YENİ BİR AŞK DOĞUYOR
YENİ BİR AŞK DOĞUYOR
---Bazen doğru bildiğin şeyi yapmalısın, sonuçların canı cehenneme__
_ Alışveriş merkezinin önünden geçerken Figen’i görüp hayretler içinde kaldım. Üç dört ay önce gördüğüm Figen ile şimdi gördüğüm Figen arasında dağlar kadar fark vardı. Yurtdışından gelen kardeşimin sünnet düğünü telaşıyla epeydir arayıp soramamıştım. Davetiye göndermeme rağmen düğüne de gelmemişti. Durup, dikkatli bakacak kadar zamanımız yoktu, kardeşimi hava alanına yetiştirmemiz gerekiyordu. Direksiyondaki eşim Sinan’a, Figen’i AVM ye girerken gördüm. Ne kadar çok değişmiş dediğimde, benzetmiş olabileceğimi söyledi.
Figen’i görmeyeli bekli üç belki de dört ay olmuştu. Daha önceleri haftada bir görüştüğümüz halde üç dört aydır niye görüşmediysek… Kardeşim,”Figen Ablayı İzmir de gördüğümde ben de zor tanıdım.” Dedi.
_ “İzmir de mi?...”
_ “Evet. Sünnet alış verişe gittiğimizde davetiye vermek için eltimin evine uğradık. Onların evininin dibindeki binanın birinci katındaki psikiyatri doktorunun muayenesinin balkonunda sigara içerken gördüm. Önce İzmir’e taşındıklarını ve orada çalıştığını düşündüm. Yola çıkmadan önce bir merhaba demek için uğradığımda muayene olup gittiğini söylediler. Çok değişmiş dediğine göre, bir sorunu olmalı”
İş/güç, düğün telaşının yorgunluğunu bir hafta da ancak atabildim. Dün, yani pazar günü eşi Faruk evdedir diye özellikle aramadım. Bugün aradığımda telefonu Faruk açtı. Pazartesi olmasına rağmen işe gitmemiş. Figen’in uyuduğunu söyledi.
_“Gece neresine uyuyacak, bu saatte yatılır mı? “
Başım ağrıyor diye uzanmış olmasına rağmen ben yine de konuşmak için ısrar ettim. Faruk, elinde telefonla Figen’in yanına gittiği için bütün konuşmalarını duyuyordum
_Figen… Suzan arıyor, konuşmak ister misin?-
_ Kimseyle konuşmak istemediğimi biliyorsun! Uyuduğumu söylemedin mi? Başı ağrıyor demedin mi?-
-Sus bağırma, telefon açık-
Konuşmalarının devamını duymadım. Çoktan giyinip yola çıkmıştım. Evlerinin önüne vardığımda Faruk balkonda çay içiyordu. Beni görür görmez el sallayıp kapıyı açmaya gitti. İçeriye girdiğimde Faruk üzgün, şaşkın, ne yapacağını bilmez bir haldeydi.
_“Suzan iyi ki geldin. Kusura bakma kaldıramadım, sana da ayıp oldu …”
_“Yatıyor mu hala?”
_“Yatıyor. Salonda… Ama uyuduğunu sanmıyorum. Yeni çay demlemiştim biz balkona çıkalım, sesini duyduysa belki kalkar gelir.”
_“Tamam, bir görünüp geleyim.”
_Kim gelmiş, kim gitmiş Figen’in umurunda bile değildi Sesimi duyunca yanağından iki damla yaş süzüldü. Telaşımdan arayıp soramadığımı, kendisini çok özlediğimi, Faruk’la balkonda çay içeceğimizi ve bize katılmak ister misin diye sorduğumda evet anlamında başını salladı ama gelmeyeceğini biliyordum. Faruk’un yanına gittiğimde çayımı da doldurmuş acelesi varmış gibi elindeki sigaradan hızlı hızlı çektiği dumanı ciğerlerine dolduruyordu. Sinirliydi… Biraz da çaresiz…
_“Nesi var Figen’in?”
“Bütün mesele de bu zaten. Nesi olduğunu bir bilsem… İki aydır dünyamız karardı. Yemiyor, içmiyor, konuşmuyor, işe bile gitmiyor. Hiç bir şey umurunda değil, iki defa aldığım raporun bitti. Mesleğinden bari olmasın diye yalvar yakar altı ay ücretsiz izin aldım. Çalışmayacağım, çok affedersin,”Eşek gibi çalışıp bana bakacaksın” diyor. Ben onun ne kadar maaş aldığını bile bilmem, bir kuruşuna dokunmadığım gibi her türlü ihtiyacını da karşıladığım halde son zamanlarda bir âlem oldu…”
_“Doktorlar ne diyor? Depresyon mu?”
