belki de beni bu mutlu ederdi.
Artık çok param var...
Bir torba misket alabilirim.
Aranızda mutlu olmak isteyen yok mu?
Çelik çomağını dolaba saklayanınız mesela?
Mesela onsuz uyuyamadığınız bez bebekleriniz.
Ben size misketlerimden vereyim,
Sizde bana gazoz kapaklarınızdan.
Korkmayın!
Eğer hayat bizi sobelemeye kalkarsa,
’Kazan çömlek patladı’ deyiveririz...
Sevgilerimle…
Erkan Çevik
14 Nisan 2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.