- 1457 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CELİLE TOYON
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tiyatro sanatına sevdalı
tiyatro ve sinema oyuncusu
CELİLE TOYON
Handan İpekçi’nin yazıp yönettiği, tiyatro sanatçısı CELİLE TOYON’un da 30 yıl sonra yine kamera ile buluştuğu
2011 sezonu filmlerinden bir tanesi de ÇINAR AĞACI idi. Filmi ben daha izleyemedim. Ancak film üzerine birkaç yazı okudum. Yazanlardan pek iyi not almamış film.
İşte birkaç örnek:
"Handan İpekçi’nin Çınar Ağacı adlı filmini seyrettim. Darılmasın amma, hiç mi hiç hazzetmedim." HAKKI DEVRİM / RADİKAL
"Çınar Ağacı", kesinlikle bir sinema filmi değil, TV filmi ya da üç bölümlük bir mini dizi olarak karşımıza çıkarılsaydı belki, bir nebze kabul görürdü. Ama yok, hayır, film, senaryosundan karikatürize karakterlerine dek sorun yumağı gibi… “ Alper Turgut / Cumhuriyet
Benim sizlere esas aktarmak istediğim her zaman olduğu gibi yine usta bir tiyatro sanatçımızla yapmış olduğum söyleşim. Ekim 2010’da yapmış olduğum “İstanbul Söyleşi Turu”mun son durağı BBT Yunus Emre Kültür Merkezi Ataköy idi. Seyrettiğim oyun bir TİYATROKARE yapımı “Leyla’nın Evi”
Yazan Zülfü Livaneli. Oyunlaştıran Zeynep Avcı. Yöneten Nedim Saban.
Oynayanlar: Celile Toyon, Ayça Varlıer, Onur Bayraktar, Nuri Gökaşan, Volkan Severcan, Melda Gür, Bülent Seyran...
Bu oyunda oynayan sanatçımız Onur Bayraktar’ı maalesef yapmış olduğu bir kazada yitirdik. Kendisiyle yapmış olduğum söyleşiyi arşivimde okumanız mümkün.
Leyla’nın Evi, İstanbul’un talan edildiği, rantiyelere, çetelere peşkeş çekildiği, çocukluğumuzun sinemalarının, manolya bahçelerinin, tozlu sahaflarının kitapçılarının yok olduğu bir dönemde, Kültür Başkenti’nde sadece sahnede oynanan bir oyun değil, bizlere oynanan oyunları da simgeliyor.
“Söyleşi Turu”mun final oyunuydu Leyla’nın Evi. Öncelikle bu değerli romanı yazan Zülfü Livaneli’ye teşekkürler... kalemine sağlık. Livaneli hem severek dinlediğim, hem de severek okuduğum çok yönlü bir sanatçımız.
Bu güzel eseri sahneye taşıyan yönetmen ve oyuncu Nedim Saban’a da buradan sevgi ve saygılarımı gönderiyorum; teşekkürler.
Oyunculara gelince; hepsi başarılı. Ancak bu oyunda oynayan sanatçılarımızla yapmış olduğum söyleşileri yazmaya bir türlü elim gitmiyor. Bu söyleşimi sizlere aktarma da oluşan gecikmenin de sebebi aynı: bu oyunda oynayan değerli genç oyuncumuz Onur Bayraktar’ı bir trafik kazasında kaybetmemiz. ALKIŞI BOL OLSUN Onur Bayraktar’ın...
Evet, gelelim oyunda oynayan usta oyuncumuz CELİLE TOYON’a:
Ben kendisini ilk defa seyrettim. Oyunculuğu sahnenin dışına taşan usta bir oyuncu. Kendisini seyretmeye doyamadım; oyun bitecek diye korktum. İlk fırsatta tekrar seyretmek istiyorum. Onun dışında, diğer oyuncular da adeta bu usta oyuncunun peşine takılmışlar, sergiledikleri performanslarıyla adeta birbirleriyle yarışır biçimde oynuyorlar. Örneğin Nuri Gökaşan ve Volkan Severcan yıllarını Türk tiyatrosuna vermiş usta oyuncularımızdan.
