- 1586 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EROL KESKİN
Sanat’ın "iğne ipliğe bağlı" olduğu Türkiye’de,
60 yıldır sinema ve tiyatroda ipi göğüsleyen
sportmen bir sanatçımız,
Tophaneli bir İstanbul efendisi
EROL KESKİN...
2007’nin şubat’ında İstanbul’da yaptığım ’söyleşi turu’mun son günü, Profilo Kültür Merkezi’ndeki Tiyatro Kedi’nin salonunda, bir ’Tiyatro Ayna’ prodüksiyonu olan "Yaşam Bir Oyun"u seyretmiştim. John Murell’in yazdığı, "Yaşam Bir Oyun / Sarah Bernhardt", adlı eser, sahnede geçirdiği bir kaza yüzünden sağ bacağı kesilmiş olan 77 yaşındaki Sarah (Dilek Türker), yıllardır yanından hiç ayrılmayan uşağı Pitou (Erol Keskin) ile geçirdiği sohbet dolu bir geceyi sergiliyor. Sarah Bernhardt muhteşem bir oyuncu, usta bir ressam, yetenekli bir heykeltıraş, herşeyiyle sıra dışa bir kişilik ve inanılmaz bir kariyer sahibidir yaşadığı yıllarda (1845-1923). Melisa Gürpınar’ın "Tiyatromuzun Cesaret Anası" diye adlandırdığı Dilek Türker, Sarah rolüyle özdeşleşmiş adeta. Çünkü kendisi de "herşeyiyle sıra dışı bir kişilik ve inanılmaz bir kariyer sahibi"... Oyunun yönetmeni Hakan Altıner. Oyunda Dilek Türker’e eşlik eden ise yine Türk tiyatrosunun ustalarından Erol Keskin.
Oyunu bir yıl önce seyretmeme rağmen, tesirinden hala kurtulamadığımı belirtmek isterim.
Muhteşem bir oyuncu olan Sarah Bernhardt’ın yaşam öyküsü ve bu öyküyü sahneye taşıyan iki muhteşem oyuncumuz:
Dilek Türker - Erol Keskin...
Dilek Türker’le yaptığım söyleşimi daha önce sizlere aktarmıştım. Dileyen arşivime bakabilir.
İğne ipliğe bağlı olan Türkiye’nin sanat’ı...
Yılların usta oyuncusu Erol keskin’ni oyundan önce kuliste oyunda giyeceği kıyafetin söküğünü dikerken buldum. Kulise giden koridor uzun, kulisin kapısı ise açıktı. Karşıdan onu elinde iğne iplik söküğünü dikerken gördüğümde, o birkaç adımlık süre içinde, Türk tiyatrosuna ve sinemasına yıllarca hizmet veren bu emekçinin görünümünde tüm sanatçılarımızın sanat hayatları boyunca geçirmiş oldukları sıkıntıları düşündüm. 1931 doğumlu. Yani 77 yaşında. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde İç Mimarlık okumuş. Ancak o sanat’ı ve sanatçılığı seçmiş. Yani zahmetli olanı... hele hele bu sanatçılık Türkiye’de olunca daha da bir zahmetli oluyor. Bu yıllarca böyle idi; hala da aynı şekilde sürüp gidiyor!.. Çünkü bizde sanat anlayışı, her parti geldiğinde değişen bir olay. Bir tiyatro sezonunda birkaç defa değişen yöneticiler, rafa kaldırılan projeler; sanatta geriye atılan adımlar... İşte Erol Keskin’in elindeki iğne ipliği gördüğümde, yanına giderken, o kısa sürede kafamdan geçenler.
Yanına vardığımda ise, iğnesindeki iplik bitmiş, makaradan kopardığı ipliği tekrar iğnenin deliğinden sokmaya çalışıyor, zorlanıyordu... tıpkı Türkiye’de sanat yapmaya çalışan tüm sanatçılar gibi...
"Ustalara Saygı Gecesi...
