- 1174 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMPARALIK TAN BİR GECE
Hepimiz çok güzel anılarla dolu, muhteşem hazLar duyduğumuz gençlik serüvenleri yaşamışızdır. Bunları şimdi anarken, içimiz güzel bir huşu ile dolar ,o günleri özleriz değil mi? O günlere gider de geri gelmek bile istemeyiz. Tabi bazı geceler hariç.
Neden peki, pek çoğunu sayfalara dökemediğim , o kadar çok delilik yaşadım dersiniz? Sanırım bunun cevabı ; Kara Müdür Deli Bahri Baba’ nın torunu, Zifir Hayri’ nin oğlu olmamla ilgili. Benimkiler işte bu yüzden macera değil , delilik. Üstelik en az benim kadar deli olup , beni bulan deliler de var.
Onlardan en sevdiğime neden mi deli diyebiliyorum? İnsan zevk için düşman tarafına geçip domuz yavrusu çalarsa sekiz kilometre derinlikten, deli değil de nedir? İnsan bilmez mi ,bir yakalasalar, ikram olarak bir tepside sunulan gazoz ve yanındaki 12.7 mm lik uçaksavar mermi kovanının ne manaya geleceğini? (Gazozu afiyetle içersin, sonra sorarlar sana, şişe mi, kovan mı diye. Üzerine oturmak için hangisini tercih edersiniz?)
Hikayemiz şöyle başlıyor:
Girne’ de görevliyim.Yaşım henüz 26 ve cesaretimin , deliliğimin doruğa çıktığı yıllar. Akşam üzeri can dostum Abduş geliyor. O gece ikimiz de izinliyiz. Hemen sivilleri çekip, benim motorla Girne’yi arşınlamaya başlıyoruz.
Önceden tanıdığım iki pavyon kızı , minilerini çekmiş , ellerinde sigaraları , uzun saçlarını savura savura geliyorlar karşıdan. Kızlar en fazla 22 yaşlarındalar. Yani kadının da ,delilik ve kaz çağları.
Ayak üstü konuşuyoruz. Abduş’u onlarla tanıştırıyorum.Necla bitiyor benim yakışıklı , Judocu ,deli dostuma. İlla ki ‘’Gece bizi alın , diskoya gidelim “ diyorlar. Selay ile pek samimi değildim ama , o akşam gözüme Saba Melikesi gibi görünüyor. Giydiği uzun beyaz elbiseden dolayı sanırım. Biraz fazla eğilse göğüs uçları dışarı fırlayıp “ Taş bunlar taş. Var mı böyle güzeli? “ diye bağıracak sanki.
“Haydi oğlum ,şansımız varmış ,kıyak bir gece yaşayacağız” diyorum İyi de saat 01.00 kadar ne yapacağız? Gezmeye devam. Limanda Niyazi’ nin , Ada’ da ki en güzel full kebabını yiyiyoruz. Üstelik zengin , dolu , koca porsiyonu , ne Abduş’ u ne de beni doyurmuyor.
Porsiyonlarının büyük ve çok oluşuyla övünen dostum Niyazi, ikinci porsiyonu vermek istemiyor. Aynı tadı alamazmışız , tadı damağımızda kal malıymış . Yahu daha dişimizin kovuğuna gitmedi deyince iyice çileden çıkıyor , sevgili dostum. Epey yalvararak ikinciyi de götürüyoruz. Boşuna değil, herkes para biriktirirken ikimiz de borçlu döndük Ada’dan. Eh bir de eliyle yaptığı fırında ahtapottan, koca bir tabak ikram olarak geliyor. Yani böyle bir masa olur da, bu güzel Girne Limanı manzarasına karşı kuru kuru sadece yemek yenilir mi? Ahtapota ayıp valla. Tabi ki aslan sütünü de yavaştan götürüyoruz.
