- 800 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KUTSAL TOPRAKLARA YOLCULUK -5-
KUTSAL TOPRAKLARA YOLCULUK -5-
Halit ÖZDÜZEN (Araştırmacı- Yazar)
Bir sonraki gün cumartesi olduğundan Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sünnetine uyarak, eşimle beraber özel kiralayacağımız araçla Mescid-i Kuba’ya ve yeniden Uhud’u ziyaret ederek, Hz. Resulullah’ın tedavi edildiği mağara ve Okçular Tepesini yakından görmek istiyorduk. Bu vesileyle Peygamber Efendimizin sık sık giderek ziyaret ettiği Hz. Hamza ve Uhut şehitlerini tekrar ziyaret edecektik.
Yemek sırasında kafile başkanı adaşım Açıkel Hoca, elinde bir liste ile masamıza gelerek ”Yarın sabah için özel kafileyle Kuba’ya gitmeyi planlıyoruz, katılmak istermisiniz” dedi? Tesadüf mü tevafuk mu nasıl anlarsam anlayayım; aklın yolu birdi. “Programda Uhud’da var mı” dedim? “O da bir başka gün inşallah” dedi. O gün topluca hurma pazarına gidileceği için Uhud bir başka güne ertelenmişti. Memnuniyetle kabul ettim. Sabah namazı sonrasında Yeşil Kubbe önündeki toplu selamlama sonrası hareket edilecekti.
Medine Hurma Bahçeleri
O akşam yemek sonrası lobideki bir masada tek başıma oturup dinlenirken, daha önce hiç karşılaşmadığım, orta yaşlı, kıyafetinden Türk olduğunu anladığım bir zat masama gelerek selam verdi. Nereli ve hangi kafileden olduğumu sordu, öğrenince ”İzniniz olursa sizinle görüşmek istiyorum” dedi. Elindeki çantası ve kıyafeti ve duruşundan ticaret adamı görün-tüsü vardı. Ne söyleyeceğini merek ederek masaya davet ettim. Teşhisimde yanılmamışım, adam Medine’de hurma bahçeleri kiralayarak, ürünlerin bir bölümünü ihraç eden diğer bölümünü de Hacılara satan bir iş adamıymış. Daha önce bizim kafile ve gurup başkanları ile görüşerek bahçesine davet etmiş, fakat olumlu sonuç alamayınca son bir çare olarak perakende müşterileri aramaya başlamış.
Biraz hoş beşten sonra, birkaç soruyla sosyal statümü ve ekonomik konumumu öğrenmeye çalıştı. Daha sonra da, “kafile başkanları ile görüşerek o şahsın bahçesine topluca gitmeye ikna etmemi” istedi. Bu mümkün olmadığı takdirde “kafileden birkaç arkadaş bulun, size araba göndererek aldırayım” dedi. Teklifinde tüm hurma bahçelerini gezecek, oradaki fiyatları öğrendikten sonra, arzu edersek hurmayı kendisinden, eğer arzu etmezsek de başka bir bahçeden alabilecektik. Daha sonra da bahçesini anlatıp, hurmalarını methetmeye başladı. Konuyu kavramıştım, “kafile başkanlarının ve yol arkadaşlarımın üzerinde etkimin olmadığını, benim de ihtiyacımın önemli bir bölümünü Ankara’da tanıdık bir firmadan karşıladığımı” söyleyerek, göndermek istedim. Bu seferde beni oldukça sevdiğini söyleyerek o gece eşimle özel davetli olarak çay içmeye bahçesine davet etti. Ne kadar dil döktüyse nafile, nazik bir şekilde reddettim. Yine de son bir ümitle kartını uzatarak,”sabahleyin beni ararsanız sizi aldırırım “ diyerek ayrıldı. İyi bir pazarlamacıydı, işini çok güzel yapıyordu, ama ben aradığı müşteri değildim.
