- 423 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Öykü-4) Hakikat Tapınağı / Ölmezler
Çadırdan çıktığında, hava yavaş yavaş aydınlanıyordu. Aylardır aradığı “Ölmezler”in mezarlığının yerini büyük bir şans eseri, kütüphanenin mikrofilm bölümünde müellifi belli olmayan yazma bir büyü kitabının son kısmında bulmuştu.
Hayatının aşkı/anlamı eşine, en büyük korkusunun artık yersiz olduğunu, çünkü çaresini bulduğunu anlatacaktı ve bu nedenle güzel yanaklısına sürpriz yapmak istiyordu.
Eşine beş gün öncesine kadar asla yalan söylememişti, belki bu beyaz/masum bir yalan sayılabilirdi. Arkeolog bir arkadaşının bulduğu eski bir tapınak kazısına bir haftalığına yardıma gideceğini söyleyerek izin istemiş ve aşk yuvalarından ayrılmıştı.
Mezarlığın bulunduğu alana gelmeden, bir ay boyunca el yazmasında yazılanlara göre hazırlıklarını yapmıştı. Bugün buradaki dördüncü günü idi ve "Hakikat Tapınağı"na girenlerle konuşup konuşamayacağını belki bir saat sonra öğrenebilecekti. “Ölmezler”in mezarlığına girmeden, bu gün son kez toplayacağı toprakları dönüştürme işleminde kullanılacak simya aletlerini arabasının arkasından getirerek hazırlıklara başladı.
Dört tane ocağı sırasına göre dizdi. Sonra cam kapları yerleştirdi ve buharı damıtma işleminin yapılacağı yere götürecek olan spiral uzantıyı, cam kapların kapakların yerleştirdikten sonra son işlem olarak da iksirin toplanacağı cam kabı hazırlayarak yerine koydu.
Her şey hazır sayılırdı ancak içinde son anda bir aksilik, bir sorun çıkmasından korkuyordu. Son üç gün yaptığı gibi yine dört yol ağzının birleştiği yerdeki “Ölmezler”in mezarlığının doğu yönündeki giriş kapısına geldi.
Doğu kapısından bir avuç toprak aldı. El yazmasında yazılan dua metnini okuyarak toprağı çantasına koydu. Mezarlığın kuzey, batı ve güney yönlerindeki her kapısından da her toprak aldığında farklı bir dua okuyarak tekrar çadırına döndü.
Dört gündür topladığı toprakları sırasıyla cam kaplara koyduktan sonra, kendisine Necromancer hocasından miras kalan Mandrake bitkisinin tozunun olduğu küçük sandığın kapağını dikkatlice açtı. Mandrake tozunu sırasıyla cam kavanozlara koyduktan sonra toprakla karışması için küçük tahta kaşıkla karıştırdı ve üzerlerine belirli bir miktar su ekledi.
Cam kapları, Mandrake tozu, toprak ve suyun kaynaması için, hazırladığı ocakların üzerine bıraktıktan sonra ateşi yaktı. Dakikalar sonra kaynayan kaplardaki suyun buharı spiral bir borudan geçerek, damıtma ünitesine gelmeye başlamıştı.
Belirli bir miktar damıtılmış su elde edince iksirin ikinci aşamasına geçmeye karar verdi. “Ölmezler” mezarlığında bulunan bir mezardan dikkatlice çıkarttığı Mandrake bitkisini toprak bir kabın içinde ezmeye başladı. Üzerine damıtılmış suyu da ara ara dökerek krem kıvamına gelinceye kadar bu işleme devam etti.
Son aşamadaydı artık. El yazmasında belirtilen yazılar ve şekillerle hazırladığı pamuktan yapılma, kendisini mezarlıktaki kötü ruhlardan koruyacak tılsımlı gömleğini dikkatlice giydi.
Daha önceden belirlediği mezarı kazmaya başladı. Bir süre sonra kapağa ulaştı. Yanında getirdiği çelik demiri, kapağı kaldırmak için kullandı, kapak biraz açıldıktan sonra içeri temiz hava girmesi için bir süre bekledi. Kapağı tamamen kaldırdığında mezarın kara taşlarla daire şeklinde yapıldığını anladı. İçeride cesetle birlikte bir şaman davulu ve toprağa dikilmiş, üzerinde çeşitli taşlar asılı olan bir asa vardı. Mezar bir şamana aitti.
Arkeolog olarak çalışırken o kadar mezar açmıştı ama hiç korkmamıştı. Ancak mezara inmek için kullanacağı ipi diğer bir mezar taşına bağlarken içini bir anda bir ürperti sardı ve kalbine korku düştü. Düşüncesi bir anda yıllar öncesine gitti.