Saat bir türlü geçmek bilmiyor . Roks Otel’in altındaki Zeyno Disko’ ya gidip iyi bir masa ayırtıyoruz.Kızlara çiçekler falan alıp masanın üzerine koyarak çıkıyoruz diskodan. İkimiz de çok mutluyuz. Diskodan sonra, Niyazi’nin Deniz kızı Oteli’ne gideriz diye hayal kuruyoruz. O iş de tamam sayılır , bir de şu zaman gelip çatsa ya.
Dört kişi benim Honda motosikletime sıkışacağız . Daha önce de denediğimiz için bu konuda tecrübeliyiz. Zayıf olan Selay benim önüme ( Yani benzin deposunun üzerine) Necla arkamda oturacak. En arkada ki bagaj demirlerinin üzerine ise Abduş tüneyecek. (
Be evladım taksiye binip gitseniz ölür müsünüz ? Seni daha on gün önce dört kişi biniyorlar diye şikayet etmemişler miydi?) Tehlikeye bak . Umarım umarım motorcu gurubum okuyup da , nasihatlerimi yüzüme çarpmaz.
Yarım saat önceden motoru kadınların çalıştığı yerin karşısına çekip, kaldırıma oturuyor ve Abduş’ la hiç bitmeyen sohbetimize devam ederek kızları bekliyoruz. Saat 01 .30 olmuş , ortada yoklar. Ben içeri girip, Selay’ a soruyorum ,neden çıkamadıklarını . Yarım saat daha çıkamayacaklarmış. Beklemeye devam.
Saat 01.50 beklemekten çok sıkılmışken , kızlar çıkıyorlar. Sevinerek ayağa kalkıyoruz. Sallanmaları na bakılırsa , biraz da sarhoşlar galiba. Arkalarında bir de adam var. Abduş’ la birbirimize bakıyoruz.
‘‘ Kim lan bu adam? Nereden çıktı şimdi bu?” Önümüzden geçerken ikisi de, adamın iki koluna giriyor. Burunları bir karış havada , kocasının eski kız arkadaşına rastlamış yeni gelin edalarıyla, biz orada yokmuşuz gibi , sımsıkı sarılmışlar herife üstelik. Kahkahaları yolu dolduruyor, kancık kişnemelerle karışık.
İleride duran sarı Ford Capri spor arabaya binerlerken , bize elleriyle nanik yapıyorlar . Biz hala ekilmişliğimize, boşa beklediğimize , kadınları kaptırdığımıza yanarak şaşkın ve suskunuz.
“ Oğlum kızların ne yaptığını görüyor musun? “ diyor Abduş. Evet, şimdi de orta parmakları ile el işareti yapıyorlar. “Tamam da , bunlar zaten kafayı bulmuşlar. Yanlarında da bir herif var, bırak gidelim. Ekildik işte” diyorum.
Araba önümüze kadar yaklaşıyor, kadınların alaycı gülüşlerine ilave olarak, adam pencereye yarı gövdesine kadar çıkarak ,
“ Ne oldu lan hıyarlar? Karıları aldım diye göt oldunuz değil mi? Hadi siktirin , ananızın a.ına kadar yolunuz var” diyerek, baş parmağını işaret ve orta parmağının arasına sokarak yüzümüze doğru sallıyor. Neyse ki Abduş çevik bir hareketle arabaya tekmeyi geçiriyor. Adam önce bir acı frenle duruyor , arkasından “Gelin lan ibneler, erkekseniz peşimden gelin “ diye bağırarak patiler çekerek gazlıyor.
Hemen motora atlayıp, sür’atle giden Capri’ nin peşine düşüyoruz. Adamın kafasının da epey iyi olduğu belli . Biz çok az içtiğimiz için ayık sayılırız. Adam Beşparmak Dağlarına doğru çok büyük bir hızla yol almakta. Ama yine de, benim motordan daha hızlı değiller.
