- 942 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
OKUL YOLU
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yıl 1959.
Ceviz kabuğu gibi içine kapalı bir Anadolu köyü.Ne “el kapılarına “ne de şehirlere göç başlamamış henüz.Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmenin de desteğiyle ilkokulu yeni bitirmiş bir kız çocuğu ben okumak istiyorum diye tutturur.Tek isteği vardır: Bolu Kız İlk Öğretmen Okulu’nun sınavına başvurmak.Sınavı kazanamazsam sizden hiçbir isteğim yok. Büküp boynumu oturacağım. Ne olur babacığım ben sınava gireyim der.
Erkeklerin bile şapkasını çıkaramadığı, başını açamadığı, ilkokuldan sonra ortaokula giden tek tük erkek çocuğunun bulunduğu bir köy ortamında olacak şey midir bir kız çocuğunun okula gitmesi…Okul yolu sanki baştan çıkmaya doğru giden bir yoldur köylünün gözünde…
Kızını çok sevse de köyün görünmeyen baskısını göze alamayan babası hayır der, kesinlikle hayır. Ele güne karşı rezil mi edeceksin sen bizi. Hem ben seni amca oğlunla evlendireceğim: Otur oturduğun yerde…
Köy enstitülü Mustafa Hoca günlerce dil döker babasına: Bu çocuk çok zeki, kıymayın bu çocuğa, bir fırsat verin…Sadece sınava girmesine izin verin.Ama nafile, nal der mıh demez kızın babası.
Baba ettiği yeminden geri dönmeyecek kadar dindar bir insandır. Hiçbir şeyden korkmamıştır cehennem ateşinden korktuğu kadar. Babasının bu özelliğini bilen kız amcası ve babasının üzerinden oda kapısını kilitler.Sınava göndereceklerine dair yemin edip söz verinceye kadar da kapıyı açmaz…
Kapı açılınca bir ton sopa yer ama sınava da yazdırılır.
“Şimdi sözü okul arkadaşı Melahat Demir’e bırakalım:
Daha 11 yaşımızdayken,ekmeğimizi tekneden zor alırken,bir meslek uğruna anamızdan babamızdan ayrılarak Bolu’ya gittik... Öğretmen olacaktık...Dört kız, hep minik minik...İçimizden biri daha uzunca boylu...Biri yakın köyden, biri bucaktan iki kız daha katıldı guruba. DUDU Atakul... içimiz de en uzun boylu ve en gösterişli olanımız... BOLU KIZ İLK ÖĞRETMEN OKULU’ na gitmek için sınava girdik ve hepimiz kazanıp gittik. Hepimiz çocuk, birbirimize ablalık annelik yaparak günleri geçirmeye başladık. her yıl biraz daha büyüyerek altı yılı tamamladık. Öğretmendik artık...Okuldayken de, öğretmen olduktan sonra da birbirimizi hiç bırakmadan uzun yıllar geçti gitti... Şimdi bir bir eksilme zamanı gelmiş demekki.
En uzun boylu, en gösterişli ve en zeki olan arkadaşımızı, DUDU_HÜLYA’mızı bu gün kaybettik.... Canım arkadaşım, sevgili akrabam, tatlı gelinimiz bu gün elimizden kaydı...Gitti..O’nu çok seviyordum. Şimdi çok acı çekiyorum. O’nu çok özleyeceğim.Unutulmaz anılarımız var. Koparılamayacak kadar büyük sevgimiz var...Bu sevgi ve anıları ile ne kadar yaşayacağımı bilemem ama, O’nu hiç unutmayacağımı çok iyi biliyorum. Mekanın cennet olsun canım arkadaşım... Yattığın yer nurla dolsun...Sevgin hep kalbimiz de yaşayacak.”
Evet o kız çocuğu benim ablamdı. Adı Hülya’ydı. Babasının, annesinin koyduğu adını da sevmedi ve mahkeme kanalıyla değiştirdi. Kendisi fark etmese de, takındığı tavırla, açtığı yolla köyümüzün ilk devrimci kadınıydı…
Benim ve kardeşlerimin de okula gidebilmemiz için bir çığır açmıştı. Babam tüm çocuklarını okuttu.Dördümüz öğretmen birimiz sağlık teknisyeni.
Okula gönderirken babası “kızım başımı önüme eğdireceksen, cenazenin gelmesini tercih ederim” demişti. Okulu bitirdi..Yakın bir köye öğretmen olarak tayini çıktı. Aldığı maaşı kuruşuna dokunmadan getirip babasının önüne bıraktı aylarca. Nasıl da mutluydu babası. Nasıl da onore oluyordu, kızı başını önüne eğdirmeden okumuş, öğretmen olmuştu.
Köylünün, karanlığın, cehaletin karşısında dimdik duruyordu.
