Merhumu nasıl bilrdik ?
Bismillah bu da nerden çıktı?
Demeye kalmadan memlekette bir takım ilerlemeler mecburi kılınınca bizim millet de bu vaziyete ayak uydurmak için değişikliklere erkenden başlar.
E boşuna dememişler" erken kalkan ..." unuttum ya hu!
Erken kalkan bir şey olur derlerdi de her yerde aynı olur mu bilemiyorum.
Velhasıl kelam bütün vatan büyük bir iştiyakla ve heyecan ile yeni kanunların emrettiği gibi aydın ve batılı olmak için elinden geleni ardına koymuyordu.
Bizim memlekette bir takım aydın ve ilerici takılan ahali başlarına nasıl nerden buldular ise birer fötr şapka ellerinde de birer baston ceketlerin kuyrukları da uzatılmış vaziyette sokaklarda görünmeye başladığında ben dünya işleri ile meşgul değildim. Nerde olduğumu sormayacağınızı umarak o vakitlerde merhum dedem ve akranlarının anlattığı bir iki olayı nakledip derhal işime dönmeyi arzuluyorum.
Bu ilerleme ve batılılaşma vatan sathında büyük teveccühlere mazhar oldu ise de aslında milletin neresinin teveccühe mazhar olduğu, resmi ajanslarda bahsedilen cumhuriyetin ilkeleriyle coşmanın hangi uzuvla yapılacağı kanunlarda belirtilmediğinden hamiyet sever milletimiz bütün azaları ile bu muhteşem ve mukaddes vazifeye iştirak etmekteydi.
Hatta başvekil bir müddet sonra “Millî vicdanın kabul etmediği hiçbir husus mecburi addedilemez” diyerek umum milletin tercih ve tasvip etmediği herhangi bir hususun millete dayatılmayacağını beyan ederek, aziz milletimize dayatılacak hususlar bir liste halinde belirtilerek, Millî Şef tarafından tasdik edildikten sonra İlbay’lara telsiz emri ile havale olunmuştur.
Bu memleket meseleleri böylece milli heyecan ve coşku ile halledilirken memleketimizi derinden etkileyen mevzuların başında gelen Başvekilimizin sıhhati ve Ezanın Türkçeleştirilmesi de meclisin ekseriyetinin teveccühü ile kanunlaşıp bil umum mebusların alkışları ile kabul edilerek hayata geçiriliyordu.
Bu kanunun zuhur etmesiyle vatanın her köşesinde Ezanlar Türkçe okunuyor bu cihetle halkın ezana vakıf olması sağlanıyordu.
Bazı camilerde ilk evvela imam ve müezzinlerin dil sürçmeleri vuku bulsa da daha sonra yapılan baskın ve falakalarla lisan ve telaffuz meselesi de halkımızın ekserisinin arzu ve coşkusu ile sağlanmış oluyordu.
Çanakkale vilayetimizde bir imam “Tanrı Uludur” diyecekken aklını yitirerek “Allah-u Ekber” dediği için tedavi maksadıyla, önce jandarma tarafından muhasara altına alınan evinden tevkif edilerek hücreye atılmış, daha sonra ilaç niyetine yüz adet sopa ile tecziye edilmiştir.
Konu ile alakalı Dâhiliye Nazırı bölgeye destek birliklerinin sevk edildiğini, bu meczubun “Allah” dediğini duyanların kulaklarının muhakkak suretle sabunlu su ile yıkanacağını beyan etmiştir.
Bolu Mengen’de bir başka meczup ise ramazan ayında Tekirdağ Boğma rakısı içen bir vatandaşa hitaben “Haram” dediği için tevkif edilmiştir.
Rize’de küçük çocuklara Kur’an öğreten üç meczup saklandıkları ormanda yakalanarak cezaevine konulmuştur. Yanlarındaki örgütsel dokümanlara ve ateşleyici malzemelere (Kur’an Cüzleri, Elif Bâ, tespih, takke, sarık) el konularak teşhir edilmişlerdir. Hatta müsadere esnasında bazı gerici meczupların suç delillerini imha için yutmaya çalıştığı fark edilmiş olup, acilen müdahale edilmiş ancak muvaffak olunamamıştır. Altı tespih meczuplarca yutularak imha edilmiştir.
Behemehâl bir dâhiliye mütehassısına başvurularak tıbbi tetkikler yapılmış bu defa meczupların midesinden buğday ve Erzurum Civil peynirinden başka yasa dışı mahlûkat ve mamulât tespit edilememiştir.
Sahi bu tespih taneleri nereye gitti?
Memleketin dâhilinde gericilikle mücadele sürerken okuma yazma bilen ahali sayısı üç yüz kişi olduğu haberi başkentte ve bütün yurtta sevinçlerle karşılanmıştır.
