- 3125 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HELA CAMINDA AŞK
HELA CAMINDA AŞK
NOT: Okunması gayetten sakıncalıdır.
Şu sahtekar aynalar, ilk defa hakikati oynuyor sanki. O kadar çirkinim , o kadar iğrencim ve bir o kadar da mutsuzum ki, Çingene mahallesinden geçmeye kalksam hilkat garibesi diye taşlarlar vallahi. İnsan cinsinden , kadınından da , erkeğinden de , hatta çocuğundan da nefret ediyorum. Aslında çok uzun bir süre aynalara görünmemeliyim. Kırılası, yok olası ibne aynalar.
Eskiden banyoların bir aydınlık penceresi olurdu. Oysa şimdi bir havalandırma deliği bile yok.Burayı yapan müteahhitin... Son birkaç mumu yakarak tuvalete girdim. Zira dört yıldır elektrik parası ödenmediği için ,elektrik saatini bile söküp götürmüşler . Üstüne de , üç kez mahkemeye verilmişim. Su parası neyse ki, apartman yöneticisine ödeniyor. Bu yüzden idare ediliyorum.
Sol kolum dirsekten kırık , burnum da kırılmış . Kaza geçirmiş falan değilim . Dayak yedim öldürülesiye . Alçılı kol ve bandajlı burnumla bir hafta hastanede yattıktan sonra , bir kaç gün önce anneme aldığım ve hiç gelmediği için, garsoniyer olarak kullandığım bir artı bir ,küçük eve kendimi atabildim.
Gizli yerimi bilen yok Allah’tan . Yoksa bir dayak daha atıp ,diğer kolumu ve hatta bacağımı bile kırabilir bu haraççı ibneler. Sanki oğlanı ben öldürmüşüm gibi. Allah belanızı versin.
Sadece güvenmek diye bir hastalığım vardı , işte o yüzden başıma gelen pek çok beladan biri daha. Ama en büyüğü, en belalısı. Hayata küstürdünüz beni be..
Eskiden işleri iyi giden , evli ve bir çocuklu orta zenginlikte bir inşaat mühendisiydim. Kendime güvenip müteahhitlik de yapıyor , istediğim hayata yakın , güzel güzel yaşayıp gidiyordum. Ne çok güvenirdim yıllarca beraber çalıştığım , inşaatlarımın sorumlusu Bekir Çavuş’a . Ah Bekir ah, yaktın beni , hayatımı tersine çevirdin , Allahsız, kitapsız adam.
O gün bitirmeye çok yaklaştığımız bir kooperatif sitesinin , son kat dış sıvasını yapıyor ve kooperatif yetkilileri ile renk konusunda konuşuyorduk. Birden üst iskelenin uç tarafında bir bağrışma olmuştu. Bekir Çavuş yanımdaydı.
“ Bırak ulan arabayı bırak gitsin . Sıkı tutun düşeceksin “ diye bağırıyordu. Evet , üst iskelenin uç tarafında içi harç dolu el arabasının tekeri , iskele kalasından aşağı kaymış, genç bir işçi, hala koca el arabasını tutmaya çalışıyordu. Ellerini açsa , araba aşağıya uçacak ama çocuk düşmeyecekti . Bütün gücüyle arabayı kurtarmaya çalışıyor. İkazlarımızı duymuyordu bile.
Ama nafile . Beşinci kattan el arabası ile birlikte uçuyor, yere vuran araba ve üzerinde delikanlının gövdesi . Manzara korkunç, insanlar bakamıyorlar bile. Hemen koşuyor ve nabzına bakıyorum. Çocuk ölmüş. İnsanların ambulans, doktor feryatlarına , elimi aldırarak engel oluyorum. Karakola ve savcıya haber vermek gerekiyor. Bekir Çavuş’ a dönüp
“ Kim bu çocuk, sigortasını yatırdık değil mi? “ diye soruyorum. Başını iki yana sallayarak,
“ O benim yeğenim . Geçen hafta köyden geldi. Sigorta ney ettirmedik. Zaten sıva işi bitecekti . Biraz nasiplensin istediydim” diyor.
“ Ulan ben sana , sigortasız işçi çalıştırmak yok dememiş miydim. Allah belanızı versin . Şimdi ne halt yiyeceğiz? Savcı buraya geliyor. Polisler geldiler bile.”
“O benim sorunum değil beyim. Kontrol etseydin, boğazda avratlarla sen fink atar, Mercedes’lerle gezerken biz burada , güneşin anlında sıva yapıyor, bir de olmuş olmamış diye azar işitiyorduk. Haftalıklar ödenirken imzan bile var. Sen saymadıysan , muhasebeci anlamadıysa bana ne” diye ukala tavırlarla konuşuyor, bir de bilgiçlik taslıyordu, altı yıllık kardeş bildiğim , çok güvendiğim Bekir Çavuş.
Bu cevabı hayatım boyunca asla unutmayacağım. “ Kontrol etseydin ha. Avratlarla ,Mercedes’lerde ha” Ey koca pabuçlu Allah’ım, beni koru. Böyle kalleşlerle bir araya getirme “
Çocuğun üzerini çimento kağıtlarıyla örtüp, şantiye odasındaki evraklara bakıyorum . Bekir Çavuş yeğenini on sekiz gündür çalıştırmış ve ben bu adamın kayıtsız olarak, yevmiye sini ödemişim. Beni ne muhasebecim, ne de yardımcım uyarmamış bile . Savcı gelir gelmez , çalışanın sigortalı olup olmadığını soruyor. Beni hemen tutuklayıp Metris Cezaevine koyuyorlar.
Eşim ziyaretime geldiğinde bu kadın benim karım mı, ilk sevdiğim , çocuğumun anası kadın, bu mu ? diye soruyorum kendime. Çocuğu getirmeye utanmış, ben bir katil mişim . Bekir Çavuş , ne pislik olduğumu iyi biliyormuş, her yaptığım haltı öğrenmiş artık. Neden kontrol etmemişim. Dır dır dır. Hay seni doğuran , yetiştiren , karı diye bana veren , ananın anasını lan . Ulan hapisteyim be , on beş dakikayı, böyle mi konuşarak doldurman gerekiyor, bana çamaşır getir , para getir, moral ver , psikopat yaratık.
Bir ay sonra kooperatif avukatından ilk ihtarname geliyor . Sözleşmeye sadık kalmazsam iptal edeceklerini bildiriyorlar. Avukatım yapacak hiç bir şey yok, adamlar haklı diyor. İş bitiminde dört dubleks ve bir düz daire bana kalacaktı. Önce ölen çocuğun ailesi ile konuşuyor avukatım . Dubleks bir daire ile , güzelim Mercedes’im onlara, iki dubleks ve düz daire kooperatife, bir dubleks daire de, karıma veriliyor ( Çocuğun ailesi yine de davacı oldu, karım evi aldıktan sonra boşanma davası açtı, kooperatif üstüne para istedi) Sen sağ ben selamet. Boşa giden bir ömür.
Ortak hesaplarım karım tarafından boşaltılmış . Avukatım bu kadının benden ayrılacağını , çok dikkatli olmamı söylüyor. Nitekim cezamın kesinleşmesinin arkasından, sarı zarf hapishane müdürü tarafından bana tebliğ ediliyor. Uzun tutukluluk süresi , şiddetli geçimsizlik ve sorumsuz davranışları adet edinmiş olmam nedeniyle boşamış beni , aile mahkemesi. Tabi ben de boşanma dilekçesini imzalamış , kabul etmiştim bu geciken kaçınılmazı. Allah yolunu açık etsin . Güzel yemek yapardı doğrusu. Oğlum için çok üzülüyorum. Onu hiç ihmal etmeyeceğim, asla yalnız olmayacak. Bozguna bakar mısınız? Şen olasın Halep şehri.
