- 1170 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Bir Sevda Masalı
Ayet gibi indirilmiş sözler biriktirmek istiyorum, seni her düşündüğümde
Geceleri dalga dalga duvarlarıma vuran, içime dolan her yansımanda
Başka hiçbir söze benzemeyen, hiçbir kitaba yakışmayan sözcüklerce
Tek bizim masalımıza dokunur, hiç indirilmemiş kelimeler istiyorum.
Katran karası günahkar bir gecede yaktığın mum ışıklarının yansımasını gönderir gözlerin ülkeme. Yasak yollarının bütün kara parçalarında istikametin yazılıdır oysa. Bedenimi çepeçevre istila eden kuşatmalarını yararak darmadağın ederim sınırlarımı. Aşk ki, gidilmez bir ülkedir ve ben en çok o gidilemez yollarına yönelirim sözlerin aklıma düşünce.
Bir hayalin valsıyla, ödenemeyecek nice bedellerin ağırlığı altında ezilirken ben o hayale adım attığımı bilirim de, sana yürüyemem. Kavuşmanın vaat edildiği tüm buluşmalarda her öykünün kahramanı olmayı dileyen ben, ne tuhaf ki kendi öykümü yazmayı unuturum. Yüreğim sevmelere sabıkalı, gönlüm zindanlarda çürümekteyken, bana kesilecek her cezaya direnmem de sırf senin içindir.
Ben ki, sevince kıyametlere kuşanırdım sevdalarımı. Ben ki, ışığa çıkan her yolun sonunda karanlıkları çalarak dönerdim geriye. Varlığıma ilişkin tek direniş aşkı bekleyişti ve bu tanıdık finalde bir kez kaybettim. Bildiğim bütün yıldızlar utangaç, yürüdüğüm kainat günahkardı. Bu yüzden seni biriktirdim günün birinde harcamak için. Sırf bu yüzden aşkı topladım yıldızlardan sana sunmak için.
Kırıktık, gücenmiştik ve ara ara üşüyorduk. Bütün yanılgılarımız, bütün yanılgılardan çıkardığımız avuntularımız simsiyahtı ve biz aydınlık kalan yüreğimizle birbirimize sevda şiirleri yazıyorduk. Sonra bir masal uydurduk bu öyküye. Her öykünün masalı olurdu da, her masalın bir öyküsü olamaz mıydı? . Verdiğimiz, verebileceğimiz en umutsuz çabaların gündönümünde kadehlere sarıldık. Kırıktık, içliydik, ama onurluyduk. Yazılmasa kimselerin bilmeyeceği bir oyunda rol almıştık ve sonuna kadar da oynamalıydık.
Aşk, yosun kokan, toprak kokan bir gezegenden dolmuştu ışığın yüreğine. Kendi doğasına isyankâr, kendi labirentine yabancı, kendi tarzına inkar düşmekti bu ve aldırmasalar da olurdu. Minicik kavgalar için nedenler bulmak, o kavgaların çözümlerinde yine birbirlerini tanımak için kapışmaktı savaşmak. Her kavganın sonunda birbirini daha çok seven, birbirini daha çok özleyen iki kahraman oluyorlardı.
Kızılca kıyametlerin koptuğu bir yerkürede anlatılacak, paylaşılacak nedenler çoktu. Bir resim çizer gibi, bir resme tapar gibi eğreti dolunaylarda tuvaller aydınlanıyordu mum ışığıyla. Denizler geceleri daha dingin, ancak gündüzler daha asi tutuyordu kendi kabında. Yüzyıllardır hiç değişmemiş, hiç değiştirilememiş bir aşkın yüksek sahnesinde gökkubbe alabildiğine yakın duruyor, karanlık bir sahnede deniz kızı bir damla su için çırpınıyordu. Gidenin gelmesini dilemek, gelenin kalmasını istemek zordu. Bu dünyayı terk edenlerin arkalarında bıraktıkları hoş bir seda’nın dudak bükümlerinde huzur parmağındaki yüzüğü çıkarmadıkça, yüreğin vurgunları da hiç dinmeyecekti.
Çoğul mutlulukların aşkla dönen girdaplarında, hücre cezası bitmemiş sevdalarım sorguluyordu sürekli beni. Dirençlere asılan umutsuzluğum, can alıcı sorulara saklanır da çıkmayı beceremezdi kendi kabuğundan. Sürekli yakınır, sürekli yoktan var oluşun rengini arardık ömür saraylarımızda. Oysa, yaşamın basit hileleri de vardır. Bir bakışta rafine olduğunu da anlayamazsın. Onlarda, yani o hilelerde vaatler vardır, yüzeysel. Kişi, en görkemli gerçeğe yakın durur, ancak dokunamaz, keşke’ler gibi.
Bir çiçeğin üstüne saraylar kurmak, diğer bir çiçeği onurlandırmaz asla. Bu yüzden gönlümdeki çiçeğe hep sevdayla bakarım, bu yüzden kuşkularla bakılırım ben. Farklı iklimlerde, ancak hareketli yaşam sahnelerinde kelebeklerin figürleri kendi üstünde korkular yaşatır. Ve o kelebekler gözlerini bırakır her mevsim sonu yüreğime. Yaşanan her sevdanın sonunda da yarım kalmış şiirler, yarım kalmış aşklardır geriye kalanlar.
Sevdanın zamansızlığına yürürken gölgeler bırakmaz peşini. O gölgeler ki, en çok öne geçmeyi arzular. Seven iki yüreğe gülücüğünü sunmak için zamanla yarışa tutuşurlar. Dilindeki soruları anlayamaz seven. Niye, niçin, neden diye sorulmaları bekler, ancak yanıtsız kalan sorulardır, yanıtı olmayan sorulardır geriye kalan. Bu kendi gölgesini kovalayan, kendi duruşunu arayan şiirlerin karmakarışık duruşlarında ne gariptir ki, bu karışıklıkları bile sevebiliyor insan.
Koluna taktığın, duvarlarına astığın tüm saatler sevdaya ve aşk’a ilerlerken ben gözlerinin yüzyıllarında ruhunu arıyordum. İçinden geçtiğim tüm savaşlarda, vurulduğum, paralandığım tüm alanlarda yüreğimi bıraktım. Tarihin sayfalarından bugünlere gelen tek gerçek, ne kadar seversen sev, asla sevdiğini söylememekti. Çünkü, sevgiyi besleyen, sevgiyi ölümsüzleştiren tek gerçek mantıktı. Ben yüzünün coğrafyalarında sensiz, ben yüreğinin iklimlerinde yersiz yurtsuz, ben aşkının duldalarında beceriksiz kalmışsam kır kolundaki saatleri, at denizlere duvardaki geleceğe kurulu zaman dişlilerini. Çünkü sevmek için dokunmak zorunda değilsin. Çünkü bir tanem sen benim için bir tanelerin, en bir tanesisin.
Selahattin Yetgin