Evimize ilk kez radyo alındı ablam sayesinde. Ve babamın ayakları ilk kez iskarpinle tanıştı.
Yetinmedi köy öğretmenliğiyle. Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. Fen Bilgisi öğretmeni oldu.
Evlendi. Dünyaya getirdiği kızına da aktardı zekasını. Kızı Hacettepe İngilizce Tıp’ı üçüncülükle bitirip Tus’u Türkiye üçüncüsü olarak kazandı ve pırıl pırıl bir doktor oldu.
Doğumuna yardım ettiği bebekler en büyük mutluluğuydu. Analarla güldü, bebeklerle sevinçten ağladı. Anası gibi sevdi dünyaya getirttiği her bebeği…
18 Ağustos 2013 de düğünü vardı doktor kızının. Bu sevinçli telaş, bu koşuşturma içinde kendi sağlığını bile önemsemedi. O bir anaydı.Ve en büyük isteği kızının mutlu olmasıydı.
Kızının düğününe onbeş gün kala “akut lösemi” teşhisi konuldu. Benzin dökülüp yakılan ahşap bir evi saran yangın hızıyla ilerledi hastalık. Türkiye bayramı kutluyor, biz bayram boyunca hastanelerde sabahlayıp, umut ve umutsuzluk gelgitlerinde ablamın derdine derman olacak doktorlar arıyorduk.Bayram geçmek bilmedi ve bizden hızlıydı Azrail.
Akciğerlerinin kılcal damarlarını akyuvarlar doldurdu. Maskeyle nefes alır oldu.Sonra onun zeka küpü beyni, bizim yüreğimiz kanadı…
Bayram bitip tüm doktorlar görev başına döndü diye sevinmeye bile fırsatımız olmadı. Acı haber kara bir duman gibi çöktü içimize.12 ağustos 2013 de ablamın beyin ölümü gerçekleşmişti.
Ama yürek çarpmaya devam ediyordu. Kızının düğünü vardı altı gün sonra, nasıl çarpmasındı o ana yüreği…
Çarptı, çırpındı, direndi ama acımasızdı Azrail.. Kızının düğününe üç gün kala sustu o güzelim yürek…
Bağrına düşen ateşi ağıtlarla dillendiren doksan yaşındaki anamın diliyle:
“Ey Azrail!
sen alacağın canları mı karıştırdın?
Doksan yaşında koca karı dururken
Niye aldın kınalı kuzu mu?
Sarı kızım
Alçak yanımın değneği
Yüksek yanımın direğiydi
Yalvarıyorum sana
Kızımdan önce al canımı
İkinci evlat acısını yaşatma bana”
Ve:
Bir çınar kurudu çırpına çırpına
Beyaz gelinliğiyle kızını kucaklamak isteyen bir ananın yüreği
Cemreler gibi düştü kara toprağa
Annesiz kuzum, sevgili yeğenim
Anan kına mı yakacaktı o küçücük ellerine
Misket mi oynayacaktınız ana kız döne döne
Uçup gitti bir güzelim kalp
Karıştı gökyüzüne
Güle güle ablacığım
Yıldızlar yoldaşın olsun…
Canım ablacığım,bu yazı sana olan gönül borcumu ödemez, ödeyemez biliyorum… Ama sessizliğim sese dönüşsün istedim. Seni tanımayanlar da bilsin nasıl bir insan olduğunu. Anadolu’nun bağrında ceviz kabuğu gibi köylerde heç olup giden kız çocuklarına ve onların ana babalarına uzaklarda parlayan bir yıldız, bir yol gösterici olabileceğin olasılığı içimdeki ateşe düşen bir damla su olur belki…
18 Ağustos 2013
Bayram Atakul
YORUMLAR
Sevgili Hülya Öğetmenimiz;
bir kız çocuğunun cesur yüreği ve samimi sıcak yaklaşımı, gözü karalığı ve cehalete karşı duruşunun emsali olan vede günün yazısı olmaya muktedir gerçek bir yaşam öyküsünü yürekten hissederek okudum. Öğretmenimize ve onun nezdinde eski köy enstitüsü öğretmenlerini yad ve biyad edeceğiz.
Bugün hala köylerimizde Hülya Öğretmenimiz gibi eğitime gönül veren okumak arzusunda olan bir çok genç kızımız var. Hülya Öğretmenlerimiz yolunda ilerleyen birçok köylü kızlarımızı görmek dileğimiz olsun emi...
İyiki yazdınız bu yazıyı ve günün yazısı olmaya muktedir bir yazı eşliğinde iyiki varlardı bir zamanlar ve bugünlerde dahi onların hala ışıkları gökyüzündeki yıldızlar kadar aydınlık yansıyacaktır demekte bize kaldı.
Mekanları cennet olsun, huzur içinde uyusunlar. Sevgi ve Saygılarımla