_ “Götürmedim ki…”
_ “Buradakileri tanıdığı için gitmek istememiştir, İzmir’e götürseydin, oraya da mı gitmek istemedi?”
_ “Geçen ay alış veriş yapmak için İzmir’e gitmek istedi, üstelikte tek başına… Beraber gidelim hem alış veriş ederiz hem doktora görünelim dedim onu da kabul etmedi. Akşama kadar yaptığı alış veriş de eften püften bir ayakkabı.”
_Figen’in İzmir’e doktora gittiğinden Faruk’un haberi olmadığını anlayınca bende daha fazla kurcalamadım. Önce Figen ile konuşmam gerekiyordu. Yarım saat kadar oturduktan sonra Figen’in yanına gidip,
“Yarın saat üçte hazır ol seni almaya geleceğim ve hiçbir itiraz da istemiyorum” deyip konuşmasına fırsat vermeden çıktım.
Ertesi günü evden çıkıp arabaya bindiğimde, Figen’in ya bir bahane bulup gelmeyeceğini ya da ısrarıma dayanamayacağı için evde olmayacağını düşünüyordum ama tam aksine zile basmama bile gerek kalmadı. Figen’i bahçe kapısında beni bekler buldum.
_ “Nereye gidelim?” diye sorduğum da, bilmem dercesine omuzlarını kaldırdı. Çamlığa gitmeye karar verdim. Yol boyunca hiç konuşmadı. Pimi çekilmiş bomba gibi gergin ve huzursuzdu. Sigara üstüne sigara yaktı.
_“Tekel size çalışıyor herhalde, karı-koca [maşallahınız var. Kibrite çakmağa ihtiyacınız yok, arka arkaya götürüyorsunuz”
Çamlığın içindeki çay bahçesinin en tenha köşesindeki masaya oturduk. Beş on dakika havadan/sudan konuştuktan sonra ben direk konuya girdim.
_ “Figen. Bak canım… Lafı eveleyip gevelemeden bana ne derdin olduğunu anlat. İzmir’e doktora gittiğinden Faruk’un haberi bile yok ama ben biliyorum.”
_“Atma… Ben doktora falan gitmedim, ayakkabı almaya gittim. “
Çantamdan cep telefonumu çıkarıp,
_“Gittiğin doktorun adını ve telefonun biliyorum, Figen kötüleşti, napayım diye sorayım mı? İster misin? Yaparım dediysem yapacağımı sende biliyorsun. Bizim Elif, (kardeşim) sünnet alışverişi için İzmir’e gittiklerinde eltisine uğramış. Eltisinin evinin karşısındaki binanın birinci katındaki psikiyatri doktorunun muayenehanesinin balkonunda seni sigara içerken görmüş. Orada çalıştığını zannedip konuşmak için yanına gelmiş, ama burada çalışmıyor, muayene olup gitti demişler ”
_Ağlamaya başladı,”Koy o telefonu yerine” dedi. Elleri, dudakları, sesi, belki sinirden bacakları bile titriyordu da ben göremiyordum. Derin derin nefes almaya başladı. Sinir krizi geçirirse ne yaparım diye düşünürken,
_ “Faruk beni aldatıyor.” Dedi.
_ Attığım kahkahanın benden çıktığına kendim bile inanamadım. Gülmekten karnıma kramp girdi.
_“Saçmalama Figen!... Sinan seni aldatıyor desen hiç tereddütsüz inanırım ama Faruk beni aldatıyor dersen işte buna gülerim. O sana bakmaya bile kıyamıyor, aldattığını nerden çıkarıyorsun?”
_ “Gördüm.”
_“Ne!... Gördüm mü dedin?”
_ “Evet gördüm. Aldatmasına bile razıydım ama… Ona eşim demeye utanıyorum… Tecavüzcü! Aşağılık herifin teki o!... Sana anlatmayı çok istedim fakat yapamadım. “
_“Keşke anlatsaydın.”