Hacıların evlerine döndüklerinde, gelen misafirlerine “kutsal mekanlardan” en ballandırarak anlattıkları mekan “Medine hurma bahçeleridir.” Hurma bahçeleri adeta pazarlamanın showroomları gibi çalışmaktadır. Öğrendiğim kadarıyla bahçelerin içerisinde hurma ve hurma mamullerinin satıldığı marketler bulunmaktaydı. Fakat orada satılan hurmaların çok azı o bahçelerde üretilen hurmalardı. Diğerleri çeşitli bölge ve ülkelerden getirilip pazarlanmaktaydı. Bir bölümü şeker, badem, ceviz ve başka yemişlerle atölye ortamında üretilip ambalajlanmış olarak satılıyordu. Ancak alıcılar o bahçelerde pazarlandığı için hepsini de “Medine Hurması” olarak algılamaktaydı. Üstelik pek çok üretici, Hz. Peygamberin diktiği hurma cinsi olduğunu belirterek ürünleri pazarlıyordu!
Peygamber Efendimiz( S.A.V.) hurmayı ve hurma bahçelerini severdi. Medine çevresindeki hurmalıkları ziyaret ederek orda oturarak gölgelenmiş, sulama kuyularına ayağını uzatarak serinlemiş ve ashabıyla kuyu başı sohbetleri yapmıştı. Ancak o hurma bahçeleri günümüzde yerlerini otel ve iş merkezlerine bırakmıştı. Şimdiki hurma bahçeleri ise o günün Medine’sine uzak olan mahallerde sonradan oluşturulmuştur.
Hurma bahçelerinde hurma yanında bol miktarda sebze ve bazı meyveler de yetiştirilerek pazarlanmaktaydı. Otelin lokantasında yediğimiz sebzelerin pek çoğu bu bahçelerin ürünüydü. Hurma piyasasının en büyük alıcısını Türkler oluşturuyordu. Bunun yanında hurma piyasası ve bahçelerde Türklerin hakim olduğunu öğrenmemde bende memnuniyet yarattı. Eğer zaman bulabilirsem hurma ağaçlarının gölgesinde yeşillikler arasında ve su havuzlarının başında piknik havasında bir sabah kahvaltısı yapmayı düşünebilirdim, ancak ziyaret yoğunluğundan bu düşüncemi gerçekleştirebilmem imkansız gibi görünüyordu.
Medine’de gördüğüm her hurma ağacını, Hz. Peygamberin ve güzide Ashabının diktiği hurmaları soyundan olabilir; düşüncesiyle ve sevgiyle seyrettim. Ne mutlu onlara ki ataları ilk yapılan Mescid-i Nebeviye direk ve mihrap olmuş ağaçların soyundan geliyorlardı.
Kuba Ziyareti
Sabah namazı sonrası toplu selamlamada, güneş biraz yükselince avludan ayrılarak, bir grup arkadaşla güneydeki caddeye doğru yöneldik. Orada birikmiş minibüs şoförleri, “Kuba Kuba” diye bağırarak müşteri arıyordu. Grup ve kafile başkanları toplu gideceğimizi söyleyerek pazarlık yapıp çok uygun bir bedelle gidiş-dönüşe anlaştılar; Medine caddeleri o saatlerde fazla kalabalık değildi, kısa bir sürede Kuba’ya ulaştık. İlk ziyaretimizde zaman kıtlamasından dolayı mescit ve çevresini fazla inceleme fırsatı bulamamıştım; şimdi rahat rahat hem ibadetimi yapacak hem de ortamı inceleyecektim.
Mescidin giriş bahçesinde hurma ağaçları sıralanmıştı. Merdivenlerinden çıktığımda ana bölüm ve müştemilatını yüksekliğinin normal yer seviyesinden 4 veya 5 metre yüksekte olduğunu gördüm. Dış avludan Kuba ve çevresi rahatlıkla seyredilmekteydi. Mescidin arkasındaki yoldan sonra alabildiğince hurma bahçeleri uzanıyordu. Onca yapılaşmaya karşılık bölgenin hala yeşillikler içinde olması bende memnuniyet uyandırdı! Kim bilir apartmanlar yapılmadan önce bölge ne kadar yeşil ve güzeldi... Gözlerim Hz. Peygamberi ve Hz. Ebubekir’in ilk gelişinde karşılamada genç kızların söylediği şarkıda geçen güney ve güneybatıdaki veda tepelerini aradı, yapılaşma oraları da içine aldığı işin göremedim. Fakat “Çağrı” filmindeki evlerinin damına çıkmış genç kızların tef çalarak şarkı söyledikleri sahne gözlerimin önünde canlandı.
