- 1134 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
TEVAZU VE KİBİR
KUTUPYILDIZI yayınları
Yayın tarihi; mart 2012 İstanbul 237 sayfa.
Yazar; Ercan aydın
Yönetime duygusal bir yaklaşım tevazu ve kibir Ercan aydının ilk kitabı.
Bilmeden düşünülemeyeceğine göre, yazılamayacağına göre, kitap yazmanın yolu yine kitaplardan geçmektedir. Cahiller bugüne kadar hangi kitabı yazabilmişlerdir.
Yeni bir kitapla ve yazarla tanışmanın mutluluğunu yaşayanlar, bunun ne demek olduğunu kitapseverler bilirler.
İnsan hakikati insanı ilgilendirmektedir. Varlık âleminde sadece insan sorar ve çevresini yorumlar. Kitabın adı ilgimiz çekiyor. Beşeriyetin topluluk halinde yaşaması bizzat onu önemli kılmıştır. İnsanoğlunun tek başına böcü börtü gibi dağlarda yaşaması mümkün değildir. Etiler ve etkilenir. Âdemoğlunun böyle bir özelliği vardır. Tabiatta en çok etkilenen ve etkileyen varlıktır. Guruplar halinde yaşar ve aileyi oluşturur.
İllaki medeni toplumlar, organize olmuş toplumlardır. Organize olmuş toplumlar, yönetenler ve yönetilenler olmak zorundadır. Tarihi süreç tarihi gelişim böyledir. İdare edenler ne kadar bilge ve merhametli ise halk o kadar rahat etmiş yönetilmeyi sevmiştir. Değilse isyanlar ve gayri memnunların cedelleşmesi devam edip gitmiştir. Bu günde böyledir içinde yaşadığımız zaman ve mekân itibariyle, bizi yönetenlerden ya memnunuz ya da değiliz.
Dünyada hemen hemen bütün olayların çıkış sebebi budur. Avrupalı haçlı orduları Müslüman Arap ve Türklerle karşılaştıklarında kendilerinin henüz görmediği bir yönetim anlayışını gördüklerinde etkileniyorlar. Müslümanların idarecilerinin âlim olması onları etkiliyor ve karar veriyorlar, diyorlar ki ya filozoflar kral olmalı yâda krallar filozof olmalı düşüncesini düstur ediniyorlar. Eğitimi olmayanların, ustalığı ve uzmanlığı olmayan insanların yönetime gelmemesi gerekir. Çünkü cahil yöneticinin yapacağı idare ancak keşmekeş getirir. Aristo nun politika ve Atinalıların devleti felsefesinde bunları konu alır. Bildiğimiz gibi platonun bu konuda görüşleri vardır. Hatta diyebiliriz ki bu konu insanlığın bilim ve sanatın kadim konularındandır. Bu kitaplarında ve düşüncelerinde en iyilerin yönetime gelmesini söyler. Halkın dikkatini çeker.
Ercan aydın kitabında ülke yönetiminden daha çok, günümüzde şirketler küçük guruplar halinde hizmet üreten yerlerin ve idarecilerinin benliğini ve altlarına bakışını ele almış.Bir şirketin yönetimiyle ülkenin yönetimi arasında benzerliği biliyoruz. Bu zor konuda ilerlemeye çalışmış, kolay olduğu sanılmasın insan benliği yönetende de yönetilende de karmaşıktır. Okullarımızda okutulan kitaplarda ve derslerde bire bir bu konu ele alınmamakta, çünkü biz doğuluyuz okutulan kitaplar batılı yazarların ve feylesofların kitapları. Biz bir alman gibi İngiliz gibi değiliz, biz Müslüman’ız. Tevazu ve kibir kitabında doğudan da batıdan da birçok şahsiyete yer verilmiş onlardan da örnekler verilmiş.
Eğitimini almış yönetmeyi hak etmiş, makamına oturmuş kişi nasıl bir yönetim ortaya koyacak. Mesul olduğu insanlara nasıl davranacak. Ya nefsi benliğiyle davranacak, kırıp dökecek ya da kalbi yani merhametli davranacak başlara taç olacak yönettiği insanların kalbini kazanacak.