_“Kimle aldattığını ya da kime tecavüz ettiğini duyunca keşke anlatmasaydın diyeceğinden adım kadar eminim…”
_Tanıdığım, sevdiğim, değer verdiğim birisi mi acaba diye içime kurt düştü. Anlatması için ısrar edip etmeme arasında gidip geldim. Figen kararlıydı, ısrar etmeme gerek kalmadan film seyreder gibi anlattı. Boncuk gibi dökülen gözyaşlarına engel olamıyordu. Elimin, kolumun, dudaklarımın hatta bütün vücudumun titreme sırası bana gelmişti. Figen anlattıkça avuçlarıma batan tırnaklarım canımı fena acıtıyordu. Canım yandıkça elimi daha çok sıktım, daha çok, daha çok…
_ Figen konuşmasını bitirdiğinde istese de ağlayamayacak bir haldeydi. Yüzünde anlamsız bir ifade, sanki kocaman bir boşluğa bakar gibi ve benden medet umar gibi bana bakıyordu. Benim ise sırtımda kocaman bir ağırlık, acıklı, duygusal bir Türk filmi seyretmişçesine omuzlarım aşağı sarkmış, kemiksiz bir et yığınıymışım gibi oturuyordum. Sessizliği bozan Figen oldu.
_ “Ben bugün eve gitmek istemiyorum.”
_ “Bize gi…”
_ “Hayır. Size de gidemem. Sen gelmeden önce annemi aradım, oraya gideceğim. Geç bile kaldım, daha erken geleceğimi söylemiştim. Hemen kalkarsam gücenmezsin herhalde.”
Ne diyeceğimi bilmiyordum. Şaşkın, sinirli, sinirli lafı hafif kalacak şekilde öfkeliydim. Hem de çok öfkeli… “gücenmem” diyebildim sadece. Figen, üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi sakin, sessiz ve oldukça rahatlamış görünüyordu. Bütün yükünü bana devretmiş gidiyordu.
_ “Gitmeden bana bir sigara verir misin?”
Sigarasını paketiyle masaya bırakıp gitti. Yan masaya gelen garsondan çakmak isterken birde sade kahve getirmesini söyledim. Orada, öylece, tek başıma kaç dakika kaç saat kaldım bilmiyorum. Biran önce eve gidip saatlerce duşun altında kalmak isteğiyle yola çıktığımda kendimi Figenlerin kapısında buldum. Zile bastığımda Faruk kim o demeden Figen’in geldiğini düşünerek kapıyı açtığında karşısında beni görünce şaşırmıştı.
_"Siz Figen’le buluşmayacak mıydınız? “
_ “Buluştuk merak etme. Faruk sen ne alçak bir yaratıkmışsın da biz fark edememişiz. O kadın sana çok bile dayanmış!” dememle göğsünden nasıl ittiysem kalçasının üzerine düştü. Bir gün önce sapa sağlamken bu gün sol ayağında sargı vardı. Sinirlenince insana deli gücü geliyor derledi de inanmazdım. Bana da nasıl bir güç geldiyse artık, Faruk’u yakasından tuttuğum gibi ayağa kaldırdım ve salonun ortasına doğru sürükledim.
_ "Sana bildiğim bütün küfürleri saysam öfkem yine yatışmaz. Sana adi demek, adilere hakaret olur…”
_“Suzan lütfen biraz sakin olur musun? Sen ne yaptığının farkında değilsin. Figen’in elinden su içen iflah olmayacak herhalde. Benim evimde bana hakaret edebilmek için önce suçum neymiş onu söyle. Git bir elini yüzünü yıka gel, sonra balkona çıkalım, klima bozuldu, burası sıcak…”
“İyi olur. Balkona çıkıp, orada konuşalım ki; bütün konu komşun ne mal olduğunu bilsin. Balkonda konuşamayacağımı ya da yakana yapışamayacağımı mı sanıyorsun?”
Faruk önden topallayarak ben arkasından söylenerek oturma odasına doğru yürüdük.
_“Ayağına ne oldu senin? Dün at gibiydin, bugün sinek mi tepti?”
_“Figen bardak fırlattı, kesildi.”
_“Bıçak fırlatsaydı da keşke ayağın kopsaydı. Belki o zaman ayağa kalkamayanların halinden anlardın.”
Faruk balkona çıktı ben oturma odasında kaldım.
“Gel uraya gel! Ele güne bari rezil olmayalım.”
