- 530 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HEPİMİZ BİRAZ ISSIZIZ
Urla yolundaydı. Bir okul dönemini daha bitirmiş, başarmanın verdiği hazla evine dönüyordu. Ailesi ise burnunda tütüyordu. Hele babası. Çok özlemişti onu. Çatık kaşlı bakışlarını, yeri göğü inleten gür sesini, yufka kalbini… En çokta içten, sıcacık sarılışını. Fazlasıyla yorulmuştu. Zira on iki saattir yollardaydı. Sanki mesafeler gözlerinde büyüyordu. Otobüsten indiğinde henüz gün aydınlanmamıştı. Alacakaranlıktı her yer. Elinde bavulu hala uyku mahmuruydu. Ve bu etkiyle ellerini geriye doğru birleştirerek esnedi. Üstündeki kırgınlık ve sersemlikten kurtulmaya çalışıyordu. Azda olsa kendisini toparladığında kısa, küçük adımlarla ilçe dolmuşlarının hareket ettiği durağa ilerlemeye başladı. İçinde garip bir huzur vardı. Memleketine indiğinde hep böyle olurdu. Sanki evine kesin dönüş yapmış, bir daha hiç ayrılmayacak gibi hissederdi kendini. Veyahut tüm tehlikelerden uzak, sorunsuz, sıkıntısız bir bölgeye geldiğini. Başka türlü bir şeydi yüreğinin boşluğunu dolduran.
Henüz insanlar yeni yeni güne adapte oluyordu. Haftanın zor bir günü daha başlamıştı. Kimisi işine, kimisi hastaneye, kimisi de yarım kalan diğer ifadelerine koşuşturuyordu. Ama hepsinin de ortak paydası aynıydı. Zamanla yarışıyordu. Otobüsler, dolmuşlar, duraklar dolup taşıyordu. Ayçada biran önce evine gitmek, ailesine kavuşmak istiyordu. Bir müddet sonraysa beklediği dolmuş yaklaşmıştı. Genç kızda elindeki bavuluyla zaman kaybetmeden yerini almış ve hareket etmişti. Urlaya, evine, ailesine çok mesafe kalmamıştı artık. Bu düşünceyle de heyecanı katlanarak artıyordu. Kim bilir annesi neler hazırlamıştı onun için. Bütün aşçılığını konuşturmuştu her zaman olduğu gibi. Öylesi eşsiz lezzetler yapardı. Babası ise sigaranın birini söndürür, birini yakardı heyecandan. Zira ayça onun ilk göz ağrısıydı. Kardeşleri kubilayla asu ise gözlerini ahşap evin penceresinden alamazlardı. Hepsi de çağlayan bir özlemle tutuşuyorlardı. Genç kızsa bunu bildiğinden hasretlerine dayanmayarak ilk bulduğu otobüsle yola koyulmuştu.
Dolmuş Urlaya girdiğinde genç kız son durakta inmiş ve bavulunu eline alarak yürümeye başlamıştı. Çocukluğunu, lise yıllarını geçirdiği ahşap ev dolmuş durağının karşısında devam eden yokuşun sonundaydı. Binbir güçlükle yokuşu aşan ayça evine geldiğindeyse nefeslenmek adına duraksadı. O sıradaysa yıllarını geçirdiği evi tepeden tırnağa süzmeye başladı. Her yerini ince ince göz hapsine almıştı. İki katlı şirin bir evdi. Ahşap bir yapıdaydı. Giriş kapısı eski zamanlardan kalma iki yana açılan devasa bir görüntüye sahipti. Ama yılların yorgunluğu onu da yıpratmış, bitap düşürmüştü. Açılırken iç gıcıklayıcı bir gıcırtı verirdi dış dünyaya. Alt kat samanlık ve ahır olarak kullanılır, üst kattaysa oturulurdu. Rahatladığını fark eden genç kız kapıyı iterek içeriye girdi. Eşikten adımını attığında çocukluk günleri aklına geldi. Zira hala o günlerin büyüsünden kurtulamamıştı. Sağ taraftaki merdivenlere yöneldiğinde elindeki bavulun ağırlığını hissetti. Yürümesini zorluyordu. Ve zor bela tırmanmaya başladı. Eve çıktığındaysa salon bomboştu. Kimsecikler yoktu. Tahmin ettiği gibi karşılanmamıştı. Sonra odaları dolaştı tek tek. Her yer bomboştu. Ve en sonunda tersa gitmek geldi aklına.
