- 1708 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HALDUN DORMEN
Türk tiyatrosunun yapı taşlarından biri
ve temel direği,
Türk tiyatrosunun beyefendisi,
yüzlerce talebe yetiştirmiş; hocaların hocası,
müzikallerin adamı,
Türk tiyatrosuna omurga hareketini getiren
alaturkanın, ortaoyunun ölü yanlarını silen,
“en tiyatro adamı”
HALDUN DORMEN
Bu seneki (2008 Mart) söyleşi turumda ilk seyrettiğim oyun Dünya Tiyatrosu’nun en büyük klasiklerinden biri olan "Kibarlık Budalası" idi. Oyundan iki saat önce oyunun özel galasının yapılacağı Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nın kulisinde idim. Oyunun yönetmeni Hakan Altıner’e "merhaba" dedikten sonra, oyunda oynayan Tarık Papuççuoğlu ile söyleşi yaptım. Daha sonra ise Türk Tiyatrosu’nun duayeni yönetmen ve oyuncu Haldun Dormen ile kuliste karşılaştım. Kendisiyle Şubat 2007’de söyleşi yapmıştım. Hal ve hatır sorduktan sonra, yönetmen olarak değil de, oyuncu olarak sahne hazırlığını yapmak üzere olan Haldun Dormen ile "Kibarlık Budalası" üzerine kısa bir sohbetim oldu:
"Ben, Moliere’i çok seviyorum, her zaman da sevdim. Daha tiyatro eğitimime başladığım
ilk günden beri Moliere hayranıyım. Sanki dün yazılmış ta, bugünkü insanları anlatan bir karakter oynuyorum. 18. yüzyılda yazılan ancak bugün bile özelliğini yitirmeyen bir karakter. Paranın getirdiği güç o zaman da vardı şimdi de. Kibar olmaya çalışan bir maganda. Ve bu uğuda da para harcamaktan kaçınmıyor. Sonunda da gülünç bir kibar haline geliyor. Ben 170 oyun sahneledim. Kendimi yönetmen olarak görüyorum. Bu oyunda da ilk sahneye çıkan bir oyuncu gibiyim. Hiçbir şeye karışmıyorum. Yönetmen Hakan Altıner ne derse onu yapıyorum. Aramızda bir problem olmadı..."
Kibarlık Budalası...
İstanbul Metropolitan Sanat ve Kültür Platformu ile Tiyatro Kedi’nin ortak yapımı olan Moliere’in ölümsüz eseri KİBARLIK BUDALASI’nda, Türkiye’de ilk kez yepyeni bir uyarlama yapılmış. Oyunda yer alan eserleri Şef Oğuzhan Balcı yönetiminde, 15 kişilik İstanbul Metropolitan Oda Orkestrası "Barok Dönem"in dev bestecileri Vivaldi, Bach, Albinoni ve Boccherini’nin eserleri ile Lully’nin bu oyun için yaptığı özel besteleri seslendiriyor.
Türk Tiyatrosu’nun büyük ustası Haldun Dormen’in, sekiz yıl aradan sonra yeniden sahneye döndüğü KİBARLIK BUDALASI’nın uyarlamasını İpek Kadılar Altıner yapmış. Hakan Altıner’in sahneye koyduğu oyunun Müzik Direktörü ise Arda Aydoğan.
17. yüzyıl Fransa’sında geçen oyunda, cahil, saf fakat çok zengin bir adam olan Mösyö Jourdain’in (Haldun Dormen) bir tek amacı vardır: Asilzade olmak, soylu sınıfa girebilmek. Onun saflığından faydalanmaya çalışan Kont (Tarık Papuççuoğlu) ise bu saflıktan yararlanıp onu devamlı sömürür. Oyunda oynayan diğer sanatçılar ise: Ebru Cündübeyoğlu, Özlem Çakar, Abdül Süsler, Elif Çakman, Dilek Aba, Oral Özer ve Erez Ergin Köse.
Evet, şimdi gelelim 2007’nin Şubat ayında yapmış olduğum söyleşime:
O, Türkiye’nin başarılı işdamlarından Sait Ömer’in oğlu.
Annesi Nimet Rüştü ise bir paşa kızı.
Babası Sait Ömer, Kıbrıs’ta doğmuş, genç yaşta İngiltere’deki eğitiminden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde bir süre hukuk okumuş.
Anne Nimet Rüştü, İstanbul Çamlıca Kız Lisesi mezunu. Fransızca derslerinin yanında piyano dersleri de almış.
Birbirlerini beğenen Sait Ömer ve Nimet Rüştü’nün düğünleri Acıbadem’deki köşkte yapılmış.
Kendisinden önce dünyaya gelen kardeşi Şimal, birkaç aylıkken hastalanmış, tuttukları bakıcının bilgisizliği sonucu ölmüş.
Kısa bir süre sonra, 5 Nisan 1928’de, Sait Ömer-Nimet Rüştü çiftinin bir çocukları daha doğmuş. Adını dayılarının isteği üzerine HALDUN koymuşlar.
Ancak çocukları HALDUN için Viyana’dan diplomalı bir bakıcı getirtilmiş.
Ve böylece geleceğin Türk tiyatrosunun duayeni Haldun Dormen, bebekliğinden itibaren Avrupalı dadılarla büyütülmeye başlanmış.
Haldun Dormen, ailede sanatçı olmadığı halde tiyatro sanatına nasıl bulaştığını pek bilmiyor. Ancak tek hatırladığı, sık sık değişen bakıcılarından bir tanesinin; bayan Janet’in sinema meraklısı olduğu. Daha okula bile başlamayan Haldun, hafta sonlarında dadısı Janet’le gittiği sinemalardaki müzikal filmlerden Fred Astaire, Ginger Rogers, Martha Eggerth, Marlene Dietrich, Greta Garbo gibi sanatçıları tanımaya başlamış.
"Sanıyorum o günlerde kararımı vermiştim: oyuncu olacaktım. Çünkü o seyrettiğim müzikli filmlerdeki şarkıları evde dans ederek tekrarlıyor; kendimi o filmlerde oynayan biri olarak görüyordum; zaman geliyor Fred Astaire, zaman geliyor Bing Crosby oluyordum... Diğer yaşıtlarım gibi: pilot, polis, asker değil de; ünlü bir star olmayı düşlüyordum. "
diyerek başlıyor çocukluğundan anlatmaya Haldun Dormen...
Çağdaş Türk tiyatrosunun kurucularından Muhsin Ertuğrul’dan sonra Türk tiyatrosuna hizmet edenlerin başında gelen Haldun Dormen’le, İstanbul’un Levent semtinde, Levent Caddesi’nde kurduğu ve yönettiği MEDYAPIM AKADEMİ’ de buluştum.
Bana bu tarihi buluşmayı sağlayan MEDYAPIM AKADEMİ idarecisi Neslihan Ünal ve Haldun Dormen’in asistanı Cem Akkaş’a teşekkür ederim.
Haldun Dormen’le yaptığım keyifli sohbetimin yanısıra, zaman zaman satır aralarında sizlere Haldun Dormen üzerine yazılan yazılardan bazı seçmeleri sunmak istiyorum.
Bunlardan ilki, onunla çalışmış tiyatro sanatçılarımızdan Gülriz Sururi’nin Haldun Dormen için yazdıkları:
GÜLRİZ SURURİ...