_Elinde sigara paketiyle içeriye girip karşımdaki kanepeye oturdu. Dumanından rahatsız olduğumu söyleyip sigara yakmasına müsaade etmedim. Maksat eziyet etmekti.
_“Faruk. Ali ne yapıyor?”
_“Ali?...”
_“Kardeşin Ali…”
_“Dün konuştum iyiydi. Biliyorsun kaza geçireliden beri evde. Fizyoterapist gelemeye başlayalı sağ ayağını hareket ettirebiliyormuş. Seni böyle sinirlendiren Ali’nin durumu mu? Konumuz Ali mi yani?”
_“Kezban ne yapıyor? Görüyor musun, gidip geliyor musun evlerine?”
_“Bizim Kezban dan mı bahsediyorsun?”
_“Hayır, bizim Kezban’dan, benim eltimin kızı Kezban, Sinan’ın abisinin kızı Kezban, senin kardeşinin karısı Kezban, Figen’in eltisi olan Kezban’dan bahsediyorum. Yani O,Kezban sadece sizin Kezban değil, aynı zaman da bizim Kezban, bizim kızımız Kezban oluyor!”
_“İyi, tamam. Hem sizin hem bizim Kezban olsun olmasına da… Bunları niye söylüyorsun ki? Aksini iddia eden mi oldu?
“Ziyaretlerine gitsen belki daha iyi olurlardı. Özellikle Kezban…”
“Suzancığım. Ne yapmaya çalıştığını, ne anlatmaya çalıştığını ve Ali’yle, Kezban’la nereye varmak istediğini bir türlü anlayamıyorum. Her şeyden önce, Figen nerede onu merak ediyorum.”
_“Merak etme iyi, annesine gidecek”
_“Annesi Ankara’da… Ankara’ya mı gidecekmiş?”
_“Bilmiyorum bana anneme gideceğim dedi.”
_Akşam olmak üzereydi. Evden merak edeceklerini düşünerek lafı daha fazla uzatmadan Figen’in Faruk’la Kezban’ı parkta otururken gördüğünü. Tesadüfen karşılaşıp oturmuş olsalar bile telefon açıp kendisini de çağırmadıkları için gücenip yanlarına gitmediğini. Babadağlılar iş hanının önünden Kezban’ı kolundan tutup zorla arabaya bindirip Bağ başında ki lüks bir eve Kezban girmek istemediği halde sürükleyerek zorla sokarken gördüğünü ama eve girmeye cesaret edemeyip geri döndüğünü. Kendisine soğuk davrandığını, işe gidiyorum deyip işe gitmediğini. Bir yıl öncesine kadar çocuğumuz olsun diye yanıp tutuşurken artık hiç çocuktan bahsetmediğini. Kendisini yatalak kardeşinin karısıyla değil de en yakın bir arkadaşıyla aldatmış olsaydı bu kadar etkilenmeyeceğini, daha doğrusu aldatmak değil de yengesine zorla sahip oluşunu hazmedemediğini, bana anlattığı her şeyi ama her şeyi harfi harfine nefes almadan anlattım.
Faruk Kudurmuş danalar gibi evin içine sağamıyor, oturduğu yerde oturamıyor sürekli geziniyordu. Başını ellerinin arasına alıp olduğu yere çöktü. Hem ağlıyor hem söyleniyordu.
_“Figen mi anlattı bunları? Figen bana tecavüzcü mü dedi yani? Aynı yastığa baş koyduğum karım bana tecavüzcü mü dedi?... Ben ona dokunurken incitmekten korktuğum karım… Yengeme, benden on iki yaş küçük kardeşimin karısına tecavüz ettiğimi mi ve bunu gördüğünü mü söyledi?...”
_“Yok. O kadarını da değil… Arkanızdan eve girmeye cesaret edemeyip geri döndüğünü söyledi.”
_“Girmeye cesaret edemediği evde ben Kezban’a tecavüz etmişim öyle mi? Allah’ım aklıma mukayyet ol!...Ey! Güzel Allah’ım sana yalvarıyorum bana gani gani sabır ver! Figen!... Figen gözüme görünme! Bugün eve gelme de ne zaman gelirsen gel, ya da hiç gelme… Figen seni affetmeyeceğim, ölsem de, ölsen de seni affetmeyeceğim…”
_Faruk çöktüğü yerden zorla kalkıp önüme diz çökerek ellerimi sıkı sıkı tuttu.