Babası,Opera ve bale sanatçılarımızdan Feyzi Gür’ün izinden giderek, tiyatro sanatını seçen başarılı Melda Gür, baba mesleğini seçmekle yanlış bir iş yapmadığını bu oyunda da ispatlıyor. Ayça Varlıer ve rahmetli Onur Bayraktar’ın şansı ise böyle usta sanatçılarla aynı sahneyi paylaşmaları ve ustalarının temposunu düşürmeyerek oyunun çıtasını yüksek tutmalarında katkıları olduğunu gösteriyorlar.
“... Oyunun reji koltuğuna yılların deneyimli usta sanatçısı Nedim Saban oturmuş. Farklı bir konseptle zor ve amansız bir sürece giren Saban, Türk tiyatrosuna, toplumsal sorunlara değinen bir eser kazandırmanın mutluluğu içerisinde. Kastı başarıyla oluşturmuş. Oyunu sahnelerken seyircideki komedi algısı yerine toplumda giderek yükselen ahlaksızlığı, yitirilen değerleri, toplumdan bireyselciliğe dönüşü cesurca sahneye taşıyor.
Celile Toyon, yıllar yılı İstanbul Şehir Tiyatroları’nda oyunculuk yaptıktan sonra özel tiyatroda sahneye çıkıyor. Özellikle ‘İyi Geceler Anne’ adlı oyundaki performansıyla parmak ısırtan, sahneye sığmayan oyunculuğuyla içimize işlemişti. Yıllar sonra usta sanatçıyı tekrar sahnede izlemek benim için büyük bir ayrıcalık…
Toyon, bu oyunda elinden evi alınan naif, kültürlü, dış dünyaya yabancı tam bir İstanbul hanımefendisi rolüyle karşımıza çıkıyor. Çemberin içinde olan ama olaylara çemberin dışından bakan Leyla, karakteri gereği çok keskin çıkışları olmayan, ruh değişimlerine pek tanık olmadığımız rutin bir çizgide ilerliyor. Ama bu olgu oyunun geneline yayıldığı zaman karakterin gerçek çizgilerini net olarak ortaya çıkarıyor.
Böylesine zor bir rolü başarıyla yorumlayan Toyon, bu güzel ve olanaklı rolün altından ustalıkla kalkıyor. Leyla’yı Leyla yapan değerleri yorum gücüyle kotararak insanın derinliğine açımlamaya çalışarak sergilediği rolüyle, seyirciyi sımsıcak kucaklamak isteyen kuyumcu işi bir oyunculukla yorumluyor...” İHSAN ATA / www.tiyatronline.com
Sinema için okuldan kaçmıştım...
1944 İstanbul doğumluyum. Ailemde tiyatro sanatıyla uğraşan yoktu. Kendimi çok okuyan bir ailede büyüdüğüm için hep şanslı saymışımdır. İlkokulda yıl sonu müsameresinde kelebek rolünde oynamıştım. Hatta oynarken kanadımı düşürmüştüm, unutamam. İstanbul Kız Lisesi’nde okurken sinemaya gitmek için okuldan kaçmıştım. Suzan Howard’ın “Yarın Ağlayacağım” diye Oscar aldığı bir filmdi. İşte bir kereliğine, bu filmi seyretmek için okuldan kaçtım. Bu filmi seyrederken de oyuncu olmaya karar verdim. Sebebi de şuydu: Ailemin sinemaya izin vermeyeceğini biliyordum. Konservatuara başladığımda babamın haberi yoktu. Ancak bir yıl sonra haberi oldu.
“Tiyatroya evet, sinemaya hayır!” diyorlardı. Sanki sinema da dört gözle beni bekliyordu!..
Kazandığımı arkadaşımdan öğrendim...
Konservatuar imtihanımı Beşiktaş’ta yapmıştım. İmtihanda Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal, Seyit Mısırlı, Ahmet Kutsi Tecer ve Burhan Toprak vardı. İmtihanda yaptıklarımı hiç beğenmemiştim. Sonuçtan pek umutlu olmadığım için, sonucu öğrenmeye bile gitmemiştim. Okul arkadaşlarımdan biriyle yolda karşılaştım. Beni görünce “tebrik ederim!..” diye bana seslendi. Şaşırmıştım; beni niçin tebrik ediyor diye. “Niçin tebrik ediyorsun?” diye sorduğumda: “Haberin yok mu, konservatuar sınavını kazanmışsın, koş hemen kaydını yaptır, bugün son gün!” diyerek beni uyardı. Ondan sonrası hızlı çekilmiş bir film gibiydi.