Dokuz yıl , üç ay mahkumiyetimin dördüncü yılı .Bir gardiyanın bana kafayı takıp birkaç defa dövmesine karşılık, sesim çıkmadığı için , iyi hal ve infaz kanunun dan faydalanarak tahliye oluyorum.
Vedalaşırken “Sen köylümü öldürdün , seni yaşatmazlar” diyor bana, kafayı takan kapçık ağızlı gardiyan. Şimdi anlaşıldı ,neden boş yere beni hırpaladığı , puşt pezevengin. Ulan hepinize yazıklar olsun. Haberim bile olmayan bir olaydan, ben sorumlu oldum ya , anasını satayım bu dünyanın. Çocuğu gizlice işe sokana da, ona fazladan yevmiye verene de , hiç ceza yok. Yüzünü sadece öldüğü an gördüğüm işçim bile olmayan genç için ,dokuz yıl aldım ya, herkese teşekkürler.
Tek gideceğim yer ,işte bu elektriği bile kesik , küçük garsoniyer. İyi ki varsın , evim evim güzel evim.
Mahpustan çıktıktan sonra henüz yüz metre gitmemiştim ki , otobüs durağına doğru, içeride geçen dört yıl iki ay yedi günü düşünürken , koğuş arkadaşımın hediye ettiği tespih elimde daha bir tur bile dönmeden,birden yanımda benim beyaz Mercedes duruyor. ( Benim sevgili arabam bu)
İçinden inen dört kişinin saldırısına uğruyorum . Gardiyanın haber verdiği belli. Ellerindeki sopaların, biçer döver kolları gibi inip kalktığından başka hatırladığım pek bir şey yok. Birkaç defa katil olduğumu , bu kadar az bir ceza ile kurtulamayacağımı söyledikleri de aklımın bir köşesinde kalıyor. Ulan sizinle hani anlaşmıştık, kancık herifler.
Hapishaneden sonra doğruca Ok Meydanı Devlet Hastanesine kaldırılıyorum. Polis devriyesi kurtarmış beni. Sol kolum dirsekten kırılmış, iki kaburgamda kırık var , burnum acilen girdiğim ameliyatla estetik bir operasyon görmüş . Kafamda iri bir yarık, çapraz dikişler içinde . Beyin kanamasından korkuyor doktorlarım.
Tam sekiz gün hastanede yatıp taburcu olarak , bu minik eve geldim.Yönetici beni görünce biriken aidatları alabilirim diye çok sevindi. Parasızım , yemin olsun ki çok parasızım , yönetici hanım.
Anneme tahliye olduğumu haber verebilmek için kapıcıya az bir para verip , ikinci el bir cep telefonu ve 0535 li bir numara almasını söyledim. Annem postane den bir miktar para da çıkartmış kapıcı Zeynel’ in üzerine.
İnsanın yeniden düzenini kurması çok zor . Neyse ki dostlarım, annem, kardeşlerim var. ( Mapusa bir kere bile gelmeyen kardeşlerim) Ah babacığım, erkenden ölecek ne vardı?
Telefon çalıyor. Annem olmalı . Hayret ,tanımadığım bir numara. Ürkerek, korkarak ,titrek parmaklarımla açıyorum.
“Varol Bey’ le mi görüşüyorum? ( Sesinden hemen tanıyorum . Bülbül gibi şakıyan , huzur dolu , dişi sesi, hemen tanıyorum) ‘’Ben Özlem , hatırladınız mı beni? ( Ne hatırlaması be kızım , aklımdan , hayalimden , düşlerimden, hatta mastürbasyon yaparken beynimden çıkmış mıydın hiç? )
Ulu Tanrım, konuşamadan donup kalmıştım. “Varol Amca , nasılsınız, sizi çok özledik , bir kaza da geçirmişsiniz , çok merak ediyoruz sıhhatinizi “ (Amca ha, öyle ya 47 yaşına geldik . Ama senin amcan asla olamam bebeğim)
“Eşimle beraber, size geçmiş olsun demek için aradık . Telefonunuzu kız kardeşinizden aldım. Çok üzgünüz. Eşime sizden çok bahsettim. Onun da selamı var. Annem , babam , kardeşlerim, hep geçmiş olsun diyorlar .”
Senin de amcan olduk ha . Hay bu yaşlanmanın içine be. Sevinmek yerine üzüldüm doğrusu. Onu tanıdığım güzel günler geçmeye başladı gözümün önünden . İlk gördüğüm , elinden tutup bayram elbisesi almaya götürdüğüm güzel , sevgi ve saygı dolu günler .
Satmaya çalıştığım bir lüks dairenin bedelini takas ile ödemeye çalışan müşterim, İznik Gölü kıyısında ,içinde 1000 adet zeytin ağacı , 200 kadar da karışık meyve ağacı olan , 100 dönümlük bir bahçe ve her tarafı eski Rum’ lar dan kalan zeytinhane ile ön tarafına yapılmış , çok güzel göl manzaralı dubleks den bahsediyordu . Üstelik evin bir de yüzme havuzu vardı.
Önceleri hiç ilgimi çekmeyen bu göl evini, onun ısrarlı davetlerine dayanamayarak , bir Cumartesi günü görmeye gittim. Orhangazi’ den sola kıvrılarak göl yolunu takiben, Sölöz yazan tabelaya gelip tarif üzerine 100 metre daha giderek , önü modern bir villa , arkası ise eski zeytin yağı ve zeytin depolarının bulunduğu eve vardım .
Müşterim, beni kapıda karşılamıştı. Samimi tavırlarla evi ve oraya yıllardır bakan ve ürünleri pazarlayarak yarıcılık yapan aileyi tanıştırdı. Bu aile hemen arka tarafta yine zeytincilik yapan 70 metre uzaktaki evin sahipleriydi. Yugoslavya’ dan gelmişler, burayı yurt edinmişlerdi . Göçmen ailenin üç güzel kızı da Türkiye’de doğmuştu. Müşterimin burayı satmak istemesi, onları çok üzmüşe benziyordu. Bakışları , ona satma, bana alma der gibiydi.
O akşam, Kerem Efendi müşterimden aldığı parayla gidip, epey et ve koca bir yayın balığı ile birkaç şişe de rakı ve şarap getirmişti. Bu bıyıklı ve hala canlı olan yayın balığını kesip temizlemek ,en büyük olan Özlem’ le bana düşmüştü. Kızın yarı korkulu ,yarı neşeli halleri arasında balığı kesip , derisini de yüzerek kızartılmaya hazır bir hale getirmiştik.
Kızların üçü de, mavi gözlü ve orijinal sarı saçlıydılar. En büyüğü Özlem , sonra Sinem ve Songül . Aralarında ikişer yaş fark vardı. Onlara yüklü bahşişler vermiş , kalplerini kazanmıştım. Akşam kurulan havuz başındaki sofrada etin de , balığın da torpilli tarafını kapmıştım. Yemeğin sonuna doğru benden yaşça büyük olan Kerem Efendi,kulağıma eğilerek
“ Al burayı Beyim. En iyi zeytini bu bahçe verir , en iyi kiraz ve elma buradan çıkar. Yağı şehirliler gelip yarinden alırlar, teneke teneke. Burayı kaçırmayın bence. Biz yine sizin de hizmetinizde olur, kendi malımız gibi korur ve bakarız. Zeytinin gübresini verip , piçlerini temizlemek bizim işimizdir. Hiç gözün arkada kalmaz"
Müşterim de onların dürüstlüğünü , saf ve temiz insanlar olduklarını anlatıp duruyordu .34 yaşındaydım ve karımla iyi gitmeyen bir evliliğim vardı. Oğlum dört yaşında ve en sevdiğim varlığımdı . O sabah yine bitmeyen kavgalarımızdan birini etmiş , adeta kaçarcasına buraya gelmiştim. Böyle huzur dolu sığınabileceğim bir limana ihtiyacım vardı. Bu göçmen ailesi ne kadar mutlu ve huzurluydu.