_“Suzan… Suzan bunların hiç birine inanmadığını söyle… Figen’e hasta demeye dilim varmıyor ama söylediklerinin hiç birini aklı başında biri söylemez. Beni can evimden vurdu, anlıyor musun can evimden…”
“Sen anlat o zaman… Hadi tesadüfen karşılaştınız parkta oturdunuz diyelim. İşe gidiyorum deyip gitmedin başkasıyla buluştun diyelim, neden Kezban’ı kolundan sürükleyerek zorla arabaya bindirip kimin evine götürdün? O ev senin mi? Kadın gözümle gördüm diyor, duydum demiyor ki… Yak bi sigara da anlat hadi. Bir tane de bana ver, dokunuyor diye yalan söyledim. Kahve yapayım mı ister misin?”
_“Sağ ol istemiyorum.”
_Faruk, ayaklarımın dibinden kolumdan destek alarak kalkıp yan tarafımdaki tekli koltuğa çökercesine kendini bıraktı. Gözleri kapalıydı. Sigarayı içmiyor âdete yiyor gibi içine çekiyordu. Gözlerinden süzülen yaşlar dudak kenarında birikip büyük damlalar halinde çenesinden aşağıya süzülürken yavaşça doğrulup başını dizlerine doğru indirdi,
_“İş yerinde toplantımın olduğu bir gün Ali yedi sekiz defa beni aramış. Mutlaka bana geri dönsün diye not bırakmış. Önemli bir şey olabileceğini düşünüp telefonla aramak yerine evlerine gittim. Kezban evde yoktu. Sabah hazırlayıp önüne koyduğu kahvaltılıklara elini bile sürmemiş öylece sehpanın üzerinde duruyordu. Neden yemediğini sordum, canının istemediğini söyledi. Kezban nerede diye sordum,” bilmiyorum” dedi. Gözleri doldu. Utana sıkıla tuvaletinin geldiğini, banyodaki ördeği(idrar kabı) getirmemi istediğinde ağlamayı koyuverdi. Her neyse… Bir müddet hiç konuşmadan oturduk. Kezban küs mü gitti, kavga mı ettiniz diye sordum, “hayır” dedi. Benden başkasına derdini anlatamayacağını, anlatırsa da Kezban’a hemen bir kulp takacaklarından korktuğu için beni aradığını, Kezbanla ilgili bir takım şüphelerinin olduğunu, sık sık çarşıya, anneme, ablama gidiyorum diyerek dışarıya çıktığını ve geç geldiğini söyledi. Durumlarının kötü olduğu halde pahalı kıyafetler aldığından falan bahsetti. Hava kararmak üzereydi ama Kezban hala dönmemişti. Ben oradayken gelse bir miktar para bırakacaktım. Ali’ye versem almayacağını biliyordum. Kezban’a da Ali’nin bende parası vardı diye bırakmayı düşünüyordum ama gelmedi. Tam kalkayım derken,”Abi Kezban’ı bir müddet takip eder misin” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Saçmalama, Karın hakkında kötü şeyler düşünmek sana yakışıyor mu, ? Senin durumuna üzülüp sıkılıyorsa hava almak için arada bir çıkmasında ne varda aklına kötü şeyler getiriyorsun dediysem de çok ısrar ettiği için tamam dedim. Hepimiz bir dosta, bir kardeşe, bir eşe ve bir aileye sahip olmak ve bir takım değerlere önem verip o değerler için yaşamıyor muyuz? Eşimin bana yakıştırdığını, kardeşimin eşine yakıştırdığını düşündükçe aklımı kaybedeceğimi ya… Almıyor, aklım almıyor… İş yerindeki yoğunluğa bağlı, fırsat buldukça ya da dışarıda işim olduğu zaman Kezban’ı takip etmeye başladım. Ali haklı çıkacak diye ödüm kopuyordu ama Kezban’ın farklı evlere girip çıktığını gördükçe de…”
_Faruk’un sön söylediği söz içime oturdu. Aldığım nefes ciğerlerime yetmiyor, gizli bir el boğazımı sıkmaya çalışıyor gibiydi Utancımdan gözyaşlarım içime akıyordu sanki. Faruk bunu fark etmiş olmalı ki;