“... Boğaziçi’nde el değiştiren yalıların tapu işlemleri ötesinde ruhların da göçü olduğunu Zülfü Livaneli’nin 60 baskı yapan Leyla’nın Evi adlı romanı ortaya koymuştu.
Bu yapıt şimdi tiyatro sahnesinde.
Nedim Saban’ın yönettiği ve Zeynep Avcı’nın uyarladığı oyunda Celile Toyon, Ayça Varlıer, Volkan Severcan, Bülent Seyran ve Nuri Gökaşan rol alıyor...
Önce yalısı, sonra da sığındığı ve yıllarını geçirdiği yalının bahçesindeki müştemilatı elinden alınan Leyla’yı İstanbul Şehir Tiyatrosu oyuncularından Celile Toyon, yalın ve abartısız canlandırıyor...” Güneri Civaoğlu / Milliyet
Hocalar yönünden de şanslıydım...
O kadar iyi ve değerli hocalarla yetiştim ki, düşünüyorum da, bayağı şanslıymışım.
Yıldız Kenter hocamdı. Yukarıda saydığım imtihanda olan değerli hocalarımın dışında dünyaca ünlü Max Meinecke de vardı hocalarımın arasında. Yıldız Kenter başlı başına bu işin tanrısıydı. Onun bir dediği iki edilmezdi. Hala Yıldız Hanım’ın öğrettiği bilgiler bana önderlik etmektedir. O bilgilerin önderliğinde kendi kendime bulduğum yollarla mesleğimi sürdürmekteyim. Bugün ayakkabılarımı kalıba koyuyorsam, bugün oynadığım yerde tuvaleti kontrol ediyorsam, sahnenin gerçekten temiz mi, düzenli mi, ihmal edilen, gözden kaçan, unutulan bir şey var mı, yok mu diye bakıyorsam; tüm bunlar sahne üstünde öğrendiklerimle beraber bir bütün olarak tiyatro sanatına sevdalanmayı da hep ondan öğrenmişimdir. Ben bu mesleye sevdalıyım. Bu hiç bitmeyen, tükenmeyen, vazgeçilmeyen bir aşktır. Tiyatro olmasaydı ne yapardım... Tiyatrosuz, kitapsız kalmak benim kabusumdur. Müzik dinleyememek!.. ne korkunç bir şey... Düşünüyorum da, iyi ki bu mesleği seçmişim... bir daha dünyaya gelsem yine tiyatroyu seçerdim.
„Leyla’nın Evi ise iki yaz önce bir çırpıda okuduğum bir romandı ve öykü Leyla’ların sayısız öykülerinden birisi olarak hiç de yabancı değildi. Yönetmen Nedim Saban, dekor, ışık ve müzik üçlüsüne, oyunculukları da (ille de Roxy -Ayça Varlıer) ekleyerek, Leyla’nın Evi’ni o kadar güzel yönetmiş ki, oyunun sonunda (özellikle romanı okumuş olan seyirciler olarak) sahneyi ayakta alkışladık... Nedim Saban’ın bu oyunla ilgili olarak; "Bizim oynadığımız bir oyun değil, bize oynanan oyunları da simgeliyor" cümlesi çok şeyi anlatmaya yeterli. Romanın yazarı Zülfü Livaneli de sonuçtan çok memnun olduğunu açıkladı... Oyunun müzikleri ve özellikle Ayça Varlıer’in olağanüstü, müzikal performansı çok etkileyici idi... Leyla’nın Evinin Leyla’ya verilmesi için bu oyunun, oynanacak yeni sahneler bulması gerekiyor... Ve elbette yeni ve çok sayıda izleyici...Yolları açık olsun..“ Serpil Özok / Kocaeli
Gazetesi.
İlk oyunum, sınıf arkadaşlarım...
