- 1024 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
İSYAN-5-
Komşularının mevlidinden dönmekte olan Huriye kendi evlerinin bahçe kapısına varmıştı ki bir silah sesi duydu. ’ Aman Allah’ım..Sıtkı, babasının tabancasını buldu galiba’ Diye düşünerek adımlarını hızlandırdı. Evin kapısına gelmişti ki ikinci kez ateşlendi tabanca. ’ Sıtkı olamaz.O niçin ikinci kez ateş etsin ki..Aman Ya Rabbim neler oluyor?’ Kalbi sıkışmaya başlamıştı ki üçüncü kez ateşlendi tabanca..Sonra dört, beş ve nihayet Müyesser’in odasına girdiğinde Selahattin altıncı kurşunu sıktı Macit’in beynine.
Daha askerden yeni gelmiş olan kardeşi adeta kevgire dönmüştü Selahattin’in kurşunlarıyla. Selahattin tabancada kalan son kurşunu da sıkmak üzereydi ama o da ne? Bu son kurşun Macit’e değil Müyessere sıkılacaktı galiba. Çünkü o soğuk metal parçasının ucu Müyesseri gösteriyordu.
Huriye o anda Müyesser’in üstünün başının parçalanmış olduğunu ve tam bir dehşet içinde yüzdüğünü farketti. Tümüyle dehşet olan bu olayda halının üzerine yayılmakta olan kan, beyni halı üzerine saçılmış olan Macit ve Azrailin bizatihi kendisi olan Selahattin’in görüntüsünden daha dehşet olanı Müyesser’in görüntüsüydü.
’ Ne yapıyorsun sen’ diye atıldığı anda Selahattin bir kez daha dokundu tetiğe ama altı tanesi hiç yolunu şaşırmadan direkt Macit’in vücuduna saplanmış olan kurşunların yedincisi Huriye’nin eline dokunmasıyla yön değiştirmiş ve arkadaki duvara saplanmıştı.
Böyle bir manzara karşısında sorulması gereken ilk soru o muydu bilinmez ama Huriyenin sorduğu soru oydu. Tekrar etti:
-Ne yapıyorsun sen?
O ana kadar kılı bile kıpırdamadan yedi kurşun sıkmış olan Selahattin’i bir titreme aldı.
-Namusumuzu temizliyorum.
Huriye o anda anladı tüm olanları.
Macit, askere gitmeden önce mahalledeki Müyesser yaşlarında bir kıza cinsel taciz ile suçlanmıştı. Tabii ki bir abla olarak buna hiç inanmadı. ’Başına vur elinden ekmeğini al.’ Türünden sessiz, saygılı, kibar ve nazik bir delikanlı olan kardeşi böyle bir şey yapamazdı. Bu sümsük delikanlıyı pek sevmese de Selahattin bile onun böyle bir şey yapabileceğine inanmıyor; çarşıda, kahvede kayınbiraderi hakkında dedikodu yapıp ileri geri konuşanlarla zaman zaman yaka paça kavga ediyordu.
Huriye hiç bir zaman bir sapık olabileceğine inanmadığı kardeşini hapisten kurtarabilmek için Selahattinden habersiz iki burma bileziğini satarak avukat tutmuş ve bin bir güçlükle davayı beraatle sonuçlandırmıştı.
Şimdi kendi kızı Müyesser’e bakınca nasıl büyük bir hata ettiğini anlıyordu ama iş işten geçmişti. Öfkeyle Selahattin’e bağırdı:
-Namusun temizlendi. Kızından ne istiyorsun?
Selahattin insanın kanını donduran bir cevap verdi öz kızını göstererek.
-O da istiyordu bunu.
Müyesser dondu adeta...’ O da mı istiyordu? ’
’Allah’ım, Ya Rabbim...Bu nasıl bir lanettir böyle? Ya Rabbim, lanet kapılarının tamamını açtın da benim evimin üzerine mi boca ediyorsun’ Dedi.
Müyesser’e baktı, baktı, baktı ama Müyesser yoktu ortalıkta. Onun yerine gözleri fal taşı gibi açılmış, perişan, pejmürde, sefil bir heykel duruyordu karşısında.
