- 524 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Hapishane Avlusu
Geleneksel mezuniyet gecesinde öğrendiğim bilginin verdiği heyecanı tüm gücümle bastırarak arkadaşlarıma belli etmeden onları evlerine bıraktıktan sonra, aracımı apartmanın karşısındaki sokakta boş bulduğun bir yere park ettim.
İçimde yükselen heyecan dalgasına hakim olamıyordum artık, koşar adımlarla apartmana geldim. İkinci kez denememde giriş kapısını ancak açabilmiştim ve asansöre baktığımda en üst kattaydı ve benim onun girişe gelmesini bekleyecek kadar sabrım yoktu. Merdivenleri ikişer üçer atlayarak ve bir hayli de gürültü çıkartarak dairemin bulunduğu kata geldim.
Duyduğum heyecandan dolayı dikkatimin dağılmasını istemiyordum, birkaç defa derin nefes aldıktan sonra tüm dikkatimi toplayarak birinci denemem de dairemin kapısını açtım doğruca kitaplarımın bulunduğu odaya yöneldim.
Kitapların üzerinde eski çalışmalarımın bulunduğu kutuları indirdim. Aradığımı ikinci kutunun altında bir dosya içinde buldum ve bilgisayarımı açtım.
Elimdeki kara kalem çalışmaya bakarken gözlerimi kapattım ve yıllar önceki yaşadıklarımı yeniden canlandırmaya çalıştım.
En sevdiğim derslerden birisiydi matematik ve liseye yeni başlamıştım, çoğu konuları bildiğim için bazen güzel yanaklım ders anlatırken, çizgisiz kağıtlara kara kalem resimler yapardım, belki de o gün “şu an tam bilmiyorum ama, ergenliğe yeni yeni giriyorduk” mini etekli bir kadın hayal ediyordum ve onu kağıda geçirmeye uğraşıyordum, ancak güzel yanaklım ne zaman yanıma gelmiş veya benim çizdiğimi fark etmiş bilmiyorum, ders zili çaldıktan sonra tam kapıdan çıkarken, beklememi istedi. Tüm arkadaşlarım çıktı. Ben dersle ilgili konuşacak zannediyorken o otoriter bir sesle “Derste bir şeyler karalıyordun, görmek istiyorum” dedi.
“Güzel yanaklım, sizinle ilgili bir şey değil, izin verirseniz göstermek istemiyorum”
Az önceki ses tonundan daha otoriter bir şekilde “Şu an defterinin arasına koyduğun kağıdı bana vermezsen, seni ailene ve müdüriyete şikayet edeceğim” O anda anlamıştım, ne yaptığımın farkındaydı, kağıdı uzatırken sanırım yüzüm domates gibi kızarmıştı.
Kağıda birkaç saniye baktı ve çantasından bir kitap çıkartı, birkaç sayfa çevirdikten sonra Van Gogh’a ait Hapishane Avlusu (1890) çalışmasını göstererek, “Yarın ki derse kadar bu resmi incele ve düşüncelerini bir kağıda yaz” diyerek beni gönderdi.
Evde derslerimi bitirdikten sonra defalarca çalışmayı incelemiş aklıma gelenleri tek tek taslak olarak yazmıştım, daha sonra ise içlerinden beğendiklerimi seçerek tek paragraflık bir yazı yazmış ve öğretmenime vermiştim.
“Güzel yanaklım, Van Gogh çalışmasında, esaret duygusunu ile özgürlük duygusunun yitimini anlatıyor ancak bu bizim anladığımız anlamda değil, sanırım insanların kafalarının içindeki kendi kendilerine veya toplumun dayatmasıyla oluşturulan düşünce hapishanesini ifade etmeye çalışmış, toplumun bir kısır döngü içinde yaşadığını anlatıyor ve adamlar bir çember oluşturmuş, tüm yaşam o dairenin içinde sanki ve oradan göğe yükselen iki beyaz kelebek ise, hayallerimizi temsil ediyor, son olarak o çemberi kırmanın tek yolu, hayallerimizi takip etmek”
Yazıyı dikkatlice okumuştu, bitirdikten sonra yüzüne hafif bir gülümseme yayılmıştı, dünkü konuşmasının tam tersine bu gün sıcak ve sevecen bir ses tonuyla “Eseri, yaşından büyük bir olgunlukla yorumlamışsın, tebrik ederim seni, ayrıca çizimlerinin üzerinde biraz daha çalışırsan daha güzel olacağına eminim” diyerek dün aldığı kağıdımı geri vermişti.
Yaptığım çalışmayı bilgisayarın tarayıcısına yerleştirip “tara” düğmesine basıyorum, saniyeler içinde çalışmam bilgisayarın ekranına düşüyor.
Bunca yıldan sonra, bu kadar heyecanlanma ve karnıma ağrılar girmesine neden olan mail adresini yazdığım küçük kağıt parçasını gömleğimin cebinden çıkartıp birkaç defa yeniden okuyorum.
Güzel yanaklımın mail adresini, dikkatlice harf harf kontrol ederek bilgisayara giriyorum, sonra çalışmamı dosyaya ekleyerek hiçbir şey yazmadan gönder tuşuna basıyorum.
xesmerkedix.blogspot.com/2012/11/hapishane-avlusu.html