Konservatuar eğitimi sırasında ilk oynadığım oyun “Bizim Şehir” adlı bir oyundu. Sema Özcan, Güler Ökten, Uğur Say, Güven Şengil, Cenk Güner ve Mustafa Alabora... gibi değerli arkadaşlarımla paylaşmıştım sahneyi. Mustafa Alabora da sevdiğim bir arkadaşımdır. O direnenlerdendir. Tiyatro olsun da ne olursa olsun diyenlerden değildir !.. Kendini, emeğini, aklını daha akılcı kullananlardandır o. Çok farklı bir sanatçımızdır. Yorulmadan tiyatro yapmanın yolunu bulmuştur. Ali Poyrazoğlu, Müjdat Gezen, rahmetli Savaş Dinçel... öyle değillerdi. Bizler hep tiyatro yaptık. Dönem arkadaşlarımdan Sema Özcan evlenince tiyatroyu bırakmıştı. O aynı zamanda Türk sinemasının da starıydı.
“Şarkıcı Kız”...
İstanbul Konservatuarı Tiyatro Bölümü normalinde beş yıl sürer. Ben üstün başarılı bir öğrenciydim; dört yılda bitirdim. Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda başladım çalışmaya. Ve ilk yerli, bayağı yenilikçi oyun olan “Şarkıcı Kız” oyunuyla başlamıştım. Deniz Türkali, Ali poyrazoğlu, Mete İnsenel ... gibi değerli oyuncularımızla Eskişehir Tiyatrosu’nda oynamıştık. İzleyiciyi çok etkileyen bir oyundu. Sonradan “Meyhanenin Gülü” ismiyle de file çekilmişti. Meyhanede baba dabruka çalarak küçük kızını oynatır; kızın bir ağaya satılışının öyküsünü anlatan bir oyundu. Eskişehir’den sonra Arena’da Fakir Baykurt’un “Yılanların Öcü”nü oynamıştık. Engin Orbey oyunlaştırmıştı. İlk zamanlar oyuncu olan Ali Özgentürk oynamıştı. Deniz Türkali ve Hikmet Karagöz de vardı oyunda.
Ulvi Uraz...
Yeri hiç doldurulamayacak usta bir oyuncumuzdu Ulvi Uraz. 1965 yılında Haldun Taner’in “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” oyununu Küçük Sahne’de oynadık. Sanıyorum 300 kez oynamıştık. Ulvi Uraz, Müfit Kiper, Alev Koral, Metin Akpınar, Tuncer Necmioğlu, Hikmet Karagöz gibi çok zengin bir kadromuz vardı. O zamanlar Brezilya Milli Takımı vardı çok ünlüydü, oynadıkları zaman yer yerinden oynardı. Bizim “Gözlerimi Kapatırım Vazifemi Yaparım” ekibini bu takıma benzetirlerdi.
“...Ulvi’yi, tiyatrocu doğmuş bir insan olarak düşünmüşümdür hep. Koşullar değişmeseydi, tiyatromuzun okullu dönemi başlamasaydı da oyuncu olacaktı o. Çeşitli tipleri, karakterleri canlandırmak, kendinde bulmak, yaşamak, onda çocukluğundan beri en ilginç özellik olarak görülegelmiştir. Bunun sadece bir doğuş özelliği olduğunu söylemek istemiyorum; onda bizim halk tiyatromuzun karakteristikleri, yaşamından, deneyimlerinden değil, ulusal bir geleneğin gücünden ötürü, kendine uygun bir ortam bulmuştu. Ulvi’de güldürü öğesinin ağır basması bundandır diye düşünüyorum...” Salyangoz ve Tiyatro / Bülent Akkurt ( Melih Cevdet Anday’ın “25. Sanat Yılı” adlı yazısından.)
