- 789 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TESETTÜR RİSALESİ
TESETTÜR RİSALESİRAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAHIN ADIYLA
“Mü’min (iman etmiş) erkeklere söyle: gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını (namuslarını) korusunlar. Bu kendileri için çok temizdir. Şüphesiz ki Allah, yapacaklarından hakkıyla haberdardır”.
“Mü’min kadınlara da söyle: gözlerini sakınsınlar. Irzlarını (na¬muslarını) korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı müstesna başörtülerini, yakalarının üstünü (yani boyunları ile beraber) kapayacak şekilde koysunlar. Ziynetlerini kendi kocala¬rından veya kendi babalarından ya da kocalarının babalarından ya da kendi oğullarından yahut kocalarının oğullarından ya da kendi biraderlerinden ya da kendi biraderlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut kendi (Müslüman) kadınlarından yahut kendi ellerindeki mem’- lukelerden (sahip oldukları cariye¬lerden) yahut erkeklerden (kadından yana) ihtiyacı olmayan (yani erkeklikten kesilmiş, yaşlı) hizmetçilerden yahut henüz kadınların gizli yerlerini bilmeyen çocuklardan başkasına göstermesinler. Giz¬ledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hepiniz (erkek ve kadın herkes) hepiniz Allah’a tevbe edin ey müminler. Ta ki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız.”
Nur suresi 30, 31. ayetler.
Şimdi beraber bu ayetleri yorumlayalım. Allah u Teala 1. ayette erkeklere sorumluluk yüklemekte, tıpkı kadınlarda olduğu namuslarını ve iffetlerini korumalarını istemektedir. Yani İslam da “erkektir elinin kiridir, yapar” mantığı ve prensibi yoktur. Eğer kadın namusuna ve iffetine dikkat etmediği zaman nasıl namussuz olarak anılıyorsa, erkek de aynı şekilde namussuz ve şerefsiz olur. Toplumun bakış açısının değişmesi bu gerçeği değiştirmez. Bir erkek birçok kadınla düşüp kalkıyorsa “çapkın” denilmez, İslam ona direkt şerefsiz ve namussuz der. Ve Allah katındaki cezası tıpkı iffetsiz bir kadının cezası gibidir. Ayetteki “gözlerini sakınsınlar”dan maksat hem gözlerini kendisine namahrem olan kadınların vü¬cuduna bakmaktan sakınsınlar, hem de evdeki eşlerinin dışında başka kadınlarla ilişkiye girmek, mutluluğu dışarıda aramak yani Türkçe de “gözü dışarıda” olmak diye ifade edebileceğimiz bir hareketi yasaklar.
2. ayette kadınlara hitaben “gözlerini haramdan sakınsınlar” derken yine erkeklerde olduğu gibi, erkeklere alıcı, cezp edici, kı¬saca “kesişme” denilen bakmayı yasaklar ama daha çok erkeklerde olduğu gibi “gözü dışarıda” olmak yani başka erkekle daha mutlu olacakları düşüncesine kapılmasınlar ve ziynetlerini örtsünler.
Burada müfessirlerin çoğu yanılgıya düşerek ziynet denilen şe¬yin ziynet takılan yerler olduğuna hükmetmişlerdir. Hayır, aslında kadının vücudu dünyanın en kıymetli ve en güzel ziynetidir. Yer¬yüzünde kadın vücudundan daha güzel bir ziynet yaratılmamıştır. Hiçbir elmas, inci, altın ya da icad edilen herhangi bir takı –ki ne kadar pahalı olursa olsun- kadın vücudu kadar cezp edici olamaz. Bu İslam’ın prensibine aykırıdır. Zira insanoğlunun Allah’ın yarat¬tığından daha güzel bir estetik harikası yaratması onun uluhiyetine aykırıdır. Yeryüzünden kadın alındığında hiçbir altın ya da elmasın beş paralık değeri kalmaz.
