Mavi Sonsuzluk
Karşısındaki sonsuzluğa baktı kız. Masmavi sonsuzluk. Dalga dalga yayılan, yumuşak sonsuzluk… Sert kayalara sertçe vuran; narin bedenleri nazikçe okşayan sonsuzluk… Adamına göre davranmak derler ya, öyleydi işte bu sonsuzluk. Hayat gibiydi sonsuzluk.
Narin balıklar vardı içinde. Minik ruhlar, çocuklar gibiydi balıklar. Masum, korunmaya muhtaç. Deniz koruyordu belki balıkları ama yok etmek için de fırsat kolluyordu. Hem cennetti hem cehennem koskoca deniz. Yaşatıyordu belki balıkları ama kötülük doluydu aynı zamanda. Köpek balıkları vardı mesela. Kötü insanlar gibiydi köpek balıkları. Kana susamış köpek balıkları. İnsanların silahı vardı; köpek balıklarının dişleri. İkisi de yok ediyordu. İkisi de masumlara zarar veriyordu. Tek fark köpek balıkları kötü insanların aksine yok etmeye muhtaçtı.
Karanlık köşeleri vardı mavi sonsuzluğun. En dipler. En karanlık yerler. En alt seviye, en gizemli nokta. Çoğu insanın düştüğü yer. Boşluk gibi. Hissizlik. Yalnızlık. İntihara meyleden ruh hali bu derinlerdi işte. En dipte hep yalnızlar vardı. Yalnız bedenler. Üzerindeki basınçtan hiçbir şey hissedemeyen bedenler.
Hayat gibiydi koca deniz. Kocamandı. Güzeldi, yumuşaktı. Ne olursa olsun aslında masumdu deniz. İçindekiler kötüydü sadece.
Evet acımasızdı hayat. Ama aynı zamanda kötüleri de dışarı atamayacak kadar masumdu. Katliam yaratanları kıyıya vuramıyordu çünkü şefkat doluydu. Hayat kötülere zarar veremese de kötülerin iyilere zarar vermesine göz yumuyordu. Bu yüzden acımasızdı hayat. Bu yüzden bencildi.
Bir damla düştü sonsuzluğun üstüne. Bir damla daha düştü. Bir damla daha. İzledi genç kız düşen su damlalarını. Gökyüzüne çevirdi başını. Islattı saçlarını yağmur. Kirpiklerini ıslattı. Dokundurup geçiyordu yağmur kendini. Yer yüzüne tüm öfkesini kusan yağmur kıyamıyordu genç bedene sertçe çarpmaya. Düşüyordu genç kızın üzerine. Hafif hafif düşüyordu. Ne kadar sert yağarsa yağsın kızın bedenine gelince yavaşlıyordu.
Acıtmıyordu. Vurmuyordu kızın tenine.
Hayat acımasızdı evet. Fakat bir yandan da kıyamıyordu kıza. Ne kadar sert olursa olsun, eninde sonunda yumuşuyordu. Ne kadar salsa da tüm karanlığını insanlığın üzerine, bir yandan da zarar veremiyordu insanlığa. Tek bir damlanın dahi genç bir kıza zarar vermesine izin vermiyordu.
Kimse fark edemiyordu fakat bağırıyordu hayat “Ben kötü değilim” diye. Genç kız bile duyamıyordu bu çığlıkları.
Haklıydı hayat. Kötü olan hayat değildi. Kötü olan bizdik. Doğaya zarar veren bizdik.
İnsanları öldüren bizdik. Mavi sonsuzluğu katleden bizdik.
Kimse fark etmiyordu fakat hayat bize zarar vermiyordu; biz hayata zarar veriyorduk.
Kimse fark edemiyordu fakat yine de bağırıyordu hayat bize. Çığlıklar atıyor, hatamızı
fark etmemiz için Tanrı’ya yalvarıyordu.
Hayat bile bize söylemeye korkuyordu.
Fakat kötü olan hep bizdik.
YORUMLAR
Kadim çağların paganları, şamanları doğada herşeyin ruhu olduğuna inanırdı. Ağacı bırakın akan suya bile saygı gösterirlerdi, doğadaki birşeye zarar vermek zorunda kalırsa bilgelerinden izin alırlardı.
Semavi dinlerde de böyleydi. Yaradılanı yaradandan ötürü hoşgörmek vardı. Doğadan ihtiyacı kadar yararlanır, gözünü hırs bürümezdi.
Dünya varolduğundan beri doğanın bir parçası olan insana şu son yüzyılda bir virüs bulaştı. Herşeyi paraya altına çevirme hastalığı..
ve ister istemez o meşhur kızılderili atasözünü akıllara getiriyor.
"Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde...."
elinize sağlık..