Sol arka stop lambasını tekmeyle indiriyorum. Bu sefer yanına girdiğimde arabayı üzerimize kırarak, bizi yolun derin uçurumuna atmaya çalışıyor. Yakalarsak o sinirle adamı da kadınları da iyi bir döveceğiz.( Sonraları değil dövmek Necla ve Selay ‘la iyi dostlar bile olduk. Erkeksen zayıfsın. Yapacak bir şey yok.) Arabanın arka lambaları ve arka çamurlukları gitti ama önüne ve yanına geçirmiyor bizi. Issız yolda tek bir araba bile yok. Ölümüne bir mücadele sürmekte . İki taraf da pes etmeyecek gibi görünüyor.
,
Birden sağa doğru giden şose yola sapıyor.
“Hah işte salak herif , bu yolun St. Hilarion Kalesi ‘ nin çıkmaz yolu olduğunu bilmiyor. Birkaç kilometre sonra yol bitecek. Kendi elinle tuzağa düştün , küfürbaz adam.Bakalım küfür etmek , al al yapmak nasıl oluyormuş? “ diyorum Abduş’ a.
Araba o kadar toz atıyor ki, önümüzü göremediğimiz gibi gözlerimizin içine de toprak kaçıyor. Biraz geri kalıyorum. Nasıl olsa bu yolun sonu kalenin kapısında bitiyor. Çok kötü bir yol. Arabanın ışıklarında zıplayarak gittiğini görüyorum. Motoru kullanmak epey zorlaşıyor ( Daha sonraları gittiğimde yolun düzeltildiğini gördüm)
Aramızda yaklaşık 100 metre mesafe var. Kale’ ye yaklaşıyoruz. Adam tabancasını çıkartıp üç el havaya ateş ediyor. Bunun bir işaret olduğunu anlamayıp, umursamıyoruz. Bizim de silahlarımız yanımızda ya, nedense çatışma falan vız geliyor. (Deliler, deliler,zır deliler, zır zır deliler) Kapının 40 metre önündeki küçük köprüyü geçtiler. O da ne? Kale kapısı açılıyor ve sarı Ford Capri içeriye giriyor. Kapı tekrar aralık kalacak şekilde yarım kapanıyor.
Biz köprünün üzerinde duruyoruz. Durduğumuz yerde ne yapacağımızı henüz aklımızdan geçiriyoruz ki, birden iki projektör birden üzerimize doğru yanıyor.
“Abduş , atla oğlum motoru hemen çevirelim. Tuzağa düştük lan, Silahını hazır et” demeye kalmıyor ki, kale kapısının üst köşesine yerleştirilmiş bir makineli tüfek ,arkamıza darbe atışı yapmaya başlıyor. İçinde izli mermi de olduğu için, ateş edilen yerin hemen arkamız olduğunu , bizi sabitlemek niyetinde olduklarını anlıyoruz.
Mermiler bir metre üzerimizden geçiyor. Motoru aşağıya inerek arkasını kucaklayan Abduş’ un acı kuvveti, henüz çevirmişken, kale kapısından fırlayan yirmi kadar adam , ellerinde kazmalar, küreklerle, don gömlek bize doğru koşuyorlar.Tabancamı çekip , hala ilerimize yolumuzu kesmek için ateşe devam eden makineli tüfeğe doğru üç el ateş ediyorum
. Makineli kısa bir süre ateşe ara veriyor. Üzerimize koşanlar da tam siper yere yapışıyorlar. Hemen motora binmemiz , son çevirmeyi yaparak gaz lamamız gerek.( Daha sonraları , bu kalenin önünde ki o daracık köprünün üzerinde , koca motoru nasıl çevirdiğim ize hayretle baktım. Benimle gelen motorcu dostlarım da şaşırdılar. Çünkü burası üç buçuk metre azami genişliği olan , üstelik meyilli bir köprüdür)
Benim ateş etmemle koşan yirmiye yakın adam, yere yatmıştı ama tekrar kalktılar. Bu sefer Abduş sekiz mermisini de fasılalarla boşaltırken , ben gazı kökledim. Öyle bir kalkmışım ki , motor kafa dikip, tek teker üzerinde yol alırken, Abduş tek eliyle bana zor tutunuyor, diğer eliyle ateşe devam ediyordu. Biz epey uzaklaştığımız halde ,makineli ateşine devam etmişti.
