"Ahh Çocuklar-ım…!”
yi ki mutsuzluk var..... Yoksa can nasıl dayanır savaşlarda ÇOCUK ölümlerine.......
Savaşlarda Ölen Çocuklara…
Bütün ölümlerde kendimi görürüm, bir parça alır benden her bir ölüm, yavaş yavaş ölürüm her bir ölümde, bir can gider benden geriye kalmaz sol yanım… Kan izlerine dönüşür gecelerim, bir acı ile bin acı ile bir semazen kıskanır kan revan kıvranmalarla çırpınan yüreğimi.. Yokmu bu ölümlerin bu kahpece ölümlerin çaresi ey kurban olduğum mevlam,? hani şairin dediği gibi, “öyle bir öyle bir ölsem ki, çocuklara hiç kalmasa ölüm…” Her ölümü anlarım, her ölüme yanarım, yanarımda, çocuk ölümlerinde bir başka utanırım varlığımdan, ne gözyaşlarım teselli eder kan revan kalbimi, ne de ben yeterim kendime, nede şairliğim çare olur kimsesizliğime acı işgal eder tüm ben-i o demlerde…
O acıları bir anne empatisi ile döver döver, döve döve öldüresim gelir, gelir ki, çare olmaz derdime kan kırmızı acılarıma bu merhem, o sesimde kısılır bir Ağustus demi, bir üşürüm bir üşürüm ki titrek bir verem hastalığı, Ortaçağdan gelir tenime sığınır ve öylece kala kalırım o çocuk ölümlerinde, acılarla bir başıma kalırım, badı sabahlarda…
Görünce Şam sokaklarında, Rojava sokaklarında camilerinde, evlerinde, öyle nefessiz, sessiz derin bir uykuya dalan “yaramaz, haylaz bakışlı çocukların” ahvalini… Bir biterim, bir biterim ki, artık bir sevdaya, hiç bir aşka, hiçbir dosta kalmaz benden geriye hiçbir sevinç ve gülüş ve sarılış…
Ah siz, yok mu adınız insan olan yaratıklar, ne suç buldunuz bu cennet melakelerinden, ne suçları vardı? öylece onlara daha duymadan bi annenin gözlerine bakmaya, daha duymadan bir melek anneye sarılmaya, daha duymadan bir yarına, güneşlere aya, yıldızlara ve yaşama, ne suçları vardı, vardı da siz yok ettiniz onları kahpe ce bombalarla.
Ah dostlar, yok mu bu çocuk ölümleri, yok mu bu can hıraç ölümler, bu acıya yetecek feryad ve çığlık bulamasında bir başına feryad figan ağlarsın, ağlarsında da kan kırmızı geceye sığınır bütün düşlerin ve düşer bir bir o barışa dair düş lerin, düşe kalka yine bir başka çocuk ölümlerinde ölürsün, körpecik bir güneş doğumuna yetmez bakışların.. Ne bir söz, ne bir kelam ve kalem nede bir şair anlatır, analatabilir, anlatacak söz bulur, imge bulur bu çocuk ölümlerine…
Bir Hiroşima, bir Nagasaki, bir Halepçe, bir Roboski, bir Rojava, bir Arakan, bir Rabia bir Gazze, bir Şam mahhelesi bir… ve bir bir giderler benden beni de alır öylece giderler körpeçik, duyamadan hiçbir şeye ötelere… Ne çok renk kaybettim gözlerimden, ah siz gözlerim, sevdaya sevdalı, aşka aşık, ne çok güzel gören gözlerim, keşke diyorum, sizlerden olmasaydım, sizler benden olmasaydınız ve ben görmeseydim o çocuk ölümlerini görmeseydim o çocukça ölümleri….
Ölüyorum dostlar, parça parça ölümlere gidiyorum, sancılarımda boğuluyorum bu görüntülerle, bu kahpece bombalarla, bu zalimlerin yarattığı cehennemlerde ilk yakılan ben oluyorum onlardan önce, ki anlatamam, esrik kalıyor en hümanist, en bilge, en şair yanım, utanıyorum kendinden, ve utanıyorum kendimden, sizden olduğum için, ey insanlık ailesi.
Onlar yaşamın çocukları, Gidiyorlar, bombalarla, kör kurşunlarla, mayınlarla, ölümlerle gidiyorlar, alıp düşlerini bilinmezlere gidiyorlar, avuçlarına gömüp kırılganlığın, sahipsizliğin izlerini alıp gidiyorlar…Sürüler halinde gidiyorlar...