"... Haldun Dormen yönetiminde Cep Tiyatrosu kuruluyor o yıllar. Yale Üniversitesi’nde okumuş, Küçük Sahne’de Nur Sabuncu’nun oynadığı Hamlet’le sahneye çıkmış bu yönetmeni tanımıyordum. Ancak Kadıköy’de oynadıkları Papaz Kaçtı isimli oyun büyük başarı kazanıyor. Altan Erbulak, Ayfer Feray, Erol Günaydın, Metin Serezli, Yıldız Alpar isimleri duyulmaya başlanıyor. O topluluğu Bir Evlenme oyununda izlemek olanağını bulacaktım ilk kez..... Tunç Yalman’la karşılaşıyorum.
-Haldun Dormen’in kurduğu yeni Küçük Sahne’ye girer misin?
diyor ayaküstü.
-Bilmem, diyorum, onun kadrosu dolu galiba.
-Hayır, diyor Tunç Yalman, senin gibi bir oyuncusu yok ve seni çok beğeniyor Haldun, eminim çok sevinecek.
Ertesi gün telefon ediyor Tunç. Haldun Dormen bekliyormuş beni Küçük Sahne’de. Gazetelerde gördüğüm resimlerinden tanıyorum onu. Hakkında okuduğum yazılardan. Cep Tiyatrosu’nda sahneye koyduğu oyunları çok beğenmiştim. Onunla çalışmak benim için bir aşama olabilirdi. Şişli tramvayında karşılaşmıştık bir kez Haldun Dormen’le, gözlerini ayırmamıştı üstümden, anımsıyorum. Küçük Sahne’nin, daha sonra kimler geldi kimler geçti diye isimlendireceğim küçük yazıhanesinin kapısında karşıladı beni Dormen. Üzerimde bıraktığı ilk etki "ne kadar nazik, ne kadar kibar bir insan" oluyor. Sakin görünmeye çalışan, fakat heyacanını yenemeyen, acele konuşan, bir fikirden ötekine atlayarak her şeyi birden anlatmaya çalışan, ben yaşlarda bir genç Haldun Dormen. Bu aydın, kültürlü genç yönetmenle çalışmaktan mutlu olacağımı seziyorum ilk karşılaşmamızda.....
-Mevsim sonunda Atlas Sineması’nda bir müzikal koyuyoruz sahneye, dedi Haldun bir gün. Sokak Kızı İrma, başrolü sen oynayacaksın.
Çok heyacanlandım birden.
-Ama ben şarkı söyleyemem ki, dedim.
-Hadi hadi, bana numara yapma. Ayol Çocuk Tiyatrosu’ndan beri, babanın operetlerinden beri şarkı söylüyorsun sen, dedi Haldun o kendine özgü konuşmasıyla.
Haldun’u o güne kadar hiç bu denli güvenli görmemiştim. Her zaman iyimserdi, ama bu kadar güvenli olduğunu ilk kez görüyordum. Oyunu Paris’te seyretmişti Haldun birkaç yıl önce ve seyrederken hep beni düşünmüştü.... İrma, Haldun’un en başarılı rejisiydi o güne kadar seyrettiğim ve Haldun çok mutlu oluyordu müzikal çalışırken... 7 mayıs gecesi perdelerini açtı Dormen Tiyatrosu Sokak Kızı İrma müzikaliyle Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nda. Kusursuzdu gerçekten güzel bir müzikal olan oyun. Her şey yerli yerindeydi. Oyuncular, müzik, mizansen, dekor, kostüm her şey el ele vermişti bu oyunda. Ve yıllar sonra Türk tiyatro seyircisinin kulaklarının pası siliniyordu.. Oyunun sonunda seyirci kıyameti koparıyordu salonda. Perdenin kaç kere açıldığını hatırlamıyorum. Haldun’la sarılmıştık birbirimize. Hayatımın o güne kadarki en heyecanlı tiyatro olayını yaşıyordum. Her sanatçının yaşaması gereken bu değişik duyguyu ilk kez tadıyordum doya doya... Ve her gece doldu Atlas Sineması. Haldun’un kehaneti doğru çıkmıştı. İrma’nın ilk provasında "Oyunun ertesi günü burada kuyruklar olacak" demişti, Atlas gişesini göstererek. Söylediği gibi de oldu. Atlas’ta İrma’nın ilk gecesi, daha doğrusu oyunun ikinci, fakat Atlas sahnesindeki ilk gecesinde 1700 kişilik sinema tıklım tıklım dolmuş..." Gülriz Sururi / Kıldan ince kılıçtan keskince.
Babamın benimle ilgili bambaşka düşünceleri vardı...
Başarılı bir işadamının oğlu idim. Hayatım çok güzeldi. Ailemde sanatçı yoktu. Babam, benim kendi işlerini devam ettirip, ona yardımcı olacağımı düşünüyordu. Yapacağım öğrenimimi de ona göre ayarlıyordu. İlkokuldan sonra Galatasaray Lisesi’ne gitmek istiyordum. Babamsa beni İngiliz okulu olan High-School’a yazdırmıştı. Fakat ben ne yaptım ettim Galatasaray’a başladım. Orada edindiğim arkadaşım Hamit Belli ile arkadaşlığım hep devam etti. Babası sinema ve tiyatro sanatçısı Emin Belli idi. Okulda tüm spor faaliyetlerinin dışında, yüzmek ve kürek çekmekle de uğraşıyordum.
Benim için yazılan ilk rolüm... ve ilk star oluşum...
Bu arada müzik hocamızın hazırladığı Demir Bank adlı bir oyunda oynamak istemiş, ancak bana rol kalmamıştı. Daha sonra ise Hakkı Bey benim için "Yirmi Beş Kuruşluk" adlı bir oyun yazdı. Bankanın kasasındaki paralardan birini oynuyordum. Çok kısa bir rolüm vardı bu oyunda. Dans edip şarkı da söylüyordum. Yıl sonunda ise Kamp adlı oyunda rolüm fazla idi. Müzik eşliğinde ayağımdaki patenlerle dans etmiştim. Bu roldeki başarımla herkesin beğenisini kazanmıştım.
İlk seyrettiğim tiyatro oyunu Othello...
Oturduğumuz apartmanda oturan Araboğlu ailesi tiyatroya çok meraklıydılar. Cumartesi akşamları ailece Şehir Tiyatrosu’na giderlerdi. İlk tiyatroya beni onlar götürdü. Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nda seyrettiğim oyun Othello idi. Oyunda rol alanlar Cahide Sonku, Talat Artemel, Hadi Hün, Süavi Tedü. Seyrettiğim oyunu, oyuncuları, dekorları günlerce dilimden düşürmedim. Belki de bu oyunla beraber hayatımın yönü değişti diyebilirim.
İşte onun talebesi olmuş, onunla aynı sahneyi paylaşmış, kendi değimiyle "tiyatro delisi" Hadi Çaman’ın kendisiyle yaptığım söyleşide (www.tiyatrom.com arşivim) hocası Haldun Dormen için söyledikleri:
"Haldun Dormen’in kadrosu bir milli takım kadrosu gibiydi...