Bir tasavvufçu büyüğüm “Allah güzelliğini kadınlarda, gücünü erkeklerde göstermiştir” demişti. İşin ilginç tarafı hiçbir kadın kendi vücudundan dışarı çıkıp bir erkek gibi kendine bakamayacağından, bir erkeğin kendisine baktığında ne hissettiğini tam olarak bileme¬yecektir ve güzelliğinin gerçek anlamda farkına varamaz. Bunun farkına varabilen kadın hemen örtünür. Hatta o kadar ki bazıları eldiven bile takar. Eğer bir kadın bunun farkına varmışsa ve bunu hissedebiliyorsa aynaya her baktığında “Allah’ım beni bu kadar güzel bir şekilde yarattığın için teşekkür ederim, sana hamd ederim demesi” gerekir. Yoksa bu saygısızlık olur. Eğer bunu yapmazsa, bir süre sonra şeytan onun kulağına “burnun çok büyük” diye fısıldar. O da buna kanar, gider burnunu küçültür. Sonra diğer kadınlara benzer. Allah dileseydi bütün kadınları aynı surette yaratırdı. O zaman küçük çocuk annesini diğer kadınların arasından biraz zor bulurdu.
Allah ziynetlerini saklasınlar derken bunu kast ediyor. Başlarını boyunları ile beraber örtsünler derken örtünmenin şeklini belirtiyor. Kendiliğinden görünenler müstesna derken ne kastettiğini anlaya¬madım kadınlar daha iyi bilir ama herhalde el, ayak, yüz gibi yerleri kastediyordur.
“Ziynet yerlerini belirtmek için ayaklarını yere vurmasınlar” der¬ken bazı müfessirlerin tefsir ettiği gibi Arap kadınların ayaklarındaki halhalları belirtmek için yere vurduklarını söylüyor. Aslında öyle değil. Kadınlara erkeklerin içinde dans etmeyin diyor. Dans etmeyi öğrenin, halay çekmeyi, horon tepmeyi, çiftetelli oynamayı öğrenin ama erkelerle beraber, erkeklerin içinde oynamayın yoksa erkeklerin size bakışı değişir.
Ziynet yerleri gösterilecek kişiler ayette belirtilmiştir. Bunlar mahrem yani nikah kıyılması kıyamete kadar haram olan kişilerdir (baba, dayı, amca, kayınpeder, öz yeğenler, oğullar, torunlar…).
Yukarıdaki ayetler çok açıktır ve mümin kadının tesettürlü olması gerektiği açıkça yazıyor. Bu esnetilemez, değiştirilemez.
Şimdi gelelim örtünmenin asrımızdaki anlamına. Örtünmek modernizmin çabaları sayesinde gericilikle eşdeğer hale gelmiştir. Hatta daha da ileri giderek bunun kadınların özgürlüğünü kısıtlamak için erkekler tarafından icat edildiği, aslında örtünmenin İslam’da olmadığı söylenmektedir. Aslında kadının örtülü olmaması en çok modern bekar erkeğin işine gelmektedir.
Başörtüsü bir giriş kapısıdır. Mümin kadını haramdan o istemese bile uzak tutar. Bakın tesettür, başörtüsünden daha kapsamlı bir kavramdır. Ne var ki kamil (olgun) bir mümin olmak için yeterli değildir. Yani baş örtmekle ya da çarşaf giymekle kimse cennete gi¬remez. İman etmekle, Salih amelle (ibadet) cennete girilir. Zira bazı başörtülüler anne babası öyle istedikleri için başlarını örtmekte ve hatta çarşaf giymektedir. Bu onları günahtan ve haramdan bir ölçüye kadar uzak tutar. (Mesela hiçbir genç erkek onun mahremiyetine tecavüz edip tacizde bulunmaz). Ancak kendileri gayret ve sebat gösterirseler olgun, kamil bir mümin olurlar. Ama yine de mutlu aile hayatı geçirmelerini sağlayabilir.