21 Ocak 2008’de Akatlar Merkezi Melih Cevdet Anday Sahnesi’nde Erol Keskin Gecesi düzenlendi. Gecede Türk tiyatrosuna aktör, yönetmen ve idareci kimliklerinin yanı sıra eğitimci olarak da yıllardır hizmet veren Erol Keskin’i, çeşitli dönemlerde birlikte çalıştığı meslektaşları, dostları, öğrencileri ve eleştirmenler anlattılar. Selen Dolmaç’ın sunduğu "Ustalara Saygı" gecesine Ayla Algan, Ayşegül Devrim, Başar Sabuncu, Beklan Algan, Füsun Erbulak, Mehmet Gürhan, Selma Köksal, Sevinç Erbulak, Suna Keskin, Tarık Günersel, Üstün Akmen, Vedat Demirci ve Zeynep Oral konuşmacı olarak katıldılar. Etkinlikte, Erol Keskin’in özel arşivinden derlenen ve birçoğu ilk kez gün ışığına çıkan görüntülerle fotoğraflarla da izleyicilere sunuldu. "Ustalara Saygı" gecesinde ayrıca, keman sanatçısı Zeynep Çelebi, Erol Keskin’in sevdiği bestecilerin eserlerinden seçmeleri Orçun Orçunsel’in piyanosu eşliğinde yorumladı.
Her işinde politik bir tavrı vardı
Gecede ilk olarak söz alan Yazar Zeynep Oral, Erol Keskin’le ilk kez ’Adsız’ isimli oyunla bir araya geldiklerini belirterek Erol Keskin’in oyunda rolü olmamasına rağmen tüm oyun boyunca tiyatrocu arkadaşlarına yardım ettiğini ifade etti.
Oral, Keskin’in tiyatronun özüne ve niteliklerine son derece saygılı bir insan olduğunu ve bu yüzden bu kadar başarılı olduğunu söyledi. Oral, konuşmasının sonunda, "Erol Keskin hiçbir işini politikaya alet etmezdi ama her işinde politik bir duruşu, politik bir tavrı vardı" dedi.
Yönetmen Başar Sabuncu ise konuşmasında Erol Keskin’le uzun yıllardır dost olduklarını söyleyerek Erol Keskin’in iyi bir profesyonel ve çok disiplinli bir tiyatrocu olduğunu ifade etti. Sabuncu, Erol Keskin’in her rolünü yaşayarak oynadığını ve Türk tiyatrosuna çok fazla emek verdiğini ifade etti.
25 saat sette çalıştı
Yönetmen Selma Köksal ise Erol Keskin’le 14 yaşında tanıştığını, Keskin’in tiyatro sanatında her zaman aydınlatıcı ve yol gösterici bir insan olduğunu ifade ederek Keskin’in tiyatroda olduğu kadar beyazperdede de çok başarılı olduğunu söyledi.
Köksal, "Erol ağabey ’Fikret Bey’ filmini çekerken 25 saat sette çalıştı. Onun işine ne denli bağlı olduğunu, işini ne denli sevdiğini görünce neden bu denli başarılı olduğunu anladım" dedi.
Tiyatrocu Ayla Algan ise Erol Keskin’in araştırma yapmadan incelemeden hiçbir işte yer almadığını belirterek Keskin’in oynadığı her rolde hem kendisi hem de başkası olabildiğini söyledi. Algan, Erol Keskin’i izlerken son derece keyif aldığını ve Keskin’in yansıttığı karakteri bambaşka bir havada izleyenlere yansıtabildiğini söyledi.. Algan, "Erol Keskin tiyatroda da beyazperdede de her zaman titiz ve profesyonel olmuştur. Çok iyi bir oyuncu, onla çalışırken hep mutlu oldum" dedi.