İnsan evde aile ferdi, kalabalıklarda vatandaş, mabette dininin müntesibi, iş yerinde çalışan üretici. İdareci onlar yüzler, çalışanını anlayacak kurallarını işletebilecek.
Kitabın ilk sayfasında cemil mericin ilimler tevazu ile başlar cümlesi dikkatimizi çekiyor.
Yazar bir kamu kuruluşunda, binlerce çalışandan biri. Bu kitabın takdir edilmesi gereken bir çabanın ürünü. Cumhuriyetinden bu yana, hiç değilse son kırk yılda, ülkemizde ki tüm kurum ve kuruluşlarda çalışanlar, özellikle milli eğitimin öğretmenleri müdürleri ve diyanetin imam ve müftüleri bu kitaba benzer ürünler ortaya koyabilselerdi. Ülkemiz bu günkü durumundan daha da ileri olacaktı. Bu güne kadar yerimiz de sayışımız olmayacaktı.
Milli eğitimde çalışan değerli öğretmenlerimiz diyanette çalışan değerli müftülerimiz ve imamlarımız, birer kitap ya da kitapçık yazabilselerdi, içinde bulunduğumuz kısır döngüden, verimsizlikten, sevgi ve saygısızlıktan uzak olacaktık. Çünkü oku diyen bir dinin müntesipleri okuma ve anlamanın hakkını vermiyorlar. Heyhat ki ne öğretmen nede imam kitap aşığı. Kitapseverler de devede kulak. Amerika Avrupa da yeni yayınlanan kitaplar onları ilgilendirmiyor. Bu bahsettiğimiz gurup ülke insanını ilmen ve fikren yenileyecek düşünülüyor. Bu okuma işi olmadan yeni fikirlere nasıl ulaşacağız. Alevi kardeşlerimizi unuttuğumuz zannedilmesin. Onlar daha çok okumaya ve aydınlamaya önem veriyorlar.
Kendilerini okuyarak yenilemeyenler, memleket meselelerine nasıl çözüm yolu bulacaklar.
Yönetici sorumluluğunda olanlar kitaba düşünceye insana yakın olmamaları, merhameti tahsil etmemeleri, benliklerini tanıma işini ihmal etmeleri, kalplerini insana açmamaları bize nice zararlar olarak dönüyor. Kaba benlikler kaderimiz oluyor. Şahsen baş olma yönetme işini aşırı bir duygu, hastalık olarak görmüşümdür. Diyelim ki baş oldun, müdür oldun bir kişiyi bir düşünceyi ezdin düşmanlık gösterdin yaşama alanı fırsatı vermedin.
Bumu insanlık bumu benlik bumu yönetim. Ama istisnalar olacaktır iyi bir yönetim ortaya konulmasına rağmen memnuniyetsizler olacaktır. Bu da üzerinde durulması gereken ayrı bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Demek ki yöneticilerin mülk sahiplerinin benlik eğitiminden bilgisinden geçmeleri gerek. Görüyoruz ki terbiyeden geçmeyen benlik sahipleri çalışma alanın nasıl yaşanmaz hale getiriyor. Birbirlerini acımayanlar dünyayı nasıl cehenneme çeviriyorlar. Demek ki yöneticilerin mülk sahiplerinin ilme merhamete ve sabra ihtiyaçları var. Uzun yıllardır sevgisizlikten ve saygısızlıktan havanda su dövmekteyiz. Bazı insanlar yöneticiler, hemcinslerini yönetmeye, emir vermeyi seviyorlar. Koltuk ve masalarının ardından seslenmeyi emir vermeyi seviyorlar. Ama devasa sorunlar çözülmüyor. İnsanımız hak ve hukuk alanında hala yaya. İnsanlar düşünceler inançlar kayırılıyor. Nefislerini semirtiyorlar.
Ne yazık ki birçok idarecimiz, bir kitabı okumaya anlamaya bir adım daha atarak yeni bir kitap yazmaya talip olmuyorlar. Ne zaman bir müdürle karşılaşsam, yarı yarıya koltuğu ve masası ile bütünleşmiş görüyoruz. Hatta bazıları kendilerini koltuk ve masa zannediyorlar.
