- 2171 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
ŞALCI BACIDAN İLKER BAŞBUĞA İÇİMİZE SİNMEYEN İDAMLAR -5-
7-ATATÜRK’E SUİKAST GİRİŞİMİ
’’ OH, MEĞER ASILMAK NE GÜZEL, NE EĞLENCELİ ŞEYMİŞ’’
Az buçuk okul eğitimi gören herkesin bildiği bir olaydır Atatürk’e suikast girişimi.
1926 Yılında bir yurt gezisine çıkan Atatürk’ün İzmirde öldürülmesine karar vermiştir bir grup suikastçı(16 Haziran 1926). Ancak bu suikastı gerçekleştiremeden yakalanmışlar ve yapılan yargılamalarının ardından da idam edilmişlerdir.
Atatürk ilke ve inkılaplarına karşı olanlar son çare olarak onu öldürmeye karar verdiler ama başarılı olamadılar. Bu suikast girişimi tüm yurtta lanetle kınandı. Atatürk de bu olay üzerine ’’ Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilel ebed payidar kalacaktır ’’ Dedi.
T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük derslerinde bu olayla ilgili bilgi bundan ibarettir.
Atatürk’ü kimin, kimlerin öldürmek istediği, anlatılmaz.Sadece bir ay süren bir mahkeme sonunda on beş kişiye idam cezasının nasıl verilebilmiş olduğunu da anlatmayız.(Suikast girişiminin ortaya çıkması ve suikastçıların yakalanması 16 Haziran 1926, Mahkemenin kurulup suçluların asılması: 14 Temmuz 1926)
Bu suikastın başındaki isim kimdir peki?
Ziya Hurşit- Lazistan ( Rize ) Mebusu ( Milletvekili )
Atatürk ile yaptığı yüz yüze görüşmede de, mahkemesinde de Mustafa Kemal’i öldürmek için bir suikast tertiplediğini hiç inkar etmeyen tek kişidir o.( Atatürk’ü öldürmek istediğini kabul eder ama rejimi yıkma suçlamalarını şiddetle reddeder.)
İyi de bir insan durup dururken Atatürk’ü öldürmeye kalkmaz değil mi? En azından kendince makul sebepleri olmalı.
Ziya Hurşit’in de vardı kendince makul sebepleri:
1-Sakarya Meydan Muharebesi’nden zaferle dönen Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi’nde coşkuyla karşılanır. Mebusların hemen tümü Mustafa Kemal’i ayakta alkışlayıp saygı gösterisi yaparken genç bir mebus meclisin ortasında yer alan karatahtaya şunları yazmaktadır; “Bir millet putunu kendi yapar, kendi tapar.” İşte bu 26 yaşındaki genç vekil Ziya Hurşittir.
Yani Ziya Hurşit’e göre Mustafa Kemal putlaştırılmakyadı.
2-Rize Milletvekili olsa da aslında Hemşinli olan Ziya Hurşit , hemşerisi olan Trabzon Milletvekili ve Atatürk’ün muhaliflerinden Tan gazetesi sahibi ve baş yazarı Ali Şükrü’nün , Atatürk’ün özel koruması Topal Osman ve adamları tarafındanöldürülmesi olayında Mustafa Kemal’i suçlar ve intikam hisleriyle doludur. ( Bu olayın hemen sonrasında Topal Osman ve adamları da Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayınca ortadan kaldırılmıştır ama Ziya Hurşit’in Atatürk’ten intikam alma düşüncesinde bir değişiklik olmamıştır)
3-Atatürk hayatta olduğu müddetçe eski ittihatçılar iktidar yüzü göremeyeceklerdir. Nitekim Şeyh Sait isyanından sonra ittihatçılık tasfiye edilmeye başlanmıştır. Lahinde konuşmak bile çok büyük cezalara sebeptir.
Uzun uzadıya ve boğucu bir tarih anlatımına girmeden kısaca sonuca gelelim:
Elbette ki Atatürk gibi birisine bir suikast yapılacaksa bu suikastı tek bir kişinin yapması mümkün değildir. Daha başka pek çok kişi de bu olayın içindedir.