Masanın sonuna doğru “ Kabul be dostum, Daire ile trampa edebiliriz ama üzerine elli bin dolar daha isterim” diye çıkmıştı ağzımdan. Müşterim için güzel bir satış şekliydi .
“Oldu Varol Bey, karım bu habere çok sevinecek. Teşekkür ederim.”
El sıkışarak , kızların şaşkın soruları arasında almıştım zeytinliği.
“Yani şimdi satıldı mı burası? Hani nerede para bile verilmedi? Böyle satış olmaz ,bize şaka yapıyorlar, inanmayın kızlar.”
Yalova’ya yarım saat mesafede , gölün etrafını çevreleyen yola cepheli , ağaçları son derece bakımlı, şahane bir yer almıştım . Ama karım buradan hiç hoşlanmayacaktı . Pazar günü ,bütün gün havuza girdim. Müşterim İstanbul’a dönmüştü. Kızlar, kiraz üzüm ve kayısı tabakları hazırlıyorlar,kendilerini tanıtmak için sürekli etrafımda koşuyorlardı. Büyük kız Özlem ,biraz daha mesafeli duruyordu.
Artık hafta sonlarım,( Çiftliğim ) dediğim bu yerde geçiyordu. Bazen dostlarımı da davet eder , hep birlikte eğlenirdik. İki yıl böyle geçmiş , evliliğim dönülmez bir felakete doğru sürüklenir olmuştu. Oğlan, henüz altı yaşında olduğu için ,onu babasız bırakmak istemiyordum.
O haftanın Cumartesi sabahı ,epey alış veriş ederek eksik bırakmadan gelmiştim çiftliğime. Etler, mezeler, Şerife Hanım’ ın ve Özlem’ in marifetli ellerinde işleniyor, lezzet küplerine dönüyordu. Nihayet akşama doğru beklediğim misafirlerim, koca bir arabayla kornalar çalarak gelmişlerdi.
Yardımcım Durmuş ve müşterek dostumuz Halil ile sevgilileri ve bir de fazladan bir genç hanım daha . Çaresiz ıslatacağız. Gelenler sıcaktan o kadar bunalmışlar ki, elbiselerini ne zaman çıkarttıklarını , mayolarını ne zaman giydiklerini bile anlamadan onları havuzda şakalaşırken gördüm. Ben de gömleğimi sıyırıp havuza girerken şortum ile atlamıştım yanlarına. Şakaların , kahkahalara boğulup yükseldiği bir an “ Haydi Özlem, soğuk biraları getir de , misafirlerimiz iyice serinlesin “ diye işaret etmiştim.
Özlem, güzel yüzünü asarak, yerinden zoraki kalkıp , altı şişeyi koyduğu tepsiyi getirmişti. Havuzda tanıştığım ev hediyesinin adı Jülide idi. Çok güzel olmasına karşın , çok kendini beğenmiş ve dünyayı takmaz bir havası vardı. Aslında böyle kadınları hep es geçerim ama o sıralar çok abazayım.
“ Ay sizin köyde ,birayı şişeyle mi içerler ? Kadeh yok mu, kadeh? Hani büyük bardak falan diyorum. Hiç duymamış gibi bakıyorsun da.” diyerek, kızı bozum etmişti.
“ Havuzda, kadehle bira içilmez Jülide Hanım. Kırılırsa kadeh parçaları bulunmaz zira” diyerek bu kadınca kaprise, kendimce tavır koymuştum .
Özlem, başı önünde ağlamaklı olarak içeri girmişti. On altı yaşındaki bir genç kıza , üç erkeğin arasında böyle davranılması beni çok kızdırmıştı. Benim özel hizmetçim değildi ki bu kız. ( Şehirli , bencil , verek yosma. )
Biralar bitince,ikincileri getirecek kimse yoktu etrafta. Ben kalkıp boş şişeleri alarak , doluları ile değiştirmek için mutfağa girdiğimde onun ağlamaktan şişmiş , benden kaçan gözleri ile karşılaştım. “ Gel bakayım buraya. Sen neden bu kadar alıngansın? Bu konuşma onun gerçek görgüsüzlüğü. Yine de senden ,onun adına özür diliyorum. Ne olur kusurumuza bakma” . Çenesini tutuyorum, başını çeviriyor, gözlerini saklıyor. Parmağımla göz yaşlarını siliyorum. “ Sen onlara benzemiyorsun “ diyor. Bu kızda bir haller var ya , haydi hayırlısı. Ne de olsa ergenlik döneminde.
Gece şarkılar , fıkralar, kahkahalarla geçiyor. Jülide yaptığı hatanın farkına varmış gibi .Kıza yavşak özürler gönderiyor. Kerem’ den iyi bir azar işiten Özlem , zoraki servis yapıyor. Başı dimdik, onurundan taviz vermez görünüyor. Tabaklar süslenmiş, her şey çok lezzetli. Öğreniyorum ki bu yaz kızımız “El işi ve yemek “ kursuna gitmiş. Bir de asık yüzünü düzeltebilse.
O geceyi Jülide ile geçiriyorum. Bir kadın ile yatmaya çok ihtiyacım vardı. Ne yapabilirim ki, karım yüzüme bakmaz ve sürekli kavga edersek , mutluluğu geçici gecelerde, geçici kadınlarda aramayıp da, ne yapabilirim. Sabah epey geç bir saatte uyanıyoruz. Yataktan çıkamıyorum. Bütün gece canımı çıkarttı, Kadıköylü yosma.
Şerife Hanım, güzel bir köy kahvaltısı hazırlamış. Süt , yumurta , bal ,tereyağı , reçeller , peynirler , köy bolluğu işte. Gözlerim Özlem’ i arıyor. Hastaymış, yatıyormuş, güzel yüzlü melek. O nefis kahvaltıdan sonra, Termal’ e gezmeye gidiyoruz. Oradan da ver elini İstanbul cehennemi
Ertesi hafta sonu gelirken , Özlem’ e güzel bir cep telefonu ve kızlara da evde kullanabilmeleri için bir bilgisayar getirmiştim. Kızda surat bir karış. Telefonu almıyor. Belli ki çok kırılmış geçen hafta. Gönlünü zor aldım, affetti beni. O akşam havuz başında hazırlanan güzel sofrada ilk defa onun sesini dinliyorum. İki kadeh beyaz şarap ,kızı çarptı galiba.
“Nerden düştüm ben bu aşka
Ne verdi ki , dertten başka
Sevmeseydim seni keşke
Ne güzeldi sensiz hayat
Kızım sen manyak mısın nesin be? İki kadeh şarap içip , babanın yanında gözlerime bakarak, bu şarkıyı nasıl söyleye biliyorsun? Hadi söyledin , ne diye bir de ağlıyorsun? Bu on altı yaş ,senin başına bir şeyler açacak bu gidişle. Büyümüş ayaklarını bırak be kızım. Her erkeği biraz tehlikeli görme yaşındasın. İnsanın başını belaya sokacaksın , sarı saçların ,küçücük ak topuklu ayakların ve taş gibi memelerinle.
Cumartesi akşamı Çınarcık’ a düğüne gideceğim. Ütülediği gömleği odama getirip yatağıma oturuyor.