Kaderimiydi onların bu sessiz ve kan acıtan gitmeler, ey kurban olduğum mevlam…
Kendi coğrafyasında umutlar yatalaktı, daha bir çok şeyin olduğu gibi umutta öylece zincire vurulmuştu, onlar umudu da alıp gittiler ötelere, ah çocuklar, ah çocuklarım, ah Kürt, Arap, Türk, Arakan, Ermeni, Hiristiyan insan olan siz çocuklarım, yaşamın çocukları, dinlerimizin, renklerimizin, mezheplerimizin, nefret ve kin ve kan kahpeliklerle dolu anlayışımızın kurbanı oldunuz….! Daha bilmeden o dinleri, o renkleri, o mezhepleri, gönderdiler sizleri kahpece ötelere. Din adına, mezhep adına ırk adına.kahpelik adına, Ah siz utanılası dindarlar, ırkçılar, mezhepçiler, utanın kendinizden milyon kez utanın, o cehennemlerde sizleri ne sahta “bildiğiniz” dininiz, ne içine tükürdüğüm kendinizce bildiğiniz mezhebiniz nede ırkınız size yar olacak bilesiniz…
Tarih yine bir Ortadoğu soykırımlarında bir cehenneme bir kahpece soykırıma tanık oluyor binlerce çocuk ölümleri ile..
Her gün göç başlıyor bu şehirlerden ötelere… Diğer şehirde zamanın derinliklerine korsan yolcululuklar, onları başka coğrafyaların başka tenlerin bambaşka bir dünyanın koynuna hızla ulaştırıyordu, masum ve hüzünlü yüzleri.. Annelerinden kopartarak…
Ey kimsesiz yerlerin yaralanmış çocuğu, hangi rüzgar savurdu unutulmuş ülkeye ne zaman konuşacak içinin ırmakları ne zaman uyanacak uykusundan mavi uzak bir şehir için karartırır yüreğimi ölü evleri gibi kapanır gece üstüme ey kimsesiz yerlerin yaralanmış çocuğu ...
Karanlık simsiyah bir perde gibi örterken Şam’ın,Rojava’Nın üzerine, gebe kalıyordu o gece bombalarla sel gibi bir ACI! … Doymadan yeni ölümlere. Çocuk ölümlere, çokça ölümlere… Şehir öksüz çocuk bakıyordu, çocuk öksüz binlerce anne kalıyordu, anne binlerce çocuk ağlıyordu. Yağmur bir ölüm akıyordu, ölüm elleri büyümeyen "yüreği meleke " binlerce çocuğa mezar açıyordu o gece.
.
Ey anne, benim annem; Nerde sömürülmemiş yürek hem de en balasından, işgalsiz beden, kavgasız bir gülüş, umutsu bir kucaklama, güle oynaya bayram tazeliğinde bir anneye torbasından “yanaklarca kokan” şeker ikramı” düşlerin mizanseni… An be an…
Ey Acı; kahpe kimyasallarla can veren o çocuk(lar) öluyordu, bu coğrafya da, adına annelerce gülüşlerinde cennet kokan bir bakışın deltasına bir melek bir aşk kokan gülüşle öpüyorken ellerini, o çocuk(lar) bir katliama adı oluyordu, binlerce can veriyordu farkına varılmadan bir Annenin kirpiklerinden ayrılıyordu ve sel oluyordu kan kırmızı göz yaşları o gece… Gözlerinde bin bulut, yüreğinde bin yıldırım ellerinde tonlarca bastırılmış acı akıyordu kan kırmızı.; Ortadoğu soykırımlarında
Bir gece yarısı sessiz bir deprem çöküyordu gökyüzünden, gözyaşları kar etmedi o gece. Bombalar yağdı o gece bir biri ardına duraksamadan tarihe bir Halepçe daha düştü o gece, Şam sokaklarına…
Binlerce can aldı niyazında sahte bir çelişkiye boyun eğiyordu kıblesi Mekke’den öte o karanlık ses… ve bir kez daha yükseliyordu çığlıklar ölümler Nuh’tan sonra…
Derin bir uykuya yıldırım düşerken mavi düşler uyandırılıyordu…
Anneler ölüm görüyordu, çocuk çığlıkları rüyalarda sessizce…
Bir ölüme çocuklarını veriyordu kadersiz bir keder ağı. Gözlerini açmadan uyurken gidiyorlardı, arkalarında kan gözyaşlarını bırakarak ve sel gibi göz yaşları akıyordu kan kırmızı…
Bende sizlerle ölüyorum, ey benim çocuklarım, yaşamın çocukları sizler…
Ben de ölüyorum sessizce derinden öylece….
Ölüyorum sizlerle öylece ah çocuklar-ım………….
Lanet olsun, lanet olsun, lanet olsun size bu ölümleri yaşatanlara…..
DÜNDAR SANSUR…
YORUMLAR
Ölüme Dur De
anne;
ölüm, bir sis perdesi gibidir.
Her tarafı sarmış
Sanki nöbet tutan bir avcı misali gibi...
Anne bu ölümler, meçhul savaşların getirdiği ölümlerdir.
sen , sen sakın susma...
Haykır anne.
Ses ver
"Dur" de
Ölüme ve savaşa dur de anne.
siper et gövdeni
sonra güzel günler müjdele güzel çocuklara.
ve
güzel günler armağan et çocuklara.
hemde Benim görmediğim güzel günler...
Ağlama anne.
Yükselt sesini barış için
Yetim kalmış çocuğum için ses ver.
ve
Dur de.
savaşa ve ölümlere.
dur de anne
dur de...