Atatürk’ü öldürmek için daha önce Ankara, İstanbul, Bursa gibi iller düşülmüş, planlar filan da yapılmıştır ama Atatürk nedense 16 Mayıs 1919 da çıktığı İstanbul’a bir türlü gitmemiştir( 1927 ye kadar gitmedi ) Ankara’da olamaz çünkü suikasttan sonra kaçabilecek bir yer yoktur. Bursa da aynı düşüncelerle uygun görülmez. İzmir uygundur..Çünkü suikasttan sonra hemen deniz yoluyla Sakız adasına kaçılacaktır.Ancak hemen suikast öncesinde suikast planlarının yapıldığı çifliğin sahibi Sarı Efe Edip’in belki de ’’ Suikast gerçekleşmezse başım yanmasın.’’ Düşüncesiyle İstanbul’a gitmesi, Atatürk’ün de İzmir ziyaretini bir gün ertelemesi işleri karıştırır. Durumdan şüphelenen Giritli Şevki, ( Suikastçıları Sakız Adasına götürecek olan motorcu ) İzmir Valisi Kazım Dirik’e müracaat ederek suikastı haber verir.
Sonrasında hemen tutuklamalar başlar ve İstiklal mahkemesi Ankara’dan İzmir’e taşınır.
İzmirde kırk dokuz kişi mahkemeye sevk edilir iş bu suikast davasından. Ancak burada dikkat çeken iki husus vardır:
1-Tutuklananlar içinde pek çok isim vadır ki bunlar Milli Mücadaleye canla başla hizmet etmişlerdir. Mesela: Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Paşa,Bekir Sami Bey , Rauf Orbay ( O, mahkemede yurt dışındadır..Daha sonra mahkemenin Ankara safhasında on yıl kalebentlik cezası ile cezalandırılır.)
2-Tutuklananların bir kısmı millet vekildir ve dokunulmazlıkları vardır.(Ziya Hurşit bile Milletvekilidir.) TBMM de hiç birinin milletvekillikleri düşürülmemiş olduğu halde tutuklanırlar. Bu tutuklamalar içinde sadece Kazım Karabekir’in tutuklanmasına Başbakan İsmet İnönü itiraz eder ve ’’ Dokunulmazlığı olan bir milletvekili tutuklanamaz ’’ Der. ( Ötekiler sanki millet vekili değilmiş gibi) Ancak Mahkeme başkanı Ali Çetinkaya ’’ Mahkemeye dışarıdan müdahele ediliyor.’’ Diye İsmet İnönü için de tutuklama kararı çıkartır ise de Atatürk devreye girer ve bir anlamda Ali Çetinkaya’ya ’’ Hööössst ’’ Diyerek bağımsız yargı ile ilgili güzel bir ders verir.
Sınuçta İzmir İstiklal mahkemesi bu kırk dokuz kişden on beşinin idamına karar verir. Bir kişiye kalebentlik cezası veren bu mahkeme diğer sanıkları beraat etiririr ki yukarıda isimlerini yazdığım İstiklal Savaşı kahramanları bu beraat edenler arasındadır. ( Rauf Orbay hariç tabii ki..Onu yazmıştım zaten )
Şimdi sorulabilir: ’’ Ne yani Atatürk’e suikast yapmaya teşebbüs edenlerin idamları da mı içimize sinmeyen idamlar grubuna dahil ediliyor?’’ Hayır elbette ki. Devletin Cumhurbaşkanına, hele de bu Cumhurbaşkanı Atatürk ise ona karşı işlenen böyle bir suç -fiil gerçekleşmese bile- idamla cezalandırılmalıdır.Nitekim de öyle olmuştur Ama...
Ama İzmir İstiklal Mahkemesi kararınca idam edilen iki kişinin durumu bu mahkemenin keyfi kararlar da verebildiğini gözler önüne sermiş ve mahkemenin adaletine gölge düşürmüştür.Bunlar İsmail Canpolat ve Ali Turgut Bey’in idamlarıdır. Bu ikisine mahkeme önce on yıl hapis cezası vermiş fakat bunlar verilen cezaya itiraz ettikleri için cezaları idama çevrilmiş ve infaz edilmişlerdir.