“Küçük Sahne’de Ulvi Uraz Tiyatrosu tarafından gerçekleştirilen ilk Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım yapımı, 1960’ların (1 Ekim 1964) en büyük tiyatro oyunlarından biri olur. Bu başarıda önemli etkenlerden biri de oyunu sahneleyen ve Vicdani’yi oynayan büyük sanatçı Ulvi Uraz’dır... Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, “değişen” güncel görünümlerin gerisindeki “değişmezliğin” öyküsüdür. İlk yazılışı 1960’larda gerçekleştirilen oyunda Taner, “değişen” olarak ülkemizde “31 Mart Vakası”ndan 1960’ların ortalarına dek yaşanan tarihsel – toplumsal olayları ele almıştı. Bu olayların değişkenliği ve değişmenin toplum değerlerine yansıyışı, oyunda, her yeni politik dönemde sokaklara yeni isimler koyma alışkanlığımız doğrultusunda, “sokak levhası”nın sık sık değişmesiyle belirlenir...” Ayşegül Yüksel / Haldun Taner Tiyatrosu
AST... Asaf Çiğiltepe...
Sonra Recep Bilginer’in bir oyununda oynadım. Ve ben Ankara Sanat Tiyatrosu (AST)’na geçtim. Asaf Çiğiltepe ve Güner Sümer vardı. Fakat bir sene sonra beraber geçirdiğimiz bir kazada Asaf’ı kaybettik. Asaf’ın gidişi benim tiyatro hayatımda çok etkili oldu. Çünkü beraber düşündüğümüz, anahtarı onda olan oyunlar vardı. Konservatuarda alfebeyi öğretip bırakırlar. Ondan sonrası sana kalmıştır. Okumak araştırmak, kendini geliştirmek... tüm bunları AST’da öğrendim. Orada bilinçlendim. Çünkü herkes başka bir dil konuşuyordu. Evet oynuyordum onlarla birlikte, uyum da sağlıyordum. Ancak bu akademikti. Bir dünya görüşü edinmiş değildim. Ne mutlu ki bana AST gibi doğru bir tiyatroda öğrendim. Ankara Sanat Tiyatrosu, sanatçı olarak çok mutlu olduğum, hatta yorulduğumu bile hissetmediğim, durmadan çalıştığım bir bölümü kapsar. Hala da saygı ve sevgiyle hatırlarım AST’daki çalışma günlerimi ve çalışma arkadaşlarımı.
“Bizde öncü tiyatro derken önce Asaf Çiğiltepe’den başlamalıyım. Asaf Çiğiltepe (1934-1967) kısacık ömrüne bakınız neler sığdırmış! Galatasaray Lisesi ve Tıp Fakültesi’nde öğrenim görmüş, tiyatroya Dormen’in Cep Tiyatrosu’nda başlamıştır. Daha sonra Dormen Tiyatrosu ile Küçük Sahne’de profesyonel olarak çalışmıştır. 1958 yılında Fransız Hükümetinin bursu ile Paris’e gitmiş, orada Ulusal Halk Tiyatrosu’nda (TNP), Comedie de Saint Etienne’de tiyatro bilgisini ve görgüsünü geliştirmiştir. Yurda döndükten sonra, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda yönetmen olarak görev almış, Lope de Vega’dan Çılgın Dünya, Ibsen’den Bir Halk Düşmanı adlı oyunları sahneye koymuştur. Çiğiltepe, İstanbul Şehir Tiyatrosundaki görevini Arena Tiyatrosu açılıncaya kadar sürdürmüş, oradan Arena’ya geçmiştir (1962)....
Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) (Sanat Yöneticisi: Asaf Çiğiltepe): Ankara Sanat Tiyatrosu, ilk kez perdesini 1963 yılı 6 Aralık’ta açmıştı. Bir önceki yıl geçirilen Arena deneyiminin ışığında AST, tiyatromuza yeni bir soluk, yeni bir anlayış getirmek amacıyla çalışmalarına başladı ve doğru bildiği yolda sürdürdü. İlk oyunları Godot’yu Beklerken idi... Sevgili Asaf, ölümünden bir yıl önce 1966’da, Sevgi ve Başar Sabuncu’nun Türkçeleştirdiği, Brecht’in Artura-Uli’nin Yükselişi, ayrıca Beckett’in Godot’yu Beklerken, Gogol’ün Ölü Canlar, Cahit Atay’ın Sultan Gelin oyunlarını sahneye koyuşundaki başarısıyla, tiyatro yöneticisi olduğu kadar, değeri yadsınmayacak bir sahne yönetmeni olduğunu da kanıtlamıştır...” Mücap Ofluoğlu / Dünya Bir Sahnedir
Gülriz Sururi...
