YUSUFÇUK
Hikaye: Yusufçuk, Uğur Böceği ve Hz. Yusuf (a.s.)
Kemal ALKAN
-1-
Yusufçuk ile uğur böceğini bilmeyenimiz yoktur. Peki ya bu ikili ile Yusuf (a.s.) Peygamberin hikayesini bilir misiniz? Buyurun öyleyse;
Henüz çocukken kuyuya atılan küçük Yusuf’’u bir de karanlık zindanlar beklermiş. Hikaye bu ya, her bir yaratılmış varlık kendisine Yaratıcısından bir haber, bir nefes, bir koku beklermiş. Ve dahası bunun özlemi ile kimi zaman ağlar içli içli, kimi zaman da kahkahalarla gülerlermiş hallerine. Öyle ki nasıl olur da duyurabiliriz sesimizi Yüce Mevla’ya?
Haliyle, her vakit bu yakarışı işiten Semi (c.c.) bir elçi göndermeye karar vermiş. İşte küçük Yusuf’un kuyu ve zindan serüveni de böylece başlamış.
Kapkara, zifiri karanlık ve âdeta cehennem kadar soğuk zindana öyle birini göndermiş ki Rahim (c.c), o ana dek yeryüzüne böylesine güzel, böylesine içten, yüreğin ta içi ile sımsıkı sarılası, neredeyse Cemalullah’ın (c.c) cennetten yeryüzüne bir yansıması imiş. Hz. Yusuf (a.s.). Ne yapsın zavallı Züleyha böyle olağanüstü bir güzellik karşısında?
Öncelikle, kendisini Yaratıcıdan dileyen zindanın dualarının karşılık bulması için iftiraya maruz kalarak istendiği mekana gönderilmiş. Ancak, bunu ne Züleyha ne de Yusuf bilirmiş.
Cansız, canlı hiçbir yarattığını yalnız bırakmayan Hüda (c.c.), sonunda bir bahane ile göndermiş Yusuf’u (a.s.) görevlendirildiği mekana. Tam da ümidini yitirmek üzereyken ‘artık unuttu bizi Bari (c.c.) derken kapkara zindan, bu da ne? Hey ne oluyor? Dünya mı döndü tersine? Güneş mi geliyor içeriye? Yusuf’un üzgünlüğü ve mahcubiyeti karşısında şölen neşesine bürünen mahzen, kucaklarken kocaman hoş geldin partisiyle, bir kat daha artıyor şaşkınlığı ne oluyor? Ne bu sevinç ben geldim diye? Oysa Hakk tecelli etmişti, biçare Yusuf nereden bilebilirdi bu sırrı?
Bayram hazzı sürerken mahpushanede, günler kovalar olmuş ayları. Aklı, fikri annesi, babası ve de kardeşlerinde olan Yusuf çok mu çok özlemiş evini. ‘Bir ses, bir koku olsa da gidersem hasretimi’.
Bahar gelmiş, yeryüzü rengarenk. Rahat bırakmaz olmuş böcekler çiçekleri. Pır pır uçarmış kelebekler, arılar, sinekler. İçlerinde en haşarı ama aynı zamanda en sevimli ikili varmış ki, deymeyin keyiflerine. Koskoca, uçsuz bucaksız tabiat dar gelir onlara haşarılık yapacak yerler ararlarmış kendilerine. Kış hiç gitmezmiş zindanlardan, soğukmuş hep taş duvarlar. Her ne kadar Yusuf’u üzmemek için ellerinden geleni yapsalar da yine de çıkamazlarmış kuralların dışına. Buz gibi üşümüştü minicik, pamuk elleri, henüz dalmıştı uykuya koşuyordu kırlarda kardeşleri ile. Babaları Hz. Yakup (a.s.) başlarında ‘ dikkat edin yormayın Yusuf’umu’ diye uyarıyordu ağabeylerini. Karınca mı geziyordu yine. Uyutmadılar iki dakika o da ne? Bir uğur böceği. Nasıl gelmişti buraya? Hem ne işi vardı o güzelim doğa dururken ışıksız, güneşsiz bu yerde? Biri mi sesleniyor ne? ‘Yusufçuk, kardeşçik’. Demir parmaklı pencerenin önünde birisi çağırıyordu ismi ile. Heyecanla koştu ama, çok yüksekti göremiyordu kimseyi. ‘Yusufçuk, kardeşçik’. Kimdi bu meraktan çatlayacaktı hani. Kardeşleri mi gelmişti yoksa? Bünyamin. Evet evet o olmalıydı. İçlerinde en çok Bünyamin severdi onu, koruyup kollardı her zaman. Bir keresinde koyun otlatırlarken, kocaman bir kurdu kaçırmıştı bakışlarıyla, kurtarmıştı kardeşini. ‘Bünyamin sen misin?’ Bağıramıyordu birileri duyar diye. Birkaç kez seslendi kısık ses ile.
Uyandığında uyuşmuştu sağ kolu, soğuk, yüksek pencereli duvara yaslanıp uyuya kalmıştı oracıkta. Uç uç böceği de yoktu. Çoktan uçup gitmişti bile.
Kış gelmiş, karla kaplanmıştı yeryüzü. İyiden iyiye yaşlanmıştı Yakup. İnme inmişti o güzel güzel bakan gözlerine. ‘Kurtlar siz mi yediniz Yusuf’umu? Söyleyin bana! Allah (c.c.) aşkına’. ‘İnan biz de görmedik, arıyoruz senin için dağ, taş ardında’.
Alim olan Mevla Bais’tir aynı zamanda. Çıkarır ölüden diriyi, diriltir yeniden yeniden. Tabiatta diriliyordu yeniden. Uyanacaktı az sonra uyuyan kalplerle birlikte, böcek, toprak, yeşil, doğacaktı doğa tazelenmiş, körpe haliyle yeniden.
….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.