Bu mahkeme aynı zamanda millet vekillerinin - milletvekili sıfatı taşımalarına rağmen-idam edilebileceklerini göstermesi açısından da önemlidir(!)
16 Temmuzda on üç kişi idam edilmiştir. Verilen idam kararı on beş olduğu halde neden on üç diyorum?..Çünkü gıyabında idam cezası verilmiş olan Kara Kemal uzun süre kaçmış, sonunda yakalanmak üzereyken evinin tavuk kümesinde kendini vurarak intihar etmiştir. Yine gıyabında idam kararı verilmiş olan Abdülkadir Bey Bulgaristan’a kaçacakken yakalndı ve Ankara’da bir daha yargılanıp orada idam edildi.
İşte bu on üç kişinin idam edildiği gün İzmir İstiklal Mahkemesi Ankara’ya taşındı ve Ankara’da da toplam Elli yedi kişi, Abdülkadir Bey’i de sayarsak elli sekiz kişinin yargılamasına geçildi.
İşin ilginç tarafı mahkemenin Ankara safhasında davanın ana konusu Atatürk’e suikast teşebbüsünün arkasında bir organizasyonun olmasıydı. Bu organizasyon ise Eski İttihat ve Terakkiciler ve çoğunluğunu yine bunların oluşturduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ( Partisi ) mensuplarıydı. Lain davaya sorulan sorular, sunulan deliller Atatürk’e suikast ile ilgili olmaktan çok uzaktı. Ülkeyi sebepsiz yere savaşa sokmak ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında yolsuzluk yapmakla ilgiliydi daha çok.Oysa bu konular ta 1919 da İttihatçıların yargılanması ile ilgili olarak Divan-ı Harp mahkemelerinde dile getirilmişti.Bir suç ya da suçlu var ise niçin cezaları o zaman verilmemişti?
Sonuçta 26 Ağustos 1926 yı 27 Ağustos 1926 ya bağlayan gece Cebeci ceza evi önünde dört dar ağacı daha kuruldu...
Ankara İstiklal Mahkemesi İzmir’dekine göre daha insaflı davranmış; sadece dört idam, sekiz de on yıllık sürgün ve hapis cezası vererek ve dahi kalan sanıkları beraat ettirerek davayı kapatmıştı.
31 Temmuzda son kez kuruldu dar Ağacı...Abdülkadir Bey için
Atatürk’e suikast davası sonucunda İzmirde on üç, Ankara’da beş olmak üzere toplam on sekiz idam gerçekleşmiş, bir kişi de intihar etmişti. Öyle ya da böyle tam on dokuz insanın idamına sebep olan böyle bir davanın -Üstelik de İzmir ve Ankara gibi iki ayrı safhası olmasına rağmen- sadece iki ay gibi kısa bir sürede görüşülüp karara bağlanması da ayrıca inceleme konusu olmalıdır derim.
On dokuz idamdan on birinin millet vekili ( Eskiden Terakkiperver Fırka milletvekili iken bu partinin kapatılmasıyla bağımsız milletvekili konumundadırlar ) olduğunu bir daha hatırlattıktan sonra tekrar Ziya Hurşit’e dönelim. Yani Atatürk’e suikast girişiminin elebaşısına...Onun idama gidişinin ’’Güler misin, ağlar mısın?’ ’Türüdeki hikayesi ile noktayı koyalım.
13 Temmuz 1926’yı 14 Temmuz’a bağlayan gece İzmir’de 13 kişi, Kemeraltı semtine kurulan darağaçlarında idam edildi.
İnfazları “Ali Ağı” adlı cellat yaptı..
İlk olarak Maarif Nazırı Şükrü Bey idam edildi.
Asılan son kişi ise Atatürk’e suikast girişiminin bir numaralı sanığı olan ve olayı itiraf eden Ziya Hurşit’ti.
Saat 6’ya çeyrek kala cellat ve görevliler Ziya Hurşit’in hücresine gidip haber verirler.
Yüzüne karar okunurken sakin biçimde dinler ve “İdama mahkûm edilenler kimler” diye sorar.