AST’dan sonra İstanbul’a geldim. Gülriz Hanım beni aradı. AST’ı seyrederdi zaten. Bana da özel bir dikkati vardı sanıyorum. Beni davet etti ve bize ortaklık teklif etti. Şöyle bir ortaklık oldu: Turgut Boralı, rahmetli Suzan Ustan, Ali Poyrazoğlu, Aydemir Akbaş ve ben. Öte tarafta ise Gülriz Sururi ve Engin Cezzar. Böyle bir ortaklık kurduk hepimizi kapsayan. Nikah Kağıdı adlı oyunu oynadık. Oyun çok gişe yapmıştı. Bu çalışmalarda da çok şey öğrendim. Gülriz Hanım’ın, izleyicisini nasıl saygıyla kucakladığını ve her şeyi iğneden ipliğe düşünerek, işine nasıl sahip çıktığını gözlemledim.
“... Meslektaşlarımızdan hazır, kurulu düzen bir tiyatroya ortak olmalarını istiyoruz, o kadar. Paylar hesap ediliyor ve yedi kişi ortak oluyoruz sonunda. Ali Poyrazoğlu, Turgut Boralı, Suzan Ustan, Celile Toyon ve Aydemir Akbaş ortaklarımız. Dostumuz Hale Kuntay’ın Efrahim Kişon’dan çevirdiği Nikah Kağıdı’nı seçiyoruz ilk oyun olarak. “Giderek yozlaşan oyun furyasına katılmamak gerek” diye düşünüyoruz bu seçimi yaparken. İyi yazılmış, kaliteli bir komedi Nikah Kağıdı. Altı kişi oynuyoruz, Engin sahneye koyuyor. Ama rol almıyor oyunda. Başrol Turgut’ta. Turgut son sahnedeki duygusal bölüm dışında, iyi oynuyor oyunu, ah bir de abartmasa... Nikah Kağıdı çok sevildi, çok tutuldu. Herkes memnun, ortaklarımız büyük paylar alınca şaşırıyorlar. “Patron olmak varmış” diyorlar... “ Gülriz Sururi / Kıldan ince kılıçtan keskince.
Film çalışmalarım...
Bunlardan üç tanesi Atıf Yılmaz’la oldu: 1977 Güllüşah, 1979 Adak, 1982 Mine.
1982 Kaçak (Memduh Ün), 1984 Tutku (Feyzi Tuna).
Ve son filmim de 2011 Çınar Ağacı(Handan İpekçi)
1983 yılında da Üç İstanbul adlı televizyon dizisinde oynamıştım.
Film çalışmalarını pek sevemedim ben. Ancak yaklaşık 30 yıl sonra Handan İpekçi’nin, Atatürkçü emekli bir öğretmen ve ailesini anlatan Çınar Ağacı adlı film için yapmış olduğu teklife hayır diyemedim. Senaryosu çok hoşuma gitmişti. Kabul ettim. 67 yaşındayım 65 yaşında emekli oldum. Livaneli’nin Leyla’nın Evi adlı romanını okuduğumda çok beğendim. Nedim Saban’a konuyu açtım. Hatta Livaneli’nin başka eserlerinden de söz ettim, bunlardan da tiyatro olur diye. Leyla’nın Evi üstünde durdu Nedim Saban. Büyük bir inatla ve sabırla gerçekleştirdi.
Oynadığım oyunlar...
Leyla’nın Evi, İyi Geceler Anne, III. Rchard, Hadi Öldürsene Canikom, Oyun Nasıl Oynanmalı, Torun İstiyorum, Hepsi Oğlumdu, Oyunlarla Yaşayanlar, Bir Garip Oyun, Aile Şerefi, Çıkmaz Sokak, Alis Harikalar Diyarında, Gülerek Girin, Miras, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Nikah Kağıdı, Parti Pehlivan, El Kapısı, Evler Evler, Victor Ya Da Çocukların İktidarı, Durand Bulvarı, Sarıpınar 1914, Müfettiş, Zenginin Maceraları, Küçük Burjuvalar, Alis Harikalar Diyarında, 72. Koğuş, Pazar Gezintisi ve Kuyruklu Yıldız.
ADEM DURSUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.