1962 yılında Dormen ve Kent Oyuncuları’nın açtığı sınavı kazandım. İlk başvuran da bendim. Bir sene Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Haldun Dormen, Erol Keskin, Altan Erbulak ve Nisa Serezli gibi değerli sanatçıların öğrencisi oldum. 1962-63 tiyatro sezonunda Haldun Dormen sınıfta "Çocuklar, yeni bir oyun sahneye koyuyorum. Kadromuz yetmediği için Kenterler’den de takviye alıyorum. Müşfik Kenter, Tuncel Kurtiz, Erol Günaydın ve Kamuran Yüce de aramızda olacak. İki de genç oyuncuya ihtiyacımız var. Hadi, seni yarın provaya bekliyorum" dedi. Böylece "Altın Yumruk" oyunuyla Dormen Tiyatrosu’nda profesyonel tiyatro hayatım başlamış oldu. "Dormen Ekolü" gibi bir ekolden yola çıkmış olmam bana her zaman gurur vermiştir. Bugün Dormen Tiyatrosu’nun kapanmış olması beni en çok yaralayan olaydır. Bir ailenin çöküşü gibidir benim için. Ben hala rüyalarımda yanımda Erol Günaydın, Altan Erbulak, Nisa Serezli ve Erol Keskin’le beraberim; onlardan kopamadım. Ben çok şanslı bir gençtim. Dormen Tiyatrosu’nun o yıllardaki kadrosu milli takımdı. Haldun Dormen’in başkanlığında Ayfer Feray, Nisa Serezli, Altan Erbulak, Erol Keskin, Erol Günaydın, Metin Serezli, İzzet Günay, Turgut Boralı, Cahit Irgat, Muazzez Kurtoğlu, Kamuran Usluer, Güzin Özipek ve Tolga Aşkıner... bu güzel insanlarla bir arada olmak; bir aile gibi olmak; inanılmaz bir ekiple çalıştım. Biz kıskanılan bir aileydik. Dormen’e girebilmek mucize sayılıyordu. Dormen Tiyatrosu çatısı altında olabilmek bambaşka bir ayrıcalıktı. Haldun Dormen’in okulundan mezun olanlar genellikle tiyatro delisi oluyorlar. Çünkü, o bizden daha tiyatro delisidir. O, 1955’li yıllarda tiyatrosunu herkese açmış, Muhsin Ertuğrul’dan sonra gelen bir tiyatro duayenidir."
Ve Robert Koleji...
Babam Robert Koleji’ne girmemi, İngilizce öğrenip, Kolej’in mühendislik bölümünde okuyup kendi işnde yardım etmemi istiyordu. Kabul ettim. Çünkü planımda İngilizce öğrenip Amerika’ya tiyatro okumak vardı. O yıllarda Robert Koleji’nde yapılan tiyatro çalışmaları çok gündemdeydi. Son sınıfta Tunç Yalman, Ahmet İsvan ve Ecevit, Dr. Faustus oyununda oynuyorlardı. Ben tiyatro çalışmalarınaa ancak onuncu sınıfta katılabildim.
Gizlice Yale Üniversitesi Tiyatro Bölümüne başvuru...
Bu arada Tunç Yalman’ın ve Şirin Devrim’in Amerika’daki Yale Üniversitesi’nin tiyatro bölümüne başladıklarını duydum. Ben de on birinci sınıfta iken öğretmenlerden Prof. Mac Neal ile görüşüp Yale Üniversitesi Tiyatro Bölümüne mektup yazdım. Bir süre sonra olumlu cevap geldi. Ancak ailemin bundan haberi yoktu; bu başvuruyu onlardan gizli yapmıştım. Konuyu açmaya korkuyordum. Tunç Yalman’ın tiyatroculuğa olan merakı evde konuşulduğunda annem: "Tek evin tek oğlu artist olacakmış, yazık, çok yazık; Allah kimselere vermesin" diyerek üç kere tahtaya vurmuştu.
Müsaade ederseniz biraz daha Hadi Çaman’la devam edelim...
Hadi Çaman, "GÜZELTMEK" adlı anılar kitabında, ustası Haldun Dormen için de şu satırları yazmış:
"
Bir Prens
O’nunla ilk, altmışlı yılların başında göz göze geldim. Daha önce sahnede izlediğiniz birine iki metre mesafede, elini uzatsan dokunacağın bir yakınlıkta bulunmanın mutluluğunu ilk kez O’nunla tattım. O’nun, insanı hemencecik rahatlatan, kendine güven duygusu veren gücünü o gün keşfetmiştim. O günlerden bu yana yıllar akıp geçti. Hiç ayrılmadım çevresinden. O da hiç dışlamadı beni. Önce sevgiyle gelişen duygularına saygıyı da ekledi. Hem gururlandı benimle, hem onurlandı. Sırf bana değildi. O’na teslim olan, destek olan, O’nunla bir şeyler yaratan, bölüşen hiç kimseyi ilk günden çizdiği o sevgi dolu çemberin dışına itmedi, atmadı. Dağarcığında ne varsa hep o insanlarla üleşti. Hiçbir zaman, ’Ben’ demedi. ’Bizdik’ onun yanında, hepimiz. Aileydik.
Kendi öz ailesine, soyadına sonsuz düşkün olmasına karşın tüm özel yaşamını, sofrasını, sahnesini, gönlünü hep bizlerle paylaştı. Şunca yıllık meslek yaşamım boyunca onlarca usta, onlarca hoca tanıdım. Her birinde birer ikişer olan özelliklerin tümünü O’nda fazlasıyla gördüm. Sahne hocalığı tabii ki önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde yapılır. Ama o, tüm bu kurallara kendi özel güzelliklerini de ekler, kafana vurmadan, seni incitmeden, dürtmeden. Bir de bakarsınız sayısız şey öğrenmişsinizdir. Bu öğrendikleriniz salt tiyatro ile de sınırlı değildir.
İnsana özel yaşamında da gereken, insanı insan yapan, saygın kılan, yerine göre kibarlıkla, görgülülükle, centilmenlikle sınıflandırabileceğiniz davranış biçimleri de öğrenmişsinizdir kendisinden.
En önemlisi bu saygın mesleğin, saygın bir kişisi olmanız yolunda arkanızda bir el hissetmişinizdir, her zaman. O’nun eli.
O hep tramplen olmayı yeğledi, tüm meslek hayatı boyunca, hepimize.
Hiçbir zaman, "Hep önde ben olacağım" demedi. Bizlere de bunu öğretti. Kendi adıma söylüyorum tabii, bugün herhangi bir oyunumuzun finalinde, genç bir oyuncumu seyirciye doğru elimle iterken, benim sırtımda da O’nun elini hissediyorum. O öpülesi bir el. Böyle parlak sözcüklerle övülmeyi de hiç sevmez bilirim, ama kalemim başka şeyler yazmıyor. O bir ağabey, O bir dost, O bir arkadaş, O bir usta, hoca, O bir genç ve O bir prens.
Adı HALDUN DORMEN."
Babamdan beklemediğim destek...
