- 1143 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Yaşayan Yazarlar Mezarlığı
’’..bir cinayet romanı yazmayı düşünüyordum ama çoktandır kitap yazmamıştım ve bir daha yazıp yazmayacağımı da bilmiyordum, öyle dolaşarak mağara sarkıtları gibi donan içimi kıpırdatacak, bende yazma isteği uyandıracak , beni yeniden yazıya ve hayata döndürecek bir mucize arıyordum aslında. Kimse fark etmiyordu ama ben bir ölüydüm. Yazı yazamayan her yazar ölüdür zaten..’’
Ahmet Altan / Son Oyun
Bir insanın yazmak için bir nedene ihtiyacı olduğunu bilmezdim. Yazmak yeni başlayanlar için rutin işler gibidir. Bu o kadar doğal bir gereksinimdir ki, yazmadığınızda içinizi bir kedi tırmalar durur. Attığınız her adımı süslü ve abartılı bir üslupla anlatmaya koyulursunuz kelimeler eşliğinde. Sonra yazma işi süreklilik halini aldığında zevk verici yüzünü çıkarır ve bir sorumluluk yükü haline geliverir. Giderek bu sorumlulukların altında ezilmeye başlarsınız. Zamanla tıkanmalar ve ciddiye almalar başlar. Artık siz eski siz değilsinizdir. Kendinizi mühim şeylerden bahsetmek zorunda hissedersiniz ve bu aklınıza ağır gelmeye başlar. Yazar yorgunluğu yorgunlukların en can sıkıcı olanıdır.
Her yazarın kendince sebepleri vardır yazamamasıyla veya yazmama kararıyla ilgili. Bazen yaşadıkları o kadar gerçek ve o kadar yoğundur ki, bunları yazmaya çalışmak yaşanılanlar yanında yüzeysel kalabilir. ’’Yazmıyorum, yaşıyorum!’’ kısa ama içinde birçok manâ taşıyan cümle belki bu yüzden herkesi birkaç dakikalığına düşünmeye sevk eder. Öyle yazarlar vardır ki yaşadıkları mı daha ilgi çekici, yazdıkları mı karar veremezsiniz.
Yazmamak için ya sağlam acıları olmalı insanın, ya da yazmaya bile gerek duymayacağı büyük mutlulukları. Ben eskiden yazardım mesela. Yaşadıklarımı, yaşayamadıklarımı, yaşamak istediklerimi ve hiç yaşamak istemediklerimi yazardım. Yazar kelimesinin mesleki açılımından söz etmiyorum elbette. Kelimelerle dertleşmekle eş değer manasından söz ediyorum yazarlığın. Yazan herkese yazar diye hitap ederiz. Fakat elbette konumuz bu değil. Bana göre Altan’ın söylemlerinin tam tersi yazamayan bir yazar ölmüş sayılmaz. Çünkü yazar zaten ölüdür. Yaşıyor olsa anlatıcı olmazdı, bununla vakit öldürmez anlatacağı şeyleri tecrübe ediyor veya anlatamayacağı şeyler tadıyor olurdu.
Her yazar ölüdür. Yazarlar mezarlarda yaşarlar. Mezarlarda ise ölüler ikâmet eder. Toprağın altındayken gözlemlemesi daha kolaydır hayatı. Çünkü bir ömrü tüketmiş insanların, keşkeleri, geri dönülmezlikleri, anlatmak istedikleri, belki uyarmak istedikleri, pişmanlıkları, ah’ları, gözyaşları, acıları, ziyan olmuş zamanları yaşayanlardan çok daha fazladır. Onlar tecrübe sahibi insanlardır ve öyle sınırsız zamanları vardır ki, hayattayken heba ettikleri anlar artık dinleyiciler için emre amade bir şekle bürünmüştür. Biraz günah çıkarmak, biraz da ben yandım, ben ettim, siz bunları yapmayın, bakın bu yollar engebeli, bakın bu denizler fırtınaya elverişli demenin başka bir yoludur aslında.