“Haydi kızım ,sen aşağıya in de, ben bir duş alayım “ diyorum. Televizyona bakıyormuş, o kanal ,onların televizyonunda yokmuş , orada otursa ne mahsuru varmış, ben ne kadar kötü kalpli bir insanmışım. Dır dır dır. Huzursuzum, çünkü kız henüz on altı yaşında. Tam başımı sabunlamışken,
“ Sırtını sabunlayayım mı? “ diye kapıya dayanıyor. Ona çok kızıyorum, bağırınca da ,bana çok kızıp ,oda kapısını çarparak çıkıp gidiyor.
O gece onları Yalova’ ya, çay bahçesine bırakıyorum. Kızların başında Şerife hanım var . Anaç tavuk gibi kızları kolluyor.Arabaya binerken anasını arkaya yollayıp öne oturuyor Özlem . Eliyle mini eteğini biraz daha yukarı çekerek, güya beni tahrik ediyor. Yahu kızım,benim de testesterojen taşıdığımı, neden görmezden geliyor, neden erkekliğimle böyle oynuyorsun ? Evli ve çocuklu bir adamla senin ne işin var? Git kendine yaşıtın olan bir çocuk bul.
Nereden aldım şu lanet telefonu ona. Düğünü burnumdan getirdi.
“Sen şimdi kiminle dans ediyorsun? Sana güzel bir kız tanıştırmışlardır. Güzel kadınlar var mı? Beni niçin götürmedin, benden utanıyor musun?” Yahu kızım bak otuz yedi yaşında ,kendi halinde, terbiyeli olmaya çalışan , hala salak bir kadınla yürümeyen bir evliliğe ,çocuk bokuna katlanan , pek de yakışıklı olmayan, vasat bir adamım. Bu konuşmalarını ters anlamamak için kendimle zor bir mücadele veriyorum. Evet çok güzel kadınlar var düğünde . Onlarla dans etmek değil , onları düzmek istiyorum . Anlıyor musun Bebeğim?
“Sıkıldım , nerede kaldın? Beklemekten bıktım seni . Haydi gel al bizi”
Onları fazla bekletmemek için erken ayrılıyorum düğünden. On yıldır ayrıymışız gibi her kesin önünde sarılıyor boynuma. Aferin kızım , kardeşlerinin gülümsemelerinden onlara bir şeyler anlattığın da belli oluyor. Bu sefer dolaşalım diye tutturuyor. Yok dondurma alalım, yok mısır yiyelim, yok koluna girmek istiyorum. Kim görürse görsün , kimseden korkmuyorum. Yani ben çok mu ileri gidiyorum ?
Bir kolumda Özlem , öbüründe Sinem , karakoldan mahpushaneye götürülen suçlu gibi dolaştırılıyorum. Yalova sahilinde böyle tur atarken , Özlem’in arkadaşlarına rastlıyoruz. Beni onlara tanıştırırken , koluma sülük gibi yapışarak, güya hava atıyor.
Güzel bir pup bar görüyorum. Şerife Hanım , Songül ile çay bahçesine oturuyorlar. Ben iki, kızla girip ,onlara bira ısmarlıyorum. Çok mutlular. Özlem tam karşımda oturmuş minicik ayakları ile ayaklarıma temas etmeye çalışıyor. Bu kızı ya iyice döveceğim , ya da iyi bir becereceğim. Yoksa bu östrojen , kızı da ,beni de terk etmeyecek. Kızın bir bira içişi var ki, gören kız ayakta beni beceriyor sanır.
Ertesi gün akşamı hüzünlü bir veda ile ayrılıp İstanbul’a dönüyorum. Ev yine eski hamam eski tas. Karıma bir demet gül götürüyorum , vazoya bile koymuyor. Babası elektrik parasını ödeyememiş de, ben ne biçim damatmışım, herkesin kocası kızın ailesinin her derdine koşarmış da, annesi benim canım aşure istediğinde ,hemen yapmış da, kadir gecesi kaynanamı aramamışım da, kendime yeni ayakkabı almışım Matraş’ tan da , kayınpedere de alsam, ölür müymüşüm. (Ölürüm be ölürüm. Öldürdünüz ulan.)
Elimi cebime atıp , iki bin dolar çıkartıp veriyorum. Çok mutlu olarak anasına gidiyor.
” Ulan senin ananı da, babanı da, kardeşini de… Sana kadın olmayı öğretememişler. Tek bildiğin günde iki defa bütün evi temizlemek. Sonra da, salona girme, divana uzanma, meyveyi mutfakta ye, ayakkabılarını dışarıda çıkart, sana ütü yapmaktan , gömlek ütülemekten bıktım, dır dır dır. Ne çocuğa,ne bana iyi davranmıyorsun. Sana evet diyen kafamı…Nikahı kıyan memureyi , seni kabul ettirmek için beni zorlayan babamı… ”
Satışlar çok ağır gidiyor. Malzemeye para yetiştiremiyorum. Kooperatif üyesi kadınlardan da illallah. Efendim banyosuna döşenen fayansların çapraz olmasını istiyormuş, buz dolabı oraya sığmazmış ,termosifonun markası üfürükmüş , çelik kapısını on altı dilli istermiş. Hepinizin anasını ulan . Dil istiyorsan kocana söyle be. Alt tarafı pek de iyi olmayan , prim yapmayan arsanıza ,değer kazandırıyoruz, burayı beleş aldığınızı ne çabuk unuttunuz kokoşlar. Kendimi Sölöz’e atmak ,her şeyi unutmak istiyorum. Kerem aradı, şeftalilere dalında bir müşteri çıkmış. Beni bekleme hemen sat diyorum.
O hafta ve ondan sonraki iki hafta gidemedim Orhangazi’ye. Ne sitemler yağdı telefondan , ne sitemler. Özlem çıldırmış gibiydi. “Karını görünce bizi unuttun hemen. Yoksa başka biri mi var hayatında? Senden her şey beklenir, bulmuşsundur bir İstanbul güzeli. Haklısın , öyle olsun. Biz kimiz ki senin gözünde, küçük bir çocuk değil mi?”
Sonunda dayanamayıp yeniden Sölöz’e yol aldım. Havuza girerken gelip bikinisi ile suya atladı. Nefis bacakları var. Havuz içinde sohbet edip , şarap içiyoruz. Kafalarımız çok iyi. Bu sefer ben söylüyorum;
Gülünce gözlerinin içi gülüyor
Kendimi senden alamıyorum
Bilmem ,bakışların neler söylüyor
Cesaretim yok ki ,soramıyorum
İçime dert oldu mahzun bakışın
Seni düşünmeden duramıyorum
Beni öylesine aldın ki benden
Kendimi arayıp, bulamıyorum
Oğlum, sen ibne misin nesin lan. Ne var da ağlıyorsun , bu kıza aşık mısın yoksa? Aman oğlum , aklını başına topla, bak Sinem de geliyor , rezil olma oğlum ,rezil olma . Karakterini , zayıflığını, sadakatini….
Üçümüz benin anlattığım fıkralardan gülme krizlerindeyiz. Allahtan havuz ve ev , ağaçlar arasında ve dışarıdan hiç görünmüyor. Ne güzel , ne saf ve bakir kızlar bunlar.
Kızımız yarın 17 yaşını bitirecek. Boş bulunup ona hediye alamadım. Sabah erkenden kalkıp, hemen Bursa’ya doğru gazlıyoruz. Arkadaşları ile katılacağı doğum günü kutlaması için bir tuvalet alacağız. Onu direkt olarak Vakko ‘ ya götürüyorum. İçeri girmekten utanıyor, elinden tutarak mağazaya çekiyorum. Sanki elbiseleri bu kız için dikmişler. Her elbise , satış yapan kızları da kıskandıracak şekilde üzerine cuk oturuyor. En güzelini alıyoruz, fiyatını görünce kabul etmek istemiyor.