Bu arada babamın New York’a gitmesi üzerine, ona durumu izah eden bir mektup yazıp yolladım. Konuyu kendisiyle konuşmaya cesaretim yoktu. Bir iki hafta sonra eve geldiğimde annem "ne o artist olacakmışsın, babandan mektup geldi, yatağının üstünde." dedi. Heyecandan mektubu açamıyordum; geleceğim o zarfın içindeydi. Cesaretlenip zarfı açıp okumaya başladım. Hiçte korktuğum gibi bir mektup değildi. Babam bir idealim olduğu için benimle gurur duyduğunu, bana bu konuda yardım edeceğini yazıyordu. "Tiyatro da asil bir meslek. Görevin iyi bir tiyatrocu olmak ve bu işin eğitimini almaktır" diye yazıyordu.
1950 yıllarında zengin bir işadamının tiyatrocu olmak isteyen tek oğluna böyle davranması pek normal değildi. Bu mektubu o zamanlar kolejde herkese okumuştum.
Amerika Yale Üniversitesi’nde tiyatro eğitimim... ve PASADENA...
Amerika’daki Yale Üniversitesi’nde Tiyatro Bölümü’nde eğitim yapma işine babamdan da izin çıkınca, 1949 senesinde Yale Üniversitesi’nin bulunduğu New Haven’e geldim. Tunç Yalman ve Şirin Devrim de aynı okulda idiler. Tunç Yalman daha sonra Muhsin Ertuğrul’un göreve başlamasıyla Türkiye’ye dönmüş ve hocanın sağ kolu olmuştu. Tunç, tiyatroyu iyi bilen ve sanata evrensel bakan bir entelektüeldi. Beraber Yale’de çok keyifli günler geçirdik. Pasadena Playhause’un Patio Tiyatrosu’nda üç ay kaldım. Bu üç ay içinde Kanlı Düğün, Bir Kağıt Parçası, Kim Öldürdü ve iki Ameraikan komedisinde oynadım. Kağıt Parçası oyununda başrol oynadım. Bu arada Fox stüdyosundan bir yetkili Hollywood’da kalmamı teklif etti. Yale’yi bitirmek istediğimden kabul etmedim.
Şimdi aşağıda alacağım Selmi Andak’ın Cumhuriyet gazetesinde 08.10.2005 tarihli yazısı, Haldun Dormen’in tiyatronun dışında da, toplumsal olaylara karşı nasıl duyarlı bir sanatçı ve aydın bir kişi olduğunu gösteriyor.
"
SANATA BAKIŞ
SELMİ ANDAK
’Kantocu’dan Işıklı Selam
Haldun Dormen sahne sanatının bir duayeni, usta bir yönetmen, bir sahne koyucu, bir yazar... Muhsin Ertuğrul yönetiminde tiyatroya bağlanarak Küçük Sahne’de oynamış, sonra 1955 yılında kendi tiyatrosunu kurarak günümüze kadar 32’si müzikal 161 oyun sahneye koymuş. Yurtiçi ve yurtdışı başarılı çalışmaları ile ödüller kazanmış, TV ve radyo programları hazırlamış bir sanatçı. Haldun Dormen’i yıllardan beri tanıdığım, değerini algıladığım halde, bu haftalık köşemde neden bu girişi yaptım derseniz?! Şöyle ki:
Günümüzde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın Genel Sanat Yönetmeni Mazlum Kiper ve Müdür N. İbrahim Perçinkaya idaresinde Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde repertuvara aldığı Haldun Dormen’in yazdığı ve yönettiği "Kantocu" adlı müzikli oyun bence Haldun Dormen’in yoğun sanat yaşamında şimdiye kadar en üst seviyede yarattığı bir başyapıt olarak, sanatsal olarak tiyatroyu geçmişinden günümüze değerlendiren izleyici tarafından kanımca çok olumlu yorumlanacaktır.. Haldun Dormen’in bu ilginç "Kantocu"yu neden yazdığını, niçin sahneye koyduğunu tiyatronun yayımladığı broşürde kendisinin değindiği olaylar ve konular ile aktaralım:
"Neden Kantocu? Böyle bir konu nereden aklına geldi" diye sürekli soruluyor bana... Yanıtı gayet basit: Müzikallere bir çeşit öncülük etmiş yüzlerce sanatçıya bir selam göndermek, bir saygı duruşunda bulunmak istedim. Artık isimleri unutulmaya başlayan Peruz’a, Cemal Sahir’e, Mari Sabahattin’e ve daha nicelerine, biz sizleri unutmadık, unutmayacağız demeyi ve genç kuşaklara bu isimleri tanıtmayı arzu ettim Kantocu ile... Ayrıca, bir Ermeni soykırımının çok sözü edildiği bu günlerde Kantocu ile böyle bir şeyin mümkün olmadığını kanıtlamaya çalıştım karınca kararınca... Ermeni soykırımının yapıldığı iddia edilen yıllarda Şamran Nivart, Eliza Binemeciyan, Minakyan ve Benliyan gibi Ermeni star, besteci, tiyatro yöneticisi ve saz üstadı olanlar İstanbul’da baştacı ediliyordu. Anadolu’da birtakım çok tatsız olayların olduğuna hiç kuşkumuz yok ama.. bir soykırım olsa ünlü Ermeni vatandaşlarımız İstanbul’da nasıl el üstünde tutulabilirdi? İkinci Dünya Savaşı yıllarının Nazi’lerin Yahudileri yok etme çabaları unutulabilir mi?!.. Kantocu ile kendime göre bu konuya da ışık tutuyor, böyle bir şeyin olamayacağını anlatmaya çalışıyorum... Biz tüm Kantocu ekibi cumhuriyetten önce ve cumhuriyetten hemen sonra sahnelerimizde türlü sıkıntılar çekerek, bizlere bu aydınlık yolları aşmış sanatçılarımızı saygı ve sevgi ile selamlıyor, onlara "İyi ki vardınız" demeye çalışıyoruz... Umarım, siz izleyicilerimiz de Kantocu’dan keyif alır, bizlerle birlikte bu selamımıza katılırsınız"...
Değerli yönetmen ve yazar Haldun Dormen "Kantocu" oyununu yaratmak ile sadece müzikal niteliğinde bir oyunu sahneye koymuş olmuyor, aynı zamanda insancıl, toplumsal, sanatsal bir müzik-tiyatro uyumlu bu yapıtı ile, özellikle günümüzde sahneden izleyenlere bir mesaj iletmiş oluyor..." Cumhuriyet / 08.10.2005
Muhsin Ertuğrul ile tanışmam...
Yale’de her oyuncu oyunlar yönetir ve oynardı. Ben sahnelediğim ve oynadığım oyunlardaki başarılarım sonucu, Yale Tiyatro Okulu’nun en yetenekli, en ilginç öğrencisi kabul edilmiştim. Biraz dinlenmek için İstanbul’a geldim. Muhsin Ertuğrul ile tanışmak istemiştim. Arkadaşım Hamit, araya birini koyarak bana bir randevu ayarladı. Muhsin Ertuğrul o sezon Küçük Sahne’nin yöneticisiydi. Dragos’taki evinde beni "Haldun Paşa" diye karşılayıp öptü. Çok heyecanlıydım. Çok alçakgönüllü davrandı. Amerika’dan dönüşte Küçük Sahne’de yerimin hazır olduğunu söyledi. Yale’de çok başarılı günlerim oldu. Birçok oyunda önemli roller oynadım; mezun olmak için iki uzun oyun yönettim. Bu arada birçok gruplarla çalıştım. Örneğin Saranac Lake diye bir yaz tiyatrosu kurduk. Yale Tiyatro Okulu’nun rejisörlük kısmından başarıyla mezun olduktan sonra Saranac Lake çalışmalarına bir süre devam ettim. On ikinci Gece, Kibarlık Budalası gibi oyunları yönettim.
