Sek Sek Sekerek Sek-sen-leeer
Biliyorum geç oldu ama öncelikle herkesin doğum gününü kutluyor sağlık, huzur ve mutluluklar diliyorum.
“....
-Yar bana bir eğlence medet, aman bana bir eğlence medeet
-Kaşınmaa
-Aman efendim ne var yani, şunun sırasında iki lafın belini kırcaz
-Günah benden gitti o zaman
-Günah demişken, efendim geçmiş zaman, ismini şimdi hatırlayamadığım ünlü birisi vakti zamanında şöyle demiş
-Allah Allah, bu nasıl ünlü birisiymiş ki daha ismini bile hatırlayamıyorsun
-Efendim, dedim ya geçmiş zaman işte.
-Bak sen, hem zamanını hem ne dediğini hatırlayabiliyorsun ama.
-O kadar da olsun mirim. Malum, “hafıza i beşer nisyan ile maluldür”
-Kim... O mu demiş
-Yok, yok o dememiş,
-Eee bize ne o dememişse
-Hani adamın ismini unuttum ya ona istinaden söylüyorum efendim
-Tamam, tamam uzatma sadede gel, ne demiş bu herif
-Eeee! Iıııı... Elinizin körünü demiş efendim, töbe töbee!
-Hoppalaa...
-Size hoppala olsun, çok gıcıksınız ama.
-Ne oldu yahu, niye kızdın şimdi
-Niye olacak, sizin yüzünüzden bırak adamın ismini, ne dediğini de unuttum kuzum
-Hadi oradan kuş beyinli sende
-Balık hafızalı demek istediniz herhalde.......”
Yukarıdaki ortaoyunu kıvamındaki kısa sohbette her ne kadar Pişekâr’ımız haddinden fazla gıcık gibi görülüyorsa da Kavuklu pirimizde peş peşe vuku bulan bu kısa devreler açıkta kalmış ense gibi sırıtıyordu. Ne yapsaydı adamcağız, has etmiş iyi etmiş. Bu ne menem balık hafızadır, onu unut bunu unut. İyi gene şaplağı vurmamış. Hani muhabbet kuşluğu iyidir hoştur lakin arada Japon balıklığı yapınca hamsi niyetine böyle buğulama yaparlar adamı işte. (Bkz: Balık hafıza mevzuu)
Şaka bir yana bu gibi hadiseler nüfus kâğıdı eskidikçe daha sık ortaya çıkmakla beraber genç ihtiyar hemen hemen her vatandaşın ömrü hayatında az çok da olsa karşılaştığı vakayı adiyeden şeylerdir. Ne bir at ne bir deve. Eğer ortada asabiye polikliniğinden tasdiklenmiş “marazlıdır” mealinde içerisinde alzaymır malzaymır gibi nörolojik terimler içeren bir rapor yoksa fazla da büyütmeye hiç gerek yok. Zaten çoğunlukla; tam dilimin ucundaydı, şimdi aklımdaydı gibi kelime oyunları ile laf lafı bağlar, ne bileyim mesela “akşam elektrikler kesikti çalışamadım hocam” nevi inden maçma(*)(* hem mantıklı hem saçma anlamında) mazeretler uydurulur ve illaki zevahir kurtarılır. (sonraları bunun bir de “sular kesikti” versiyonu çıkmasına rağmen ne hikmetse ilki kadar rağbet görmemiştir).