Türk tiyatrosunun anıt ismi
Gecede konuşan tiyatro sanatçısı Göksel Kortay, Erol Keskin’i 53 yıldır tanıdığını, aynı zamanda kendisiyle 24 yıllık komşu olduklarını söyledi. Kortay, Erol Keskin ve Suna Keskin’den her zaman destek aldığını, artık bir aile olduklarını belirterek ne zaman zor durumda kalsa Keskin çiftinden yardım istediğini ifade etti. Kortay, "Babamı, annemi son olarak da eşimi kaybettim. Erol ve Suna hep yanımda oldular. Onlar artık ailem. Beni hiç yalnız bırakmadılar
dedi. Kortay ayrıca Erol Keskin’in Türk tiyatrosunun ustası olduğunu, Keskin’in sahnedeki duruşuyla tiyatronun anıt ismi olduğunu söyledi." (İstanbul/EVRENSEL-23/01/2008)
Güzel Sanatlar’da iç mimarlık okumasına rağmen, sinema ve tiyatro doldurmuş onun hayatını. Sinema daha önce girmiş hayatına; Lütfü Akad’ın yönettiği, Ayhan Işık’ın başrolde oynadığı "İngiliz Kemal" filmindeki önemsiz (kendi değişiyle) bir rolü ile. Öğrencilik yıllarında Akademi, Cep, Gençlik tiyatrolarında çalışmış. 1957’de Dormen Tiyatrosu’nda sahnelenen "Karaağaçlar Altında" oyunuyla profesyonel olmuş. Oraloğlu, Gen-Ar vb. tiyatrolarda konuk oyuncu ve yönetmen olarak görev yapmış. Uzun yıllar İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda oyuncu, yönetmen olarak çalışmış. 2 yıl boyunca Genel Sanat Yönetmenliği’ni de yaptığı Şehir Tiyatrosu’nda "Kral Lear", "Modigliani" gibi pek çok başrol oynamış ve ödüller almış: İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen "Oppenheimer Olayı"ndaki rolüyle İlhan İskender Ödülü (1966), "Deli İbrahim"deki rolüyle Avni Dilligil Yardımcı Oyuncu Ödülü’nü (1982) kazanmış.
Tiyatrodan da önce girdiği sinema alanında ise, oyuncu, senaryo yazarı, yardımcı yönetmen olarak çalışmış. Bir dönem Lütfü Akad’ın asistanlığını da yapmış. Semih Kaplanoğlu’nun ilk uzun metrajlı filmi "Herkes Kendi Evinde" 20. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Film Yarışmasında "En İyi Türk Filmi Ödülü alırken, filmdeki "Nasuhi" rolüyle İstanbul Film Festivali 23. Siyad Türk Sineması Ödülleri ve 12. Orhon Arıburnu Ödülleri’nde " En İyi Erkek Oyuncu Ödülleri"ni almış (2001).
Karagöz ve minyatür sanatı üstüne iki belgesel film de yapmış Erol Keskin. İstanbul Şehir Tiyatroları Tiyatro Araştırma Laboratuvarı’nın New York’ta sergilediği "Troya" adlı oyunda rol almış (1992).
Yaşam Kaya, "Yaşam Bir Oyun" üzerine yazdığı bir yazısında, şöyle yazmış usta oyuncu Erol Keskin’le ilgili:
"Erol Keskin, Sarah Bernhardt’a hayatının son sekiz yılında yardım eden Uşak Pitou’yu oynuyor. Karakter devinimlerini iyi tahlil eden Usta Sanatçı Erol Keskin olayların gidişatında, girdiği her rolde, inanılmaz bir performans sergiliyor. Sarah’ın annesi, kız kardeşi, doktoru, eşi, tiyatrosunun sahibi oluveriyor bir anda. Ve ciddi anlamda bütün ustalığını aktarıyor sahneye. Bir nevi psikoloğu andıran ses tonu ile oyun boyunca duygusal gelişimleri dengede tutuyor. Özellikle kendi duygularıyla, canlandırdığı organizatör Garett arasında gidipgelen bölümü olağan üstü güzellikte oynamış. İzlerken epeyce keyiflendim. Dilek Türker’in duygusal çağrışımlarına yardımcı olarak; sahnede anlatılan drama enerji katıyor."
"Yaşam Bir Oyun" adlı oyunda giyeceği yelek’in kopan düğmesini kuliste dikerken bulduğum, 60 yıldır Türkiye’de tiyatro ve sinemanın kahrını çeken usta sanatçımız Erol Keskin, elindeki iğne ipliği bir kenara bırakıp başlıyor hayatını anlatmaya:
Ben Tophaneliyim...
