Duvar
Bir handa aynı işi yapan iki kişiydi. Yaştaştılar. Akrandılar yani. Aynı muhitin insanlarıydı. Çocuklukları gençlikleri aynı obada geçmişti. Çalışıp çabalayıp mütevazi birer varlık edinmişler ve en nihayetinde ticarete adım atmışlardı. Yaptıkları iş küçük esnaflıktı ve aynı iş hanında aynı müşteri kitlesine hitap ediyorlar, çevreleri de aynı insanlardan oluşuyordu.
Yıllar önceydi. Gençlik dönemimdi. Memleket’ın yazın tozlu, kışın çamurlu yıllarıydı. Bir gün iş çıkışı bulundukları yerden geçiyordum. Zaten kimi zaman uğrayıp alış veriş yaptığım, kimi zaman da oturup çaylarını içtiğim bir yerdi. Beni geriden görünce, Mustafa ağabey seslendi. Kemal bir gelsene buraya dedi. Hamza’yla deminden beri tartışıp duruyoruz. Bir türlü doğrusu nedir karar veremiyoruz, şu işe bir sen el atsan diye seslendi.
Mevzu nedir, üzerinde tartıştığınız konu nedir, anlaşılamayacak husus nedir bir söyleyin bakayım dedim.
Yahu arkadaş dedi, Hamza’yı ikna etmek mümkün değil. Dediğinde ısrarcı, eliyle göstererek, hatta bir de dokunarak ve tıklatarak şu gördüğün nedir Allah için bir söyle bana dedi. Buna ben diyorum ki tuvar, Hamza diyor dıvar. Doğrusu nedir Kemal? Sen ne dersin benimki mi, yoksa Hamza’nınki mi doğru? Allah aşkına bir söyle.
Tartışma konusu keyifliydi, oldukça eğlenceliydi açıkçası. Bu fırsatı kaçırmamalıydım. Hemen bir çırpıda doğrusunu söyleyip kestirip atmamalıydım. Oturup alttan ve derinden almalıydım. Çay yudumlayıp sohbet etmeliydim. Bu samimiyet ve sıcaklık kokan tartışmaya eşlik etmeliydim.
Bir yumuşak ve tatlı dille aralarındaki meseleyi çözmeliydim.
Bu düşünceyle girdim söze.
Aslında söylediklerinizde, iddialarınızda her ikiniz de haklı olabilirdiniz, bu mümkündü dedim.
Olur mu, nasıl olur öyle şey dediler. Olur, elbette olur, niçin olmasın ki dedim. Peki nasıl olurmuş bir açıkla, bir izah et bize dediler.
Daha önce bunun adı var mıydı, biliniyor muydu dedim.
Hayır dediler.
Değil duvarın hiçbir eşyanın, hiçbir varlığın ismi bilinmiyordu. Öyle değil mi?
Bak sen duvar dedin dediler.
Evet duvar..
Ya bizim iddiamız.
Yani bilinmeyen şeye ilk kez tuvar da denilirdi, dıvar da.. Nasıl ki sana doğduğunda, Mustafa, bana Kemal denildiyse.. Düşün bir, isimler hep sonradan konulmuyor mu?
Ancak, bu yapıya duvar denilmiş, bunun adı da duvar olsun denilmiş. Bak yukarıya oraya da tavan, şu üzerinde oturduğumuz şeye koltuk, girilen çıkılan şu yere de kapı denilmiş.
Yani doğrusu duvar mı bunun Kemal dediler.
Evet evet, duvar.
O zaman biz iki saattir neyi tartışıyoruz Hamza’yla, boşa mı tartışmışız, boşa mı çene yormuşuz dediler.
Hayır hayır hiç de boşa değil, bak ne güzel, keşke her tartışma konusu sizinki gibi olsa dedim.
Tüm samimiyetiniz ve içtenliğinizle konuşuyorsunuz. Çekip çekiştirme var mı, kovup kovuşturma var mı bunun içerisinde. Başkaları zarar görüyor mu, bu tartışmadan?
Hamza ağabey ve Mustafa ağabeyin tuvar ve dıvar meselesi böylece çözüldükten sonra şimdi gelelim diğer duvara, bizim duvarımıza yani, biz insanların duvarına. Aramıza koyduğumuz duvara, geçilmez aşılmaz diye düşündüğümüz duvara...
Üzerinde tartışılan bu duvarın önemi yok. Bu, sadece bir tarafı diğer taraftan ayıran bir şey. Sizi başkalarından koruyan, araya set olan şey. Sizin için bir siper, bir korunak yani bu. Daha ilerisi yok bunun.
Ya diğer duvar. Esas tartışılması gereken, üzerinde durulması gereken işte bu duvar. Bizim biz insanların duvarı. Birbirimize karşı ördüğümüz kalın duvarlar.
Yeni değil, son dönemin meselesi değil insanlar arası duvar. Varoluşumuzdan bu yana süregelen hiçbir zaman hız kesmeyen ve gittikçe katılaşan sertleşen duvar.
Bu, tüm insanımız ve insanlık için aşılması gereken şeydir. Kardeşlik için, sevgi için, barış için.
Duvarları yıkalım ve el uzatalım insanlara ve insanlığa. Bir barış eli uzatalım. Yakınlaşalım, kaynaşalım, sevgiyle kucaklaşalım.
Ne dersiniz, duvarınızı aşmaya, tüm duvarları yıkmaya?
Var mısınız, hazır mısınız buna, başlayalım mı bugünden?
Hazırsanız;
Hadi..
Hemen şimdi..
Ha gayret..
Kemal GÜL
06.07.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.