Hatırımda kalan bir iki mısrayı oracıkta mırıldandım : “Taleal-bedru aleyna/ Min seniyeti-il veda/Vece’ş şükrü aleyne / Ma dea Lillahi da// Ay doğdu üzerimize /Veda tepelerinden/ Şükür gerekti bizlere / Allah davetinden. İle başlayan methiye , Ente Şemsün ente bedüun/ Ente nur’un ala nur/ Ente misbahi süreye/ Ya Habibi ya Resul// Sen güneşsin, sen aysın/ Sen nur üstüne nursun/ Sen Süreyya ışığısın/ Ey sevgili ey Resul’” diye devam ettim. Bereket ki dış avlu güneşliydi ve orada kimsecikler yoktu, yoksa belki de “deli diye” beni mescitten kovarlardı.
Mescidin Mekânı Ve Süslemeleri
Hz. Resulullah (S.A.V.) tarafından yapılan Kuba Mescidi önce Hz. Osman (r.a), daha sonrada Ömer bin Abdülaziz tarafından genişletildi. Osmanlı döneminde (H.1245/M 1829) Padişah II Mahmut zamanında tek minareli olarak yeniden inşa edildi. Günümüzde ihtiyacı karşılayamaz duruma geldiğinden Suudi yönetimince yıkılıp yeniden yapılarak yaklaşık dokuz-on bin kişinin rahatlıkla namaz kılabileceği konuma getirilmiştir.
Mescidin dört dış köşesinde iki şerefeli dört minare bulunmaktadır. Dikdörtgen plana göre yapılmış olan mescitte ön kısım ortada büyük bir kubbe, onu çevreleyen beş orta boy kubbe ve onları taşıyan oldukça kalın direkler üzerine kurulu ana bölümden oluşmaktaydı. Onların arkasında oldukça geniş bir iç avlu, avlunun dört çevresinde küçük kubbelerden oluşan kapalı alan, kapalı alanın üst bölümünün önünde ahşap tenteyle kaplı balkonlarda hanımlar bölümü yer almaktaydı. O alanın altındaki revaklar bir çerçeve gibi iç avluyu çevrelemişti. Mihraba göre caminin sağında boydan boya geniş bir dış avlu bulunuyordu. İç avlunun üzeri açılıp kapanan çadırımsı bir örtüyle kaplıydı. Yapıda bölümler biri biriyle oldukça uyumlu, orijinal bir mimari tarz uygulanmıştı. Çizen mimarın eline sağlık diyelim.
Ana bölümde ince işçiliği olan mermer bir minber, onun solunda yine oldukça usta bir elden çıktığı anlaşılan yine mermer mihrap, renkli mermerlerle kaplanmış sütunlar yapıya ayrı bir güzellik katmaktaydı. Bir çok bölümde ince ahşap işçiliği ile yapılmış kütüphane rafları, tavanlardan sarkan görkemli avizeleri ile Mescit daha da görkemli konuma gelmişti. Bütün bunlardan öte insanı manevi bir atmosfere taşıyan Osmanlı tarzı çok güzel iç süslemeler ve hat sanatının eşsiz örnekleri yapıya önemli bir derinlik kazandırmaktaydı. Yaklaşık bin metreyi aşabilecek uzunluktaki kemer kuşak yazıları ve levhalar kufi ve celi sülüs tarzında olmak üzere iki bölümden oluşuyordu. Bunlardan bir kısmı duvarları süslerken bir kısmı da mermerlere daha da bir güzellik katmıştı. Yazı ve levhaların büyük bir bölümü ile onları süsleyen çerçevelerde altın suyu kullanılmış olması, yazı ve levhalara daha da parlaklık kazandırmıştı. Bu konumuyla seyrine doyum olmayan mescit nadide bir sanat galerisini andırıyordu.
