- 1947 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
((EFTELYA))
(( EFTELYA))
-ak denizi cebinde taşıyan güneşin kızına-
Dik yamaçları koyu bir yeşille süsleyen kızıl çam ormanlarının oratasındaki patikadan aşağı doğru indikçe, çam ağaçlarının heybetli duruşunun yerini rengarenk çiçekleriyle kısa bodur ağaçların almaya başladığı bir anda denizin ve göğün mavisini kuçaklamış küçük bir kasaba görünüyordu. Sahil boyunca seyrek aralıklı küçük çiftlik evleri bir çizginin orta yerinde sıklaşmaya başlıyordu.Kasabanın merkezinden geçip, batıya doğru uzanan sahil yolunun en uç noktasındaki bir çifliğin kıyısına ilişmiş bir evde yaşıyordu yaşlı Helen.
Kır saçları onun yaşını ortaya çıkarma gayertinde olsada parlak yüzü ve yeşil gözlerindeki ışıltı onu olduğundan genç ve canlı göstermeye yetiyordu. Yüzünden hiç eksik olmayan tebessümünü; kimi zaman göğün mavisinde beyaz noktalar oluşturan martılara, kimi zaman denizin kıyıda bıraktığı köpüklere, ama en çok da çifliği yeşil bir hırka gibi örten portakal ağaçlarının yapraklarına, sunardı.
Vaktinin çoğunu portakal bahçesinde ve verandasının önüne diktiği çiçeklerle geçirirdi.Kalan zamanını ya kitap okuyarak ya da eline aldığı bir yumak örgü ipiyle oyalanarak doldururdu. Kış günlerinde, rüzgarın olmadığı zamanlarda geniş gövdeli zeytin ağacının dibindeki ahşap masaya oturup, güneşin dağların arkasına saklanışını izlerdi. Yaz günlerinde ise sırtını güneşe verip, bulutları bir taç gibi başına takmış dağların zirvesine gözlerini diker, nasırlaşmış anılarına dalardı. Bu yüzden yaz ayları onun hatıralarını filizlendiren bir mevsimdi.
Kanatlarında renkli noktaları olan beyaz kanatlı bir kelebek kasımpatıların üstünde raks ederken, birkaç serçe sürüsü zeytin ağacının dalları arasındaki gölgelik yerde, gagalarıyla kabartıkları tüylerini temizleyerek öğlen yorgunluğunu üstünden atmaya çalıştığı sırada Helen verandanın öndeki çiçeklerin diplerini elindeki küçük çapasıyla çapalıyordu.Bir süre sonra dizlerini dayadığı topraktan kaldırıp, doğruldu.
Elindeki sarı eldivenleri çıkarıp, şakaklarının kıyısından süzülen bir kaç ter damlasını silip, yanağına sarkan kar beyazı saçlarını kulağının gerisine sıkıştırdı. Dizlerindeki toprağı eliyle gelişi güzel çırparken gül dalına konan bir çalıkuşuna gülümsedi.Verandanın basamaklarından ağır adımlarla çıkarken bir anlık durup, çiftliği çeviren çitlerin üstündeki hiç durmadan dönen rüzgar gülüne takıldı gözleri.Birde çifliğin giriş kısmındaki posta kutusuna. Kendini toparlayıp, adımlarının doğrultusunda yürüyüp evine çekildi.
Kalabalık bir yalnızlığın kol gezdiği salonun köşesindeki mutfaktan bir fincan çay alıp, ayakları ahşap oymalı masanın kenarına oturdu Helen. Gözleri, aylar önce eline ulaşmış masanın üstündeki mektupla buluştuğundan olsa gerek,dudakları fincanın kenarıyla buluşmayı red etmişti bir süre. Defalarca okuduğu mektuptan bir kaç satır okuduktan sonra ancak bir yudum alabilmişti ılık çayından.
Bir anlığına duvara sabitlenmiş olan telefona çevirdi bakışlarını, yerinden doğruldu ama telefona götürmedi ayakları onu. Pencere kenarında bir süre durup batan güneşi ve yerde git gide uzayan gölgeleri izledi.
