- 942 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇÜRÜMÜŞ ÇOCUK MASKESİ DERİNLİĞİ
Günün ortasında hava karardı. Yağmur atıştırmaya başladı ardından. Telefon elimde arayıp aramamak arasında kaldım. Sonra numaraları çevirdim.
“Nasılsın? Nerelerdesin?”
Diye sordu karşımdaki ses.
“İyiyim, yağmur başladı.”
“Evet. Yağmura elimi uzatıp damlaları yakalamaya çalışıyorum şimdi.”
“Kaçan her damla yakalayamadığımız anları anlatıyor.”
“Doğadaki dışavurumu.”
Dedim.
“Ne zaman görüşeceğiz?”
“Yarın. Daha fazla damla kaçırmak istemiyorum.”
Telefondaki ses güldü.
“Tamam. Görüşmek üzere.”
Elimdeki küçük paketle birlikte metronun merdivenlerinden aşağıya indim. Yirmi dakika sonra evdeydim. Treni beklerken insanları süzdüm. Küçük bir kız çocuğu gözüme ilişti. Sevimli burnu kırmızı!
“Hasta olmuş.”
Diye düşündüm.
Annesi elinden sımsıkı tutmuştu. Sıkılmıştı küçük kız belli ki! Tutsak gibi hissediyordu kendisini kavrayan ellerden. Gelen trene bindiler. Tren hareket ettiğinde kız annesinin kucağında uyuklamaya başladı.
Kendimi hissettim onun uyuyan yüzünde. Hiç geçmeyecekmiş gibi gelen zamanın sonunda cam gibi parçalanan, kırılan bir yaşam bulmuştum.
Tren buzlaşmış, kaskatıydı. Tünelden hızla fırlayacakmış gibi korkarak çantamı sıktım. Yüzümde maske bir gülümseme… Maskemin öbür yüzünü çevirdiğimde derin çizgiler aktı. Yüzü kirli insanın terlemesiyle oluşan görüntü, yapışan çizgileri gizlendikleri yerden gün ışığına çıktı.
İneceğim istasyona gelmiştim. Hızla kendimi metrodan aşağıya atıp, kalabalığa karıştım. Saat sekiz olmuştu. Annem yemeğe bekliyordu ama canım yetişmek için acele etmek istemedi. Yavaşça, yürüyen merdivenlere doğru adım atarken demin ki çocuk, annesinin eline sıkıca yapışmış, yanımdan geçti. Annesinin parmaklarını etten bir duvardı. Parmaklıklara sürünüp gider gibiydi.
Metrodan çıktığımda, akşamın serin nefesiyle karşılaştım. Rahatladım.
Pastanenin önünden geçerken duraksadım. Ve hızla içeriye girdim. Ayçöreği aldım. Yürürken kenarlarından koparıp ağzıma atıyordum. Çok keyifliydi. Hafiften çıkan rüzgar yüzüme vururken, benim aklım, sevdiğim bir şarkının dizelerindeydi. Hızlı adımlarla çocuk bahçesinin içinden geçerken, bomboştu bu saatler de. Parkta oturan bir kaç yaşlı dışında. Çocukluk, park ve yaşlanmak… Başlangıç noktası ve bitiş noktası arasında gidip gelen zaman… Bir parkta başlayıp, bir parkta son bulmak... Maskeleri çıkarma zamanı. Yüz, bir çocukken hassastı bir de maskeyi çıkarttığımızda. Yüzümüze sürdüğümüz şeyler ne kadar koruyacaktı bizi? Bu kadar dayanıklı mıydık?”
Eve gelmiştim bu düşüncelerle. Asansör?
“Hayır.”
Merdivene yöneldim. Daha birinci katta bağrışmalar duydum.
” Yine karı koca kavga ediyorlar.”
Diye iç geçirdim.
Odadaki çocuğun yüzünü seçebiliyordum bu gürültü arasında. Yüzünde kireç rengi bir maske vardı. Hissedebiliyorum. Katı kurallar bu maskeyi takmıştı ona. Oysa çok erkendi.
Çocuk anlamlandırsa da yaşadıklarını, odasında, ödevlerini yapmaya başlamıştı. Kavga süresince de odasından çıkmadı.
Kapının anahtarını çevirdiğimde, çocuğun kendi hayatını yaşacağını biliyordum. Yapacak başka ne olabilirdi ki onun için?
Kapıdan içeriye girer girmez annem;
“Yemek hazır. Patates salatası da yaptım. Seversin.”
Dedi.
“Teşekkürler. Birkaç çatal alırım.”
Dedim.
Aç olduğumu hissedemedim. Oysa sabah kahvaltısı ile duruyordum. Açlığımı hissetmek istemiyordum belki de. Aç insan ruhunun, tok basamaklarında oturmuş kendimi dinliyordum.
Annem suratını asmış, koltuğuna oturdu. Ben de masaya. Bakıştık. Bakışlarımda soru vardı.
“Bir şey yok. Sadece yorgunum.”
Gözlerimi kaçırdım. Annem çocukluğundan kalma bir saflıkla bakıyordu şimdi. Maskesiz. İçindeki sevgiyi duyumsadım. Ve boylu boyunca kucağına uzandım çocukluğumdan kalma bir istekle. Gülümsedim.
“Çok güzel herşey. Eline sağlık.”
Gülümsedi annem. Hayatında onu mutlu eden şeydi bu. Kımıltısız bir mutluluk. Ötesi yoktu.
Bense yarının peşindeydim. Yakaladığım damlalar hayatın kendisine dönüşerek yok olacaktı. Tanımsız zaman aralığında devam eden bir döngü. Döngüden korkuyordum. Çünkü kısa sürerdi mutluluklar. Herkes gibi bilincindeydim. Korkarak yaklaşıyordum. Kaybetmek vardı sonunda. Bu bir tür kumardı. Karşımdaki kazanmanın aç duygusuyla yok edebilirdi beni. Bu yüzden sıkıntılıydım işte.
Sıkılsam da bunları yaşayacaktım. Yaşam, soluk yüzünde benim için bir renk yaratmıştı. Rengin soluğunu duymuştum. Değişik tonlardı. Bazen açık, bazen koyu…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.