Mescidin hattatının, daha önceki bölümlerde Kıbleteyn Mescidi anlattığımızda bahsi geçen Hasan Çelebi , iç süslemelerinde de oğlu Mustafa’nın kaleminden çıkmış olması beni oldukça duygulandırdı. Hasan hoca ve oğlu Kuba Mescidindeki 1987 yılında başladığı çalışmayı bir yıldan fazla bir sürede tamamlamışlardı. Hasan Çelebi’ye boşuna Reisü’l Hattateyn denilmemişti! Pek çok mekânda verdiği emek ve döktüğü alın teri, sonunda ona bu unvanı kazandırmıştı. Hasan Çelebi’nin Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül tarafından “Kültür ve Sanat Ödülü”, Erzurum A.Ü. tarafından da “Fahri Doktora Ödülü” verildiğini Türkiye’ye döndükten sonra öğrendim. Sanatkarı takdir edenleri kutlamak gerekir.
Görevlerimi yerine getirdikten sonra merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Geç kaldığımdan dolayı kafile başkanımız Halit hoca beni aramaya çıkmıştı. Avluda karşılaştı-ğımızda bana,” Hocam merak ettik, nerede kaldın?” dedi. Gördüklerim ve yaşadıklarımı nasıl anlatabilirdim, “tanıdık biriyle karşılaştım, ondan geciktim” dedim. Kafile alt girişte toplanmış merakla beni bekliyorlardı. O güne kadar yapılan gezilerde toplanma yerine gelişte geç kalma gibi bir sabıkam yoktu. Özür dileyip işi tatlıya bağladım. Halit hocanın kafileyi sohbet için topladığı Mescidin alt giriş zemininin ön cephesindeki duvarına mermer bir fer-man şeklinde hazırlanmış rölyef üzerine Arapça harflerle Tövbe Suresi 108. Ayeti ve Kütüb-i
Sitteden mescitlerle ilgili iki hadis yazılmıştı.
Ayeti Latin harflerine aktardığımızda şöyleydi: “Lâ tekum fîhi ebedâ(ebeden), le mescidun ussise alât takvâ min evveli yevmin ehakku en tekûme fîhi, fîhi ricâlun yuhıbbûne en yetetahherû, vallâhu yuhıbbul muttahhirîn” Meali: Ebediyen orada namaz kılma. İlk günden takva üzerine tesis edilen (kurulan) mescid, orada namaz kılmak için elbette daha hayırlıdır. Orada temizlenmeyi, arınmayı seven(isteyen) adamlar vardır. Ve Allah, temizlenmiş olanları sever.”(Tevbe 9/108)
Ayet orijinali şekliyle biraz önce ziyaret etiğimiz Mescidin mihrabı üstüne Hasan Çelebi tarafından kenar süslemeli olarak hat sanatıyla da yazılmıştı. Ayette iki mescit geçmekteydi. Hz. Peygamber(S.A.V.)’e birinci mescit için “ Ebediyen orada namaz kılma” emri bulunmakta; ikinci mescit içinde takva mescidi olduğu belirtilmektedir. Takva mescidi, Kuba Mescidi olduğuna göre “namaz kılma” diye emredilen yer de “Dirar Mescidi” olmaktaydı.. “Dirar”ın Türkçe karşılığı zararlı demektir. İslam Tarihindeki “Zararlı Mescit” olayın günümüze yansımaları bakımından üzerinde durulması gereken oldukça önemli ve ibretlik bir konudur.