Ve İstanbul seyircisiyle tanışmam...
1953 sonbaharında İstanbul’a döndüm. Doğru Muhsin Ertuğrul’a gittim. Beni yine sıcak karşıladı. İlk tanıştığım Cahit Irgat ve Sadri Alışık idi. Küçük Sahne’de Dünkü Çocuk adlı oyunun provalarını izlemeye başladım. Küçük Sahne’de ilk oynadığım oyun Cinayet Var’dır. 7 Nisan 1954 gecesi Cinayet Var ile Türk seyircisinin karşısına çıkmıştım. Bu Türkiye’de oynadığım ilk oyunumu seyredenler arasında annem, babam, kardeşim, akrabalarım ve arkadaşlarım vardı. Hepsi çok heyecanlıydılar. Hakkımda birçok yazılar yazıldı. Türk tiyatrosunu daha henüz tanımıyordum.
Ankara’nın ikinci özel tiyatrosu AST’nin kurucularından Bülent Akkurt, yazmış olduğu Salyangoz ve Tiyatro adlı anılar kitabında, bir dönem beraber çalıştığı Haldun Dormen üzerine yazdığı bölümden bazı satırları gelin yine beraber okuyalım.
"Tiyatromuzun dolu dolu elli yıllık emektarı, yapı taşlarından biri ve temel direği Haldun Dormen, bütün bunların dışında zarafeti, inceliği, kadirşinas ve arkadaş canlısı oluşuyla da, benim açımdan her zaman büyük değer taşıyan beş yıldızlı dostlarımdan biri olmuştur.
Çok önemli, değerli ve her zaman saygıyla andığım bir işadamı Sait Dormen’in oğlu olarak ortaokulu Galatasaray’da, liseyi Robert Kolej’de bitirdikten sonra Amerika’ya gitmiş ve Yale Üniversitesi’nin Tiyatro Bölümü’nden mezun olarak New York, New Haven ve Hollywood’un çeşitli tiyatrolarında aktörlük ve rejisörlük yaparak bu konudaki yurtdışı stajını da tamamladıktan sonra, elinde rejisörlük diploması ile memleketine dönmüş ve 1954 yılında henüz Muhsin Ertuğrul’un yönetiminde çalışmalarını sürdüren Küçük Sahne Tiyatrosu ekibine katılmıştır. O yıldan bu yana, yukarıda da işaret etmiş olduğum gibi, Türk tiyatro dünyasında yönettiği ve rol aldığı oyunlarla her zaman başarıdan başarıya koşmuş bulunan Haldun Dormen’in repertuarında klasik eserlerden çağdaş eserlere ve nihayet müzikallere kadar çok geniş bir yelpaze içinde her tür oyun büyük bir başarıyla sergilenirken; bugün hepsi birer şöhret olan pek çok sanatçıya hocalık etmiş ve onları tiyatromuza geleceğin birer yıldızı olarak kazandırmıştır.... Beş yıl Küçük Sahne’de çalıştıktan sonra Dormen eski Ses Tiyatrosu’nu restore ederek o salona taşınmıştı. İşte bizim dostluğumuz Haldun’la o yıllarda başlamış ve giderek pekişmişti. Ankara Sanat Tiyatrosu olarak her zaman yardımını gördüğümüz Haldun Dormen’in Ankara turnelerinin organizasyonunu ben yapardım. Ve, 1964-65 sezonu sonunda mayıs ayında Ankara Sanat Tiyatrosu da ilk İstanbul turnesini Dormen salonunda gerçekleştirmişti... Türk tiyatrosunun yetiştirmiş olduğu en önemli ve en değerli tiyatroculardan biri olarak her zaman sevgi ve saygı ile anılacak olan o zarif, beyefendi sanatçı Haldun Dormen, ne yazık ki artık tiyatro yapmıyor..."
Türkiye’deki ilk oyunumdan sonra beni tebrik eden genç oyuncular...
Türkiye’de ilk rejisörlüğüm...
Cinayet Var oyunundan sonra beni fuayede bekleyen Tuncay Çavdar, Mümtaz Zeytinoğlu, Baran Çağa ve Erol Günaydın adlı gençler teker teker elimi sıkarak "Tebrik ederiz abi, oyununuzu çok beğendik" dediler. Ve yeni kurmuş oldukları, Galatasaray ve Kolej öğrencilerinden oluşan Tiyatro Derneği’ndeki tiyatro çalışmalarına davet ettiler. İlk oyunları "Gülünç Kibarlar" adlı komediyi yönetmemi istediler. Kabul ettim. Galatasaray Kulübü’nde oyunu sahneledik. Dekoru Duygu Sarıoğlu yapmıştı. Çok ilgi görmüştü. Türkiye’de ilk rejisörlük deneyimim başarılı olmuştu. Tiyatro Derneği grubundaki gençlerle çok iyi anlaştım. İkinci oyunu "Yalancı"yı sahneledik. İlk günkü gösterinin biletleri bir hafta öncesinden satılmıştı. Kadıköy’de üç hafta kapalı gişe oynadığımız bu oyunu Ankara’daki Tenis Kulübü’nde açık havada sergiledik. Burada da yine çok ilgi gördük.
Cep Tiyatrosu’nun kuruluşu...
Tiyatro Derneği ile yaptığım her iki oyunda ilgi görünce, bir tiyatro kurmak istedik ve bulunduğumuz odaları ayıran duvarı yıkıp altmış kişilik bir tiyatro salonu yaptık adını da "Cep Tiyatrosu" koyduk. İlk olarak ta "Peter Patlen" ve "Madonna’nın Portresi" adlı oyunları sergiledik orada. Oyunlar büyük ilgi gördü. Bu çalışmalar üç yıl sürdü. Bu süre içinde "Kırmızı Biberler", "Bir Evlenme", "Anfitriyon" ve "Kaygısız"ı sahneledik. Cep tiyatrosu’nun başarısı basında da ilgi gördü. Biletlerimiz haftalar öncesinden satılıyordu. Fuayesinde de resim sergileri ve konferanslar oluyordu. Bir sanat merkezi olmuştu. En güzeli de burada bir tiyatro kursu açmıştık. Buradan Erol Günaydın, Altan Erbulak, Erol Keskin, Nejat Ayberk ve Yılmaz Gruda gibi değerli tiyatro sanatçılarımız yetiştiler. Hatta Yılmaz Güney de bunların arasında idi.