“Hayatımda hiç bu kadar ,üzerine her şey yakışan kimseyi görmedim. Doğum günün kutlu olsun , güle güle giy Özlem” Teşekkür etmek için beni öpüyor. Bu öpüş dudaklarıma o kadar yakın ki, şeytan diyor sarıl şuna, ısır o kiraz dudakları kanatırcasına , tüysüz bacaklarını em dibine kadar. Sapıttın oğlum , bir İskender ye de aklın başına gelsin , bol üzüm şırasıyla.
Yürüyen merdivenlerden inerken küçücük ellerini avucumun içinde buluyorum. Serinlik ve huzur dolu ince kalem parmaklarını şöyle bir sıkıp ,ne yaptığımızı hatırlayarak bırakıyorum. Bu kez de koluma giriyor. Eh bu biraz daha normal , kızı boş bırakmak olmaz , Bursa zampara dolu.
Onu Yalova’ da bırakıp ,İstanbul’ a devam etmem gerekiyor. Ama o benim, onu doğum günü partisinden almam için adeta yalvarıyor. Ona o gece, evine geldiği kızın, evinde kalmasını söylüyorum. Hayır efendim olmaz. Parti dağılırken beyaz Mercedes’ li ,takım elbiseli uşak, kapıyı açarak kızımızı arabaya bindirmeli, ayrılırken şaşkın arkadaşlarına şımarıkça el sallamalı. Yeni bitme çıtır kraker. Kızım , nasıl bir güdü bu?
Bu sefer onu dinlemeyip, yola devam ettim. İlk telefon İzmit’ i geçerken geldi. Derhal geri dönmemi emrediyor. Kafası iyi galiba. Artık reşit bir kızmış, çocuk değilmiş, ona bir kadın gibi davranmam gerekiyormuş. Hayır lan , bu sefer irade ne derse o olacak , dönersem bu gece her şey olabilir.Üstelik hala reşit falan da değilsin, yavru kuş.
Hay Allah kahretsin , neredeyse eve geldim, bir telefon daha. Kızımız ağlıyor, beddua ediyor , geriye dönmezsem benimle bir daha görüşmeyecekmiş. Artık onun elinden su bile içmemeliymişim. Beni zehirleyecekmiş. Arkadaşlarının sesini duyuyorum , değmez bu tip heriflere falan diyorlar.
Arabayı kenara çekip düşünüyorum . Ne yapabilirim? Huzur vermeyen hasta karımla, zaten bir hafta boyunca kavga edip, huzursuz olacağım. Dönsem , ah oğlum evlisin , çocuğun var , bu kız yaş olarak tam yirmi yaş küçük senden. Kaprisine bile dayanamazsın. Sen onu düzmek istiyorsun. Bu hevesin geçince ne yapacaksın? Kızın babası yaşındasın ulan. Yolda sana ve ona bakışları nasıldı insanların ? Hayır oğlum kızın hayatını karartmayacaksın . Yürü doğruca evine. Kapat şu lanet telefonunu da. Bak hala duruyorsun , lan sen sapık falan mısın? Bas gaza oğlum , sana söz veriyorum , çok güzel kadınlar sokacağım hayatıma.
O hafta onun tehdit ve yalvaran telefonları ile burnumdan geliyor. Bu kez Cuma günü gelirken karım ve benim oğlan da yanıma takılıyorlar. Artık havalar iyice serinlediği için havuz zamanının da sonuna geliyoruz galiba . Yukarıya üzerime bir süveter almak için çıkıyorum. Yatağın üzerinde bir şeyler var .
O da ne ? Aman Tanrım! Benim ona doğum günü hediyesi olarak almış olduğum şahane Vakko tuvalet ve ayakkabılar ,bir de o şahane çanta, makasla doğanmış olarak yatağın üzerinde duruyor , İyi ki karım benden önce çıkıp bunları görmedi . Bu kızı dövsem ancak rahatlayabilirim. Ama hiç ortada görünmüyor. Yine hasta numarası ile yatmakta. Geçen hafta onu Yalova’ dan almadığım için beni protesto ediyor. Ah Bebeğim sana zararım dokunacak diye korkuyorum. Anlasana beni ,sarı çiçek.
Akşam yemeği sırasında ,güzel mesajlar çekiyor telefonuma .
” Zıkkımın kökünü ye, zıkkım iç. Sen, erkek bile değilsin. Erkek, bir kızı yolda asla bırakmaz. Kılıbık zavallı, senden öyle bir intikam alacağım ki, göreceksin dünyanın kaç bucak olduğunu. Al o hediyelerini de arkana sok.” Telefonu kapatıyorum.
Ertesi sabah, Bursa’da İskender kebap falan bahanesi ile çiftlikten erken ayrılıyoruz . Gelen mesajlar yüzünden yine telefonu kapatmak zorunda kalıyorum. İçimde onun yanında olmak arzuları raks etse de , hayır asla bunu yapmayacağım. Karım garsona, kebabına salça koyduğu için çıkışıyor. Önceden niye söylemiyorsun be çatlak kadın. Bursa İskender’i de burnumdan getirdin, şımarık yaratık . Mutsuzum be dostum , mutsuzum işte. Bu nevrofik kişilikli karıyla, kimse mutlu olamaz.
Önümüzdeki hafta sonu , inşaat malzemeleri fuarı var . Mutlaka orada olmalıyım. Bu sefer de, özür mesajları geliyor kızdan. Ha, bir de Yüksek Hemşirelik Meslek Okulu’nu kazanmış. Onu bildiriyor. Yandık anasını satayım, bir eline düşersek yaşlılıkta , derimi yüzer,seviyorum ayaklarında. Özürlerini sonunda kabul edip , o hafta sonu geleceğimi söylüyorum. Çok seviniyor, iltifatlar ediyor, beni üzmeyeceğine sözler veriyor. Bızdık çıtır , ne olacak.
Perşembeden uyku girmiyor gözüme.Yeni bitme, bakir delikanlılar gibiyim. Utanç verecek bir şey. Cuma sabahı erkenden kalkıp , ezan vakti arabalı vapura biniyorum. Sabah hiç kimseye rastlamayınca , anahtarımla kapıyı açıp, eve girerek yatağıma uzanıyorum. O kadar yorgunum ki ,hemen uyumuşum. Kapımı açıp , onun yanıma gelerek saçlarımı okşadığının bile, zor farkına vararak uyanıyorum. Ona, şaşkın şaşkın bakarken , beni dudaklarımdan öpüyor . Yataktan fırladığım gibi , bu küçük eşeği, yüz üstü yatağa uzatıp, kıçına birkaç şaplak vuruyorum.
“ Sen utanmıyor musun? Ne yaptığını sanıyorsun sen?” gibi azarlamalarla.
Dişini sıkıyor ve hiç ses çıkartmıyor. Onu bırakarak birkaç adım geriliyorum.
“Asıl sen utanmalısın, bunu fark etmeyeceğimi mi sandın? Şu haline bak, azgın boğalar gibisin. Zavallı, hayatında kadın bile yok senin“ diyor.
İşe bak, yatağa girerken pantolonumu çıkartmıştım Slip donumdan dışarı çıkmak isteyen lanet alet , beni çok mahcup ediyor . Tuvalete kaçarak , ona derhal gitmesi gerektiğini söylüyorum. Şuh bir gülüşle , sarı ipek saçlarını savurarak gidiyor.
Sabah kahvaltısı çok teferruatlı ve çok güzel hazırlanmış. Yumurtamı onun kadar hafif kayısı tutturabilen yok. Masanın üzeri Hint düğünü gibi, çiçeklerle süslenmiş. Kız kursta öğrendiklerini belli ki , benim için uyguluyor. Oldukça acıkmışım, köpekler gibi yemek yiyorum. Kızarmış köy ekmeğine tere yağ sürüyor, yumurtamı elleriyle soyuyor, çayımı karıştırıyor, eliyle ağzıma yağ ,kaymak, tulum peyniri ve bal konulmuş lokmalar sokuyor. Tamam dedikçe bıkmadan çocuk gibi beni beslemeye devam ediyor.Ne annesinin çimdikleri, ne babasının sözlü ikazlarına aldırmıyor bile. Bu kabusun ailesi de farkında ama ellerinden bir şey gelmiyor.