Dirar Mescidi Olayı
Bedir, Uhut, Hendek savaşları, Hayber ve Mekke’nin fethi sonrası M.630’a gelindiğinde İslam iyice güçlenince, Bizans’ın bölgedeki çıkarlarını sarsılmaya başlamıştı. Bu arada Müslümanlar çoğalınca, aralarındaki münafık sayısı da artmıştı. Münafıklar kendi aralarındaki gizli buluşmalarında Hz. Nebiyi Zişan ve oluşturduğu devlete karşı yıkıcı düşünceleri konuşmaktaydılar. Bir süre sonra, geniş çaplı toplantıları için buluşma mahalline ihtiyaç duymaya başladılar. Faaliyetin içerisinde Kubalı ilk Müslümanlara diş bileyen sonradan Müslüman olmuş Kubalı münafıklar da vardı. Toplantılarını dikkat çekmemesi için rahatlıkla toplanabilecekleri bir mescit yaptırmaya karar verdiler. Mescidin yeri olarak da Kuba’yı belirlediler. Kuba’nın, Medine dışında olması nedeniyle gözlerden uzak olacaklardı. Bu hareketin içerisinde olanların çoğu oldukça zengindi; aralarında topladıkları parayla eski Kuba Mescidini, hatta mütevazi “Mescid-i Nebi”yi gölgede bırakacak bir mescit yapmaya başladılar.
Bu organizasyonun arkasında Şam’da yaşayan Medineli müşrik Eb’ul Amr da vardı.Amr, Hz. Peygamber Medine’ye gelmeden önce oldukça zengin ve itibarlıydı. Kabilesinden büyük bir çoğunluk İslam’a katılınca Hz. Resulullah’a ve Müslümanlara karşı mücadele başlattı. Müslümanların güçlendiğini görünce de Mekke ‘ye giderek müşriklere katılıp Bedir,Uhud, Hendek savaşlarında düşman saflarında yer aldı. Mekke’nin fethiyle de Şam’a kaçarak Bizans ordusunu Müslümanlar üzerine yönlendirmeye çalıştı.
Bizans ordusu tehdit oluşturmaya başlayınca Hz. Peygamber Medine’nin kuzeyindeki Tebük’e karşı sefere hazırlandı. Bu arada Medineli muhaliflerde yeni mescit için kollarını sıvamışlardı Münafıklar yeni mescide araziyi veren Kubalı ve yakınlarını öne çıkararak kendileri geri planda kalmayı tercih ettiler. Bazı Müslümanlar “Kuba’da bir mescit varken, ikinciye ne gerek var?” diye sormaya başladılar. Münafıklar gerekçe olarak, “yağmurlu havalarda ortadaki dere yükseldiğinden mescidine gidemediklerini” belirterek, esas amaçlarını gizlediler. Yapılan eylem çok iyi bir hizmet gibi gözüküyordu, Müslümanlara yeni bir toplantı ve ibadet yeri yapılmaktaydı. Bu sav pek çok Müslüman gibi Hz. Resulullah’a da makul gelmiş olmalı ki itiraz etmedi.
İslam ordusu Tebük seferi için toplandığında, yeni mescit işine destek veren Medineli münafıklar mescidin yapımını ileri sürerek, sefere katılmamak için Hz. Peygamberden izin istediler. Sefere giderken de kendisini mescid inşaatına davet ederek, orada namaz kılmasını istediler. Hz. Resulullah sonradan olaydan kuşku duymuş olmalı ki, “sefer yürüyüşüne başladığını” bildirerek oraya gitmedi. Diğerlerinde olduğu gibi, bu sefere de bazı kalbi zayıf Müslüman ve pek çok münafık çeşitli mazeretler ileri sürerek katılmadılar.