Huriye yanaklarında sıcak bir ıslaklık hissetti. Bu tuzlu ıslaklık dudaklarına değdiğinde sordu.
-O daha on iki yaşında..Nasıl?
Selahattin hiç bir şey demeden mutfağa girdiğinde orada dışarıdan henüz gelmiş olan oğlu Sıtkı’yı gördü. Arkadaşlarıyla top oynamıştı yine besbelli. Terden sırıl sıklamdı ve buz gibi suyu kafasına dikiyordu. Sıtkı ’Eyvah şimdi terli terli su içtiğimi gördü ya tokat geliyor enseye garanti’ Diye düşündü...On altı yaşına gelmiş olmasına rağmen bu orta yaşlı izbandutu hem çok sever hem de fena halde tırsardı ondan. Ama Selahattin’in gözü Sıtkı’yı görecek durumda değildi. Mutfak dolabından kurban için aldığı en keskin ve en büyük bıçağı aldı.
İbrahim’in bıçağı varsın İsmail’i kesmesin, Selahattin’in bıçağı Müyesser’i kesecekti.
Sıtkı sordu:
-Baba, duydun mu sen de? Yakınlarda sanki silah atıldı gibi. Hem de yedi el.
Selahattin oralı değildi. O şu anda bıçağın ne kadar keskin olduğunu inceliyordu. Tek sürtüşte indirmeliydi bu kahpenin(!) kellesini.
Bıçağı aldı ve çıktı mutfaktan.
Müyesser’in odasına girdiğinde Huriye kızını kendine getirmek için ona tokatlar atmaktaydı.
Selehahattini elinde kurban bıçağı ile gören Huriye önüne geçti.
-Kendine gel be adam...Öz kızını mı keseceksin?
Selahattin bozuk plak gibi tekrarladı:
-O da istiyordu.
-Görmüyor musun be adam kızın üstü başı perişan. O da isteseydi böyle mi olurdu?
-Neden hiç bağırmadı, neden hiç yardım istemedi madem?
------------------------------------------------------------------------------------
-Hiç yardım istemedin mi gerçekten de?
-Hayır
-Neden peki?
-Bilmiyorum.
-Korkudan nutkun tutulmuştur.
-Hayır. Korktuğumu hiç hatırlamıyorum.
-Aradan o kadar uzun zaman geçmiş ki unutmuşsundur. Ayrıca yaşadığın onca travmalar var.
- Böyle bir şey nasıl unutulabilir ki?
-İyi de o zaman elbiselerin neden paramparçaydı?
-Hatırlamıyorum.
-Demek ki bazı şeyler unutulabiliyor.
-Kim bilir..Belki de sen haklısındır.
-Sonra ne oldu peki?
-Anlatayım...Biliyor musun bunları ilk kez birilerine anlatıyorum.
--------------------------------------------------------------------------------------
-O çocuk be adam..O çocuk...’ O da istiyordu.’Ne demek?
Analık denen o kutsal duygu o her zaman süt dökmüş kedi olan Huriye’yi bir dişi aslana dönüştürmüştü adeta. Erkek aslanlar arasıra kendi yavrularını yerlerdi ama Huriye yedirmeyecekti yavrusunu.
Sıtkı evde garip bir havanın olduğunu farketti ve yukarı çıktı. Anne ve babası salonda yoktu. Kendi odasına gidip büyük bir resim kağıdı aldı. Her zaman olduğu gibi resim ödevini yine Müyessere yaptıracaktı. Bu ders manyağı kızkardeş her derste olduğu gibi resimde de bir harikaydı. Onun sayesinde resim dersinden hep beş alıyor böylece ortalamayı yükseltiyordu.Resim Müyesser sayesinde, beden eğitimi kendi gayretleriyle, din dersi ise babasının tokatları neticesinde hep beş olduğu için not ortlaması konusunda bir sıkıntısı olmuyor ve her sene matematik dersinden bu sayede not ortalaması ile yırtıyordu. Lakin yine her seferinde olduğu gibi yılışması lazımdı Müyesser’e.