Mezardayken her şey sessiz ve herkes dünya ahiret uzak olduğundan, onlara sadece yazarak ulaşabilir ölüler. Yazmak için bir nedene gerek duyulmaz artık. Mezarda olmak başlı başına bir sebeptir. Orada kendi ülkeniz vardır. Kral da, halk da yazarın kendisidir. Yazar her iktidar gibi anlaşılma kaygısı taşır ve her çoğul topluluk gibi biraz da boşvermişliğin verdiği rahatlama sinmiştir üzerine. Samimidir, gerçekçidir, dürüsttür, uyarıcıdır. Hayallerden uzaklaşacak kadar çok yaşanmışlığı vardır cebinde ki, sahip olduğu tek şey de zaten tecrübeyle sahip yaşanmışlıklardır.
Yaşayanlar ölüler gibi önemsemez yazma işini. Gerek duymaz, eksikliğini hissetmez veya tek gayesi haline getirmez yazmayı. Çünkü sesi çıkıyordur, konuşabiliyor, anlatabiliyor, hatta eğer isterse çekip gidebiliyordur. Ama ölülerin tek şansıdır yazmak. Kimse dinlemez onları, sesleri renksizdir, yüzleri solgun, gözleri hareketsizdir. Yazmasa kimse bilmez ne hissettiğini. Sükunet ona bilgeliği bahşettiğinden, yazdıkları da inci niteliğindedir, velhasıl kıymetlidir..
Bir de kendisini zorla mezara sokmuş yazarlar vardır. Onlar için hayat o kadar anlamsızdır ki, daha cazip bir yer bulamazlar daralmış ruhları için. Gidecek yerleri yoktur, konuşacak kimseleri.. Kalbi karanlıkta unutulmuş gibidir. Kendisiyle yüzleşmek için yapar birçoğu bunu. Ya sevgisi yapaydır, ya acısında bir eksiklik vardır, ya mutluluğunda bir tuhaflık.. Bir şeyler ters gidiyorsa kendini sorgulamalar başlar. Öyle ya, ya mutluluktan yazmalıdır insan, ya mutsuzluktan. Arası yoktur çünkü. Laf olsun diye yazmaz yazarlar. "Hepiniz mezarısınız kendinizin" derken N. Marmara, en çok yazarlar sahiplenmemiş midir bu sözü üzerine?
Bir de benim gibi mezarda yaşayanlar vardır. Dünyaya sığamazlar, kimseye sığınamazlar. Mezarlarlıklardan daha cazip, mezarlardan daha korunaklı gidilebilecek hiçbir yerleri yoktur. İçlerinde en çaresiz olanlardır bunlar. Mezardadırlar, üstüne üstlük yaşıyorlardır ve yetmezmiş gibi yazamıyorlardır. Hakkıyla ölemediğinden veya yaşamayı beceremediğinden tek kurtuluşu mezarlardır. Ama yazma kabızı olduğundan tek söz işitemezsiniz onlardan. Dil susar, el tutmaz, göz bakmaz.. Yazabilmeleri için sahici mucizelere ihtiyaçları vardır. Onlar ölü değildir ama mütemadi bir can çekiş halindedirler.
Mezarlar yaşayan ölülerle doludur, yaşadığını belli etmeyen ölülerle. Hâlâ orada değilseniz birgün sizde orada olacağınızı kabullenin. Bu söylediklerime kendim de dahil günü geldiğinde hepimiz şahit olacağız biliyorum..
fulya/ağustos2013
Yaşayan Yazarlar Mezarlığı Yazısına Yorum Yap
"Yaşayan Yazarlar Mezarlığı" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Yazmak,özgürlüktür.Yazıdada dediğiniz gibi kaleme can veren acılardır,yaşanmış ama yaşanması istenmeyen tecrübelerdir söyleyecek sözü olanların söz söyleme şeklidir ya da aşıkların mısralarla yeniden canlanan aşklarıdır.Yazamayan yazarda kendini diri diri mezarda hissedebilir.Çünkü hayatla olan en önemli bağı(yazma yetisi) kopmuştur.Sıkıntılı bir süreci anlatmışsınız yazınızla.Daha nefes aldıran yazılarınızıda okumak dileğiyle,teşekkürler.