O gün ve o gece nedense çok neşeliydim. Annesi, babası erken gittiği halde , bulaşıkları yıkamak için oyalanıyor. Ben odama çıkıp yatıyorum.
Yattığım odanın duvarı ,arkadaki yağhaneye bitişik. Burada çok eski, Rum’ lar dan kalma yağ fıçıları ve zeytin depoları var. Çalışıp kirlenen işçiler yıkansın, temizlensin diye de,tahtaların çevrelediği bir banyo yapılmış. Bu banyonun üzeri açık ve içinde çok güçlü akan bir duş ve lavabo var. Saat gecenin 02.00 si olmuş bile ve hava da eskisi kadar sıcak da değil . Ama tazyikli suyun sesi kulaklarımı tırmalıyor. Çok sıcak olmalı ki , kızımız evine gitmek veya alt kattaki banyoyu kullanmak yerine, burada yıkanıyor.
Uyanıp tuvalete giriyorum , tam altımdan onun mırıldandığı şarkılar duyuluyor.
Kara kaşlı yar, söyle derdini
Ne bileyim ben senin , cama geldiğini
Camdan sevdiğini ,gönül verdiğini
Klozet kapağının üzerine çıkıp , küçük hela penceresinden sarkıyorum. İnanılmaz bir şey. Özlem ,tam altımdaki üzeri tamamen açık duşta , kuvvetli bir ışık altıda , çırıl çıplak yıkanıyor. Hemen başımı içeriye çekiyorum. Ama gördüğüm o mermer gibi vücudu unutmam mümkün değil ki.
Haydi bakalım, gel de uyu şimdi. Biraz durup , bütün ışıkları söndürerek tekrar tuvaletin camından bakıyorum. Ne yazık ki işini bitirip gitmiş bile. O beni görmeden , içeri çekilerek uyumaya çalışıyorum.
Rüyamda , hayalimde hep o var. Kafamı başka bir şeye yoğunlaştıramıyorum. Acayip bir arzu kanımı kaynatıyor. Kızı çok istiyorum. Ahlaksız fanteziler geçiyor beynimden , anlatımı imkansız. Kız çok güzel. O kadar güzel ki, huysuzluğunu bile aklıma getiremiyorum. Hay lanet , evli olmasam ne iyi olurdu. Bu kadar güzel, hamarat ve beni seven bir kızı kaçırmak istemezdim. Epey bir yaş farkımız da var üstelik.
Rüyamda boşalmışım , çaresiz. Donum da, çarşaflar da berbat durumda. Hemen yeni çamaşırlarımı giyip , çıkardığımı nereye saklayacağımı bilemiyorum. Bu donu ,benim karı görürse hiç iyi olmaz . En iyisi, çöpe atmak galiba.
Güzel bir yemek ve tatlı bir sohbetten sonra, benim kirlenmiş donumu bahçede ipe asılmış görüyorum. Bu kız beni delirtecek vallahi.
“Yep yeni dona yazık olmasın , çocukları da boşa atmışsın bak. Günah vallahi “ Çok kızıyorum, salak kız , kendine bilgiç orospular gibi bir hava vererek, nereye varmaya çalışıyor anlamıyorum. Sen daha çocuksun be . Ben ise otuz yedi yaşındayım Zeytin güzeli, çatlak göçmen kızı.
Gece odama çekildiğim anda, yine su sesiyle deliriyorum. Işıkları söndürüp, hela camından röntgenciliğe başlıyorum yine. Elleri ile, sabunlu vücudunun her yerine dokunuyor. Hatta apış arasına bile. Sonra arkasını dönüp, o muhteşem kalçalarını ileri geri oynatıyor. Tamam ulan, ben de seni seyredip mastürbasyon yaparsam, bunun günahı bana mı olur, yoksa sana mı? Bu sefer don kirletmeden tuvalet kağıdına boşalıyorum. Oh be gerçekten bu çatlakla yatıp, başıma iş açmaktansa , durumu böyle idare etmek çok daha iyi.
Ertesi gün yanıma geliyor yılışık yılışık;
“ Sence ben bakire miyim? “
Allah belanı versin , salak karı. Bana ne be senin bilmem ne zarından? Ben senin o tarafınla hiç ilgilenmedim ki. İster kadın ol , ister kız. Beni hiç ilgilendirmiyorsun . Onu sahibin olacak hıyar düşünsün”
“Bak işte kıskanıyorsun. Ya o hıyar sen olursan? İnkar etme , beni seviyorsun, beni arzuluyorsun, benim için deli oluyorsun. Haydi yalan de bakalım. Erkek ol biraz, erkek. Bu çok normal bir şey. Mutlu değilsin ve seni sadece benim mutlu edebileceğimi biliyorsun. Öyleyse derdin ne senin, bir hastalığın falan mı var, AİDS gibi hani?”
“Neler zırvalıyorsun , kız sen? Manyak mısın , nesin be? En sonunda parçalatacaksın .mını da , g.tünü de . Başıma bela olma , s.ktir git. Duyan biri olsa ne düşünecek ? Daha reşit bile değilsin , üstelik kızım yaşındasın. Deli ,manyak kız, bak bu laflarını duymamış olayım. Seni senden çok düşünüyorum ama anlamıyorsun”
Akşama doğru yola çıkıp Pazartesi işimin başında olmam gerekiyor. Ama biliyorum ki, bu gece yine hela camından duş show var. Teker dönmüyor. Bu son ulan , bu son karaktersiz herif. Küçücük kızın söylediği laflara bak. Üstelik artık onu görmeden duramıyorsun. Eroin şırıngasından fışkırır gibi, işledi kanına Özlem. Bu kız yoksa isterik falan mı yahu. Kerem Efendi bir duysa , kızı da , beni de vurur valla. Sen aşağılık bir herifsin oğlum, sakın kızı suçlama.
Işıkları söndürüp su sesini bekliyorum. Evet su bütün şakırtısıyla , gecenin sessizliğinde , şelale gibi akıyor. Hela nın camındayım ve ışıkta yıkanan bu güzel kızı seyrediyorum. Karşımda striptiz yapsa, bu kadar zevk veremez. Taş gibi göğüsleri var. Onları okşayabilmek, sıkabilmek, hatta emmek isterdim. Yok arkadaş derhal kaçmam gerekir buradan. Yoksa geriye dönülemeyecek şeyler olacak burada.
Sabah erkenden kalkıp eşyalarımı arabaya yerleştiriyorum.Şerife Hanım benden önce kalkıp, çay ve az bir kahvaltılık hazırlamış. Özlem gelmeden gitmeliyim. Olamaz, karşımda sırıtıyor iblis.
“Bir duş alsanız kombinada . Açılırdınız hani, yola gidiyorsunuz da. ( Oğlum bu kız ne demek istiyor. Gördü mü lan seni yoksa?) Bakın ne diyeceğim, on sekiz yaşımı, yani reşit olacağı o günü bana, Reina’ da kutlama şansını verebilir misiniz? Söz ama değil mi? Hayatımda bir kere olsun, öyle bir yere gitmiş olayım, yalvarırım kırma sakın beni.”