Gece kara gömleğini giydiğinde, gökte yanıp yanıp sönen bir kaç yıldız, yarım yamalak bir ay parçası, rüzgarın kollarındaysa uzak dağ başlarından getirdiği kızıl çam kokuları vardı. An geldi uyudu, an geldi uyandı, uzadıkça uzadı gece Helen’in düşüncelerinde. Elinden gelse güneşin ellerin tutup sabahı getirecekti sabırsızlığı...
Yorgun göz kapaklarını araladığında, pencereden sızan şafağın kızıl rengi avuçlarının arasında ki beyaz kağıda da yüz sürmüştü. Uykusuzluğunu baş ucunda duran yastığa emanet edip yatağından ayrıldı. Yıkadı yüzünü. Uzunca baktığı aynadaki gözlerinde bir heyecan bin telaş bir o kadarda sevinç parıltıları vardı.
Daha dün düzenlediği halde yine de unuttuğum bir şey var mı diye üst kattaki odaya gitmek oldu ilk işi. Ütüsü yeni yatağın çarşafını eliyle sever gibi düzeltip odadan çıkarak aşağı kata indi. Birşeyler atıştırdı. Verandaya çıkıp, sabah telaşındaki çığlık çığlığa kanat çırpan serçelerin izledi, onların şarkılarını dinledi ve bekledi. Bekledi güneşin portakal ağaçlarının saçlarını okşamasını.
Öğlene doğru toprak yolda ince toz bulutlarıyla birlikte bisiklet üstünde Dimitri göründü. İnce çelimsiz baçakları bisikletin petallarını çevirirken dökülmemiş bir kaç uzun saç telide hafif esintide savruluyordu. Küçük kasabanın her zaman dakik olan postacısı Dimitri, çiflik kapısından geçtiğinde onu karşılamak için Helen de yola çıkmıştı.
Elamcık kemikleri şapkasının altında kızarmış bir elma gibi duran Dimitri elindeki telgrafı Helene verirken bir eliylede şapkasını çıkarıp başını havalandırmıştı. Verandaya doğru yürüdüler. Helen, Dimitriye bir bardak soğuk su ikram ederken bir yandan da kasabadaki tanıdıklarla ilgili kısa bir sohbet de etmişlerdi. Dimitri vedalaşıp çiflik yolundan geldiği gibi uzaklaşırken, Helen elindeki telgrafı sıkı sıkıya tutuyordu. Merakını tek bastıran şey aylar önce aldığı mektupta bu telgrafın bugün geleceğiydi. Bir de telgrafın içinde bir yerin adı ve bir tarihin yazılı olacağıydı.
Titreyen ellerle telgrafı açıp okurken gözbebekleri büyüdü. Bir karınca verandanın önündeki basamakların kıyısından, sırtında kurumuş bir ot tohumuyla geçip giderken seğiren gözleri Helen’in gözleriyle birleşti. Helen bakışlarını yerden kaldırıp kolundaki saate iliştirdi. Henüz vakit vardı gideceği yere ulaşmak için. Telgrafta yer alan zaman bugündü yerse yirmi dakika ötedeki eski balıkçı barınağı.
Helen kendinden daha yaşlı olan kırmızı küçük kamyoneti çalıştırırken, kamyonetin motorları öksürdü. Egzosundan çıkan dumanlı hava garajın içinde örselenip kaybolduğunda Helen toprak yolun çukurlarına aldırmadan yol alıyordu. Açtığı radyonun kanalında yosun kokulu Yunan şarkılarının melodisi arabanın camından dışarı sarkıp uçup gidiyordu.
Kaderine terk edilmiş balıkçı barınağındaki derin bekleyişlerin sancısı Helenin avuçlarının içini terletirken, yüreğindeki çalkantılar dizlerinde dalgalı bir titreme oluşturuyordu. Heyecanını dindirmek için dikkatini çürümüş teknelerin kenarına konan martılara verdi. Bir süre öylece daldı.