Hz. Muhammed (S.A.V)’in komutasında 30 bin Müslüman askeri Tebük’e doğru yönel-diğinde, Medine için önemli bir tehdit olarak bekleyen Bizans ordusu savaş alanını terk ederek kaçtı. Bunun sonucunda Müslümanlar savaşmadan Bizans’a karşı önemli bir galibiyet elde etmiş oldular. Hz. Peygamber bir müddet bekleyerek, o yöreyi tahkim ettikten sonra ordusuyla beraber Medine’ye dönmeye başladı. Sefer sürecinde münafıklar ikinci mescidi tamamlamışlardı. İslam Ordusu Kuba yakınlarına geldiğinde “Dirar Mescid”ini yapan zengin münafıklar, Hz. Resulullah( S.A.V)’ı karşılayarak zafer kutlamaları için yeni yaptırdıkları görkemli mescide davet ettiler. Öte yandan ilk Kuba Mescidini yapıldığı mahalle sakinleri de Kuba Mescidine gelmesini istiyorlardı. Hz. Cebrail, Hz. Nebiy-i Zişan Medine yolunda iken, sefere katılmayanlar ve münafıklar hakkında önemli ayetler indirmişti :
“Bir de şunlar var ki, zararlı eylemler gerçekleştirmek, inkarcılıklarını pekiştirmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulü’ne savaş açmış kişi lehine fırsat kollamak üzere bir mescid yapmışlardır. "Amacımız sadece iyilikti" diye de yemin edecekler, Allah şahit, onlar kesinkes yalancıdırlar. Orada asla namaza durma! Daha ilk günden takva temeli üzerine kurulan mescid, namaz kılman için elbette daha uygundur; burada gerçekten arınmak isteyen adamlar vardır. Allah da temizlenenleri sever. Binasını Allah’a saygı ve O’nun hoşnutluğunu kazanma temeli üzerine kuran mı daha iyidir yoksa binasını kaymak üzere olan bir uçurumun kenarına kurarak onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı? Allah kötülükte ısrar eden kimseleri doğru yola iletmez. Onların kurduğu bina, yürekleri paramparça olmadığı sürece içlerinde bir huzursuzluk kaynağı olmaya devam edecektir. Allah Alim’dir ,Hakim’dir (Tevbe, 9/107-110)
Dirar Mescidinin Akıbeti
Haklarında inen ayetleri Hz. Resulullah münafıkların yüzüne okuyarak yaptıklarının çok çirkin bir iş olduğunu bildirdi. Münafıklar “amaçlarının sadece iyilik olduğunu,” kendi-lerinin asla kötü bir iş yapmadıklarını, “Allah’ın dinine hizmet etmek istediklerini” yemin billah ederek” anlattılar. Ancak da nafile, kesin İlahi Hüküm inmişti. Hz. Peygamber Dirar Mescidi’nin yıkılıp enkazının da yakılmasını emrederek, Kuba Mescidine yöneldi. Böylece İslam’da önemli bir fitnenin kaynağı ortadan kalkmış oldu. Tarihi rivayete göre, olayı duyan münafıkların başı Ebu’l Amr Şam’da kısa bir süre sonra kahrından ölmüştür.
Yüce Allah’ın ayetleri o günü kapsadığı gibi, günümüzü ve kıyamete kadar toplumsal yaşamda gerçekleşen bazı olayları da kapsamaktadır. Gayelerinin İslam’a hizmet olduğunu belirtenler tarafından kurulan bazı vakıf, dernek, fikir kulübü v.b. benzeri kuruluşlar arasında “Dirar Mescidi”ni aratmayacak bazı örnekler bulunmaktadır. Bunlardan çoğunun binaları “Dirar ” gibi kaşene tarzında inşa edilmiş yapılardır. Hiçbir zaman aralarına fakir ve güçsüzleri kendilerine “yük olur” diye almazlar. Mütevazi yapılarda oturmaktan hoşlanmadıkları gibi, fakir Müslümanlarla da yakınlık kurmazlar. O kuruluşları tanıyıp anlamanın yolu öncelikle arkalarında hangi güçler ve hangi gayenin olduğuna anlamaktan geçmektedir. Çünkü Yüce Allah(C.C.) Kur’an’ı Kerim’de buyuruyor ki” (Allah’a) Ortak koşanlar nefislerinin küfrüne göre Allah’ın mescitlerini şekillendiremezler….”(Tevbe 9/17) hemen devamındaki ayette ise,“….Allahtan başka kimseden korkmayanlar şekillendirebilir…(Tevbe 9/18) Ayetler dar anlamıyla cami ve mescitleri kapsamakta ise de geniş anlamda tüm İslami aktiviteleri kapsamaktadır.
Dirar Mescidinin arsasının akıbetini merak etmiştim, uzun bir müddet metruk olarak kalmış, daha sonra da gübrelik ve çöplük olarak kullanılmış. Günümüzde de çöplük olarak kullanıldığını söylediler. Asrımızdaki “Dirar Mescitleri” de, er ya da geç çöplük olmaya mahkûmdurlar.