1931 yılında İstanbul Harbiye’deki Fransız Hastanesi’nde doğmuşum. Fakat nüfus cüzdanımda 1933 / Samsun yazar. Sebebi dedem. Annem babam Samsun’dan İstanbul’a gelmişler, yerleşmişler. Ben doğunca da dedem tutuculuğundan olsa gerek; "bu cocuğu Samsun nüfus kütüğüne kaydını yaptırın!.." diye tutturmuş. Bizimkiler de kıramamışlar, biraz da geç kalarak 1933 doğum tarihi olarak Samsun nufus kütüğüne kaydımı yaptırmışlar. Çocukluğum Harbiye’de geçmiş. Babam Seyr-ü Sefa İşletmesi yani Denizyolları’nda çalıştığı için Tophane’de ev tutmuş. Dolayısıyla 25 yaşına kadar Tophane’de büyümüşüm. Yani Tophaneliyim...
Benim Tophanem başka idi...
Gençliğimin Tophanesi çok kozmopolit idi. Ancak şimdi başka türlü kozmopolit oldu. O semtte şimdi daha çok Anadolu’dan gelen insanlar yaşıyor. O yıllarda Rum, Ermeni, İtalyan, Arap, Süryani ve biz Türkler hep bir arada yaşıyorduk. Çok kültürlü, çok dilli ve her dinden insanın beraberce dostluk içinde yaşadığı bir semt idi Tophane. Arkadaş çevrem de bunlardan oluşuyordu. Birdir bir, çelik çomak oynardık Tophane’nin sokaklarında.
Çocukluğum ve Beyoğlu...
O zamanlarda tiyatro denilince İstanbul’da ilk akla gelen semt Beyoğlu olurdu. Yani gençliğimin geçtiği yerler, sokaklar. Çocukluğumda seyirci olarak hep tiyatronun içinde idim. Aile bahçelerinde komediler, vodviller oynatılırdı. Seyirci olmamın dışında ilkokula giderken kendi yaptığım Karagözleri arkadaşlarıma oynatırdım. O zamanlar "ben tiyatrocu olacağım" gibi bir düşüncem hiç yoktu.
Güreşçi, futbolcu ve dalgıç Erol Keskin...
Lise döneminde okulun güreş takımında idim. Futbol da oynadım. Beşiktaş’ın (BJK) genç takımında çok top koşturdum. Dalgıçlığım da vardır. Yani döt dörtlük bir sporcu idim. Fakat bir ara ciğerlerimden çok ciddi bir rahatsızlık geçirdim; tüberküloz başlangıcı oldum. Tabii o senelerde bu hastalıktan ölen gençler çok oluyordu. Tedavi oldum ve şansım yardım etti; ölümden döndüm. Ancak ağır spor yapmam yasaklandı.
Güzel Sanatlar’da İç mimarlık eğitimi... tiyatro çalışmaları...
Lise bitince, Güzel Sanatlar Akademisi’nin İç Mimarlık Bölümü’ne girdim. O arada da tiyatro sanatının içinde buluverdim kendimi. İlk oynadığım oyun Antigone tragedyası idi. İlk sahneyi paylaştığım rol arkadaşlarım ise Pekcan Koşar, Çolpan İlhan ve Vedat Demircioğlu idi. Bizlere "ne yapıyorsunuz, burası Akademi, konservatuar değil!.." diyerek hocalarımız karşı çıkmışlardı. Sonra da bize kızanlar Akademi de Tiyatro Bölümü açtılar.
Haldun Dormen’le tanışmam...
O ara Amerika’da tiyatro eğitimi gören Haldun Dormen, Türkiye’ye dönmüş ve Cep Tiyatrosu’nu okul gibi koordine etmişti. Cep Tiyatrosu’ndaki kurslar tıpkı Amerika’daki actör stüdyosu niteliğinde idi. Haldun Amerika’da gördüğü sistemi uyguluyordu bu kurslarda. Benim gibi birçok sanatçı arkadaşlarım orada ders aldılar. Ben Akademiyi bitirdikten sonra ciddi olarak tiyatroya başladım. Haldun bizleri okumakta olduğumuz okullarımızı bitirmemizi şart koşmuştu. "Yoksa profesyonel olarak tiyatro yapamazsınız!.." demişti. Erol Günaydın daha önce oynamış olduğu halde okulu bir yıl sonra bitirdiğinden, bir yıl sonra gelebilmişti. Benden bir yıl önce Haldun Dormen’le çalışmıştı Erol. Tam 60 yıldır tiyatro ve sinemayla haşır neşirim.