Öteki 12 kişinin adı sayılır.
“Peki ne oldu onlara” der.
“Hepsi idam edildi” denince, “Yani ben en sona mı kaldım” der ve cellatla aralarında inanılmaz bir konuşma başlar:
“Desenize bu işte de yine yaya kaldım. Hey gidi hey, ölümde bile geç kalıyorum.”
Vasiyeti sorulur.
Cebinde 200 lira vardır, bunun kardeşine verilmesini ve onun da kendine bir mezar yaptırmasını ister.
Sonra vazgeçer; paranın Cezaevi Müdürü Nuri Bey’e verilmesini, mezarı onun yaptırmasını ister ve ekler:
“Nuri Bey, Nuri Bey, eğer vasiyetimi yerine getirmezsen yandığın gündür. Sonra ahirette iki elim yakanda olur ve sana orada öyle bir suikast tertip ederim ki, yakanı asla kurtaramazsın.”
Cellat Ali Ağı’nın yorumu şudur:
“Adam sanki sayfiye evi pazarlığı yapıyor.”
* * *
Sonra kendisine beyaz idam gömleği giydirilir.
Ziya Hurşit aynı ses tonuyla konuşmaya devam eder:
“Ne giysem yakışır efendim. Bakın beyaz da yakıştı işte. Vatandaşlarımın huzuruna böyle ak-pak kılıkla çıkmak hiç de fena değil.”
Ziya Hurşit, Atatürk’ü öldürmek istediği yerde, Kemeraltı karakolunun tam önünde asılacaktır.
Arabayla oraya giderken asılmış öteki 12 kişinin önünden geçer. Darağacında asılı her birine isimler takar.
Mesela Sarı Edip Efe’nin parlayan kel kafasını görünce, “Mübareğin kafası lüks lambası gibi” der.
“Kılıç Ali nerede, gözüme ilişir gibi oldu” diye devam eder.
Sonra darağacının altına gelir ve espriyi patlatır:
“Maşallah salıncak gibi...”
* * *
Darağacı faslı daha da eğlencelidir!
“Beni kim asacak?”
“Ben asacağım Hurşit Bey.”
“İp nasıl? İyi hazırladın mı? Sakın ben asılırken düğüm falan olmasın.”
“Merak etmeyiniz. Hiçbir şey olmaz, müsterih olun.”
“Teşekkür ederim. İşte bu hoşuma gitti. Sen işinin ehli bir adama benziyorsun. Doğrusu böyle kimseleri takdir ederim. Göreyim seni kendini göster, vazifeni iyi yap. Sana güveniyorum.”
Cellat Ali Ağı’nın yorumu:
“İnsan asmıyor, sanki muhayyer bir mal satıyorduk. Karşımda bir müşteri ben de malımı beğendirmeye çalışıyorum.”
Ziya Hurşit’in son sözleri ise şu olur:
“Haydi beyler, ahirete gidiyorum. İçinizde oradakilere mektup göndermek filan isteyen var mı?”
Arkasından da en son sözü:
“Oh, meğer asılmak ne güzel, ne eğlenceli şeymiş.”
Ve bir de Eskişehir Milletvekili Miralay Arif Bey vardır asılanlar arasında...Namı diğer ’’Ayıcı Arif’’ ...Atatürkle Samsun’a çıkanlar arasında olan Albay Arifin asılması ....Hani insanın içine sinebilse bile kalpte bir burukluk bırakmaması mümkün mü?
YORUMLAR
Merhaba Sami Hocam, yazınızı okurken yaşıyor gibi oldum. Ve aklıma yine bir siyasetçinin deyimi geldi.
"Dün dündür, bugün bugündür."
Acaba o günkü olanlara bugün, dün dündür diyenler var mıdır? adalet nerede yanıldı ise orada kınanmalı.
Çünkü adalet hepimize lazım.
Sami hocam, bu güzel yazı dizini yazıcıdan çıkarıp kitap gibi kesintisiz okumak istiyorum. Biz, bize öğretilenlerden başka hiçbir şey bilmiyoruz. Onlarında ne kadarı doğru tartışılır...
saygılar...