Birçoklarıyla zorunluluktan görüşüyoruz. Öyle davranış içine giriyorlar ki, parmaklarını çıtlata çıtlata, gerine gerine, hâkim bir bakış açısı ile konuşuyorlar ki. İllallah diyoruz. Bir daha yüce makamlarına uğrayamıyoruz. Birde kapıcı müstahdem ya da çaycı denilen, takım var ki müdür ya da kaymakamdan daha da beter. Onları aşmak zor, derdimizi anlatmak mümkün olmuyor. İdareciler başka bir vadide biz başka bir vadide kalıyoruz.
Yönettiklerini hor gören, ben sizin bu iş yerindeki sahibinizim diye davranan, her şeyden haberim olacak. Evinizden bile diyenler ne iğrenç değil mi? Beni gördüğünüzde sizi görmezden gelsem bile bana selam vereceksiniz, iç karartıcı durum. Ama ben selamınızı alamayacağım almak zorunda değilim, eğileceksiniz. Her şeyinizle bana doğru eğileceksiniz. Ben kabul edersem elimi sıkacaksınız değilse değil. Dalkavukluğunuzu yapacaksınız, yağınızı yakacaksınız, değilse canınıza okurum. Bu tipler ne iğrenç değil mi? Oysa çalışanların için aman yapıver gitsin düşüncesi içinde olanlar, bu davranışı sergileyenler olabilir. Ama yapamayanlar kişiliği, yaratılışı, zekası, yetenekleri elvermeyenler buna zorlandığında zulüm olmuyor mu? Evet, bu bir işkencedir. Fıtrat dışı bir durumdur. Bahsettiğimiz bu durum şu anda bazı kurum ve kuruluşta devam edip gitmektedir. Ağzıyla diliyle değil de, tavırlarıyla ezen, insan görünümlü kravatlı makam, canavarları. Namazlarını kıla kıla zikirlerini yapa yapa koltuklarına gelenler de işin cabası.
Biliyoruz ki, resmi ya da özel iş yerlerinde çalışanların bazıları, yani insanımız söz konusu ettiğimiz bu çirkin durumu yaşamaktadır. Yazar sayfalarca bunun sebeplerini verdiği zararları anlatmakta, tahlil etmekte.
Ne yazık ki Türkiye de sivil iş yerleri, kuruluşlar hala askeri mantıkla yönetiliyorlar. Çalışanların yeteneklerine inançlarına önem verilmiyor. Emir ve komuta anlayışı ile işler, hizmetler yürütülüyor. Demokrasi insan hakları henüz içselleşmemiş. Şükür ki olanlarla idare ediyoruz.
Osmanlı son döneminde oryantasyonunu, ilmini, hür düşünceyi hür ifadeyi geliştiremedi. Ve kendisini çöküşün eşiğinde buldu ve çöktü. Çöken Osmanlının ardından kurulan yeni devlet kendi baskın yönetimini çok sert bir şekilde uyguladı. Sertliğin ve çetinliğin nedenlerinden biri de bu olabilir. Tercih hakkı tanınmadı.
Benlikten kaynaklanan kibirli yönetim, perişan yönetim sevilseydi, en büyük yöneticiler içimizden çıkardı.
Yönetime farklı bir bakış tevazu ve kibir işlenirken tarihi bir çok şahsiyet örnek olarak verilmiş. Konular sıkıcılıktan kurtarılmış ama bu örnek şahsiyetler kısa ve dar işlenmiş. Yazar kendisi iktisat mezunu olduğu için, birçok yerde iktisat kelime ve kavramları, mantığı görülüyor, ağır basıyor. Bu da normal
.
Kibir nedir, gurur nedir, tevazu nedir. Yazar bu konular tartışırken, kibir ve gururun insana dolayısıyla topluma zararlarını tespiti takdire şayan. Ben ve sen bölümü biraz daha olgunlaştırılabilirdi. Kitabın bazı yerlerinde teknik kelime ve kavramlar okumayı zorlaştırıyor. Sayfalar bittiğinde ise benliğimiz ve gururumuz hakkında ki bilgilerimiz arttırmış oluyoruz.
Son paragraf ise, yetkinliklere dayalı tevazu yönetim anlayışı, performans ve verimliliği, mükemmellik düşüncesinde değil, tevazuda profesyonellikte değil, amatör ruh ta görmektedir.
Ümid Harun
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.