Şerife Hanım lafa giriyor,
“Reina da ne ki? Kız bilmedik yerlere ben seni salar mıyım . Kınalı kuzum benim”
“ Aman anne , Varol Bey’le birlikte gideceğiz. Hiç korkma, kızına kimseden zarar gelmez anneciğim. Hele Varol Beyden hiç gelmez. Asıl kınalı kuzu, o zaten”
Oraya bir daha, uzun süre gitmedim. Bu arada benim doğum günüm gelip çatmıştı. Kurye ile gönderilen bir paket aldım. Özlem’ den geliyordu. Ne olabilirdi ki? Heyecanla odama çekilerek açtım. İçinden ilginç bir şey çıktı. Şahane bir kadın posteri . Sarı saçlı ve sanki onu andıran bir resimdi bu . İçinde bir de not vardı;
’Hakikisi ilgini çekmiyor da, Banyo duvarına as istersen ”
Bir yaz ayı , ondan telefon geldi. “Ben on sekiz yaşımı kutlamak için senin yanına geliyorum. Hani Reina’ ya götürme sözün vardı, hatırladın değil mi?”
“Hatırlamak mı, hiç unutmadım ki? Haydi, atla gel bekliyorum” dedim. İçimi nasıl bir puştluğun , nasıl bir testesteron taşmasının kapladığını anlatamam
Çok güzel bir kız olmuştu. Tersine akan hayatımın içinde, sanırım onu seviyordum bir tek. O gece hep , el ele dolaşıp , bazen yürüdük, bazen koştuk birlikte ,çocuklar gibi. Hep öpüşüyorduk sokaklarda. Onu çok arzuluyor, ama el sürmeyeceğime yeminler ediyordum, evli olduğumu düşünerek.
Ben otuz sekiz yaşındaydım , o da on sekiz. Şu manyak karımdan boşanmalı , bu kızla evlenmeliydim. Ama sekiz yaşındaki oğlum ne olacaktı. Onun yokluğuna dayanamazdım. Hele onun başına, bir üvey babanın gelebileceği düşüncesi beni öldürüyordu. (Hayatımın en yanlış kararı, işte bu oldu. Sonunda yazılı kaderimizden, ne o çocuk kurtulabildi, ne de ben)
Çılgın gibi eğlendik. Onu öpmekten veya onun benim dudaklarımı emmesinden dudaklarım kanadı. Yine Vakko’ ya gidip çok güzel bir siyah mini bir elbise aldım ona . ( Kesmemeye söz verdi ) Manken gibiydi, yürürken bazen arkada kalıp, o nefis vücudu seyrediyordum.
Reina’ da dans ederken,
“ Senin olmak istiyorum. Bu gece uçur beni, senin gizemli dünyanda” dedikçe ne cevap vereceğimi şaşırıyor, aptalca sözler söylüyordum. İkimiz de çok içmiştik, zurna gibi sarhoştuk.
Bir taksiye binip, iki defa şoförü yanlış yollara saptırarak , bu küçük gizli eve geldik.İkimiz de yatağa uzanıp sızıp kalmıştık. Benden önce o uyumuştu. Sünger gibi her içkiyi, bunun tadı nasıl, bu daha güzelmiş diye denersen , manda leşi gibi sızar kalırsın. Elbisesini çıkarttım ama iç çamaşırların dokunmadım.
Ertesi gün, ona elimi bile sürmeden , sadece öpüşerek Sölöz’ e gittik.Çok resim çekmişti, bazılarını mecburen sildik. Gözlerinde mutluluğun ışıltıları vardı . One el sürmememi ,bu işi nikaha sakladığım gibi yorumluyor, sokakta kalmış kedi yavrusu gibi , sürtünüp duruyordu. Hayatımda bu kadar güzel bir kız hiç olmamıştı. Allah’ım ben ne yapmalıyım, bana lütfen bir yol göster.
O melun haber , Çiftlikte beni bekliyordu. Mutlu bir gün çaldım ya hayattan , mutlaka acısı çıkacak anasını satayım.
Kerem Efendi, çok üzgün bir haldeydi.
“ Beyim dün icra memurları gelip bu tebligatı bıraktılar. Resim çekip, değer tespiti yaptılar. Ah Varol Bey, burayı feda etmeyin , bizi bırakmayın, çok moralimiz bozuk “
Özlem’im hıçkırıklarla ağlıyor,
“ Hayır ,sen güçlüsün burayı onlara vermezsin , haydi silkelen biraz, yalvarırım silkelen ve bir çözüm bul”
Allah kahretsin , İstanbul’daki bir tefeciden aldığımız parayı ,geriye ödeyemediğimiz için bunlar başımıza geliyordu. Bana ait beş daire var ama henüz onların tapuları çıkmadığı için, herif Çiftliğimi hedef almış.
“Üzülmeyin , bir dubleks daireyi rayiç fiyatından daha ucuza satıp burayı kurtarabilirim . Lütfen hepimiz sakin olalım.”
Vay canına , adam mahkemenin birinci celsesinde haciz kararını almış. Avukatım mahkemeye gitmemiş bile. İbne karı, paranı hiç aksattığın oldu mu ? Adamla, hani ötelemeyi konuşup halledecektin.Keşke öbür avukat alsaydı bu işi. Telefonla avukatımı arıyorum. Evet duruşmaya gidememiş ama bu dava daha çok uzarmış. Ne uzaması be , ne uzaması. Adam Çiftliğime satış kararı çıkartmış. Bundan sonra , o tefecinin avukatı ile çalışacağım.
Piyasa o kadar berbat ki, hiç satış olmuyor. Bitirmem gereken bir inşaatım var ve malzemeye para yetiştiremiyorum. İnşaatlarım elimde patladı, piyasanın açılmasını beklemem gerekiyor.
Bankalar , tapusu çıkmamış inşaatlara kredi veremiyor. Kooperatif tapuların toptan verilmesi ve inşaat bitmeden bana düşen dairelerin satışına müsaade edilmemesi kararı almış. Daire satmadan nasıl hareket edebilirim ,a kodoşlar.
Bir ay içinde , bu güzel yeri de , Özlemi de kaybedecektim. Elimizde onların tespit tutanağına yazmadıkları zeytin ve zeytinyağı stokumuz vardı. Kombinaya gidip fıçıları kontrol ettim. Çok şükür hepsi ağzına kadar doluydu. Hemen satılması gerekiyordu.
Kerem Efendi, kendisine düşen payı almayacağını söylüyor, beni ağlayacağım kadar duygulandırıyordu. İşte insanlık buydu , düşene el uzatmak, düşene omuz vermek. Kabul etmiyorum ama ne yaparsam yapayım bu parayı ona veremiyorum. Sonra alacakmış. Sonraya ,yıllar sonrasına nasılda inanmış.
Fıçıları kontrol ederken, ellerim yağ içinde kaldı . Gözlerim, yağlanan ellerimi yıkamak için, ilk defa girdiğim, o iptidai banyodan , her zaman onu gözetlediğim pencereye ilişiyor. Küçük hela camına bakıp kalıyorum. Ne güzellikler yaşamıştım , ne şahane manzaralar seyretmiştim o küçük camdan. Ellerimi sabunlarken hala oradaydı gözlerim.
Sonra, yüzüme biraz su serpmek için aynaya döndüğümde, aynada suratımın görünmediğini fark ettim. Evet aynada sadece o hela penceresi gözüküyordu. Çünkü aynanın asılı olduğu yerin altına ,dört santim kalınlığında bir tahta parçası yerleştirilmişti. Bu demekti ki , Özlem benim onu seyrettiğim gibi açısını değiştirdiği aynadan beni gözetlemişti. İnanamadım doğrusu. Mastürbasyon yaparken ve boşalırken erkeklerin ne komik hallerde olduklarını biliyordum.
Elinde havlu ile bekliyordu , küçük domuz. Yere bakarak onu dikizlediğimi bildiğini anlatıyordu.