Hani bin yıl bitmeyecek bir süreçti.Çok hızlı yaşadılar ve genç öldüler.Bin yılı bir kaç yıla sığdırıverdiler.Hangi badirelerden geçtiğimizin vahametidir yaşananlar.
Bu adamların insafı yoktu.Bu adamların vicdanı yoktu.Ne korkunç günlere gebe imişiz ...Allah korumuş.
Belgeler okuyunca insan çıldırası geliyor.Hayretlere düşüyor.Hayretler ötesi afallıyor...Bu millet nasıl insan yetiştirmiş böyle.
Bunlar bu milletin mensubu olamazlar,bunlar değil bu milletin insanlık vasıflarının da olduğunu düşünmüyorum.
Elbette kurunun yanıyor.Bazen adaletin eli tüm gerçekleri ortaya koyacak güçte değil.Maalesef.
Daha insaflı düşünelim diyorum ,empati yapalım diyorum,olabilir mi diyorum.Asla ve kata hayır ,binlerce,on binlerce milyonlarca hayır.
Bir zihniyet çöreklenmiş bu ülkenin gövdesine ,nereden geldikleri belli olmayan ,bambaşka yaratıklar .
bunlar.
Temsilcileri bu gün Suriye de,Mısır da,Irak ta ...insanlığın gözleri önünde ,dün bize yapılmak istenilenleri sergiliyorlar.
Zulüm,zalim tek bir millettir.Lanetliyorum
Sevgili Hocam Allah'a emanet olun.Saygılarımla
(Not-Mizahi bir yazı yazdım bir göz atarsanız memnun olurum."Hayvan-ı Natık" başlıklı.)
Hiç bir devrim kansız olmaz.Zira devrim karşıtları mutlaka vardır. Hem neyin gelecek olduğu muamma iken.
Lakin bizim tarihimiz olsun, diğer milletlerin tarihinde olsun böyle acıklı olaylar çok fazladır.
Adaletin olmadığı bir düzende sulh ebedi olmaz. Yıllardır süregelen cepheleşme sanırım o zaman yapılan haksız davranışlardan dolayıdır.
Kul afetse bile Hakk afetmez. Ve o milletin veya şahsın başına mutlak bir bela musibet eder.
Tarihi böyle gerçekleriyle anlatsalardı keşke tarihçiler.
saygılarımla
Yazının bir yerinde İstiklal Mahkemelerinin adaletine gölge düştüğünü belirtmişsiniz hocam. Oysa bana göre İstiklal Mahkemeleri başlıbaşına şaibedir. Bugün karşılaştığımız pek çok büyük sorunun da temelini atmıştır. İsitiklal Mahkemelerinin keyfi kararları bugün belgelerle sabittir.(Önce asılıp sonra yargılananlar olduğu malumunuz.)
Serinin başını da okumaya karar verdim. Sırf merakımdan geçen yıl üniversitede tarih okumaya başladım. Şu ana kadar öğrenebildiğim tek şey tarihi herkesin kendi ideolojisine göre şekillendirmeye çalıştığı. Ders kitapları ve okuduğum onlarca tarihçi şuncacık zaman önce yaşanmış olaylara bile bu kadar çelişkili yorumlar yapabiliyor...Yani tarihimiz bir muamma...
Saygılarımla.
Not: Şalcı Bacı, Cumhuriyet tarihinin asla kapanmayacak hüzünlü bir yarasıdır. Aklıma geldikçe oturup ağlayasım gelir.
Aynur Engindeniz tarafından 8/23/2013 11:44:24 AM zamanında düzenlenmiştir.
Ordusuyla birlikte Ulu Önder'e "emrinizdeyim paşam" diyerek bir nevi milli mücadelenin olmazsa olmazı konumunda olan Karabekir Paşa'nın bile ipten döndüğü bu olayın derinden araştırılması ve kimin kimle hesaplaştığının ortaya çıkarılması lazım. Yakın tarihimiz hakkında antik çağlardan bile daha az bilgi sahibi olmamız kadar acı bir şey yok.
Elinize sağlık hocam..