Evra'nın hikayesi 2
Sayfa 2
Her adım atışında hayalini düşünüyordu sevgilinin. O deniz misali gözleri aklına geliyordu. Şimdi ne güzel olmuştur diye söyleniyordu kendi kendine.
Nasıl da özlemiştir beni kim bilir? ‘’Ah dağ gülüm, ah sarp kayalıklardaki nergis kokulum, yüreğimin sesini duymaz mısın? Hasretin dağlar gibi çoğalıyor içimde.
Şimdi şu yoldan çıkıp gelsen de bir kere bir kerecik görsem ay yüzünü’’. Yüzünü kaldırdı , karanlık perdelerini yavaş yavaş seriyordu gökyüzünün üzerine. Daha yavaş adım atmaya başlamıştı. Yıllar sonra toprak kokusunu çekiyordu içine, koyun sürüleri geçiyor, annesini arayan kuzucukları seyrediyordu. ‘’ ah kalbimin ahengi, ah nefes akışım şu kuzular gibiyim açım sana susuzum sana’ ’dudaklarında hüzünle karışık mutluluk tadında bir tebessüm yayılıyordu etrafa.
O ilk heyecanı gelmişti aklına, Evra ile ilk göz göze geldiği an derince bir iç çekti, sonra yürümeye devam etti. Her adım atışında evine yaklaşıyordu, evin bahçe kapısından içeri girdi. Kapısı tahtalardan yapılmış, bahçenin duvarı taşlarla ise basit bir şekilde örülmüştü. Oldukça geniş bir bahçeye sahipti evleri. Evin bahçesinde meyve ağaçlarının yanı sıra bahçelerinde sebze de yetiştiriyorlardı….
Karanlıkta öylece baktı bahçeye ardından taş merdivenlerden yavaş yavaş çıkmaya başladı. Beşinci merdivende demir bir kapı daha vardı. Onu da sessiz bir şekilde açtı. Sonra evin girişindeki balkondan şöyle bir baktı etrafına, ne çok değişmişti buralar…
Tütün sarısı hüzünler geceye yankılanıyordu. Şimal yıldızı her zaman ki yerindeydi. Kopuk kopuk nefes alışları vardı gecenin. Zikzaklar çiziyordu yıldızlar gökyüzünde, sanki bir Ayhan vardı bu şehirde, birde yarım nefeslik gece…
Devam edecek…