Yüzüne en sevecen, en canciğer abi maskesini takarak ve hafif bir tebessüm yerleştirerek Müyesser’in odasına yöneldiği anda kapının açık olduğunu, içeriden sesler geldiğini gördü ve duydu.
İçeri girdiğinde yüzündeki o tebessüm bir anda buz kesti.
Dayısı delik deşik kanlar içinde yerlerde yatıyor; annesi, babasının elinden bıçağı almaya uğraşırken ’ Kurbanın olayım Selahattin, beni kes ona dokunma.’ Diye yalvarıyor, Müyesser ise sanki söz konusu olan kesilecek kafa kendisine ait değilmiş gibi kahkahalar atarak gülüyordu.
Ne olmuştu? O atılan silah sesi kendi evlerinden mi gelmişti yani? Babası ne yapmaya çalışıyordu öyle? Bütün bunları tahlil edecek durumda değildi o an. Ama öyle bir söz söyledi ki Selahattin’in bıçak tutan eli aşağı indi.
-Baba sakat o...Sakat, kurban olmaz...Keseceksen beni kes..Bak sapasağlamım.
------------------------------------------------------------------------
-Aaaa..Bak bunu bilmiyordum. Sakat mısın sen?
-Evet.
-Neyin var? Yani sakatlığın nedir?
-Gözüm... Bir gözüm görmez.
-Eee..Sonra.
-Sonrası sen sağ ben selamet...
-Babanın elleri? O nasıl oldu?
-Nasıl olacak? Bıçağı aldı kendi ellerine sürttü.
-İyi de daha önce baban hani size ’ Macitten alacağım vardı..Vermediği gibi bir de küfür edince öldürdüm..Mahkemede bunu anlatacaksınız.’ Dediğinde..Daha doğrusu öyle yazdığında Sıtkıdan hiç bahsetmedin.
-O günden sonra Sıtkıdan hiç bahsedemedim zaten. Sadece yıllar sonra Rüstemle evlendiğim zaman nikaha geldi. O da dostlar alış verişte görsün kabilindendi. Olayın gerçeğini öğrendikten sonra evi terk ederek amcamgilin yanına gitti. Bir daha da ne bayramda, ne seyranda bu şehre adım atmadı. Sadece nikaha geldi ’ Abi beni yalnız bırakma...Benim sizlerden başka kimim var?’ Dedim. Ağladı...’ Bu lanetli şehre, bu lanetli insanlara, bu lanete bir daha gelmem, gelemem.’ Dedi. Son gördüğüm ve konuştuğumuz şeyler bunlar oldu.
-Ama her şeye rağmen hayatını Sıtkı’ya borçlusun.
-Bunca hayattan, bunca insandan alacağım varken öyle bir borcun önemi var mı sence?
-Kimseye borcum yok diyorsun yani? Oysa ben bir canı kurtarabilmek için neler vermezdim.
-!!!!!!!!!!!!!!!!!!
-Sustun...Bir şey mi oldu?
-Rüstem ayısı...’ Ulan yatmayacak mısın sen? Ben kamyonun borcunu ödeyeyim diye anam ağlarken sen sabahlara kadar bilgisayar başında tık tık da tık tık..Dünyanın elektrik parası geliyor’ Diye bağırıyor.
-Aman amannn. Rüstem dayıyı kızdırma.
-Rüstem dayı değil..Rüstem ayı.
-Öyle olsun madem...Kızdırma kocaoğlanı))))))))))))))
-)))))))))))))))) Hoşça kal..İyi geceler.
-Sana da iyi gececeler...Oooooo saat üç olmuş yahu.
--------------------------------------------------------------------------
-Macide Hanım. Saat sabahın üçü oldu. O Engin sapığı uyumadı mı daha?
-Biraz önce söndürdü lambasını efendim.
-Yahu arkadaş anlamıyorum ki. Burası huzur evi mi yoksa adamın babasının çifliği mi benim de kafam karıştı. Burada akşam sekiz oldu mu yatacaksın, sabah yedi dedin mi kalkacaksın.