Koridorun sonundaki teras bölümünü ise bir çırpıda geçmiş, kapısına gelmişti. Düşündüğü gibi herkes ordaydı. Ama bir telaş vardı. Herkes panik ve tedirgin bir haldeydi. Sonra yerde birinin yattığını fark etti. Bütün aile onun başındaydı. Kapıyı açıp sessizce oraya doğru yürümeye başladı. Her yaklaştığında içindeki huzursuzluk artıyordu. Ve görüş mesafesi netleştiğinde beyninden vurulmuşa döndü. Yerde yatan babasıydı. Annesi başında iç çeke çeke ağlıyordu. Sanki bir yas hali vardı. Kubilayla asu ise korkmuş halde hareketsiz yatan babalarına bakıyordu. Yaşlı kadın ayçayı görünce daha acı bir feryatla bağırmaya başladı. ‘’ Gitti. Dağ gibi erim, evimin direği gitti. ‘’ diyerek yeri göğü inletiyordu. Ayçaysa put gibi kaskatı kesilmişti o an. Karşılaştığı sahnenin etkisiyle şoka girmiş gibiydi. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilmeden öylece kalakaldı. Ve biranda olduğu yerde dizleri üzerine çöküverdi. Başını elleri arasına almış, sadece cansız yerde yatan bedene bakıyordu. Sonra irkilircesine doğrulup toparlandı. Hemen babasının üzerine eğildi. Bileğini tutarak nabzını kontrol etti. Kulağını göğüs kafesine koyarak kalbini dinledi. Fakat tek bir olumlu netice yoktu. Yaşlı adam ölmüştü. Artık yoktu. Ve bir daha olmayacaktı. Zira o, sonsuzluğa yelken açmıştı.
Genç kız bunu fark ettiğindeyse cansız yerde yatan babasının bedenini itiştirmeye başladı. Bir yandan da konuşmaya. ‘’ Hadi kalk baba. Bak ben geldim. Kızın, ayça. İlk göz ağrın. Onurun, gururun, en büyük mutluluğun. Hadi kalk baba. Nolur hadi kalkta kahvaltımızı yapalım. Bak yeni, güzel, huzur verici bir gün başlıyor. Bereketini kaçırmayalım. Baba nolur kalk. Hadi nolur. Kalksana hadi nolur. Bırakıp gitme bizi. Ben sensiz ne yaparım. Nasıl yaşarım. Nolur baba, bırakıp gitme bizi. Hadi kalk. Hadi… Nolur ölme. Sen ölemezsin. Ölüp gidemez, bizi yapayalnız bırakamazsın. Bırakmazsın. Hadi nolur kalk… ‘’ Ve sonra ansızın babasının cansız bedenini yumruklamaya başladı. Ardından da üzerine kapanarak ağlamaya. Öyle içli, öyle can yakan çığlıklar atıyordu ki her yerde yankı yaratıyordu sesi.
Bir müddet sonrasındaysa çığlık ve yakarışlara mahalle sakinleri gelmişti. Onların bu halini, seyit beyin cansız bedenini gördüklerinde şaşkına dönmüşlerdi. Acılı aileyi zor bela cenazenin bulunduğu yerden uzaklaştırıp sağlık görevlilerini çağırdılar. Gelen ekip seyit beyin kalp krizinden öldüğünü söyleyerek gerekli raporu yazdı.
Ayça ise bu sırada yaşamıyordu sanki. Babasıyla beraber diyar değiştirmiş gibiydi. Kaskatı bir ölüye benziyordu. Veyahut bir robota. O an bütün hislerini kaybetmişti. Onun toprağıyla yer kürenin en derinlerine gömmüştü. Ruhsuzlaşıp yok olmuştu. Canı yanıyordu. Belki de bütün bedeni. Ama net olansa sadece babasının vefatıydı. Sanki çırılçıplak kalmıştı. En büyük desteğini, arkasındaki dağı, koca çınarını yitirmişti. Ondan sonra ne yapacağını, nasıl yaşayacağını bilmiyordu. Tek bildiği uçsuz bucaksız bir boşluğun içinde kaybolduğuydu. Tutunmak isteyipte tutunamadığı, kurtulmak isteyipte kurtulamadığı... Gerçeği hazmetmeye başladığındaysa artık yarım bir insandı. Yüreği, vicdanı, kalbi artık hep yarımdı. Ve o günden sonra hep yarım kalacaktı. Ama ne tesadüf ki tüm insanlar buna bile alışıyordu. Ayça da alışıyordu. Hatta hiçbir şey olmamışçasına devam edecekti yaşantısına. Zira hepimiz biraz ıssızız galiba.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.