- 596 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tek Bir Cümleyle
Ruhları üşüyor insanların! Çağımıza has bir durum bu… Bir nevi annesizlik… Kadınlar çalışıyor artık. Şefkatli annelerin sevecen bakışları altında yaptıkları kahvaltılardan kalma izler var yüzlerinde. Yani onlar kendi çocuklarının sofralarda kolay kolay tadamayacağı o emsalsiz lezzeti tatmış, şanslı bir neslin kızları… En az peynir, reçel kadar kahvaltının olmazsa olmazı bir şeye, anne gülüşüne maruz kalmış ruhları çünkü, onunla beslenmiş: Bir gülüşü anne gülüşü yapacak kadar güneşli…
Hayat bir sürü çelişki üzerine kurulu… O şefkatli anneler kızlarını tam da bugün oldukları kadın olsun diye uyandırmamışlar mıydı her sabah? Okuluna geç kalmasın; tahsilini bitirip kendi ayakları üzerinde duran, güçlü bir kadın olsun diye… Çalışan bir kadın…
Evet, büyük bir çelişki bu! Kadınlar erkekleri aratmayan bir telaşla koştura koştura işe giderken, annelerinin bin bir özenle onları hazırladığı bir geleceği yaşıyorken yani şimdi; bu kadınsal ittifaktan pek de hoşlanmayan minik ruhlar dolanıyor çevrelerinde. Ait oldukları bedenlere dönmeden önce yapacaklarını yapıyorlar sözüm ona çok modern, kariyerine odaklanmış, bir erkek kadar hayatın içine girebilmiş o kadınlara.
O küçük bedenlerin bulunduğu yerden öyle bir rüzgâr estiriyorlar ki; evraklar, dosyalar savruluveriyor dört bir yana. İş yerini anlatan o resimdeki her şey anlamlarından onları tamamen soyutlayan çok uzak bir yerlere kaçışıyor.
İşe giden kadın tam dolmuşa binecekken, minik oğlunun tabağındakilerin ne kadarını yediğini sorgulamaya başlıyor içindeki anne. Tostunu yarım bıraktığını hatırlıyor mesela… Nefesi yarım kalıyor. Yeniden bu an’a dönüp dolmuşun merdivenine adımını atarken apar topar tamamlıyor nefesini ve aniden aklına gelen bir sahneyle kendini de tamamlıyor.
Annesinin yıllar önce donup kaldığı bir an, bu an’la sarmaş dolaş olmuş yaşanmaya başlıyor yeniden. Telefonun ahizesi elinde kalakalmış, orta yaşlarda güzel bir kadın var sahnede. O an’ı yaşarken kendisi de tam oradaydı. Sürecin tam içinde… Şimdi dolmuşta arkadaki boş koltuğa ilerlemesini gerektiren şey de aynı sürecin bir parçasından başka bir şey değil zaten…
O zaman 10 yaşında henüz belki... Ve belki de günün ıssız bir vakti telefon çaldı birden… Çıt çıkmıyordu o çalmadan evvel evde. Sanki hayat kısa bir süreliğine beklemeye almıştı kendini.
Telefondaki her kimse pek de dost sayılmazdı görünüşe bakılırsa. Çünkü iki lafıyla devirivermişti karşısındaki kadını annesi yapan, gözlerindeki o yıkılmaz kaleyi. Bir anda bezden bir bebeğe dönmüştü sanki… Boşalmıştı içi onu tanımlayan her şeyden. Belki de o anlarda karar vermişti, kızını içinde görmek istediği hayata. Tek bir telefonla darmadağın olamayacak kadar sağlam temeller üzerine kurulu… Bir yanı dağılırsa diğer yanları dimdik tutabilecek ayakta onu… O yan zaten hiç yokmuşçasına çok farklı bütünlere vardırabilen kendini… Tek tek parçalara tutunmayacak kadar derin bir anlama haiz…
Ama o zamanlar kadınlar yeni bütünlere varamıyorlardı kolay kolay öyle. Hayatlarını üzerine kurdukları en baş anlam sevdikleri erkekti çünkü. Bu da eşi ya da evli değilse müstakbel eşi demekti. Çünkü sevdiğin erkek hayat arkadaşın da demekti aynı zamanda. Aşk demek hayatı da paylaşmaktı bir anlamda yani.
Şimdikilerde olmayan derin bir tutku vardı aşklarda… Aşk hayatın sadece bir yanını işgal etmekten çok daha derin bir şeyin adıydı çünkü. Çekip gitmesi yeri doldurulmayacak koca bir gedik açıyordu dünyanda. Temelleri sarsıyor, ardında derlenip toparlanması mümkün olmayan büyük bir yıkıntı bırakıyordu.
Sihirli bir dokunuştu o zamanlar kadın için aşk denen şey, hayatı bir masala dönüştüren. Renklerle oynardı, anlamlarla… Zihinde her şeyi o masalın parçası yapacak kadar güzel gösteren tatlı bir bulanıklığa neden olurdu yarattığı sarhoşluk. Bambaşka bir lezzetti, bıraktığı ruhta. Zaten bu yüzden bu kadar büyük bir yıkıma yol açardı yokluğu.
Belki de şimdi dolmuşta ilerleyen bu kadının annesi, yıllar önce yaptığı o görüşmenin ardından elinde ahize, tepetaklak yuvarlandığı o karanlık çukurdan çıkmak için debelenip dururken yapmıştı tam da o kritik seçimi. Küçük kızının kendisine yönelmiş şaşkın gözleriyle karşılaştığı o anda… Çok uzun olmayan bir zaman öncesine dek dolu dolu yaşadığı o muazzam duygunun kızının yaşamında ne oranda bir yeri olacağına dair bir seçimdi bu… Yani o duygunun yaratabileceği tahribatın şiddetine dair…
“Kocanız şu anda bir kadının evinde…” demişti telefondaki o uğursuz ses… Ve tüm dünyası darmadağın olmuştu bir anda. Tek bir cümleyle… Ve belki de tam o anda vermişti kararını… “Kızım benim gibi olmayacak!” demişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.