-Öyle de laf dinlemiyor ki? O kadar söylüyorum ama sanki duvara söylüyorum. O titrek ellerle sabaha kadar bilgisayarın başında..Gözleri de görmez bunun. Ne yapar, ne eder anlayana aşk olsun.
-Adam emekli hakim...Geçen sene bir engel koyayım dedim taaa Bakanlığa kadar dilekçe yazdı bu köpek. Müfettişler, soruşturmalar derken nereyse beni kovacakları buradan.
-Valla efendim haklısınız. Bazen o kadar illallah ettiriyor ki şeytan diyor koy yemeğine zehiri, yolla öteki tarafa. İkidebir zile basıyor. İstediği ne peki ’ Kızım benim ilaçların saati geldi mi?’ Diyorum: ’Engin Bey..İlaç saatiniz geldiği zaman ben getiriyorum zaten. Sık sık zile basmanıza lüzum yok’ Ama dinleyen kim. Hani bir gün gitmeyeceğim. O da kalp krizi geçirip gebermiş olacak al başına belayı.
-Aman aman..Belalı adamlardır bunlar. Bulaşmaya gelmez.
-Haklısınız..Şimdi bir de yazarlığa soyundu ya bu, artık sanat camiası buradan ayağını kesmez.
-Evet..Bir de o dert var. Yahu bir şey değil. Geliyor bir sürü kokona, bir sürü buruşuk herif , yerde bir toz görseler, yemekhanede bir tane sinek görseler anında çarşaf çarşaf yazı yazıyorlar. Yok yok..Bu Engin sapığına bir iyilik düşünmek lazım ama nasıl? Uğraşamam bununla ben.
-Efendim bunu birileriyle baş göz edip sepetlesek buradan?
-Yahu bırak Allah aşkına..Bu bulur kendi gibi bir Nemrut, onu da getirir buraya..Al sana..Dert bir iken olur iki. Başka bir şeyler düşünmek lazım.
-Hocam bu bunak her hafta sonu izin alıyor ya?
-Eeee?
-Dışarıda buna bir araba filan çarpsa?
-Ya kızım sapıtma gece gece...O kadar da değil. Hem gebermezse ne olacak? Adamın altından bok temizlersin bir de. Şimdilik eli ayağı tutuyor hiç olmazsa
-Ya sahi nereye gidiyor bu her hafta sonu?
-Nereye gidecek? Şehre kızı Müyesser’in mezarına gidiyor.
-Nasıl yani? Bunun bir kızı mı varmış?
-Evet..Bir karısı ve yetişkin bir kızı varmış üniversitede okuyan. Bir davada davalılar bunu tehdit etmişler. ’ Eğer aleyhimize karar verirsen karını ve kızını öldürürüz’ Demişler. Bu gavat da idealist ya; karısını ve kızını kayınpederine göndermek istemiş. Kadın gitmiş ama kız ’ Ben hiç bir yere gitmem. Üç beş çakaldan mı korkacağım. Diren baba, korkma, arkanda ben varım, bu yüce millet var’ Demiş ve inat etmiş, gitmemiş. Bu salak daha sonra kararı, kendisini tehdit edenlerin aleyhine vermiş. Davalı müeebbet hapis cezası alınca onun hısımları bir gün kızı çapraz ateşe alıp ver yansın etmişler kurşunu. Vücudundan yirmi sekiz kurşun çıkarmışlar.
-Vayyy beeee...Moruğun amma da acıklı bir hikayesi varmış. Eeee karısı ne olmuş peki?
-Ne olacak? Boşanmış bundan. Sap gibi ortada kalmış bu.
-Aklı başına gelmiştir ama neye yarar kızı öldükten sonra.
-Yok be kızım..Ne aklı başına gelecek. Hiç duymadın mı her gün bize ne diyor: Neymiş efendim Atatürk dermiş ki ’ Gerçek vatansever, görevini en doğru yapandır’ Görevini doğru yap da ananı bellesinler değil mi? Gördü milletin nasıl arkasında olduğunu...Millet, davalıların korkusundan bunun kızın cenazesine bile gelmemiş.
-Haklısınız efendim...Bu devirde doğru dürüst görev yapanın kıymeti yok.