..............................................................
O yılları Haldun Dormen şöyle anlatıyor:
" ’İyi bir oyuncu olmak konservatuar eğitimi şart mı?’ Bu soru bana bugüne dek yüzlerce kez soruldu. Yanıtım hiç değişmedi. ’İlle de şart değil ama olsa çok iyi olur’. Tiyatromuzun Adile Naşit, Muammer Karaca, Şaziye Moral, Cahide Sonku, Vasfi Rıza Zobu, Gülriz Sururi ve Hazım Körmükçü gibi büyük adları, konservatuar eğitimi görmeden parlamış yıldızlar ama onlar da usta çırak ilişkisi dediğimiz önemli bir eğitim biçiminin deneyimlerinden geçip bir yere varmış kişiler. Bizim tiyatronun yetiştirdiği ve konservatuara girmiş gibi eğitilenler arasında Metin Serezli, Altan Erbulak, Erol Günaydın, Nevra Serezli, Ayfer Feray, Erol Keskin, İzzet Günay, Hadi Çaman gibi bugün Türk tiyatrosunun duayenleri arasına girmiş büyük yıldızlar var." Haldun Dormen / İkinci Perde / s:214
Ve aynı kitabın 267’inci sayfasında da şu satırları yazmış Haldun Dormen:
"Dormen Tiyatrosu 1955-1972 yılları arasında, aralarında Altan erbulak, Erol Keskin, Nisa Serezli, İzzet Günay, Metin Serezli, Erol Günaydın, Başar Sabuncu, Ayfer Feray, Nevra Serezli, Kerem Yılmazer, Zeynep Tedü, Suna Keskin, Yılmaz Köksal, Hadi Çaman gibi birçok yıldız yetiştirmiş ve bu nedenle farkında olmadan, bir ekol olarak tiyatro tarihimize geçmiştir."
............................................................
Ve aynı okuldan, "Dormen Okulu"ndan yetişen Hadi Çaman’ın Erol Keskin üzerine yazdıkları: Ancak o satırları sizlere aktarmadan önce buradan Hadi Çaman’a acil şifalar diliyorum. İnşallah en kısa zamanda iyileşir, tekrar tiyatroya döner. Kendisiyle en son 2007’nin şubat’ında, Ayla Algan ile yaptığım söyleşiden dönerken karşılaştım. Beni karşıdan görünce şaşırıp: "Sen ne arıyorsun burada lan?.." diye sormuş, "bana da uğra laflaşalım biraz" demişti. Ancak 9 gün içinde söyleşiden söyleşiye koşuştururken, unutmuştum ona uğramayı. Neyse borcum olsun Hadi Hoca.. umarım mart ayında görüşürüz; kendine iyi bak, bir an önce iyileş...
"
Ciddi Adam
Her yazımda mutlaka DORMEN’li yıllara götürüyorum sizleri. Demek ki, insanın yaşamında ilkler hep en önde, izleri daha bir kalıcı oluyor. İlk oyunum ’ALTIN YUMRUK’ ... Yumruk gibi bir kadro... Müşfik Kenter, Ayfer Feray, Altan Erbulak, Nisa Serezli, Erol Günaydın, Kamran Yüce, Tuncel Kurtiz, Yılmaz Köksal, Yüksel Gözen, Erol Keskin ve tabii ben...
Evet, EROL KESKİN... Meslek yaşamım boyunca tanıdığım, yaptığı işi en ciddiye alan beş kişivarsa, mutlaka birincisi odur.
Dormen Tiyatrosu’nun en güzel geleneklerinden biri, ’sahne amirliği’ kadrosudur. Sahne amiri, bir oyunun en önemli adamıdır. Yazar yazmış, yöneten yönetmiş, oyuncular onca provanın sonunda rollerini çıkarmış, dekoratör dekorunu, desinatör kostümlerini teslim etmiş, artık komuta sahne amirine geçmiştir. Yinelenen her oyunda, bininci temsil bile olsa sorumluluk ondadır. Oyunun eksiksiz olmasından o sorumludur. En büyük avantajı ise tüm oyun süresince sahne gerisinde, panoların ardında olacağından, oyunun nabzını elinde tutmasıdır. O sırada, oynayan ustalarını her gösteride en yakından izleyecek, en yakından duyacaktır. Salonu dolduran yüzlerce insanın tepkilerini her gün onlarla bölüşecektir. Dormen Tiyatrosu’nun en önemli sahne amirleri Erol Keskin, Altan Erbulak, İzzet Günay, Yılmaz Köksal diye anlatılırdı bize. Köksal’dan sonra nöbeti rahmetli Yüksel Gözen’le ben devraldım. En az sekiz oyunda sorumluluk yüklendim. Bizden sonra da sevgili Muhsin Kurtaran...