Zihninde belli belirsiz düşünceler sahile vuran kum taneleri gibi bir denize çekildi bir kıyıya vurdu. Çok geçmeden açıkta küçük bir balıkçı teknesi göründü. Tekne handal bir hızla kıyıya yaklaşırken, teknenin üstündeki, kısa boylu,göbekli, orta yaşlı,uzamış kirli sakalı yer yer aklardan nasibini almış Yorgo kolunu uzaktan uzağa sallayarak Helen’i selamlamıştı.
Helen heyecanının az önce izlediği martıların kanadına takıp, kıyıya duran tekneye yanaştı. Yorgo suskundu ve deniz az öncesine göre daha da durulmuştu. Yorgo önce teknenin içinden ufak bir valiz çıkardı Helen’ e uzattı. Helen’in asıl almak istediği halen beşik gibi sallanan teknenin içindeydi.
Yorgo teknenin içinden ikinci çıkışında kucağında uzamış saçları siyah bir inci gibi parlayan küçük bir kız çocuğuyla göründü. Henüz beş yaşındaki bedeni dalgalarla yorulmuş derin uykular içinde Helen’in kucağındaki yerini aldı. Helen’in yüreğinden milyonlarca kelebek bu anın şaitliğini yapmak için mavi gökyüzüne havalandı.
Zaman durmuş ama yürek çırptısı bir kasırga olup Helen’i bir irem bahçesinden diğerine götürüyordu. Helen hiç koklanmamış kutsal bir goncayı koklar gibi kucağındaki kız çocuğunun süt kokulu tenini derin derin içine çekiyordu.
Yorgo anın tılsımını yitirmemesi için yüzünü denize doğru çevirmişti. Helen kucağında uyuyan kız çocuğunun boynundaki güneş şeklindeki kolyeye baktı. Denize vuran güneş parıldılarından bir tutam IŞIK bir anda küçük kız çocuğunun yanağında dans etti. Helen başını göğe kaltırıp tüm tanrılara dua etti. Sonra büküp boynunu küçük kızın kulağına fısıldadı...
"ak denizi cebinde taşıyan güneşin kızı hoş geldin..." dedi. Fısıltı denizin mavisine karıştı bir deniz kızı duydu bunu, bir Helen’in kollarında uyuyan ((Eftelya), bir de martılarla bir olup gökte süzülen bir çift melek....
Can kız kardeşim "ak denizi cebinde taşıyan" şiir yürekli (( Eftelya)) bu öykümde sana gelsin...
sonsuz sevgilerimle şiir yürekli cimcime kız kardeşim....
Henüz giriş bölümündeki bir öykü oldu bu klavye yormasa daha devam edecektim...
YORUMLAR
Abim sen... Muhteşemsin... Kelimelerim kifayetsiz öyle güzel bir öykü ki... Helenin kollarında iken birde... Şiimdi ne demeliym ne yazmalıyım ki... Sussam olmaz konuşsam olmaz... O kadar güzeldim ki abi...
Senin yıldızının parladığı herşey güzel... Sen yıldızların şahısın... Sen sevginin en güzelli...
Benim yıldızcık abim... Benim canım meleğim... Gül yüzlü abim...
Ne kadar teşekkür etsem az... Bilirsin ne kadar değiştiğimi... Perizerken Eftelya oluşumu... Demek ki bazen aşkı değiştirmeli bizleri...
Ve öyle güzel yazan sen Yıldızım... Çok seviyorum seni...
Seni çok seviyorum abim... Bunu çok kez söyleyebilirim... Canımsın abim...
Yorumsuz kalıyorum bu güzel yazıya yorum yazamam fazla abim... Çünkü böyle kaalması daha da makbuldür...
Çok öpüyorum abim sen çook seviyorum...
Eftelya senin cimcime kız kardeşin...
E F T E L Y A...
(Akdenizi cebinde taşıyan kız... )