Hurma Severmisiniz?
Bir kenara çekilip, Dirar Mescidini düşünmeye başladığımda Halit Hoca Hz. Peygamberin gidiş gelişlerindeki Kuba halkıyla kurduğu diyaloğu ve Mekkeli muhacir ashabıyla yaptığı sohbetleri anlatıyordu. Nebiy-i Zişanın orada başında bulunduğumuz kuyuya yüzüğünü düşürdüğünü, çok arayıp bulamadıklarını, bu nedenle kuyuya “ hatem/yüzük kuyusu” denildiğinden bahsediyordu. Mescidin girişindeki kuyu şimdilerde muhafaza altına alınmıştı. Yine bir başka kıssa da Hz. Resulullah (S.A.V)’ın ikram edilen bir sepet hurmayla kalabalık bir ashap grubunu doyurduğundan bahsetmekteydi.
Söz Hz. Peygamber ve hurmadan açılmışken, benimde çok önceleri Ehlibeyt olan bir zattan dinlediğim bir kıssa aklıma geldi. Hazreti Peygamber ve Hz. Ali şaka ve nüktedanlıkta meşhurmuş. Bir gün beraberce Medine’de bir davete katılmışlar, yemekten sonra ev sahibi misafirlere kaselerde hurma ikram etmiş. Yan yana oturan Hz. Nebiy-i Zişan ve Hz. Ali diğer misafirler gibi hurmalardan yemeğe başlamışlar. Hz. Ali(r.a) yedikleri hurmaları önüne koyarken, Hz Resulullah (S.A.V) yediği hurmaların çekirdeklerini çaktırmadan Hz. Ali’nin önüne bırakıyormuş. Bir müddet sonra Hz. Ali’ye dönerek çekirdekleri işaret edip “ Ya Ali senin kadar çok hurma yiyen görmedim” demiş. Bunun üzerine H. Ali’de kısa bir tereddüt geçirdikten sonra ”Ya Resulullah der, bende sizin gibi hurmayı çekirdeğiyle yiyeni görmedim” deyince, cemaat başlamış gülüşmeye.
Kur’an-ı Kerim’de bir çok sebze ,meyve ve bitki ismi geçmektedir. Pek çok akademis-yen ve araştırmacı bunların yararları konusunda önemli tespitlerde bulunarak, kitap ve makaleler yazmışlardır. Kaba bir tasnifle baktığımızda, muz, üzüm, incir, kiraz, nar, hurma ve zeytin bunları en başlıcalarıdır. Rebbu’l Alemin Kur’an’da meyvelerden, incir ve zeytinin üzerine yemin etmiştir; bu nedenle ikisi diğerlerinden daha öne çıkmaktadır. Hurma ise Kur’an’da en çok bahsi geçen meyvelerden biridir. Ayrıca hadis külliyatında da hakkında pek çok rivayet yer almaktadır.
Cennetlerin anlatıldığı ayetlerde o kutsal mekanlarda, muz, nar, hurma, üzüm bahçele-rinden bahsedilmektedir. Bu meyveler önemli birer besin kaynağı olduğu gibi pek çok rahatsızlığa da şifa sağlamaktadır. Rivayete göre bu meyvelerin tohumlarını yeryüzüne Cennetten Hz. Adem (A.S.) beraberinde indirmiştir. Hurma hariç diğer meyvelerin tamamı ülkemizde yetişmektedir. Hurma konusunda da güney Egedeki Muğla yöresinde bazı çalış-maların yapıldığı bilinmektedir.
Hurma Pazarı
Hurma Hz. Peygamber’in çok sevdiği bir meyve olduğu için Türklerin iftar sofralarının en vazgeçilmez çerezi olmuştur. Medine’ye gelinince Medine hurmasını almamak olmazdı! Otelde kahvaltı yaptıktan sora sıra hurma almaya yöneldik. Hurma Pazarı Mescid-i Nebinin güney batısında kaldığımız otele yakın bir yerdeydi, kafile halinde oraya doğru yola koyulduk.