İlk oyunum, ilk sahne amirliğim ’Altın Yumruk’...
Sahnem hazır, dekor eksiksiz, herkes odasına çekilmiş makyaj yapıyor, kostümlerini giyiyor. Bu arada ben de hazırlanıyorum. Keşiş entarimi giydim, boynuma haçımı taktım, kapüşonum başımda, ayağımda sandaletler, elimde İncil. Hazırım yani. Zaten birinci zil verilmiş. Heyecan dorukta. Her an çişim geliyor, karnım ağrıyor, çok doğal. O sırada Yüksel yanıma geliyor, "Erol Abi seni istiyor," diyor. Fırlıyorum odasına. Hemen hemen o da hazır. Başını çeviriyor ve, "Bu ne?" diye soruyor. Önce anlamıyorum. Çizmelerini gösteriyor bana. "Bu," diyor, "bu..." Pırıl pırıl çizmeler, yeni boyatmışım. "Boyattım abi," diyorum. "İyi halt etmişsin. Oğlum asfalt yoldan değil, seferden geliyorum, seferden. Bu çizmelerin leş gibi olması gerek..."
Haklı, vallahi haklı. Hemen sokağa fırlıyorum. Beyoğlu Balo Sokak... üstümde entari, ayaklarımda sandaletler, koşuyorum... Toprak arıyorum. Ne gezer!.. Şimdiki gibi değil, pırıl pırıl her yer, bal dök yala Allah kahretsin! Yok yok. Sokağın kahvecisi Halis görüyor beni: "Hayrola, ne bu telaşın?" Durumu anlatıyorum hemen. Cin gibi hergele, Beyoğlu piçi. "Al," diyor, "ben sana kül vereyim." Hay aklınla yaşa. Kapıyorum külü, doğru tiyatroya. Bir kap bulup, bulamaç yapıyorum hemen. Koşuyorum Erol’a, "Uzat," diyorum, "çizmelerini." Elimdekine bakıyor, "Nedir bu?" diye soruyor. "Çamur," diyorum. "Olur mu oğlum, kuruyunca bembeyaz kesilir bu kül." Sonra da, "Tamam tamam. Bugünlük sür bakalım," diyerek uzatıyor çizmelerini. ertesi gün Paşabahçe’den iki kesekağıdı gerçek toprak getiriyorum hazrete. Ve gerçek çamurlu çizmelerle dönüyorum seferden... İçimdeki öfke ise yaman. "Ulan, Erol Abi, belki de killi topraklardan geliyorsun, ’beyaz çamur’ olamaz mı, diye söyleseydin ya," diye kuduruyorum. Ama söyleyemiyorum. Hiçbir gün de, hiçbirine söyleyemedim. Ne iyi etmişim değil mi. Bugün doğru diye bildiğim, doğru diye yaptığım her şeyi o tapılası titiz adamlardan öğrendim ben.
Titizliğim oradan geliyor." Hadi Çaman / Güzeltmek / s:16
Hadi Çaman’ın bu anısı, Ayla Algan’ında yukarıda dediği gibi; Erol Keskin’in profesyonelliğine ve titizliğine güzel bir örnek.
.................................................................................
Tiyatro ve sinema...
Her ne kadar tiyatro ve sinema birbirlerine benzeseler de, başka başka işlerdir.
Tiyatro, şimdi ve burdadır.
Sinema ise, "dün"dür. Hep geçmiş zamandır.
Tiyatroda onlarca seyirciniz vardır sizi seyreden.
Film çekilirken ise, sizi seyreden sadece kameramandır.