“ Sen biliyor muydun? “
Başını iki kere öne doğru sallayarak ,
“ Evet, hem de ilk günden beri biliyordum .Utandın mı yoksa? “
“Kızım maden biliyordun da, neden her gece o seks gösterilerini yaptın bana? Bar kadınlarından, striptiz yıldızlarından hiç farkın yoktu.”
“Neden utanacakmışım. Bu kadar temiz ve gerçek sevgiye , odun gibi, beton gibi durarak, bana işkence ettiğin için asıl sen utan. Evliymiş de , ben çocukmuşum da, yaş farkı çok fazlaymış da... Beni hayal ederken, öperken, oramı buramı sıkarken, çocuk değilim de iş onu yapmaya gelince mi çocuğum. Mesele sadece benim bakireliğim mi? Aptal , etrafına bir bak, kaç tane kız var benim gibi kendisini erkeğine saklayan. Seni kendime bağlamak için neler yaptım. Ve sen beni kimlere benzettin? Karşılıksız sevmek işte böyle bir şey, kalpsiz, duygusuz adam”
Haydi buyur buradan yak . Kız alenen haklı. Ama oğlan ne olacak? Bu karı hemen evlenir ve oğlumu başka bir erkeğe ezdirir .Biraz dayanacağız be yavrum , az bir zaman. Oğlan biraz büyüsün be güzelim.
Bir ay içinde zeytinlik de, kombina da, elimden çıkmıştı. Mevcut evlerimin tapusu olmadığı için bankalardan da kredi alamıyordum. Karım ve ailesi hiç çekilmez olmuşlardı. Sürekli suçlanıyordum. Birkaç defa boşanmanın eşiğine geldiğimiz halde , eşin dostun baskısıyla bir türlü ayrılamamıştık.
Artık seyrek görüşüyorduk Özlem’le. Bu aşk mutluluğa gidemiyordu ve suçlusu bendim üstelik.
Özlem , 22 yaşına geldiğinde onu bir oto galericisiyle evlendirmişlerdi. Nikah şahidi olarak da, beni istiyordu. İnsaf be Göl Çiçeği ,insaf. Ben nasıl seni elimle verebilirim ki. Üstelik karım boşanmıyorum derken. Çaresizliğimi , çözümsüzlüğümü gör , yalvarırım yapma bunu.
Onu içime gömdüm ama babası ve kız kardeşlerini ,her aramamda kocası ile geçinemediğini duyuyor, iyice kahroluyorum.
Bir yıl sonra bu lanet kaza gelip ,mutlu bitmesini beklediğim ,satınca güzel para kazanacağım evlerimi başıma geçirmişti .Dört yıl yattım ,karımı ,oğlumu ,arabamı,evimi hatta köpeğimi bile kaybederek.
Paran biterse, dostlukların da biter,aile bağların da.Hatta yanında el pençe duranlar bile seni ………..yapmak isterler .
Tam infazdan faydalanıp ,hayatımı toparlamayı hayal ederek tahliye olduğum gün ,hem dubleks evi, hem de Mercedes’ imi verdiğim çocuğun ailesi, üstelik benim arabamla gelip, benim yüz metreden fazla yürümeme müsaade etmeyerek, çok acımasızca dövmüşlerdi.
Şu elektrik ne menem şey? Bir haftadır ,mum ile yaşıyorum.
Onlar da sona yaklaştı. Üstelik tek elimle ,her şeyi yapmam imkansız.
Neyse şükredeyim ki , su akıyor .Kapıcı Zeynel de ne söylesem alıp getiriyor. Param çok az , lanet olsun.
Yeniden telefon çalıyor .Elektrik olmadığı için telefonu şarj ettirmek için de, Zeynel’ e muhtacım. Numaraya bakıyorum, tanımadığım bir numara .Hayır hayır, ben bu numarayı tanıyorum. Özlem’ e telefon alırken ekstra para ödeyerek aldığım, numaraları çifter çifter giden, onun ezberimden silinmeyecek numarası bu.
Ağlamaklı sesi ile
“Az önce seni, onun telefonundan aradım .Çünkü kardeşinden aldığım telefonunu fark etmişti. O yüzden öyle konuştum.Bu numarayı hala kullanabiliyorum. Senin hediyen di hatırladın mı? Eşin seni , daha ilk sene boşamış diye söylediler .Çok üzüldüm .
Kolun ,burnun, kafan, kaburgaların kırıkmış, kim bakıyor sana? Senin yanında olmak ,çamaşırlarını yıkamak ,sana yemek yapmak istiyorum. Senin o sağlam koluna uzanıp, yılları çatlatmayı arzu ediyorum .
Senin paralı veya parasız olman beni ilgilendirmiyor. Beş yıldır babamın zoru ile evlendiğim adama ,çocuk bile vermedim .Küçük yaşta bağlandığım Varol beyi, Varol ağabeyi ,sevgilim Varol’u özledim. Kocamdan ayrılıp sana geleceğim.Beni anlıyor musun ,kaz kafalı ?
Aramızda artık hiçbir engel yok . Tanrının yazısına karşı gelemezsin sen .Ben hep seni hayal ederek büyüdüm. Hep kıskandım seni, karından,sevgililerinden, hatta kız kardeşimden bile. Seni seviyorum ,seni seviyorum aptal adam ,seni seviyorum.
Bunu Tanrı istedi, ben değil. Kocamdan ayrılıyorum. Senden olsun istiyorum çocuklarım. Senin gibi ,kara yağız hergele oğlanları doğurmak , onları akşam kucağına atıp , seninle boğuşmalarını ,senin onları havalara fırlatmanı görmek istiyorum.
Başka yolum yok sevgilim. Sana gelmem gerekiyor .Yoksa senin sarı çiçeğin iyice solacak, gidecek sevgilim.”
Anama aldığım evi iyi bir paraya satıp ,Sölöz de küçük bir ev yaptım, Keremin bahçesinin bir ucuna . İşlerim çok iyi gitti . Pek çok inşaat taahhüdü aldım bu bölgede .İnsanlar seviyor ve güveniyorlar bana.
Bu sabah zeytinliği ,evi ve kombinayı epey fazladan bir para ödeyerek satın aldık . Elli beş yaşında ,eskisinden daha canlı ve hayat doluyum.İki kızım var .İki yumurta sarısı, sarı civciv .Çiğdem ve Sibel .Sahi ,bunların anaları nerede ?
Bak utanmaz karıya ? Hala bize geçen konbinanın aynasının altına ,tahta ayarlamakla uğraşıyor. Eh ,o da 35 yaşına geldi .İki çocuk doğurduğu yetmiyormuş gibi , illaki oğlan isterim diye tutturmuş.Efendim benim orta yaşımı yaşamamışta ,oğlan olursa beni yaşayacakmış onunla.
Oğlan senin de , bu kızlarında canını okur be .Zaten ağabeyleri 25 yaşında ve avukat oldu .Sırada onun evlenmesi var. Gelin kaynana doğurursunuz artık .Kırmızı kurdeleler takarak saçlarınıza .
Canım benim ,çiçeğim,sarışınım ,kadınım ,sevdiğim,taptığım,her şeyim.
Hayatımın en doğru kararı seni bu sonsuzluk aleminde kendime almak oldu . 7 yıldır evliyiz .Eve koşarak gelip, sabah işe üzülerek çıkıyorum. Hele onun tıpkısı , iki kız var ya ? Onların kollarını ,bacaklarını, kıçlarını ısırıyorum.
Çığlıkları bana ,Himalaya’ larda ki , kutsal Budist tapınaklarının neşeli ayin çanları gibi geliyor .Onları ,içinden çıkartan o melek insana tapıyorum .
Aşkım benim, hela camı aşkım .
E. Yaşar Ovalı 19 .08.2013