"Şairin Efsanesi"
“Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyveler sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin taa içine bak!
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak…”
Günlerdir dilimde olan, fırsat bulduğum an tekrar tekrar dinlediğim efsane şiir. Sanırım bu şiirle tanışmam üç yıl öncesine dayanıyor. İlk olarak bir kitapta rast gelmiştim. Ki o zamana dek Sezai Karakoç’u yalnızca ismen bilen biriydim.
Evet, ezkaza o gün Monna Rosa ile tanıştım. Hani bazı şarkılar vardır yahut şiirler, ilk dinlediğiniz/okuduğunuz anda vurulursunuz. Sanki geçmişten gelen bir dostmuş gibi sıcaklık duyarsınız. İşte Monna Rosa da benim için böyleydi. O zamana kadar –edebiyata ilgi duyan biri olmama rağmen- mecbur kalmadıkça şiir okumayan biriydim. Bir nevi dönüm noktam oldu bu şiir –edebi açıdan-. Şiirlere karşı bakış açımı değiştirdi. Beni bu kadar etkilemesinin sebebini ise halen açıklayabilmiş değilim.
Neden sonra bir öyküsü –belkide efsanesi demeliyim- olduğunu duydum. Merakla araştırdım.
Şiir bir akrostiş üzerine kuruluydu. Kıtaların baş harflerini incelediğimizde Muazzez Akkaya ismini görüyorduk.
İnternette onlarca efsane dolaşıyordu şiir hakkında.
Kimine göre Karakoç mezuniyet töreninde şiiri okur, kimine göre Muazzez hanım intihar eder.
Herkes kendince bir son kurgulamıştı bu öyküye. Buna rağmen ne Sezai Bey ne de Muazzez Hanım herhangi bir açıklama yapıyordu.
Bir süre sonra Karakoç’un bu şiir üzerine ilk -ve son- kez açıklama yaptığını duydum. Buyurun kendi ifadeleriyle bakalım;
“19 yaşındaydım. Heyecanlı bir genç. Şiirde yeni bir dönem başlamıştı. Ölçüsü olmayan vezinsiz, kafiyesiz şiirler yazılmaya başlanmıştı. Hece ölçüsü de bitmişti. Serbest şiir yazılıyordu. O dönemin bu serbest şairleri, eski dönemleri kötülüyordu.
Tabi isterdim ki öz edebiyatımız olan divan edebiyatı ile yazılabilsin şiirler. Ama tek başıma ben aruzu getiremem ya. Aruzu geçtim hecede gidiyordu artık. O dönem dedim ki hece ile bir şiir yazayım. Bu serbestçi şairler divanla dalga geçiyordu. Gül bülbül, gül bülbül başka bir şey yok diyorlardı.
O dönemde şiirlere yabancı isim verme geleneği vardı. Birde bu serbestiler gül ile dalga geçince bende ‘’Monna Rosa’’ koydum şiirin adını. Tek gül anlamında bir şey. Tamamıyla kendimi denemek için yazdım şiiri. Akrostiş şiir yazma modası vardı birde. Genç şairler çok hevesliydi akrostiş şiirler yazmaya. Ben de gencim tabi, hem hece ölçüsüyle olsun hem de akrostiş olsun diye bir şiirde ben kaleme aldım.
Okuldan bir arkadaşımın ismiyle yazdım.
***
Bir gün mülkiyede -o zaman ikinci sınıftayım- Ankara’nın meşhur bir kırı var Söğüt özü diye oraya gittik. Bir bahar günüydü, 20 Nisan. Yazdığım şiirden birkaç yakın arkadaşım haberdardı. O kır gezisinde oku diye tutturdular. Tabi diğerleri de oku dinleyelim deyince ısrarlı oldular okudum. Tabi beğendiler. Sonra döndük akşam. Öbür gün bizimle birlikte kır gezisine katılan 3.sınıflardan bir arkadaş vardı yanıma geldi. Kendisi mülkiye de Yeşilay başkanı idi. Ben de içkiye karşı diye severdim bu kişiyi.
Şiiri herkes çok beğendi. Ama kimse 30 sene boyunca akrostiş olduğunu fark etmedi. Ben şiirimi kıta olarak yazdığım için kimse anlamamıştı akrostişi.
Bir gün Hisar Dergisi kapanınca, Hisar Dergisini anmak isteyenler bir araya gelmişti Ankara’da. O buluşmada Hisar dergisinin sahibine bir arkadaşı benim şiirim üzerine konuşulurken ‘’o şiir akrostiş’’ demiş. Tabi Hisar’ın sahibi şaşırmış ‘’ya olur mu öyle şey diye’’. Ta 30 yıl sonra tartışmaya başlamışlar. Hadi bakalım demişler şiire. Sonra incelemişler akrostişi fark etmişler tabi.
Sonra o dergi sahibi bunu radyo da anlattı ‘’Şiir akrostiştir’’ diye. Tabi bu durum benim kulağıma da çalındı. Ama sanmayın o adam şiiri inceleyip de şiirimin akrostiş olduğunu anladı. Bu olaydan iki hafta önce bir yakın arkadaşıma şiirin akrostiş olduğunu açıklamıştım. O da yakınına paylaşmış. Öyle öyle derken çıktı durum ortaya. Yoksa bir 30 sene daha beklerlerdi şiiri anlamak için.
***
Şiirin akrostiş olduğu çözüldü. Sonra da herkes bir rivayet uydurdu. Şiiri mülkiye de okumuşum da birisi intihar etmiş. Ne şiiri mülkiye de okudum. Ne de birisi intihar etti. Şairinin reddettiği şiir diyorlar. Hepsi uydurma. Birisi benim yüzümden intihar etse ben yaşayabilir miyim? İşte böyle bir daha bu şiirle ilgili hiçbir şey söylemeyeceğim ilk ve son…"
Evet, efsane şiiri şairi bu şekilde anlatıyor. Anlatırken de ne Muazzez Hanım’dan bahsediyor ne de bahsi geçen büyük aşktan. “Okuldan bir arkadaşımın adını kullandım.” Diyerek üstün körü açıklıyor akrostişi. Lakin yirmi yıl sonra yazdığı başka bir şiirde yine aynı akrostişi kullanması, akıllarda soru işareti bırakmıyor değil. (bkz. Kurtarış şiiri 1972)
***
Ortada aşk vardır yahut yoktur bilinmez… Ki varsa bile, tıpkı şairin de isteyeceği gibi fazla kurcalamamak gerekir.
***
Bu satırları kaleme almamamın sebebi…
Şüphesiz beni en çok etkileyen şiir hakkında, sanal alemde dolaşan onlarca bilgi kirliliğine karşı bir tepki belki…
Ya da bu efsanevi şiiri daha büyük kitlelere tanıtmak…
Bilemiyorum…
İyisi mi bırakın tüm bu efsaneleri, soruları ve bu muhteşem şiiri tekrar tekrar dinleyin.
Ve her seferinde bir kez daha aşk’ın yüceliğini hissedin…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.