_“Üzülme. Zannettiğin gibi bir şey yok. Bir gün sabah erkenden işe gitmeden sokaklarının başında iki saate yakın bekledim. Bu gün çıkmayacak herhalde derken dolmuşa bindiğini görüp takip ettim. RecepYazıcıoğlu Parkının yakınlarında inip beş katlı bir apartmana girdi ama hangi kata girdi bilmiyorum, bekledim bekledim çıkmadı. İş yerinden telefon gelince dönmek zorunda kaldım. Saat üçe doğru Kezban’a telefon açtım. Havadan sudan konuştuk, telefonu Ali’ye ver bir de onun sesini duyayım deyince, “Abi, ben çok sıkıldım bir arkadaşıma gitmiştim, daha yeni geldim, eve dönünce ben seni arayayım” dedi. Evden çıkalı yedi saat oldu, Ali’nin ne halde olduğunu düşünemiyorum bile. Ben Forum Çamlıkta alış veriş yapıyorum, her zaman boş vaktim olmuyor neredeysen almaya geleyim size de alış veriş yapalım dedim. “Park’a gel” dedi. Zaten orada bekliyordum, sabah girdiği evden çıkıp, telaşla önce ne tarafa gideceğini bilemedi. Parkın içine doğru yürüyünce tekrar telefon açıp parkın girişine gelmesini söyledim. Oturup birer çay içtik. Biliyorsun zaten benden çok çekinir… Doğru dürüst konuşmadı bile. Ne sorarsam ya evet ya hayır diyordu. Demek ki Figen bizi o zaman görmüş. Acil bir işim çıktı, sen ihtiyaçlarınızı söyle akşama getiririm deyip kalktım ve biraz uzaklaşıp eve mi gidecek onu anlamaya çalışıyordum. Maalesef çıktığı eve geri döndü. Kesin bir kanıt olmadan Ali’ye hiç bir şey söylemek istemiyordum. Aradan daha bir hafta geçmedi, Figen’le bayram yerinde buluşup perde bakacaktık. Bankada kısa bir işim vardı onu halledip çıktım, tam önümde siyah bir Mercedes durdu. Direksiyonda koca göbekli, kel kafalı bir adam vardı ve içinden kim indi dersin?...”
_Hıçkırıklarımın arasından zoraki duyulan bir sesle,”Kezban mı?” dedim.
_”Evet. Hem sizin hem de bizim olan Kezban… Hemen iki adım kadar geri çekildim. Adamın camdan uzattığı üç yüz lirayı alıp Babadağlılar iş hanına girdi. Nevrim döndü. Sağımdan solumdan geçenlerin duyması umurumda bile değildi, üç yüz’e mi düştün Kezban deyip peşinden iş hanına girdim. Güya çok parası var ya… Pazarlık etmek falan yok. İki tane nevresim takımı beğenip poşetletti, parasını verip dönünce burun buruna geldik. Ağzıma geleni saydım. “Abi yapma etme, yanlış anladı” dediyse de… Gözümü kan bürümüştü sanki, ağzımdan çıkanı kulağım duymaz oldu. Kolundan tuttuğum gibi sürüyerek, gel ben seni daha çok para veren bir yere götüreyim de, sen ev ev dolaşmaktan kurtul, ben de peşinde dolaşmaktan kurtulayım deyip zorla arabaya soktum…”
_“Faruk yeter! Ben daha fazlasını duymaya hazır değilim.”
_“Esas duyman gerekenleri şimdi söyleyeceğim. Arabanın içinde yalvarmasını, ağlamasını hiç umursamıyordum. O sırada tek derdim Ali’ye bunları nasıl açıklayacağımdı. En sonunda direksiyona yapışınca arabayı durdurmak zorunda kaldım. “Ben sandığın gibi kötü bir şey yapmıyorum, çalışıyorum!” Diye bağırınca, kendime engel olamayıp ilk defa bir kadına el kaldırıp vurdum. “İstediğin kadar vur, ben temizliğe gidip namusumla para kazanıyorum” deyince beynimden vurulmuşa döndüm. İnanmadığımı, bugün hangi eve temizliğe gittiyse, gidip yüzleştireceğimi söyledim. “Tama” dedi ama “beni evdekilere karşı rezil duruma düşüreceksin” diye yine ağlamaya başladı. Gittiğimiz evde yaşlı, yatalak bir kadın vardı. Günde üç defa ona yemek yedirmeye gitmek için anlaşmış ama gün de üç defa eve gelip tekrar çıkamayacağı için ek bir ücret karşılığında temizlik yapamaya da başlamış. Aldığı nevresim takımını da o yaşlı kadın sipariş etmiş. Para veren adam da kadının oğlu ve benim işyerinim arka tarafına yeni açılan plastik fabrikasının müdürüymüş. Ben adamı tanıyordum ama o an öfkemden Figen gelse onu bile tanıyamayacaktım. Tek sorun tesadüflerin üst üste gelmesi ve Figen’in bunları görmesi oldu. Kezban’a bir daha temizliğe giderse bacaklarını kıracağımı söyledim. Bizim iş yerinden sigortasını başlatıp, Ali iyileşip, işine geri dönünceye kadar da maaş vereceğimi söyledim. Şuan ikisi de gayet mutlu. Onlar mutlu olmasına mutlu da… Figen’in beni diri diri mezara koymasına ne diyeceğiz?...”