Kütüphanede mikrofilm odasında eski belgeleri okuyordu. İşine o kadar dalmıştı ki, adam yanına kadar gelmiş, farkına varamamıştı.
“Evladım, bir yazı var, okuyamadım, gözlerim artık yoruldu, birde sen baksan, ne yazıyor?”
Gözlüklü, kırkbeş yaşlarında görünen hafif kır sakallı bir adamdı karşısındaki. “Tabii, bakarım” derken bu yaşlarda adamın gözlerinin yazıyı okuyamayacak derecede bozulması tuhafına gitmişti.
Tanışmaları böyle olmuş, kısa zamanda dostlukları gelişmiş ve ilerlemişti. Zaman içinde dostunun bir Necromancy ustası olduğunu öğrenmişti. Onu asıl şaşırtan ise, oldukça genç görünümlü dostunun aslında seksenli yaşlarında olmasıydı.
O kadar sormasına rağmen genç kalmasının/görünmesinin sırrını hiçbir zaman öğrenememişti dostunun. Sadece geriye kendisine bir mektupta iki satır yazı bırakıp göçmüştü diğer dünyaya. “Aradığın şey, karşılaştığımız yerde”
Bunları düşünürken derin bir iç geçirdi. Adamın gözlerinin önüne, güzel eşinin sevimli masum bir kız çocuğunu andıran yüzü geldi. Hafifçe mırıldanarak “Her şey senin için” dedikten sonra bağladığı ipten mezar odasına indi.
Cesedin üzerindeki şaman cübbesi yer yer kemikle beraber çürümüş, toprakla bütünleşmişti. Yanında getirdiği kremi dikkatlice karşısındaki cesedin kafatasında, yaşarken dudak olan yerlerine sürerek beklemeye başladı.
Saniyeler geçmek bilmiyordu, içindeki merak giderek korkuya dönüşüyordu. Bir süre bekledikten sonra cesette herhangi bir değişiklik olmadığını gördü, bir miktar daha krem sürdü.
Saniyeler içinde ceset kafatasından başlayarak, ölmeden hemen önceki haline yani ete kemiğe dönmeye başlamıştı. Dönüşüm tamamlandığında, dakikalar öncesindeki kemik yığını olan ceset, yaşayan canlı bir varlık gibi geri dönmüştü.
“Ruhumu, çürüyen bedenime çağıran kim?” Şamanın tok sesiyle kendine gelmişti adam.
Adını söyledikten sonra şaman birkaç saniye düşündü.
“Benden ne istiyorsun?”
“Ben hayatımda bir kere aşık oldum, sevdiğim kadın yaşlanmaktan korkuyor ve ilerde onu şimdiki gibi sevmeyeceğimi, arzulayamayacağımı sanıyor”
“Ruhumu çağırdığına göre bilirsin ki; üç şeyin çaresi asla bulunmayacak ölümün, yaşlılığın ve kıyamet zamanı ortaya çıkacak bir hastalığın”
“Evet bunu biliyorum, yalnız burası “Ölmezler”in yurdu, ben de bu sırrı öğrenmeye geldim.
“Kadınının bedeninde zamanın etkilerini durdurmak istiyorsun, doğru mu?”
Adam “evet” anlamında başını hafifçe eğdi.
Şaman, “Ya bu sırrı sana söylemezsem”
“Ben sizi “Hakikat Tapınağı”ndan geri çağırdım. Biliyorum ki yalan iki yerde olmaz, bir Peygamberlerde, bir de Hakikat Tapınağı’na gidenlerde.”
Bir süre sessizlik olduktan sonra “Gençlik sırrını niye kendin için değil de bir başkası için istiyorsun” diye sordu şaman.
“Ben bu kadına aşığım ve bu kadına baktıkça hepimizi yaratan Allah’ın her şeye kadir olan gücünü görüyorum ve onu yaratıp bana eş olarak verdiği için ona olan imanım her geçen gün daha da artıyor”
“Peki sana bu sırrı vereceğim, yanında kadına ait bir şey var mı?”
Adam gömleğinin cebinden çıkarttığı eşine ait bir tutam saç telini şamana uzattı.
Şaman, saç tellerini elinde bir müddet tuttuktan sonra toprağa bıraktı. “Evet, doğru söylüyorsun, bu kadın seni seviyor ama dediğin gibi yaşlanmaktan ve senin sevginin azalmasından da korkuyor” dedikten sonra doğruldu, yanı başında duran davulunu ve asasını eline aldı ve “Ölmezler”in sırrını adamın kalbine aktarmak için davuluna vurmaya başladı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.