- 874 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mutluluğunun Zirvesinde Anne
Hayat insanı o kadar yoruyor ki bazen yaşamak yerine ölmeyi tercih ediyorlardı. Böyle hayatta ölümü seçmişti Yasemin. Ölmeliydi. Gözleri ebediyete kavuşmalı, karanlığın içinde kaybolmalı idi.
Yasemin ülkenin birinde küçük bir odada dünyaya geldi. Bu küçük oda onun için hiç iç açıcı değildi. Rutubet kokusu sarmıştı her yeri. Duvarların boyaları dökülmüştü. Tıpkı bir insanın gözünden akan yaş gibi ya da dalda kuruyup rüzgarın etkisi ile yere düşen bir yaprak gibi. Yasemin dünyaya geldiği için sevinmeli miydi yoksa yaşanmayacak bir yere geldiği için pişman mı olmalıydı? Yeşil gözleri etrafındaki insanların ona hayretle baktığını görebiliyor, burnu o rutubet kokusunu alabiliyordu. Her şey yerindeydi. Bir tek şey hariç. Annesinin kokusunu duyamıyor, onu göremiyordu. Neredeydi, neden hissedemiyordu o kokuyu? İşte o zaman gözlerinden akan yaşlar annesinin bir daha geri gelmeyeceğini fısıldamıştı ona.
Ağlıyordu. Artık sadece ağlıyordu. Zaman ilerledikçe daha da içine kapanık bir kız olmuştu. Ne konuşuyor ne gülüyor ne de onun için yapılanların farkına varabiliyordu. Doğduğu günü duymak bile istemiyordu. Dışarı çıkıp baktığında etrafa annesinin elini tutmuş bir çocuğun duygularını yaşayamıyordu. Her şey o acı ölümü hatırlatır olmuştu Yasemin’e. Aslında o gün oda ölmüştü ama yaşıyordu ilgisizce, isteksizce..
Yasemin on altı yaşına gelmişti. Beline kadar uzanan kumral saçları, yeşil gözleriyle tamamen annesine benziyordu. Tıpkı onun gibi güzel, onun gibi masumdu. Ama o acı gerçek yok mu onu doğduğu gün bulmuştu ve peşini de bırakmıyordu.
Babası Yasemin’in doğduğu günden beri sürekli içki içiyor, sarhoş oluyordu. Ama her sarhoş olduğunda ağzındaki o kelimeyi bıkmadan tekrarlıyordu. ‘keşke’…
Yasemin neden doğmuştu? ‘keşke’ neyi anlatıyordu? Bunların cevaplarını bulması gerekiyordu. Artık hayatına bir anlam vermeli ya da sonsuza kadar uyumalıydı. Gözlerini her defasında bir daha açmamak üzere kapatır, sonsuzlukta ilerlerdi. Yasemin her gün bir öncekinden daha çok düşünüyordu. Bu yaşadığı, doğduğu yerden kurtulmalıydı. Bir gün deniz kıyısında dolaşırken bir taka bulmuştu. Ona binip sonsuzluğa kavuşabilirdi. Başka bir yerde belki mutlu olabilirdi ya da mutluluğu öğrenmeliydi aslında.. bu yaşına kadar hiç mutlu olmamıştı ki! İçinden gelerek gülmemişti bile. Mutluluğu aramaya koyuldu. Yanına birkaç parça eşyasını alarak yaşadığı yeri, keşke deyip duran babasını bırakıp yola koyuldu. Denize açıldıktan sonra mutluluk onu bulmalıydı ya da artık o mutluluğa ulaşmalıydı. Saat gece yarısını gösterince yattı ve gökyüzünü seyretmeye başladı. Birden bir şey dikkatini çekti. Yıldız kaymıştı gözlerinin önünden. Tıpkı doğduğunda elinden alınan annesi gibi. Çok geçmeden uyudu Yasemin. Kalktığında güneş tepeden merhaba dercesine parlıyor, martılar denizde balık yakalama yarışına giriyorlardı. Deniz sanki bir cennet misali ışıldıyordu. Tıpkı Yasemin’in gözlerinin parıldadığı gibi. Saatlerce yol almış olmasına rağmen bir kara parçasına rastlayamamıştı. Büyük bir denizin ortasında kaybolmuştu. Yasemin umudunu yine kaybetmiş, umutsuzca etrafına bakınıyordu.
Düşündükçe o yeşil gözlerinden yaşlar damlamaya başlamıştı. Yiyeceği de bitmek üzereydi. Günler geçti. Hala denizin ortasında ilerliyor ama bir türlü kara parçası bulamıyordu. Geriye dönüp babasını düşündü. Acaba ne yapıyordu? Yasemin’in kaybolduğunu öğrenince ne yapmıştı, üzülmüş müydü? Ya da hala içiyor muydu? Gece olmuştu o bunları düşünürken. Gökyüzünü seyretmeye başladı yeniden. Bir çok hayal kurmuştu gerçekleşmesi mümkün olmayan. Tıpkı annesinin bir daha geri gelmeyeceği gibi. Babasının keşke demelerini bir daha duyamayacağı gibi.
Gözlerini açtığında güneş tam tepeden ona sıcaklığını veriyordu. Bir rüzgar bir hışırtı sesi duydu. Gözlerini açtığında bir kara parçasına vurduğunu gördü. Rüzgar estikçe ağaçların yaprakları bir melodi eşliğinde ses çıkarıyordu. Kalktı ve kumsalda yürümeye başladı. Ama onu orada bekleyen tehlikeden habersizdi. Nereden bilebilirdi ki buranın mutluluğu bulmak, onun yaşaması için doğru yer olmadığını. Etrafı dolaşmaya başladı. Çok kocaman çeşit çeşit ağaçlar vardı. Rengarenk çiçekler vardı. Ağaçların içinde ilerledikçe ilerliyordu.
Ormanın derinliklerinde çok güzel bir bitkiye rastlamıştı. Çok güzel görünüyorlardı. Hayatı boyunca böyle bir bitkiyi ilk kez görmüştü. Ağır adımlarla ilerlemeye başladı korkarak. Bitkinin muhteşem görüntüsü karşısında büyülenmişti adeta. Elini uzatmasıyla birlikte çevreden garip sesler duymuştu. Seslerin geldiği yöne kafasını çevirdi. Korku dolu bakışlarla etrafına bakındı. Ve karşısında peri gibi sadece masallarda rastlanabilecek bir kadın duruyordu. Bu kadını hayal meyal hatırlıyordu. Evet evet yanlış görmüyordu. Kaybettiği annesiydi o. Bu hayal olamazdı. Hemen annesinin kollarına atıldı,sarıldı,öptü. İlk kez annesinin kokusunu hissetmişti. Mutluluğun zirvesine ulaşmıştı annesinin kollarında. Etraftan geçen insanlar ise Yasemin için artık yapılabilecek bir şey kalmadığını anlamışlar ve ona acıyan gözlerle bakıyorlardı. Evet Yasemin’in hayali gerçek olmuştu artık annesiyle birlikteydi ama onlar artık cennette yaşıyorlardı. Ebediyen hiç ayrılmamak üzere birlikteydiler artık.
Son.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.