Haldun Dormen’le söyleşi yapmak senelerdir hep aklımda idi. Söyleşilerimi takip eden bir okuyucumdan da bir mektup almıştım. Mektupta "Haldun Dormen’le niçin bir söyleşi yapmıyorsunuz?" diye soruyordu. O bir duayendi, o Türk tiyatrosunun direği idi, Muhsin Ertuğrul’dan sonra tiyatromuza en çok hizmet eden bir tiyatro adamıydı; ona ulaşmak biraz da hayal gibi geliyordu bana. İstanbul’da bulunduğum sırada tiyatromuzun ünlü oyuncularıyla söyleşi yapmak için oraya buraya koşarken, aklıma yine Haldun Dormen takıldı. Ve Medyapım’ı aradım. O bu okulun kurucularından idi. Kendisiyle söyleşi yapmak istediğimi söyledim. Medyapım yetkilisi Neslihan Ünal Hanım’la çok sıcak bir telefon görüşmemiz oldu. Bana Haldun Dormen’in asistanı Cem Akkaş’ın telefon numarasını verdi. Cem Bey ile yaptığım telefon görüşmesinde ise Cem Bey, "Söyleşilerinizi sitenizde takip ediyorum. En iyisi Haldun Bey’in cep numarasını vereyim, kendiniz görüşün" dedi. Zaten heyecanlı olan ben, Haldun Bey’in telefon numarasını alınca, hem daha çok heyecanlandım hem de söyleşi umudumu daha çok yitirir olmuştum. Beş on dakika kendimle mücadele ettim; cesaretimi toplayım numarasını cep telefonumda tuşladım. Türk tiyatrosuna yüzlerce tiyatro sanatçısı yetiştirmiş, Türk tiyatrosuna Muhsin Ertuğrul’dan sonra hizmet edenlerin başında gelen duayen telefonun öbür ucunda "buyrun Haldun Dormen" demişti. Kendimi güç bela toplayarak kendimi tanıtıp, söyleşi yapmak istediğimi söyleyebildim. "Tabii, memnunlukla, yarın 16:00’da Medyapım’da olun. Ben de o saatte orada olacağım" demez mi!.. O andaki sevincimi ve heyecanımı beni İstanbul’daki 9 günlük söyleşilerimde hiç yalnız bırakmayan ve söyleşi fotoğraflarını çeken ağbim Enver Dursun’la paylaştım. Ertesi günü saat 15:30’da Medyapım’da idik. Medyapım’ın idarecisi Neslihan Hanım’la Medyapım üzerine çaylarımızı yudumlarken sohbet ettik:
Medyapım Akademi...
Medyapım Akademi 1 Mayıs 2006 tarihinde kuruldu. Fatih Aksoy’un kuruculuğunda, Haldun Dormen yönetiminde bir akademi burası. Oyunculuk ve TV Yapımcılığı kursu veriyoruz. Sektöre yeni yüzler ve yetenekler kazandırmak amacıyla kuruldu Medyapım Akademi. Hepsi birbirinden değerli ve akademik kariyeri olan hocalarla çalışıyoruz.
Oyunculuk: Haldun Dormen, Nefrin Tokyay, Ali Altuğ ve Şebnem Sönmez.
Diksiyon: Tijen Par, Beyza Güdücü
Doğaçlama: Murat Ovalı
Dans: Nil Berkan
Müzikal: Serpil Günseli
Şan: Yıldız Tunbul.
Oyunculuk kurslarımız yıl içerisinde dörder aylık periyodlarla verilmektedir. Bunun yanı sıra yazın iki aylık yaz dönemi oyunculuk kurslarımız, çocuklar için (10-13 yaş) tiyatro kursumuz ve konservatuar sınavlarına hazırlık kurslarımız bulunmaktadır.
Oyunculuk kurslarında; oyunculuk dersi dışında diksiyon, doğaçlama, müzikal, şan ve dans dersleri verilmektedir. 17 yaş ve üzerinde her yaş grubundan öğrenci sınavsız ve mülakatsız bu kurslara katılabiliyor. Yaklaşık bir yıldır eğitim veren kurumumuzda bir öğrencimiz Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümünü burslu, bir öğrencimiz İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Müzikal Bölümünü, bir öğrencimiz Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Bölümünü kazandı. Mezunlarımız arasında televizyonda da çalışmaları olan öğrencilerimiz var. Oral Özer "Duvar" dizisinde, Fatoş Güçlü "Ayrılık" dizisinde oynuyor. Bir öğrencimiz "Papaz Kaçtı" adlı tiyatro oyununda oynadı. Mezun olan öğrencilerimizden dördü bu sene yapılacak "Hisseli Harikalar Kumpanyası" projesinde yer alacaklar. Diğer öğrencilerimizden bazıları reklam filmlerinde oynadı.
Yapımcılık kurslarımızda dörder aylık periyodlarla yapılmaktadır. İki ay teorik eğitimi Akademi’de alıyorlar. Kalan iki ayı da Medyapım’da stajyer olarak tamamlıyorlar. Staj gördükleri programlarda başarı ve performanslarına göre Medyapım’da kadrolu olarak çalışmaya başlıyorlar. Aslında biz Medyapım’da eleman ihtiyaçlarımız Akademi’deki öğrencilerimizden sağlamayı düşünüyoruz.
Yönetmenlik: Fatih Aksoy, Özgür Özatay
Yapımcılık: Işıl Karpuzoğlu, Gülümsün Saatçi
Senaryo Yazarlığı: Ahmet Saatçioğlu.
Ve Haldun Dormen’in içeri girişi...
Telefonda söylediği gibi, saat tam 16:00’da Haldun Dormen elinde siyah şemsiyesi ile içeri girdi. Çok şık giyinmişti. Her ne kadar tam bir İstanbul Beyefendisi görünümünde idiyse de; bir İngiliz centilmenini andırıyordu. Bülent Akkurt’un da yazdığı gibi zarafeti, inceliği ve kibar konuşmasıyla bana ve ağbime "Hoş geldiniz" dedi. Bizi, duvarlarında oyun ve film afişleri asılı olan odasına buyur etti. Çaylarımız tazalenmişti bile. Senelerin tiyatro adamı karşımda oturuyordu. Ve bendeki heyacanı, onun gösterdiği samimiyet ve sıcaklık dağıtmıştı. Yukarıda bir kısmını okuduğunuz; çocukluğundan, Amerika’daki tiyatro eğitimine, Türkiye’deki ilk yönettiği oyuna ve günümüze kadarki tiyatro yaşamını büyük bir sabırla ve detayı ile anlatmaya başlamıştı...
Bu güzel söyleşinin dışında, onunla ilgili o kadar çok yazı yazan var ki; onlardan bir kısmını sizlere aktarmayı uygun buldum. İşte yine onlardan bir tanesi:
Cumhuriyet gazetesi yazarlarından rahmetli Müşerref Hekimoğlu’nun Cumhuriyet Dergi’de 08.02.2004 tarihinde yazmış olduğu bir yazısından bölümler:
"
Şık bir oyuncu ve insan
.... İstanbul’da ya da Ankara’da galalardan çok söz edilmiyor artık. Şıklığın, zarifliğin pabucu da dama atılmış gibi! Belki de atılması gerekiyor. Toplumda değer yargıları hayli değişti. Dün akşam, yakın çevremden bir grupla operadan, tiyatrodan, baleden söz ederken belli sorulara takıldık. Bu sevgi soluyor mu acaba? Galiba solmuyor. Sahnede tek başına milyonları etkileyen oyuncular yok mu? Gerçek bir oyuncu rolü değişse de özünü güzel duyuruyor seyirciye. Çağdaşlığını güzel kanıtlıyor.