Paçayı çok zor kurtarmıştık, üzerimize saldıran elleri kazmalı, kürekli kalabalıktan da, bize direkt ateş etmediğine emin olduğum makineli tüfekçiden de , zor kurtarmıştık.( Öldürmek istese kurtulamazdık makineliden. Bilerek bir metre üzerimizden aşırttı , korkup yere yapışmamız için. Ama benim ateş etmemle tehlikeye girebileceğini düşünüp , bir an için ateşi kesmişti. Bu durumdan istifade ederek ve Abduş’un acı kuvvetiyle motorun kıçını çevirmesi sayesinde kurtulduk)
Gece tatlı ve toz pembe başlayıp çok acı bitmişti. Sabaha karşı odama gelip, kanepeyi de Abduş’ a hazırladım.Şöyle intikam alacağız, o herif kim di, lanet kızlar ,bunu neden yaptılar falan derken sızıp kalmışız.Gündüz görevim olmadığı için saat 1900 a kadar serbestim. Çok yoruldum, bol bol uyumam lazım ama saat 09.30 da kapım çalıyor. Yüzbaşım hemen gelmemi emretmiş. Söylene söylene giyiniyor, perişan suratıma sinekkaydı bir traş çekerek odasına gidiyorum.
İçeride ciddi görünümlü iki sivil şahıs var. Kendilerini tanıtmadan önce yüzbaşıdan , bizi yalnız bırakmasın istiyorlar. Yüzbaşımı makam odasından çıkartabildiklerine göre , bu adamları hafife almamam gerekir, üstelik epey ciddi bir durumla karşı karşıyayım belli ki.
“Ben yarbay(…) , bu da Binbaşı(…) İkimiz de MİT görevlisiyiz. ( Kimliklerini burnuma doğru uzatıyorlar. O güne kadar hiç MİT kimliği görmemiştim. Afilli gelmişti bana.
“Bize olanları anlatmadan önce , kendine bir avukat tutmak ister misin? “ Aman Allah’ım, biz havaya ateş edelim derken birini mi vurduk acaba? “ Dizlerimin bağı çözülüyor. Yine de metin olmalıyım. Kadınlarla çıkacağız , bu için sabahı da var diye çok az içmiştik. Zaten içki ile olay arasında epey bir zaman da geçmişti.
“Suçumun ne olduğunu öğrenmek isterim komutanım” diyerek yarbay olanın yüzüne bakarak bir mimik yakalamak istiyorum. Adam Kızılderili şefi Oturan Boğa kadar mimiksiz ve bir put gibi kıpırdamadan konuşuyor.
“Suçunuz St. Hilarion kalesine silahlı baskın yapmak, yirmi kadar mücahide ateş ederek tesirsiz hale getirmek , tüm teşkilatı alarma geçirmek. Daha ne olsun? “
“ Ölen veya yaralanan var mı ? “ diyorum. Çok şükür yokmuş. Tabanca nişan eğitiminde yaptığım gibi gücü , ayak tabanlarımdan , ayak başparmağından almak üzere kendimi şöyle bir sıkarak , saçlarımın en tepesinden çıkartıyorum. Oh be rahatım artık. Yüzümde oluşan korkunun da yerini ,cesaret sırıtışlarına, güven mimiklerine bıraktığına eminim . Sorgu başlıyor;
İki kişi olduğunuzu biliyoruz. Abduş isimli kişi kimdir, açık kimliğini söyleyiniz ?”