_Faruk’la bir saate yakın Figen hakkında konuştuk. Kesinlikle affetmem deyip başka bir şey demiyor. Sinan’ın beni aramasından sonra kalkmak zorunda kaldım. Ertesi günü Figen, Faruk, Sinan ve ben buluşup konuşmaya karar verdik. Faruk beni geçirmek için yine topallayarak arkamdan geldi. Kapıyı açtığımda, Figen’in ayakkabılarını gördüm. Benim geldiğimde kapının önü boştu.
_“Faruk, Figen gelip gitmiş. Ben geldiğimde burada ayakkabı yoktu.”
_“Ayakkabılarını bırakıp yalınayak gitmeyeceğine göre, içeriye almayı unutmuştur.”
_“Faruk ben geldiğimde burada ayakkabı falan yoktu!”
_Faruk ayakkabılara bakmak için kapıya doğru yürüdüğü sırada salonun kapı koluna asılı duran Figen’in çantasını gördüm. “Faruk Figen evde!” diyerek telaşla salona koştum. _Figen yüzükoyun koltuğa uzanmış yatıyordu. Ama normal bir yatış değildi. Koltuktan yere sallanan elinde beyaz bir kâğıt vardı ki, mektup yazmış olmalı ama onu okuyacak gücüm bile kalmamıştı. Faruk, Figen’in uyuyup uyumadığına bile bakma gereği duymadan 112’yi çoktan aramış ambulansın siren sesi kapının önünden duyulmaya başlamıştı. Sağlık görevlileri geldiğinde Figen baygın ve ağzının kenarında sarı bir köpük oluşmuştu. Faruk şoka girmiş, mutfak kapısından ne bir santim ileriye ne de geriye kımıldıyordu, ayaklarından çivi ile yere çalışmış gibiydi. Figen’in içtiği ilacın içinde kaç tane vardı bilmiyoruz ama kutu tamamen boştu. Adli vaka olduğu için Figen’in elindeki mektubu doktor bey alıp cebine koydu. Hastaneye varıp Figen’i acil servis yetkililerine teslim ettikten sonra Doktor, Faruk ve beni de yanına alıp mektubu teslim etmek için hastane polisinin yanına götürdü.
_Polis tutanaklara geçirmeden önce okuması için mektubu Faruk’a uzattı ama Faruk ben dayanamam diyerek benim okumamı isteyince mecburen alıp okumak zorunda kaldım…
Canım. Canım beni affedebilecek misin bilmiyorum. Sen beni affetsen bile ben kendimi affetmedikçe ki; affetmiyorum, yaşamak, seninle aynı havayı solumak bile bana haram. Sana yaptığım eziyetlerin, sana yakıştırdıklarımın bir adı yok. Sana güvenmeyip yargısız infaz eden bir kadınla yaşamak…
_Faruk, mektubu sesli olarak baştan okumamı istedi. Hayır diyemedim.