Dün geceki tartışmalarımızda gündeme gelen kişilerden biri Haldun Dormen. Gençler grubu, onun şıklığını öven sözlerle yansıttı yargılarını. Gerçekten şık bir oyuncu. Sahnede de, kuliste de, sokakta, evde, her yerde şıklığını güzel taşıyor.
Galiba yüzyıla yaklaşıyor dostluğumuz. Bu nedenle tarafsız olamam ama doğruyu söylemekten, içimden geçeni yansıtmaktan geri kalamam doğrusu. Haldun Dormen yakın arkadaşım, şimdi ayda yılda bir görüşüyoruz ama uzaklaşmış değiliz. Son günlerde onu sevgiyle izliyorum. O da sevgiyle oynuyor, zarif davranışlardan geri kalmadan sahnedekileri de, salondakileri de güzel selamlıyor. Tepeden tırnağa şık bir kişi. Giyimi, konuşması, davranışları aynı çizgide. Küçük rollerini de büyük titizlik, sevgi ve saygıyla oynamasına hayranlık duyarım her zaman.
Sevmek, hangi dalda olursa olsun güzel bir olay. Güzellikler üretiyor, çirkinlikleri yok ediyor. Bir oyuna Haldun Dormen’in gözüyle bakmak başka bir olay sanırım. Özüne, sanatına ters düşmüyor, oyununu, seyircisini boyutlandırıyor.
Haldun Dormen şık bir insan, şık bir oyuncu sözün kısası. Dostluğunu da şık taşıyor her zaman. Bu gerçeği gördüğüm, hissettiğim için mutluyum."
... Ve DORMEN TİYATROSU...
Amerika’da oynadığım bir oyunu Refik erduran "Papaz Kaçtı" adıyla Türkçeye çevirdi. Bu oyunu 1955 yılında Kadıköy Süreyya Sineması’nda sahneledik. Bu oyunda Erol Günaydın, Sadettin Erbil, Metin Serezli ve Ayfer Feray gibi yeni yetenekler oynadılar. Oyun birkaç gün kapalı gişe oynadı. Benim ünlenmem bu oyunla olmuştur. Bu oyunla da Dormen Tiyatrosu’nun temeli atılmış oldu. Dormen Tiyatrosu’nun kadrosunu Cep Tiyatrosu oluşturuyordu. 1957’de Galip San Küçük Sahne teklifini getirince tüm Cep Tiyatrosu ekibi orada çalışmaya başladık. İlk oyunda Teyzesi adlı oyundu. Bu oyun ve arkasından oynadığımız Karaağaçlar Altında ve Hedda Gabler oyunları pek başarılı olmadılar. Fakat bunlardan sonra Kamp 17 oyunuyla başarıyı yakaladık. Kamp 17, Dormen Tiyatrosu’nun ilk başarılı oyunu oldu. Beş yıl Küçük Sahne’de çalışmalarımızı yaptık. Sonra da Ses Tiyatrosu’nu restore edip oraya geçtik. On yıl da çalışmalarımızı orada devam ettirdik. 1972 yılında tiyatromu kapatmak zorunda kaldım. Mali sorunlarımın yanında, bazı arkadaşlar ayrılıp kendi tiyatrolarını kurmuşlardı. Biraz da dinlenmek, kendimi toparlayıp, kendime gelmek istemiştim. Fazla da mücadele etmek istemedim. Gelen teklifleri de kabul etmemiştim. Bir de benim şirket idare etme yeteneğim yok. Benden ayrılan talebelerimin bazıları kendi tiyatrolarını kurmuşlardı. Örneğin Altan Erbulak gibi... Bana onlardan hiç teklif gelmedi. Biraz da buna gücenmiştim. Sadece 1973 yılında Kış Masalı’nı sahnelemiştim.
Hiçbir zaman "Lanet olsun tiyatro!.." demedim...
Çok zorlu günlerim oldu. Paralar kaybettim, çok moralim bozuldu. Ancak geriye baktığımda "iyi ki yapmışım" diyorum. Tiyatro uğruna çok para kaybettim. Ancak o paralarla bu saygıyı, sevgiyi kazanamazdım. Babamın durumu iyi idi. Evin tek oğlu idim. İş hayatında kalsaydım belki bugün bir Rahmi Koç filan olurdum. Ancak ben tiyatroyu seçtim. Babam da beni bu konuda ölünceye kadar destekledi.
Tiyatro deyince...
Ben, "tiyatro yaşam şekli" diye düşünmüyorum. Çevremle birlikte yaşayan bir insanım. Paylaşmayı çok severim. Gençleri yetiştirmeye çalışıyorum. Hocalığa başladığımda 23-24 yaşında idim. O zamanlar yaşları benden büyük olan oyuncularımız da beni hoca olarak kabullenmişlerdi. Amerika’da da hocalık yaptım. İnsanları yetiştirmekten büyük keyif alıyorum. Eğitimin ve bilginin bu kadar geri gitmesine çok üzülüyorum. Benim gibi insanlara daha fazla görev düşüyor.
Birkaç satır da Zeynep Oral’dan:
"Sanatçıya Saygı
Haldun Dormen, Amerika’da Yale Üniversitesi’nde tiyatro eğitmini tamamlayıp Türkiye’ye döndüğü 1954’ten beri sürdürdüğü mesleğinde yalnız bir oyuncu ya da yönetmen ya da tiyatro patronu olarak sivrilmedi. O, kurduğu Dormen Tiyatrosu’yla bir OKUL oluşturdu. Sahnelerimize sayısız oyuncu, tiyatro insanı kazandırdı. Bugünün birçok "büyüğü" Dormen Okulu’nda yetişti, kendini geliştirdi, ünlendi. Altan Erbulak, Nisa Serezli, Ayfer Feray, Gülriz Sururi, Erol Keskin, İzzet Günay, Erol Günaydın, Metin Serezli, Nevra Serezli yalnızca birkaçı.
Çalışma disiplinini, tiyatronun saygınlığını hep ön planda tutarak gençlere sonsuz olanaklar sağladı Haldun Dormen. Yalnız tiyatroyla değil, yazılarıyla, anılarıyla, hazırladığı programlarla, konuşmalarıyla da bu misyonu sürdürdü, bugün de sürdürmekte..." Cumhuriyet 15.12.2001
İlk müzikalim SOKAK KIZI İRMA...
Sokak Kızı İrma, Paris ve Londra’da başarıyla oynanan bir müzikaldi. Türkiye’de o zamana kadar müzikal çalışmaları yapılmış, ancak benim yapmak istediğim Batılı tarzda bir müzikal yapılmamıştı. Ben bu tarzda müzikalleri daha çocukluğumdan biliyordum; hep hayalini kurmuştum. Zor bir proje idi. Bu konuda herkes bana karşı iken, tek güvenen ve destekleyen Galip San idi. Sonuç çok başarılı oldu. Gülriz harika bir oyun çıkardı. Seyrettiğim en iyi İrma idi. Bu rolüyle de en iyi kadın oyuncu dalında İlhan İskender Ödülü’nü almıştı. 2500 kişilik Atlas Sineması tıklım tıklımdı. Oyundan sonra babam kuliste bütün oyuncuları tebrik etti: çok mutluydu. Sokak Kızı İrma’dan sonra Kiss Me Kate, Keşanlı Ali Destanı, Direklerarası, Bulvar, Ayak Bacak Fabrikası gibi müzikli oyunlar sahnelendi Türkiye’de.