Olur ya zevahir her zaman kurtarılamaz bezen ikmale bazen de direk sınıfta kalır. İşte bu durumlarda Ademoğlunda geçmişe dair garip garip aşermeler başlar. Canlı cansız birbiriyle alakalı alakasız, artık aklınıza ne gelirse. Don lastiğinden ayakkabı cilasına, pikap iğnesinden naneli sakıza, kornişon turşudan kukalı saklambaca, lolipop şekerinden vatkalı gömleğe, minibüs muavininden damalı taksiye, abaküs boncuklarından transistorlu radyoya, cant kapağından sefer tasına, Şenol Turgay Necati’den zatı şahaneleri muhterem “Netekim Kenan”a kadar. Ne zaman sokaktan gelen “İyesssskiücüüii” diye gevrek ve yanık bir nida duysa yüreği pır pır eder, gözleri dolar. Nabız atışları birden onsekizli yaşlarına döner, bıyıkları yeniden terler, ağaran şakaklarında Amerikan tıraşı Travoltavari kâküller peyda olur. Nerde o eski bayramlar, nerde o eski domatesler, nerde o eski merserize çoraplar (şimdikiler hep naylon) ve ille de nerde o eski günler diye diye yaveler durur. (Bu “nerde” listesi uzar gider böyle. Hadi bir kişi de çıksın “hastir ordan sen de” desin bakayım, hadi)
Ha! Bu arada unutmadan hepinizin yeni yıllarınızı da en içten dileklerimle kutluyorum
Geçenlerde okuduğum Hasan Pulur’un bir yazısı hem içerik hem üslup olarak dikkatimi çekmiş bir o kadar da garibime gitmişti. Hasan Pulur ile siyasi görüş olarak aşağı yukarı hipotenüs ile dik açının ilişkisi kadar yakınlığım olsa da kendisini otuz yıldan fazladır yazıları ile tanır takip eder, gazeteci gibi gazetecilik yaptığı için saygı duyar ayrı bir muhabbet beslerim. Muhaliftir ama belden aşağı vurmaz, iftira atmaz, yalan yazmaz, aracı olmaz, tetikçilik yapmaz, ihale takip etmez, şöhreti, reklamı sevmez vs. Mübarek sanki gazeteci değil Mohikanların sondan bir öncekisi.
Bahsini ettiğim “SEKSENLER GİTTİ” isimli Milliyet gazetesindeki o köşe yazısında TRT de oynayan bir dizi üzerinden seksenli yılların mini bir kritiğini yaparken yazının sonlarına doğru duygusala bağlıyordu. Aslında sanal âlemde epey bir süredir yediden yetmiş yediye topyekûn bir seksenlerdir modasıdır gidiyor. Benim garibime giden Allah uzun ömürler versin 81 yaşındaki (41 kere maşallah) Hasan Pulur’un bile kırklı, ellili, atmışlı, yetmişli ve hatta doksanlı yılları pas geçip sadece seksenleri hasretle yâd etmesi. Öyle ki yazısının sonunda yeni (tele)vizyona giren “doksanlar” isimli bir dizi üzerinden çaktırmadan doksanlı yıllara çakıyordu bile.
Hadi ben böyle bir şey yapsam, “ah ulan neydi o günler” diye seksenleri özlemle yavelesem (ki laf aramızda zaten yaveliyorum) fazla göze batmaz. Zira seksenlerde tam da deli fişek tabir edilen (16–26 arası) çağlardayım. Öhöm öhöm bilenler bilir o zamanlarda on numero fiziğim var. Kimya desen o da pekiyi, beden eğitimi, hal ve gidiş hep pekiyi. Edebiyat mayhoş, matematik zehir(breh breh), yabancı dil de limoni. Travolta kâküllerimi bir gün sağa bir gün sola bir gün yukarı tarıyorum. Bırak taramayı kafamı şöyle bir sallamam yetiyor.
Oysa seksenlerde Hasan Pulur abimiz elli yaş civarlarında. Hani tam kel değilse bile kafatası çatısına hafiften erozyon vurmaya başlamış, “saçlarım tarumar gözlerimde nem” şarkısını dillendirmekte. İlaveten “3G”(*) yününden zengin arazi yapısına sahip ( * 3G: “1.gö..”, “2.göbek” ve çene altı bölgelerinde yağlanmalar ki biz buna “3.gıdı” diyoruz.). O tarihlerde bende bahar onda hazan mevsimi hakim, ben dövme dondurma yiyorum, o sıkma portakal suyu içiyor.
