- 741 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK……..
ALLAH…..ŞEMS(GÜNEŞ)…KAMER(AY)
Kendimi bildim bileli, bir huyum vardı.
Aklım, hiç bir şeyi bana söylendiği hali ile doğrudan bünyeye almaz, illa sorgulardı.
Öyle ya, karşımda ki bir insandı.
O olayda sevdiği sevmediği, aklının kabul etmediği veya anlamakta zorluk çektiği birçok şey olasıydı.
Her olayı önce tarafsızca anlamak, sonra parça parça analizlemek, gerekeni alıp gerekmeyeni yük etmemek, en mantıklı olandı.
Ben hep yaptım bunu ve taşımadım ruhumda gerekmeyeni.
Zamanla öğrendim ki, vücutta böyle yapardı.
Yağı, balı, eti, en küçük yapı taşına kadar parçalar,gerekeni gerektiği kadar depolar, kendi sentezini yaparken dışarıdan geleni sadece ham madde olarak kullanırdı.
Gerekmeyen doğrudan atılır, bir kısmı depolanırdı.
İnsan da böyle olmalı, dışarıdan her gelen düşünce, söz, kavram doğrudan değil, yapıtaşı olarak alınıp kendi sentezlerimiz yapılmalı.
Ve gerekmeyen yiyecek yük edilmemeli kilo adı altında mantık çok net aslında.
Öyle ya, ben kırmızı severim, bir başkası sarı, nasıl yeterli olsun tek kalıp bu farklılığa.
Dışarıdan her şeyi hazır gıda paketi gibi alıp, kafa yormayanlar hep yanlış yapar, ne kendilerini tanır, ne gerçek bir benleri ve düşünceleri olurdu. Ve ne çok yorarlardı karşıyı, o teneke kalıplara sokmak konusundaki kör inatları.
Konu yine dağıldı, çok yapıyorum bunu.
Konu aşk, nasıl unuturum ki.
Aşk da, üstün de kafa yorduğum, ama hiçbir kaideye oturtamadığım için yok varsaydığım bir konuydu, ta ki sana kadar.
Henüz, ortaokuldayken okumaya başladığım da, Rumi’yi, itiraf ediyorum ki hayal kırıklığı yarattı, ne kadar yanlı olmaya, bir keramet aramaya çalıştımsa da aklıma yatmadı yazdıklarının bir kısmı. Onu anlamak için daha çok zaman vardı.
Derken efendim yol Konya ya düştü, lise okunurken ve annemin ısrarı ile de Şems in türbesine, değdi nazarım.
O gün orada, kalakaldığımı ve ilk defa bir türbeden net bir akış aldığımı dün gibi hatırlıyorum yar, aynı şeyi senle karşılaştığım an da yaşadım ve Şemsi hatırladım, o ayrı.
O Güneşti, ikinci harf.
Kamer Rumi, A Allah.
Aşk ta bir güneş var yar, bir de ondan ışık alan ay ve tabi onları uyum içinde ve bir yörüngede sonsuza kadar bir arada tutan yaradan, evrenin mutlak sahibi, Allah.
Aşk; bu evrenin ruhuydu, onu ısıtan, aydınlatan, umut veren ve yaşamın kaynağı.
Ay gecelerin karanlığının büyüsü, güneşin eşi ve güzelliğin simgesi, gecelerin nazlı ecesi.
Aşk; evrenin asıl sırrıydı ve aslında bu sır dünya var olalı beri, gökyüzünde asılı duruyordu.
Gerçek aşkın ömrü sonsuzdu, ayla güneş ayrılmadıklarına göre, aşkla bağlanmak ölümde bile sonsuzluktu.
Ki aşka ölümsüzlüktü aslında.
Güneşte nasıl ki, her maden erir, atom bile parça parça olurdu ve nasıl binlerce derece sıcaklıkta yepyeni elementler, alaşımlar ve füzyon oluşurdu, demek ki aşkın doğasın da yanmak, zerrelere kadar ayrışmak, ben diye bir şeyin kalmadığı yerde, o iki canın ayrışan parçalarından yepyeni, eş ruha sahip, bire bir aynı maddeden yapılı iki beden olmak vardı.