Sinema çalışmalarım tiyatrodan önce oldu. Lise yıllarımda, sporla uğraşırken başladı. Lütfü Abi’nin (Akad) ilk yaptığı İngiliz Kemal filminde küçük bir rolüm olmuştu. Bu filmde Ayhan Işık başrol oynuyordu. Film de bir boks sahnesi vardı. O sahnenin çekimi Beyoğlu’ndaki Galatasaray Kulübü’nün spor salonunda olacaktı. O boks sahnesinde arkadaşımla beraber oynadık. Yani tiyatrodan önce sinemayla tanışmam "İngiliz Kemal" filmiyle olmuştu. Tabii daha sonra film senaryoları da yazdım. 1966’da "Bozuk Düzen"le En İyi Senaryo Ödülü, yine aynı sene "Güzel Bir Gün" filmin senaryosu için "En İyi Senaryo Ödülü" aldım.
Devlet Tiyatroları’nda emeklilik sorunu...
Oyuncu malzemesi tiyatronun en önemli malzemesidir. Oyuncu malzemesi bakımından büyük bir hazineye sahip olan -hem gençleri hem de tecrübelileri bakımından- Darülbedayi yani Şehir Tiyatrosu, Türkiye’de bir numaradır; Devlet Tiyatrosu’ndan falan çok daha temeli olan eski bir müessesedir. Bu kültür birikimine dayanır. Çok önemlidir kültür birikimi. Bu işlerden haberi olmayan -kötü niyetli demiyorum- kişiler bu işin içine giriyor, iyi niyetli fakat bilgisizce bu işe soyunuyorlar ve ilk işleri tecrübeli kişileri emekli etmek oluyor. Peki yaşlı rolünü oynamak için genç oyuncu kafasına peruk mu takacak?.. Bu herhangi bir okulun sene sonu müsameresi değil ki!.. Eğitim ve tecrübe meselesidir. Bu emeklilik meselesinde büyük bir yanlışa düşülüyor. Oysa o sanatçının tecrübesinden daha uzun süre faydalanılır; emekli yapılacağına...
Eğitmenliğim...
EskişehirÜniversitesi’nde eğitmenlik ve Müjdat Gezen’in okulunda tiyatro dersi veriyorum. Zaten pek fazla da vaktim yok. Bunların dışında T’ai Chi Ch’uan denilen, Uzak Doğu’ya özgü Taoism felsefesinin bir uzantısını içeren, ruhsal enerjiyi geliştiren, oyunculukta bedensel ve içsel denetimiyle ilgili atölye çalışmalarım da oldu.
Oyunlardan bazıları...
Modigliani, Herkes Aynı Bahçede, Kral Lear, Gazete Gazete, Antonius ile Kleopatra, Montserrat (Yönetmen), Halay (Yönetmen), Bulvar, Ay Masalı, Salı Ziyaretleri, Yaşam Bir Oyun, Büyük Jüstinyen, Fuji - Yama, Rus Gelir Aşka, Altın Yumruk, Oppenheimer Olayı, Deli İbrahim, Vahşi Batı, Troya, Oleani... gibi.
Oynadığım filmler...
Fikret Bey (2006), Kınalı Kuzular: Nişanlıya Verilen Söz (2006), Köpek (2005), Şeytan Ayrıntıda Gizlidir (2004), Her Şey Aşk İçin (2002), Abdülhamit Düşerken (2002), Herkes Kendi Evinde (2000), Kurşun Kalem (2000), Kurtuluş (1996), Üç İstanbul (1983), Adak (1979), Hasip İle Nasip (1976), Tuzak (1976), Deli Yusuf (1975), Enayi (1974), Korkusuz Aşıklar (1972), Gece (1972), Mustafam (1972), Silah ve Namus (1971), Süper Adam (1971), Elmacı Kadın (1971), Tamam mı Canım (1971), Vur Patlasın Çal Oynasın (1970), Erikler Çiçek Açtı (1968), Bozuk Düzen (1965), Dünkü Çocuk (1965), Genç Kızların Sevgilisi (1963), İki Gemi Yanyana (1963), Battı Balık (1962), Kadın ve Tabanca (1962), Aşk ve Yumruk (1961), Sensiz Yıllar (1960).
ADEM DURSUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.