Mutlaka Hasan ağabeyin de ekmek elden su termostan diyebileceğimiz onsekiz yirmili yaşlarına tekabül eden ellili altmışlı yıllardan kalan güzel anıları vardır. Hemen hemen aynı yaşlarda oldukları için babamdan bilirim. Allah şifa versin babama inme indikten sonra doktorlar psikolojik olarak daha çabuk toparlanması için kendisini devamlı konuşturmamızı tembih etmişlerdi. Bu yüzden vakit buldukça geçerdim karşısına havadan sudan derken muhabbeti tam da mişli ile dili geçmişin aralarında bir zamana sıkıştırıverirdim. Neler neler anlatırdı. Sohbetin bazı yerlerinde göz ucuyla annemi keserdi, o ara sesi fısıltıya dönüşürdü. Hemen uyanırdım işe. Hımm demek ki burada validanımın duymaması gereken şeyler var. Gönlün rahat olsun babam benim, aramızda aramızda, “off the record” yani” derdim. Solgun yanakları pembeleşir, ben gülerdim. Ah benim babam hayat böyledir işte, gün gelir geçmişte kırdığın cevizler “yürrü anca gidersin” diye nanik yapar insanın arkasından, yaa. Ellerinden öptüm.
Bu kadar anı bolluğu içinde maalesef seksenler Hasan ağabeye göründüğü kadar net değil babam için. Fluu !. Heyhat, o tarihlerde ekmek fırınında aslan terbiyeciliği yaptığı için seksenler ile fazla fantastik anıları yok garibimin. (aman ha böyle bir meslek yok, "ekmek- aslan-mide" denklemine atıf yapmak istedim sadece) Şimdi haklı olarak babanın konumuzla alakası ne diye soracaksınız. Birincisi; hemen hemen akran oldukları için seksenlerden önceki yılların da kendine has bir tadı olduğunu birinci ağızdan anlatmak için. (Her ne kadar bana anlattıklarının hiç birini burada anlatmadıysam da o yıllarında kendine has birçok güzellikleri vardı(r). İkincisi; Yahu elli yıllık babamız, adamı bir yazımıza misafir olarak katıp onore etmek istedim. Babamıza küçük bir kıyak yapmışız çok mu allasen. (tebessüm efekti)
Benim merak ettiğim hadi babamın mazereti var, seksenlere garezli. Peki, Hasan ağbinin (ve tüm seksenliklerin) seksenlere olan bu muhabbetinin sırrı ne. Gel de bu rüyayı hayra yor bakalım, hadi!
En önemli ihtimal “ihtilal” diyorum. İhtilalın; birçok negatif tesirinin yanında pozitif manada bir zincir boşalması meydana getirdiği bir gerçek. En azından insanlar helalleşmeden akşam dokuzdan sonra evden dışarı çıkmanın tadına vardılar. Nasıl olsa “asayiş berKenan” anadın mı? . Gerisi de çorap söküğü gibi geldi zaten.
Bütün yılların kendine has yaşanılası güzellikleri olsa da seksenler sonlara doğru birçoğunun sessiz sedasız tedavülden kalktığı yıllar oldu. Yedik içtik, güldük oynadık, fatura hesap tarihi seksenler oldu.
***
Zıırrrrrrrrrrrr(telefon sesi)
-Alouvv. Kim? Hasan Pulur mu?
(Pardon yaa. Hasan ağabey arıyor da, döncem ben size)
-Alo Hasan abi kusura bakma bekletmedim ya.
-Estağfurullah, işine baksaydın İsmetçiim, ben sonra da arardım
-Aşk olsun abi senden önemli mi? Naber abi nasılsın?
-Çok teşekkür ederim canım, eksik olma
-Hala inanamıyorum, gerçekten siz misiniz. Bak şu Allahın işine. Sen koskoca Hasan Pulur, gel beni telefonla ara. Pardon abi sorması ayıp olmazsa numaramı nerden buldun
-AloBKÇBS’den
-!!!!
-Bilinmeyen kulak çınlamalarını bulma servisinden
-İlahi abi, bu kadar olur yani, az evvel bizde senin kulaklarını çınlatıyorduk. Seksenlerle alakalı, erguvan kokulu nostaljik yazını anlatıyordum arkadaşlara.
-İsmetçim erguvan demişken, sizin mahalledeki Zehkiri Kemal Caminin bahçesinde koca bir erguvan ağacı vardı hatırladın mı?
-Hatırlamam mı abi, çiçek açtığı zaman pembe bir şemsiye gibi kaplardı sokağı, mayıs rüzgârlarında pembe kar yağdırırdı sanki.