“Onun ismi bende saklı kalacak ve hiçbir şekilde ben bunu size söylemeyeceğim. Bunda ısrarcı olmayın komutanım. Bütün sucu ben tek başıma işledim”
“Elimde boş mermi kovanları var. Eğer bu iki ayrı tabancadan atılmış olan boş kovanların balistik incelemesini yaptırırsak,arkadaşınızı çok kolay buluruz. İş birliği yapmadığınız için müşkül duruma düşersiniz.”
Olayı anlatıyorum. Kadınlar da sorgulanmış, Abduş’ un ismini onlar vermişler anlaşılan. Adamlar ikimizin kaleyi bastığımıza öyle inanmışlar ki, en kötüsü Korgeneral Vecihi Akın Paşanın karşısına nasıl çıkacağım?” Karaoğlan , bu boku da mı yedin “ diye başlar artık benim canım baba dostu komutanım. Abduş , ben sorguda iken hiçbir şeyden habersiz ,benim odamda mışıl mışıl uyumakta.
“Sizi , askerle meskun kaleye, silahla ve hedef gözeterek ateş etmek suretiyle , baskın şeklinde harekat düzenlemek suçundan tutukluyorum. Silahınızı ve kalan mermilerinizi teslim ediniz”
Haydi bakalım bir bu eksikti. Selay’ ın hayaliyle mayışırken neler geldi başıma. Bu sefer atarlar artık ordudan falan. Anamın halini seyret artık . Vıyak vıyak ağlar.Ya peder, yandım oğlum.
Girne çalkalanıyor. Kaleyi basanın ben olduğumu öğrenen dostlarım , benimle konuşamıyorlarsa da, santrale mesajlar bırakarak arkamda olduklarını belirtiyorlar. Hapiste aç bırakmayı lan beni.
Abduş’u uyandırmadan ,don pijama falan topluyorum, yastığa neden sarıldın oğlum ? Yoksa hala Necla’ yı mı hayal ediyorsun? Uyanırsa bir de suçu üzerine almaya bile kalkar. Lüleburgaz’da yaptığı gibi.
Eşyalarımı toplayıp, dişlerimi fırçalarken kendimi iyi savunamadığı mı düşünüyorum. Anlatılanlar belli ki yanlış ve biz hiç ortaya çıkmayacakmışız gibi abartılı. Yanlışlığı nasıl anlatacağım bu insanlara diye, beynimin son kullanılmayan zarına kadar zorluyorum kendimi. İçeri girip ben hazırım komutanım demeden önce şoförüm Aslan Cemalim ‘ le sarılarak vedalaşıyorum. “ Ağlama lan. Hemen geleceğim ,korkma” diyorum.
Tam ayağa kalkarlarken ve beni tutuklarından dolayı çok üzgün olduklarını hissettiğim an;
“Sayın komutanım, biliyor musunuz çok merak ediyorum, bu nasıl bir kale ki, iki kişi açıktan gelerek tabancaları ile basıyor , bu silahlı baskına makineli tüfek beş yüze yakın mermi sıkmasına rağmen basanları da vuramıyor üstelik. Mesafe işe sadece 40 metre. Yirmiden fazla adam ise küreklerle saldırıp ,iki el silah sesine teslim olabiliyor? Ben sizin yerinizde olsam , ölen ve yaralanan da olmadığına göre, bu iki kişiye ödül verilmesini, kaledeki çözemediğimiz zafiyetin de araştırılmasını teklif ederdim.Bu sözlerimi yaş ve rütbece sizden küçük olduğum içim beni bağışlayarak değerlendirin lütfen . Arz ederim”
Binbaşı çok sinirli bir halde yarbaya dönerek “Komutanım, bu üsteğmen bence çok haklı. Kale komutanı, kadınları onlara saldıran bu iki gençten kurtarmak için oraya getirdiğini söylüyor. Bu bence kesinlikle yalan .Hiç bir deli, kale kapısına kadar kadın kovalamaz. Kendilerine saldıran eli kazmalı , kürekli gruba yakalansalar belki de ölmüş olacaklardı. Ya makineli tüfeğin bu kadar mermi harcaması, on bir adet hiçbir yere çarpmamış 7.65 mm lik tabanca mermisi için mi? Evet iki kişi o kaleyi basabiliyorsa, bizim o baskına sebebiyet veren kale komutanını n tutuklanmasını teklif etmemiz gerek. Burada bilmemiz gereken her şeyi,sadece diğer subayın kimliği hariç öğrendik. Eğer uygun görürseniz burada boşuna vakit kaybetmeyelim. Birazdan komutan da neticeyi isteyecektir.”