Bütün bunlar yıllarca devam etmiş hâlihazırda memleket nihayet ilerleyerek tango, vals, kanto hususunda büyük inkişaflar kaydedilmiştir.
Hatta bir opera sanatçısı, arya söyleyebilen bir hanım ile çok sesli koronun ilk elemanı Zahit Müşük bu dönemde yetişmiştir.
Bu zaman zarfında bir hayli yaşlanan memleketimizin ilerici muallimi beyefendi aniden rahatsızlanarak Trabzon Devlet Hastanesine kaldırılmış fakat tabiplerimizin üstün gayret ve coşkusuna rağmen kurtulamayarak vefat etmiştir.
Cenazesi memleketine gönderildiğinde ise cenaze namazı kılacak, daha doğrusu kıldıracak bilgiye sahip kimse olmadığından cesedi önce yoğurtlu sarımsakla dezenfekte edilmiş ancak ahaliden bazı kişilerin “Cenaze böyle yıkanmaz, yanlış oldu” beyanıyla bacağından bir armut dalına asılarak şişirilmeye çalışılmış bu defa Nalıncı Fahri Ardıpişik “Öyle koyun yüzeriz biz yine olmadı” diyerek cesedi tekrar eski yerine almışlardır.
Ahaliden Samy Mc Çarlingston ortaya atlayıp “ağalar önce kıçını yıkarlar benim bildiğim sonra da başını gözünü ve dik olarak kabre yatırılır” demişse de açıklamaları tutarsız olduğundan muteber sayılmamıştır.
Eskiden bir gerici Hoca efendinin hizmetinde bulunan oldukça ihtiyar bir şahsın “Önce soğuk su ile yuyalar,üç günde kuyuya koyalar,başı aşağı dayalar,tam şeyinin hizasına kavak fidanı dikeler” dediğinde ,kavak fidanının büyüdükçe öğretmenin durumunun vehameti düşünülüp vazgeçilmiştir.
Nihayet ilçemizin büyük şahsiyeti Bayramali Tahtagöt ölüyü fazla yıkamaya gerek yok. Akşamdan sıcak suya koyun ki kirleri yumuşasın. Sabah namazına müteakip çitileriz ve defnederiz”” diyerek halkın şişen yerlerine su serpmiştir.
Ertesi sabah iç dış yıkama işlemi bitince beyaz Amerikan beziyle kaplanırken ceset bir vatandaşın “Ben dedemin defni sırasında görmüştüm. Ölünün makatı bir şey ile tıkanır ki abdesti kaçmaya” diyerek yeni bir kargaşa ve endişeye sebebiyet vermiştir.
Fakat ahaliden birkaç zahit “hakikatten öyle benim babama da tıkamışlardı” diyerek bu iddiaya destek verince meselenin ciddiyeti idrak edilerek mevzu bahis mahale ne tıkanacağı hususunda fikri teatilere başlanmıştır.
Birçok öneri yapıldıysa da kabule mazhar olmamış, bu vaziyette ahali yine Bayramali Bey’e müracaat etmek isterken Samy Mc Çarligston adlı beyzade “Koçan, Mısır koçanı” diye haykırmış ve tıkaç böylece bulunmuştur.
Memleketin en gürbüz mısırına ait koçanın tıkanmasıyla yeryüzünde yapılacak işler nihayete ermiş ve ceset kabre indirilmiştir.
Bu mesele de hallolunca ahali huzur, coşku ve ikinci yıl marşı ile mahalle kahvehanesine doğru hareket etmiştirler.
İşte bu şirin beldede o günden sonra her mevta bir adet koçan ile defnedilirdi.
Letafet Asilzade ‘nin “Bizi Yediler Ayaküstü” romanından alıntıdır. Koçan yayınları İstanbul 1946
YORUMLAR
Aga
Ben bazı köylede testilerin ağzına - içine yılan, akrep toz vs. girmesin diye- mısır koçanı tepildiğini görmüş ve kendi kendime '' Yahu bu nesne acaba başka delikleri de kapatır mı ki?'' diye sormuştum. Bu güne kadar cevabını bulamadığım bu soru nihayet bu gün aydınlığa kavuşmuş oldu. Demek ki başka delikleri de tıkamada kullanılıyormuş.
Yahu vasiyetimdir ha:
Olur da Rize'de filan ölürsem beni sakın orada gömmesinler. Mesela Adana'ya filan taşısınlar cenazemi. Ya da ne bileyim pamuk ekilen bir yere gömsünler de sakata gelmeyelim öteki tarafa giderken.
Şapka kanunu başlı başına bir destan konusu. Türkçe ezan ve namaz olayı da..Şimdi oturup onlar hakkında da yazmaya kalksam sabahı bulurum.
Kısa kesiyorum ve ellerine sağlık diyorum sevgili Erol.
Selam ve sevgilerimle.