-Hala duruyor mu?
-Yok be abi nerde. Seksenlerin sonlarına doğru kestiler onu
-Neden
-Tam olarak bilmiyorum. Hafif yan yatmıştı, epeyce de yaşlıydı zaten.
-Bakıma alsaydılar, niye kestiler ki
-Ne bileyim abi, sokağın karşısındaki binanın güneşini mi kesiyormuş ne, ha birde çiçeklerini döktüğü zaman ezildiğinde çok sinek yapıyordu, mahalleli rahatsız oluyordu
-Ağzına ..ıçayım ben o mahallelinin...dıt...dıt...dıt...dıt !
-Alo alo Hasan abi, alooouuvv,!
Hat kesildi galiba. Tam da yerinde yani, hâlbuki daha bir sürü soru soracaktım Hasan abiye. Neyse bir daha arar artık, numaramı biliyor nasıl olsa. Gerçi kafama takılmadı değil, Hasan ağbi kalender adamdı, ağzını hiç bozmazdı. Yoksa biri Hasan abi diye işletti mi bizi acaba.
Nerde kalmıştık. Hasan ağabeyin seksenler sevdasında değil mi?
Bir daha ararsa soracağım, söz...
***
“......
-Müjde efendim müjde.
-Noldukine
-Hatırladım efendim
-Neyi
-Az evvel ismini ve ne dediğini hatırlayamadığım o ünlüyü
-Şimdi bir şey diyecektim de iyisi mi demeyeyim, ayıp olacak yoksa.
-Deyin efendim deyin
-“Bayram geçtikten sonra kınayı nokta nokta yerine sür” deermişim
-Tüh sana tüüüh, yırttın perdeyi eyledin viran....”
Yahu bu iki çakma “dümbüllü” (kusurlarına bakmayın rek-lam-lar gibi ikide bir araya giriyorlar) bayram seyran demişken aklıma geldi, iki saattir bir şey kutlayacağım, kutlayacağım ama neydi diye kafayı yiyeceğim nerdeyse. Devamlı karavana sallayıp duruyorum, hatta doğum günüydü, yılbaşıydı diye ikidir kazan çömlek patlattım.
Tabii yaa, geçmiş Ramazan Bayramınızı kutlayacaktım ben sizin. Gerçi biraz geç olacak amma, inşallah o nokta noktalı atasözünü kullanmazsınız artıkın. (tebessüm efekti 2)
Ander ihtiyarlık işte, gene garip garip aşermelerim tuttu iyi mi. Nerde o eski bayram yerleri nerdee. Olsa da şöyle bir atlıkarıncaya binsek hep beraber. Bu aşermeler hiç hayra alamet değil ya, hayırlısı Allahtan. Neyse albümdeki eski fotoğraflara bakayım biraz, siyah beyaz olanlar ilaç gibi geliyormuş diyorlar...
İsmet BABAOĞLU
YORUMLAR
Bu da ilginçti valla.
Değişik bir üslup.
Diyaloglar yoğunlukta,
tasvirler mükemmel.
Ağyar
Saygılar
Hiiii
cevhere gel arkadaş!
Of off, sözcük dağarcığı pek zengin
bu gününe ve geçmişine pek bir hâkim
kıvrak üslûp
meddahlıkta on numero
aman da aman.
ne rahatlık, ne akış bu.
Bayıldımssss. :))
Ağyar
Teveccüh göstermişsiniz :-)
Teşekürler sayın Kalimera
Selamlar, saygılar
Öncelikle yazıda bahsi geçen Hasan Pulur yazısını buldum okudum, sırf olaya fransız kalmamak, ordan bir soru gelirse afallamamak için ;D
Ah Hasan bey.
Siz bilmezsiniz Duyumduyum duygusal yazılardan pek haz etmez Ağyar.
Aman iyi ki de etmez, çünkü biz bu yazıyı o bakımdan büyük bir keyifle okuyabildik
:)
Ağaçlar, çiçekler, böcekler
yetmişler, seksenler doksan ...
ne önemi var yeterki cepler zenginleşsin, aman gönüller bir olsun diycektim.
En çoğundan saygılar .