-Neyse..Uykum kaçtı. Haydi bana bir kahve yap.
Macide içinden ’ Ulan domuz..Bu saatte ne kahvesi? Kendine gelince ’ Görevini doğru dürüst yap da ananı bellesinler..Bize gelince -Bana bir kahve yap...’ Diye homurdanarak nöbetçi müdür yardımcısına kahve yapmaya giderken emekli Hakim Engin Bey, rahmetli kızı Müyesser için - her akşam yatmadan önce yaptığı gibi- on bir İhlas suresi, bir Fatiha okuyup yatmıştı bile.
DEVAM EDECEK.
YORUMLAR
Sami Hocam,
Yazıyı okurken gözüme takılan hatalı yazımlar vardı, bitirdikten sonra geriye dönüp kopyalayarak gösteririm diye düşündüm ama sanıyorum kaç tane olduğunu kaçırdım ve şu iki satırdaki Süleyman ismini hatırlayabildim. Süleyman mı, Selâhattin mi?
Tekrar gözden geçirmenizde fayda var sanırım.
Selâmlar..
...................
Süleyman insanın kanını donduran bir cevap verdi öz kızını göstererek.
..........................
Süleyman hiç bir şey demeden mutfağa girdiğinde orada dışarıdan henüz gelmiş olan oğlu Sıtkı’yı gördü.
....................
Sevgili can dostum
Baştan sona okudum kurgu anlatım edebi incelik tam not .Benim merak ettiğim tüm psikolojisi bozuk tiplerin isimleri dini isimler. Burda bir kasıt yok biliyorum.Ama eleştirilecek bir nokta.
Ayrıca iç içe hikayeler algıda dağınıklık yaratıyor. Okuyucuyu yoruyor.Şahsen yoruldum.
İnternet okuyucusu daha net ve daha sade yazılar istiyor galiba.
Sevgili can dostum kurgu anlatım edebi ve kültürel dizayn mükemmel .Sen yapacaksın olmayacak bu mümkün mü
Yazılarınızın devamında okuyucunuz ve aboneniz olacağım
Allah' emanet olun .saygılarımla
Başta çok bocaladım yahu!Hocam gözünüzü seveyim uzatmayın arayı.Kahramanları unutuyoruz.Kim kimdi diye düşünmedim değil vallahi.
Ammaaaa sonra ne oldu ne oldu.
Amaniiinnnnnnn dedim Engin'in ne olduğunu öğrenince.Öyle ya neden hep genç biri olarak düşündük ki onu dedim.
Demek Müyesser ha!
Hadi hayırlısı bakalım diyelim.Sonucu meraktayım...
Hikaye içinde hikaye, hikaye içinde gerçekler ! İyiki okuyucu konumundayız bizim kafamız iyi karıştı size kolay gelsin hocam.Bu bölümü okuyunca bir zamanlar Ayfer TUNÇ'un Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihçesi adlı romanındaki olay içinde olaylar sondan başlayan bir romanın başa doğru sarıp sonra finali şaşırtıcı bir şekilde yapması ve hikayeyi okurken tek bir bölüm yok kalınca bir kitap başlıyorsunuz o olaydan o olaya kişiler birbiriyle harika bir kurguyla bağlanıyor hikayelerde öyle ve karmakarışık ama iyi bir roman çıkıyor ortaya.İsyanda bizi her bölümde şaşırtmaya devam ediyor.Siz yazmaya biz de okumaya devam.Saygı ve sevgilerimle.
İşler karıştı Müyesser iki Enginde iki tane oldu hem gerçek hayat hem hikaye. Gerçek hayat acaba gerçek hayatmı o da daha belli değil. Bakalım daha neler olacak. Engin Hakim çırak Engin Müyesserde Hakim Enginin kızı çıkarsa şaşmıyacağım. Belkide Müyessere araba çarptı tek gözü kör oldu. Engin Hakime de araba çarpıp topal kalacak belkide yada kaldı. Of ya o Yeşilçam filmleriydi sahi. Ben kimim adım Perihan mı Nermin mi yoksa. Kafa ambalaja döndü :))))))))
Merakla bekliyorum
Selam ve Sevgiler