_Canım. Canım beni affedebilecek misin bilmiyorum. Sen beni affetsen bile ben kendimi affetmedikçe ki; affetmiyorum, yaşamak, seninle aynı havayı solumak bile bana haram. Sana yaptığım eziyetlerin, sana yakıştırdıklarımın bir adı yok. Sana güvenmeyip yargısız infaz eden bir kadınla yaşamak…
Sana, senin ne kadar mükemmel biri olduğunu anlatamam , anlatsam neye yarar ki?...Seninle yaşamak, seni sevmek benim için bir ayrıcalıktı. Son zamanlarda bana neler olduğunu bilmiyorum, yaptıklarım hiçbir bahanenin içine sığmıyor. Çok sevmekten dolayı kıskanma hikâyelerine inanmadığımı biliyorsun. Ben seni öyle çok… öyle çok seviyorum ve kıskanmama gerek kalmayacak kadar da çok güveniyorum. Güvenimi yitirmeme, sana cehennemi reva görmeme sebep nedir anlamış değilim… Son ana kadar şüphelerimden kurtulamadım. Anneme gitmek için eve kıyafet almaya geldiğimde kapının önündeki bayan ayakkabısını görünce aklımı tamamen yitirmiş gibiydim. Sessizce eve girip konuşmalarınızı dinledim. Her ikiniz de öyle üzgün ve öyle hararetli konuşuyordunuz ki, eve girdiğimi fark etmediniz. Ayakkabıların canım arkadaşım Suzan’ın olduğunu anlayınca kendimden nefret ettim. Anlattıklarını harfi harfine duydum ve kendimden bir kere daha nefret ettim ve utandım. Ben yaşamayı hak etmiyorum…
Konuşmalarından artık benimle yaşamak istemediğini anladım ve ben, başkasının omzunda ağlamaktansa sonsuza kadar gitmeyi tercih ettim. Gideceğim yerde bekleyenimin olmaması çok kötü, yerime gelecek olanı düşünüp üzülecek kadar zamanım yok, belki bir adımlık beklide bir nefeslik mesafem kaldı…
Düşündüm ve gitmek için en güzel günün bu gün olduğuna karar verdim. Gidişim bir avuç insanın içini acıtacak belki ama sen benim yaşam destek ünitemsin, sen yoksan ben zaten yok olacaktım. Vakti geldiyse gitmek lazım, vedaları sevmiyorum. Bu utançla yüzüne bakıp veda edemem… Üzülme, yüreğimdeki hüzünlerden arınmış, şüphelerimden kurtulmuş, mutlu ve huzurlu gidiyorum… Seni hep sevdim ama artık ne senle ne de sensiz yaşayabilirim…
Gidişimden sadece ben sorumluyum…
_Mektubu bitirdiğimde polis mektubun fotokopisini çekerek aslını dosyaya koydu, fotokopiyi Faruk’a uzattı. Gözlerinden akan yaşlardan mektubun okunacak hali kalmamıştı. Yüzü bembeyaz gözleri kan çanağına dönmüş bir halde oturduğu yerde sallanıyordu.
_“Bu gün gelme, hatta hiç gelme dediğimi duymuş… Benim yüzümden gitti hem de hiç gelmeyeceği bir yere…”diyerek Figen’in mektubunu gömleğinin cebine koyarken Faruk yaşayan bir ölü gibiydi.
_Her ikimizde gördüklerimizden ve Figen’in yazdığı mektuptan öyle bir etkilenmiştik ki; Sanki Figen’in ölümünü Figen’den önce kabullenmişiz gibi bir halimiz vardı.
_Figen, Devlet Hastanesinde Psikologdu ve çok seveni vardı. Haber öyle çabuk yayılmış ki, olağan üstü bir durum ilan edilmiş gibi ortalık doktor kaynıyordu. Birlikte çalıştıkları Psikiyatri Uzmanı Nedim Bey gelip,
_“Hepimizin gözü aydın, kesin olmamakla birlikte Allah’ıma çok şükür atlattı sayılır. “
_Hepimiz Nedim Bey’in ne demek istediğini anlamamış gibi boş gözlerle ona bakıyorduk.
_“Figen’den bahsediyorum Figen’den!….”
_Şok üstüne şok yaşamış bir ruh haliyle yoğun bakımın önüne nasıl ve nereden geldiğimizi hatırlamıyorum. Tek fark ettiğim Figen’in entübe edilmiş olmasıydı.
_Figen, yirmi iki gün solunum cihazına bağlı olarak toplam 34 gün yoğun bakımda kaldı. Altı aylık ücretsiz izninin üç ayını kullanmış geri kalan üç ayı için, Faruk’un saatlerce, günlerce yalvarıp yakarmalarından sonra İtalya seyahatine gitmeyi kabul etti. Üç ay gibi uzun bir tatil dönüşünde,”Ben senin bakışlarının altında eziliyorum, yüzüne bakamıyorum” diye boşanmak için avukata vekalet verdiğinin ertesi günü ikiz bebek annesi olacağını öğreniyor ve vekaletini geri çekiyor.
-Yeni bir aşk doğuyor. Hoş geldin bebekler…
NerimanK 29/08/2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.