Çılgınlığın ötesi
Size bunu neden anlattığımı bilmiyorum. Aslında söylememem benim için daha
iyi. Ama sanırım insan yalnız kaldıkça yaşadıklarını birileriyle paylaşmak
istiyor. Defalarca buna teşebbüs etmiş olsam da, hiç başarılı olamadım.
Gerek yanlış anlaşılacağımı düşünmem, gerekse deli yaftası yiyeceğimden
korkmam benim bu konuda konuşmama engel oldu. Ancak artık bu endişeleri
bir kenara bıraktım.
Hekim olarak ilk gönderildiğim kasabanın bende etkisi büyük. Burası
binlerce yıldır insanlar tarafından mesken edinilmiş bir yer ve halkı
sanki kuşaklardır burada yaşıyormuş gibi. Buradaki her taşın her yapının
uzun bir geçmişi var. Kasabanın hastanesi de bu tarz yapılardan biriydi.
Daha önce nasıl bir yapı vardı bilemiyorum, ancak hastane yapımında önceki
yapının taşları da kullanılmış. Tek katlı 6 odası ve alt katta mahzeni
olan bir hastaneydi. Hastanenin yanındaysa görevli hekimin faydalanması
için bir lojman vardı. Lojman kelimesine aldanmayın, bir odası, mutfağı ve
tuvaleti de için de olan küçücük bir banyosu vardı. Tıp fakültesini
bitirip buraya geldiğimde hiçbir olumsuz koşul beni etkileyemezdi. Çünkü
ideallerim vardı. Bulunduğum yere faydalı olabilmek için herşeyimi feda
ederim diye düşünüyordum.
İlk günlerim heyecanlıydı. Bütün gün hastanenin dekorasyonunda değişikler
yapmakla, şehirden binbir güçlükle getirtebildiğim tıp dergilerini
incelemekle ve hasta beklemekle geçiyordu. Akşamları ise ya kasabanın
dışına küçük yürüyüşler yapıyordum, ya da evde kitaplara gömülüyordum.
Haftasonları ise kasabayı dolaşarak halkın bana ihtiyaç duyabileceği
birşeyler arıyordum. Kasaba halkı pek sıcakkanlı değildi ve genelde
sokaklarda çok az insan görürdüm. Burada benim gibi yabancı olan bir de
öğretmen vardı. Yaklaşık 2 yıldır bu kasabadaymış. Ancak halkın soğukluğu
ona da yansımış olacak ki, benim tüm çabalarıma rağmen öyle fazla
muhabbetimiz yoktu. Buraya yerleşmemden 3-4 ay kadar sonra artık sıkılmaya
başlamıştım. Çünkü sosyal hayatımın hiç olmamasının yanı sıra, hiç hastam
da yoktu. Evet, geldiğimden beri tek bir insan uğramamıştı hastaneye.
Herhalde ya çekiniyorlar, ya da eskilerden kalma kocakarı ilaçları
kullanıyorlar diye düşünüyordum. Ancak artık yeni mezun olduğumdaki
heyecanın kalmadığını hissediyordum. Bütün gün hastalardan başımı
kaldıramayacağımı düşünürken, şimdi can sıkıntısından ne yapacağımı
şaşırmış haldeydim. Bu konuda kasaba halkıyla konuştuğumda hiçbir sonuç
alamadım. Gerçekten sinir bozucuydu.
Yine can sıkıntılarının had safhaya vardığı bir haftasonuydu. Sabah
erkenden kalktım. Kahvaltımı edip dışarda kısa bir yürüyüşten sonra
hastaneye döndüm. Kitaplara bir göz attım ama canım istemedi. Sonra atıl
durumdaki mahzeni temizleyip kendime bir çalışma atölyesi yapmayı
düşündüm. Ne atölyesi olacağına karar vermemiştim ama o anda bana bir
meşgale lazımdı. Hemen kolları sıvadım ve alt katın tozlu raflarının
arasına daldım. Burası adeta çöplük gibiydi. Eski ilaçlar, okunamayacak
duruma gelmiş kitaplar, gazete balyaları ve bol bol cam şişe vardı. Önce
hepsini yavaş yavaş dışarıya taşıdım, ardından toz tabakasını
temizleyemeye başladım. Üç dört saatlik uğraştan sonra büyük bir bölümü
temizledim. Epeyce yorulmuş ve toz yutmuştum. Bir gazete balyası getirip
oturdum, bir yandan dinlenirken bir yandan da etrafa göz gezdirip atölyeyi
kafamda şekillendiriyordum. Bütün herşeyi hayalimde yerli yerine
oturtmuştum ki, kuzey cephesindeki duvarın altında bir boşluk farkettim..
Yaklaşık 1 cm’lik bir boşluktu. Daha önce önündeki gazetelerden
görememiştim sanırım. Eğilip dikkatlice baktığımda bir hava akımının
olduğunu hissettim. Elimle duvarın tamamını yoklamama rağmen herhangi bir
oyuğa rastlayamadım. Boşluktan parmaklarımla çekmeye çalıştım yine
başaramadım. Sonra duvarı kırmaya karar verdim. Ancak yorgundum ve yukarı
çıkıp birkaç saat dinlendikten sonra yanımda duvarı kırmaya yarayacak
aletlerle birlikte tekrar aşağıya indim. Duvar oldukça kalın olmasına
rağmen yılların ve nemin etkisiyle kolayca kırıldı. İçerden yoğun bir
güherçile ve çürük kokusu geliyordu. Ben bir oda beklerken ucu görünmeyen
karanlık bir koridorla karşılaşmıştım. Hemen yukarı çıkıp gaz lambasını
aldım ve merakla koridoru adımlamaya başladım..
Koridorun duvarları güherçile kaplıydı ve tavandan kökler sarkıyordu. Bir
süre yürüdükten sonra yol hafif aşağıya doğru meyillendi. Havadaki nem
gittikçe yoğunlaşıyordu ve nefesimin daralmasına neden oluyordu. Aklıma bu
koridorun kimbilir kaç yıldır kullanılmadığı geldi ve önümdeki bilinmezlik
tüylerimi ürpertti. Bir an duraksadım ama merakım ağır bastı ve devam
ettim. Ne kadar zaman yürüdüm bilmiyorum ama bir süre sonra büyükçe bir
bölüme geldim. Elimdeki ışık bir anda yayıldı. Boşluk hissi ve derin
karanlık bir anda gözlerimi geçici olarak kör etti. Bastığım yerleri
kontrol ederek ilerledim. Gözlerim karanlığa alışmasına ve elimde lamba
olmasına rağmen 2 metreden ötesini göremiyordum. Bu şekilde yarı kör
olarak yürürken, olabilecek en kötü şey oldu ve birşeye takılıp düştüm.
Gaz lambam kırılmıştı. Hemen kalktım ve uzunca bir süre nafile bir şekilde
geldiğim yolu bulmaya çalıştım. Etrafımdaki yoğun karanlık yüzünden aklımı
yitirmek üzereydim. Ancak hiçbir tarafta duvarı bulamadım. Olduğum yere
çöküp sakinleşmeye karar verdim, ama bu pek mümkün görünmüyordu. Korkum
tüm bedenimi sardı, titremeye başladım ve sonunda bilincimi yitirdim..
Ne kadar olduğunu bilemediğim bir süre sonunda uyandığımda, bir 5-10 dk.
nerede olduğumu kestiremedim. Zifiri karanlık yüzünden uyandığımı bile
anlayamadım. Biraz daha sakindim bu sefer. Bir süre oturduktan sonra yerde
emeklemeye başladım. Eninde sonunda bir duvara yada boşluğa rastgeleceğime
inanarak uzunca bir süre emekledim. Sonra birden ömrüm boyunca
unutamayacağım ve kanımı donduran bir sesle kalakaldım. Bu lanet olası
yerde yalnız değildim ve gelen ses bu dünyadaki hiçbir sese benzemiyordu.
Aynı sesi biraz ötemde tekrar duydum. Çıldırmak üzereydim. Bu insanlığın
unuttuğu, uğursuz mekanda ölüp gidecektim ve zaten hastaneye hiç uğramayan
halk yokluğumu farketmeyecekti bile. Ailem, arkadaşlarım mektup
yazmadığımı kimbilir kaç ay sonra farkedecekti. Allah’ım neden geldim
sanki buralara diye kendi kendime düşündüm ve bütün bu düşünceler
saniyenin onda biri sürede geçti aklımdan. Az ötemdeki ne olduğunu tahmin
bile etmek istemediğim mahluk artık dibimdeydi. O an bir çift göz görür
gibi oldum ve artık etrafta birçok canlının olduğunu hissetmiştim.
Önümdeki omzumu yakaladı ve beni ani bir hareketle kaldırdı. Bütün
dermanım kesilmişti. Darağacında sallanan bir idam mahkumu gibi
sallanıyordum elinde. Mahluk hızlıca yürüdü. Arkasından kalabalığın
geldiğini göremesem de hissediyordum. En fazla öldürürler ve bende bu
dayanılmaz korkudan kurtulurum diye düşündüm. Hatta keşke kalbim bu işi
onların eline bırakmadan halletseydi. Bu düşünceler arasında epey gittik..
Zamanını kestiremediğim bir süre sonunda durdular. Önümüzde karanlık
alacakaranlığa dönmüştü. İleride hayal meyal sunağa benzer bir taş
gördüğümü ve mahluğun beni oraya koyarak şu anda bile kulağımda yankılanan
ancak anlamını hiç çözemediğim birkaç söz söylediğini duydum. Daha sonra
karanlığa gömüldüm. Uzun, derin, sessiz bir karanlık.
Yaşadığımız dünya sırlarla dolu. Bu sırların bir kısmını çözsekte, bizim
için muamma olan kısımların daha çok olduğu kesin. İnsan beyni olayları
belli bir yerden sonra açıklama yetisine sahip değil. Ben de aynen böyle
uzunca bir süredir çözemedim bu olayı. O derin karanlıktan uyandığımda
bilincimin yerine gelmesi saatler aldı. Aynı şekilde yürüyebilmem de.
Saçım ve sakalım uzamıştı. Gün ışığı gözlerimi delip geçmişti resmen.
Uzunca bir süre etrafı göremedim. Gözlerim görmeye başladığında küçük bir
mağaranın girişinde olduğumü gördüm. Emekleyerek dışarı çıktım.
Şelalelerin altında oluşan karstik bir mağaraydı burası. Yüzümü yıkadım ve
bolca su içtim. Biraz yürüdüğümde buranın kasabaya yakın olan şelale
olduğunu anımsadım ve şaşırdığım bir gecikmeyle yolu hatırladım.
Şaşırmamın nedeni buraya devamlı gelmeme rağmen yolu hatırlayamamış
olmamdı. Güç bela yolu hatırlayıp binbir zahmetle kasabaya vardım. Hemen
eve gidip yemek yemeyi ve temizlenmeyi düşünüyordum. Ama karşılaştığım
manzara bende tam bir şok etkisi yarattı. Kasabanın çehresi değişik
gelmişti ve hastanenin bulunduğu yerde değişik bir bina vardı. Etrafta ne
olduğunu kestiremediğim aletler ve yüzlerini tanıyamadığım insanlar vardı.
Herkes bana iğrenerek bakıyordu yada uzaktan yolunu değiştiriyordu.
Hastanenin yerine yapılmış olan binaya yaklaştığımda girişinde yine
hastane yazdığını gördüm. Ancak bina değişmişti. Nasıl olabilir dedim
kendi kendime. Başıma gelen olayları hatırlamaya çalıştım, evet mağaraya
girdiğim gün Nisan’ın 18’i olmalıydı. En fazla birkaç gün baygın kalmış
olsam, bugün en geç 21 Nisan olsa gerek diye düşündüm. Evet 21 Nisan 1891.
O sırada çöpün içindeki gazetenin ön sayfasında gözlerimin yerinden
fırlamasına neden olan şeyi gördüm. Tarihti bu. 3 Eylül 1947.
Evet mantıksız gözüküyor değil mi? 1947 diyorum ve 2014’e yaklaştığımız şu
günlerde hala 24 gösteriyorum. Hayır hayır bu bir şaka ya da ucuz bir
numara değil. Hayır aklımı da kaybetmiş değilim, gayet sağlıklıyım ve her
geçen gün daha da iyi oluyorum.O yıldan beri yüzlerce şehir ve kasaba
değiştirdim. Bana deli demeniz ya da tedavi edilmem gerektiğini söylemeniz
beni rahatsız etmiyor. Çünkü anlattıklarımın size ne denli çılgın
geldiğini tahmin edebiliyorum. Ama bu gerçeği değiştirmiyor. Yani o
uğursuz yerdeki, ismi lazım olmayan şeylerin bana bir nevi ölümsüzlük
verdiği gerçeğini...
YORUMLAR
Hikayenin içinde zaman kavramını kaybedilmek diye bir şey varmış. Nedense zaman susup kalmış gibi olmuş.Kayıp zamanı sesler ile bağdaştırıp geçen zamanı bulabilmek biraz puzzle çözmek gibi.
Uzun okuma listem oluştu. Kaleminizin körelmemesi dileğiyle...
grafspee
eskiolan
Saygıyla.
Harika bir fantastik öykü, kutluyorum bir solukta okudum. Sanki devamı olabilir gibi geldi. Tebrikler.
grafspee
Şöyle bir önceki yazılara yolculuk yaptım.
İyi ki de yapmışım.
İlgi çekiciydi,düşündürücüydü.
Tabiki azıcık da korktum:)
Ama gerçekten çok güzeldi.
Ben de ücra bir yerde öğretmenlik yaparsam;
bu öyküdeki gibi bir çılgınlık yapacağım.
Ama bu kazı olmayacak :))
Ellerine sağlık, kalemine ömür...
sevgiyle.
grafspee
Sihirli Kalem
Ona o zaman karar vereceğim. Ben de merak ediyorum nasıl bir şey yapacağımı:)
Ama karanlık, korkunç bir çılgınlık olmaz benimkisi,Onu iyi biliyorum.
Öyle işte :))
grafspee
Sihirli Kalem
Ücra yerlere gelince orası da kader.
Kim bilir nerelere sürükleyecek.
umut olsun, yaşamak olsun, şükür olsun yeter:)
grafspee
açıkçası şiir hiç denemedim ve az kelimeyle çok şey anlatabilirmiyim bilmiyorum. sanırım denemekten zarar gelmez.
teşekkür ederim.
!.sean.!
denemeden bilemeyiz..
az okuyup çok şey anlatabilir sizin kalem..
şiir lütfen!
bi ara deneyin..
Sürükleyici,ilginç,gerilim içi ve gayet akıcı...Bir çoğumuz zamanı seyre dalar..Bazen zamanı aldatmak gerekiyor,Zaman içinde bir delili..artık Errasmus'a mı seslensek deliliğe övgü var diye.?Bir deli kadar cesur olabilmek.düşünceleri zindanlamadan atmak ...Hadi bir süreliğine deliliğe...
Tebrikler...
1800 lü yıllardan günümüze bir zaman tünelinden geçip bilinmezin korkusunu, gizemini yoğun bir şekilde yaşatan ve her ne olduysa o mahzende bilemesekte şimdiyi sonsuza kadar değiştiren ve aslında her şey yeni başlıyor ! diyerek bir nevi film öncesi uzun bir fragman tadında sağlam bir fantastik-bilim kurgu pastasının tadımlık bir dilimi diye düşünüyorum:) Paylaşım için teşekkürler gr@fspee.