İşin kimyası ve doğası senkrondu.
Gelelim sana yar;
Ah sen, sen, sen, sen ve yine sen…………..
Aşka giden yolda; bilim ve maneviyat, tıpkı genetik bilginin taşındığı DNA sentezinde olduğu gibi ters yönlerden başlar tek merkezde biterdi.
Bak YAR aç kulağını;
Bu uçlar nedir bilir misin?
Bak kitaplara: 5’ ve 3’.
Sen 5’ ve ben 3’ üstünden çıktık yola, anlıyorsun değil mi?
Sen 2. ve ben 3. harfiz yani. Yaşadığın şehir birleştiren ve anla diğerini de sen.A işte...
Simurg Anka, tesadüf yoktu ne beklenen yıl ne çıkılan yol, ne karşılaşılan il.
Hatta sana bu isimle hitabım bile.
Ey yar, sanır mısın ki, kafa yormadım üstünde, ufkuma adının düştüğü ilk günden beri, sanır mısın ki, kolay oldu, sana akla bile gelmeyen kelimeleri kendiliğinden sıralamak, gönlün kapılarını açmak, iğne ile işlenmiş gergef oyalarını sunmak.
Hayır, zerre zerre ayrıldım her adımda.
Yıkılırken kafamda tüm doğrularım tuğla tuğla, korkunç acılarla kıvrandım durdum.
Ama anlıyordum, bunun bir süreç olduğunu ve senin sıradan bir adam olmadığını.
Koşulsuz güvendim sana, bir peygambere inanır gibi.
Adeta direnç sağlar gibiydin yar, bir şeyi hazmedene kadar rahat bırakıyor sonra diğer adıma geçiyordun.
Yıllar sürdü, ayrılıklar fasılalar kavgalar hep o parçalanma acıları idi yar ve karşılıklıydı bir zerre havuzu olduk nihayetin de, sen ve ben.
Ne sen kalmıştın, ne ben.
Dünya kaç gün de yaratıldı yar, 6 mı?
Kaç gün sürdü bizim aynı potada tek sentez olmamız?
Ne demiştim sana; o son gün hatırlıyor musun?
Bugün yedinci gün, bu tamamlandı sanırım…
Ya sen ne dedin hayır gülüm, olur mu?
Evet, ilk günden beri bunun bir hikmeti olduğunu biliyordum ve el değmemiş yalnızlığımın, en uzak yerde en göz önünde ama dokunulmazlıkla bizzat sahibi tarafından muhafaza edilen varlığımın bir sunağa adandığını.
Ben Kamerdim sanırım, sen Şems.
Bak yarim, ben demiştim sana çeyrek yüzyıllık ve aslına bakarsan o tarih 30 büyük ihtimalle rüyamdan, kaderimin adı mezar taşımdaydı aklıma da kazındı kaldı.
Neydi o isim YAR, senin adın.
O rüya idi belki de senle yazmaya devam, nedeni.
Sonuç: biz aşkız yar.
Kalanı yorumsuz.
Hiç gelmesen de, bu gece ben ölsem de, sonsuza kadar birlikteyiz
Her şeyi göze almasak, kafa yormasak gelmezdik bu noktaya.
İçim o kadar rahat ki artık, tüm hezeyanlarım dindi, tam üç gün yaklaşık 30 saat uykusuzluktan sonra, Aşk bilmecesini çözdüm kısmen, bizim için, sen biliyordun sanırım başından beri ve çok üzüyordu sıradan, kırmalarım bu gerçeği bulamama halim.
Uzun sürdü, senin çilen benim pişmem.
Öyle ya bu işi sen yapmalıydın, sen mahremim olandın.
Sanırım umudu kesmiştin benden, zaman zaman.
Ayrılık acısı da gerekiyordu, bütünleşmenin tamamlanması için.
Hiç bir biyosentez enerjisiz olmazdı değil mi?
Sen ve ben; AŞKIZ.
Akıl, güzellik ve aydınlığın uyumu.
…………………………….
AŞK…….. Yazısına Yorum Yap
"AŞK…….." başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.