Ve diğer müzikallerim...
Sokak Kızı İrma’dan sonra Pasifik Şarkısı’nı sahneledim. Büyük bir hüsran oldu benim için. Bunda benim de hatalarım oldu. Genç yaşta Sokak Kızı İrma’nın başarısı benim "ne yaparsam olur" diye düşünmeme yol açtı. Hatalarımı göremedim. Bu bana büyük bir ders olmuştu. Bu fiyaskodan sonra Erol Günaydın’ın yazmış olduğu Yaygara 70 adlı müzikalde Cemal Reşit Rey ile çalıştım. Yine Cemal Reşit Rey ile İstanbul Masalı’nda beraberdik. Bu oyun Londra’da oynanan ilk Türk oyunu oldu. Festivalin en başarılı oyunu oldu. Bunu Hisseli Harikalar Kumpanyası, Kral ve Ben ve son olarak ta Kantocu adlı müzikaller izledi.
Film, televizyon, radyo ve gazetecilik çalışmalarım...anılarım...
İki film yaptım. Ekrem Bora ve Belgin Doruk’un rol aldığı Bozuk Düzen (1966) ve Müşfik Kenter, Belgin Doruk, Nedret Güvenç’in oynadığı Güzel Bir Gün İçin (1967). Bozuk Düzen, 3. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film Birincilik Ödülü, Güzel Bir Gün İçin filmi ise 4. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Komedi Filmi Ödülü aldı. Fakat bu filmlerden para kazanamadım. Televizyon ve radyo çalışmalarımın dışında Milliyet Gazetesi’nde 8 yıl çalıştım. Son yıllarda da anılarımı "Sürç-ü Lisan Ettikse", "Antrakt", "İkinci Perde" ve "Olmak ya da Olmamak" adlı kitaplarımda yazdım.
Egemen Bostancı... ve ikinci kez Dormen Tiyatrosu... yine kapanış...
1978’de Nalınlar’ı ingilizce olarak Londra’da sergiledik. Yıldız Kenter, Nevra Serezli, Kerem Yılmazer ve Göksel Kortay oynamıştı. Bu arada Egemen Bostancı bir müzikal yapmamı istedi. Merhaba Müzik müzikalini yaptım. Nükhet Duru, Huysuz Virjin ve Füsun Önal, İlyas Salman, Asuman Arsan oynamışlardı. Çok tutulan bir müzikal oldu. Arkasında Huysuz Virjin için Hisseli Harikalar Kumpanyası müzikalini yazdım. Fakat Mehmet Ali Erbil oynadı. Arkasından da Egemen Bostancı’nın isteğiyle Dormen Tiyatrosu tekrar açılmış oldu (1984). Taki 2001 yılında "Bugün Git Yarın Gel" oyunuyla tekrar kapanmasına kadar... Şimdiye değin 160 oyun yönettim. 110-120 oyunda oynadım. 11 oyun yazdım. En son 2001’de sahneye çıktım. Böyle daha faydalı olabiliyorum. Birkaç projeyi aynı anda yürütebiliyorum. Televizyona daha fazla vaktim var. Medyapım Akademi’de gençlere ders veriyorum.
Eğitimli-eğitimsiz sanatçı... mankenler...
Sahneye çıkabilen herkes çıksın, yapabiliyorsa, becerebiliyorsa yapsın; manken veya şarkıcı...
Özcan Deniz örneğin; geyet te başarılı oldu oyunculukta. Eğer bu eğitimli-eğitimsiz sanatçılar konusu açılırsa, gelmiş geçmiş en büyük oyuncularımızdan Adile Naşit’i yok ederiz, Bedia Muvahhit’i yok sayarız. Bunlar tiyatro eğitimi almamış değerli sanatçılarımızdılar. Konservatuar eğitimi almak şart değil; bizler de eğitiyoruz. Gelsinler bana, iki yıl gibi kısa bir zamanda öğretiyorum. Örneğin seneler önce Nevra Serezli, Metin Serezli gibi... Benim mankenlikten gelme bir oyuncum var: Şebnem Özinal. 12 yıldır tiyatro yapıyor. Mankenliği bıraktı, tiyatroyu ciddiye alarak yetiştirdi kendini. Genco erkal ile oynadı. Şimde de Ali Poyrazoğlu ile çalışıyor. Hukuku bitirmeden avukat, tıbbı bitirmeden doktor olunamaz, ancak okul bitirmeden oyuncu olabilir insan!..
Bir anı...
Şahane Züğürtler’den sonra yüzümüzü güldüren klasik bir Fransız komedisi olan Bit Yeniği oyunu idi. Oyun çok tutmuş, seyirci çok gülüyordu. Kapalı gişe oynuyorduk. Haftalar geçmesine rağmen gişe hasılatı devamlı artıyordu. Atlantik Sineması’nda oynuyoruz. Bütün biletler satılmış, salon dolu. Sahneye çıkış sıramı bekliyorum. Sahnede ise Altan Erbulak var. Kulağım sahnede Altan’ın teksti bitirmesini bekliyorum, ki ben gireyim sahneye. Fakat Altan tekstin dışına çıktı. Bir de tanımadığımız başka bir kadın konuşması geliyor sahneden. Sahneyi daha iyi görebilmek için dekorun arkasına geçtim. Altan astragan bir mantolu bayanla konuşuyor. Meğer kadıncağız Adapazarı’ndan 14-15 gün önce gelip, bilet kuyruğuna girerek zor bela bir bilet alabilmiş. Oyun günü yine Adapazarı’ndan gelmiş. Ancak içeri girdiğinde yerinin başka birine daha satıldığını görmüş. Oyun başladığında münakaşa devam ediyormuş. Kadın sahneye çıkıp Altan’a "bu oyuna başlayamazsınız" demiş. Altan kadını görmezlikten gelip oyununa devam etmeye kalkınca da, kadın iyice bağırmaya başlamış "Bana yer bulmadan bu oyunu başlatmam!" diyerek. Altan da sahneden bir koltuğa kadını buyur etti ve "Yalnız oyunun ikinci perdesi randevuevinde geçiyor. Kocanız kızabilir" dedi. Tabii seyirciler iyice coşup alkışladılar. Sonunda ön tarafa konulan bir sandalyede oyunu seyretti. Oyunun sonunda hep birlikte onu selamlamıştık. Çünkü hakkını arayan gerçek bir tiyatro seyircisi idi.
Bu güzel söyleşiyi Cemal Süreya’nın "99 Yüz / İzdüşümler" kitabında Haldun Dormen için yazdığı birkaç satırla bitireyim dedim:
"... Türk tiyatrosu, bütün büyük ustalara karşın, mim sanatı ve sadece el, yüz hareketlerinden oluşuyordu. Haldun Dormen tiyatroya omurga hareketini getirdi: Omurga, bacaklar ve her şey... Jean Louise Barraul’un deyimiyle ’antiölüm’ bir duruş. Tiyatro adamı dedim. En tiyatro adamı! Alaturkanın, ortaoyunun ölü yanlarını sildi; snopluğun iyi yanlarını da getirdi. Ses Opereti geleneği onun çıkışıyla tükendi...
Tiyatroyu saydırdı, sevdirirken saydırdı."
ADEM DURSUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.