Medine Hurma Pazarı yaklaşık 6-7 dönümlük bir alana kurulmuş, dış dükkânlar ve pasaj dükkanlarından oluşmaktaydı. Çarşıda yüze yakın hurma türü ve hurmadan yapılan onlarca ürün sergilenmekteydi. Pazardaki dükkanlar muhtelif ülkeden gelen Müslümanlar tarafından işletiliyordu. Türklerde bu çarşıda yerlerini almışlardı. Yabancı satıcıların pek çoğu Türkçeyi diğer Medine esnaflarına göre daha iyi konuşmaktaydı. Medine çarşılarında ancak orta yaşın üzerindeki bazı esnaf çat- pat Türkçe konuşurken buradaki gençlerde mallarını satabilecek kadar Türkçe konuşuyorlardı. Bunun en önemli nedeni, hurma pazarında Türk alıcıların oldukça fazla olmasıydı. Pek çok ülkede hurma üretildiği halde ülkemizde henüz pazar bulacak düzeyde üretim yapılamamıştı.
Pazarda hurmalar kilo başına 10 ile 100 Riyal(5-50 Tl.) arasında satılıyordu. Sıkı bir pazarlık yapıldığı taktirde satıcı söylediği fiyattan yüzde 25-30 aşağılara inmekteydi. Ben pazarı incelerken grup arkadaşlarımız çeşitli dükkanlara dağılınca, biz de gözümüze kestirdiğimiz bir dükkana girdik. Orayı Hintli Müslümanlar işletiyordu. Satıcılar bizi- Türkiye’de sebze meyve pazarındaki- çığırtkanlar gibi yüksek sesle karşılayıp, ürünlerini methetmeye başladılar. Bir yandan çeşitli hurmalardan ikram ederken bir yandan da dükkanlarında bulunan hurmaların çoğunun Medine üretimi olduğunu özellikle söyleyerek bizi ikna etmeye çalışıyorlardı.
Onları dinlemiş görünerek, hurmaların kalitesini test etmeye çalışıyordum. İyi ve kaliteli bir hurmanın içi açıldığında çekirdeği kaplayan liflerin altın sarısına yakın olması o hurmanın tazeliğini göstermekteydi. Hurmanın böcekli ve güveli olup olmadığı harmandan rastgele seçilen 3-5 hurmanın içerisi açılmadan niteliği anlaşılamazdı. Gösterilen numuneler standart boy olduğu halde, kolinin içersinden üste iriler alta daha küçükler konulmuş olabiliyordu. Ancak biz içini açmaya teşebbüs ettiğimizde onlar el çabukluğuyla açarak varsa içerisinde bozuk olanları gizliyorlardı. Ben bu kriterlere göre inceleme yaparken, tezgahtarlar, “nereden böyle bir müşteriye çattık” der gibi, yüzüme bakarak, kendi aralarında ana lisanları ile konuşmaya başladılar. Bu kadar sıkı bir inceleme sonrasında fazla miktarda alacağımı sandıkları için bana tahammül gösterdiler. Ayrıca dükkana gelmiş müşteriyi de kaçırmak istemiyorlardı. Neyse pazarlık sonucu Medine üretimi hurmadan ihtiyacımız kadar alarak, kargoya gönderip,işi tatlıya bağladım.
Suriye iç savaşından önce taşımacılık karayoluyla yapıldığı için fiyatı oldukça uygunmuş, uçakla taşınmaya başlanınca zamlanmış. Buna rağmen aynı cins hurma Medine’den alındığında maliyet olarak Türkiye’den ucuza gelmektedir. Bununda ötesinde işin psikolojik boyutu da öne çıkmaktadır. Halk arasındaki yaygın söylentiye göre, “Medine’den alınmış hurma, diğer şehirlerden alınan Medine hurmasından daha bir lezzetli oluyormuş” (!) Ben de eşe ,dosta ve misafirlerime mahcup olmamak için oradan da bir miktar almış oldum (!)
BEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU