- 3433 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UNUTMAK/UNUTULMAK
“Hayatta her şey unutulmaya mahkum.” der ya, hani bir söz.
Ümit Yaşar OĞUZCAN’nın:
Bir gün gelir de unuturmuş insan
En sevdiği hatıraları bile.
Bari sen her gece yorgun sesiyle
Saat on ikiyi vurduğu zaman
Beni unutma.
Dizeleri de bu söze arka çıkar nitelikte sanki…
Derler ki, aşk da unutulurmuş her şey gibi. Hem de yaşanıp bittikten, soğuyup küllendikten sonra değil, tam da dolu dizgin devam ederken unutulurmuş aşk.
Hemen hiç kimse unutulmak, büsbütün akıldan ve gönülden çıkarılmak istemese de.
Bu yoğun duyguların zamanla eski güçlerini yitirdikleri de bilinen bir gerçek.
Dahası;
Yitirdiğimiz en yakınlarımızın, canlarımızın yürek yakan acıları, geçen zamanın acımasızlığına yenik düşümüyor mu? Her ne kadar o korlar küllerin altında için için yanmayı sürdürseler de…
Bu bir doğa yasası. Yaradan’ın kullarına bahşettiği bir sabır sınavı olsa gerek.
*
Aslında unutmamayı/unutmamayı dilemekten önce; yaşadığımız süreç içinde birbirimizi gönlümüzde sarıp sarmalamanın yanı sıra, birbirimizin yakınında olmak. Fiziksel dokunuşlarla birbirimize olan sevgimizi ilgimizi hissettirmenin yollarını aramalıyız türlü olanakları kullanarak. Hiç zaman yitirmeden.
Sizce de öyle değil mi?
O güzelim şarkı güftelerinden biri, giden sevgilinin ardından çaresiz bir kalbin yakarışını ne güzel dile getirmiş bakın:
“Anar ömrünce gönül giden sevgilileri./Bilmez biçare kalpler giden dönmez ki geri”
Doğrusu benim için unutulmak pek önem taşımaz.
Yaşadığım sürece unutmamak ve vefa gibi; karakterimin çok güçlü bir özelliği var.
*
Çok değerli Öğretmenim/Hocam Sayın Necdet ARSLAN’’nın “ UNUTMAK” üzerine kaleme aldığı önemli bir yazısına rastladım facebookta geçen gün.
Benim için kaleme alınmış sanki yazı!
Kimileri için belki bir bellek tazeleme, kimileri için renki, kocaman bir ‘bilgiler demeti’ sunuyor, okuma şansını elde edenlere.
Bu anlamlı yazıyı Edebiyat Defterinde paylaşmak istedim.
Baktım ve: 29 Mayıs 1909 tarihinde yayınlanmış olduğunu gördüm.
Yazı beni can evimden vuran Melih Cevdet ANDAY’ın MiSAFİR adlı bir dörtlüğü ile başlıyordu.
Bir misafirliğe gitsem
Bana temiz bir yatak yapsalar
Her şeyi, adımı bile unutup
Uyusam…
Evet! Ben adımı bile unutacak kadar uyumak isteridim...
Ancak Rus şair Mıahılhaıl Yuryevıc LERMANTOV’un dizelerinde olduğu gibi:
…….
Unutmak ve uyumak istiyorum!
Ama benim uyumak istediğim
O soğuk uykusu değil ölümün..
Yaşam da uykuya dalsın içimde,
Usul usul inip kalkarken göğsüm;
Günndüz gece,tatlı ezgileriyle
Bir ses türküsünü söylesin aşkın..
Yeşil dallarıyla ulu bir meşe
Eğilsin üstüme ve hışırdasın..
Çeşitli sürprizlerle dolu bu misafirhanede; konukluk süresi ve ağırlanma şekli her insana göre değişiyor kuşkusuz. Kimileri hoşnut, kimileri değil bu misafirlikten…
Ancak kim vaz geçmek ister ki hayattan gene de.
Gerek kendi toprağımızın gerekse yabancı ülke insanının UNUTULMAYAN eserleri, yapıtları, eylemleri ve kişilikleriden söz ediyor yazı.
Bu gün hala onların bıraktıklarıyla besleniyor, onların ayak izlerini dokuyoruz kendi tezgahımızda kolay yoldan bana kalırsa.
İnandığım bir şey daha var ki o da; gidenin yerinin asla doldurulamadığıdır.
ASLA!
Ne akıl almaz emekler, yılarca süren çalışmalar, çileler, zorluklar…
Onlara olan özlemim, hasretim, unutamamam biraz da bu yüzden.
Oysa günümüzde her şey nasıl da emeksiz, basit ve sıradan bir eylem haline geldi.
Nasıl da kolay söylenir oldu, onca değerler, onca ele geçmez güzellikler dillerde…
Yazık!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.