Yarbay , haklısın diyerek tabancamı geriye uzatırken ,
“Şuursuz cesaretinden korktum üsteğmenim. Ama eminim sana işkence yapsalar Abduş’ un açık kimliğini okumazsın.Eminim onu bulsak, o da senin ismini vermezdi. Böyle bir arkadaşlığa, kutsal gözle bakarım ben. Allah ayırmasın , aranıza nifak girmesin” diyerek gidecekti.
Abduş ile hala o günkü gibi arkadaşız . Sadece o , ununu eleyip eleğini astığını söylüyor. Bense eleği asacak bir çivi bulamıyorum duvarda. İkimiz de motora biniyor, hala çok güzel sohbetler yapıyoruz. Tabiat, hayvanlar, çiçekler ve Türkiye ile ilgili. Kadınlardan söz açılınca,
” Ulan hala bıkmadın mı “ diyor bana “Oğlum ben senin gibi iki kız babası dede adayı mıyım lan. Baban rahmetli Kel Musa gibi dökmüşsün kafayı.Allahtan hala sırım gibisin de kurtarıyorsun zevahiri”
Sonra neler mi oldu? Tabi ki kale komutanı görevden alındı, Selay ve Necla ‘ dan o gecenin intikamını , çok gecelerde aldık, motorla dört kişi dolaşarak , Girne’ye güzellikler saçtık.
Ama bu öz genlerle ilgili bir konu bence. O insanın , o yaşın ve o dakikaların içinde olmadan, yorum yapmak, karar vermek çok zor.Kimse senin içindeki o lanet kaşınmayı anlayamaz. Yine de yaşamış olmak , o cesaret ve erkeklik sınavından geçmek çok güzel bir şey.
Şimdi çok basit sınavlardan çakıyorum da
E.Yaşar Ovalı 30. 07. 2013
YORUMLAR
:))))
Aklıma geldi anınızı okurken hani şu bizim fatih'in fedasisi kara Murat vardı ya. O da sizin gibi ecnebi memleketlerinde akınlara katılır bulduğu prensesi halleder,hancıların kızlarını önce Bizanslı çirkin askerin elinden kurtarır sonra bizzat düzer,bir defa olsun gusl abdesi almaz,bir vakit namazı olmaz bir kahramandı ...rahmetli...
Böyle bir tevil de olmaz hani komtanım..
Başarısız bir zamparalık anısını bir anda kahramanlık,vefalı arkadaşlık öyküsüne döndürüvermişsiniz.
Fakat diyorum ya siz orantısız anı kullanıyorsunuz.
Okumadan da geçemiyorum.Çok hoşuma gittiğini de itiraf edeyim.Yalın cümleleriniz ve Muhabbetvari anlatımınız çok çok iyi.
İçten teşekkür ve tebriklerimi sundum.
Çok da güldüm.
Ya bir şeycik için ya o mermilerden biri isabet etseydi Merak ediyorum mezar taşınızda ne yazılırdı.
Haberleri düşünüyorum "Bugün Hilarion kalesine baskın yapan iki TSK subayı geri püskürtüldü ve yerli vajinalar koruma altına alındı sayın Kiprislı hemşerilerimiz." mi derlerdi?
Ya da "Buğün Kiprısın çok nadide iki garısını düzmek icin galeye baskın veren iki asker vurularak yagalandı" mı?
Çok güldüm ya hu!
Selam ve saygı ile ...