Ama şu da bir gerçektir, yukarda da söylediğim gibi başörtüsü takmak insanı cennete sokmaz. Başı açık olsun ya da başörtülü olsun ya da çarşaflı olsun, her kadın mutlaka hesaba çekilecek. Tek şartla ki mümin olmak yani Allah’a, onun hükümlerine, kitaplarına, peygamberlerine, meleklerine, kıyamet gününe, öldükten sonra yeniden diriltileceğine, kazaya ve kadere hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine ve hayatı boyunca bir kez olsun lailaheillallah muhammedderresulu¬lallah diyen ve ölürken de bu söz ve inanç üzerine ölen herkes, isterse hayatı boyunca çıplak dolaşsın, cezasını çektikten sonra ve Allah dilerse cennete girecek. Biz kabul etsek de böyle, kabul etmesek de böyle. Çünkü amel (ibadet) imanın cüz’i (parçası veya şartı) değil¬dir. Ve bazı ibadetleri yapmamak diğer ibadetleri etkilemez. Başınız açık olduğu halde bir fakire sadaka verirseniz bu defterinize alacak olarak işlenir. Yalan söylerseniz borç olarak işlenir. Sonra aradaki farka bakılır. Hesap görülür.
Buradaki ince çizgi şu, farzı (emir) farz olarak, haramı haram olarak, size ağır gelse de kabul etmek ve sorulduğu zaman yapamı¬yorum diyerek mazeret üretmeye çalışmak. Çünkü yapmıyorum, yapmayacağım demek isyana götürür. Namaz kılmıyorum denmez. Namaz kılamıyorum denir. “Neden?” tembellikten, neden olacak. Şeriat nedenle ilgilenmez, ilgilenen sultandır (devlet). Kendisinden kaynaklanan çevresel şartları ve bilgisizliği, cahilliği ortadan kaldır¬makla yükümlüdür. Halkını namaz kıldırmakla yükümlü değildir.
Namaz kılmayanlar Hanefi mezhebine göre, kendisine namaz kılması teklif edilen kişi namaz kılmayı reddederse, dinden irtidat (çıkmış) olacağından ve mürtedlerin İslam dinine ve emirlerine savaş açtığı kabul edildiğinden tuzlu suda boğularak öldürülür. Peki 1428 yıllık İslam tarihinde bu ceza kaç kez uygulandı dersiniz. Ben söyleyeyim. Hiç! Büyük harflerle yazıyorum, HİÇ. Neden, çünkü normalde namaz kılmayan biri bile şeriat polisi tarafından yaka¬landığında ve kendisine namaz kılması teklif edildiğinde o vaktin namazını kılar. (Elime mi yapışır, 2 rekat, 4 rekat namaz der) ondan sonra ister kılsın ister kılmasın şeriat polisini ilgilendirmez. Üstelik ihbarı yapan kişide kezb (iftira) cezasına tabi tutulur. Hatırladığım kadarıyla kezbin cezası 80 değnekti.
Varsayalım ki hakkında ihbar yapılan kişi namaz kılmayı bil¬miyor olsun namaz kılması teklif edildiği ve “namaz kılmayı bil¬miyorum” dediği zaman şeriat polisinin eli kolu bağlanır. Sultanın (devletin) görevlendirdiği kişi ona boy abdestinden tutun da diğer farz olan ilimleri öğretir, sonra tekrar teklif eder, kabul etmezse o zaman öldürülür. Şeriata göre bilmemek mazerettir. “Neden bil¬miyorsun?” diye soramaz. Çünkü şeriata göre farz olan ilimlerin yaygınlaştırılması, öğretilmesi, sultanın (devletin) yapması gereken bir zorunluluktur.
Tekrar konumuza dönersek modern metropol kadının çektiği bütün sıkıntıların temelinde tesettürsüzlük yatmaktadır. Laik bir ül¬kede yaşamanın verdiği rahatlıkla şehirli kadın özgürce giyinmekte veya taklit ettiği sanatçı gibi giyinmekte ama mutlu olamamaktadır. Aldatılmak, yalnızlık ve bu ikisinin getirdiği hayal kırıklığı, hüzün, beraberinde gelen depresyon (depresyonun nasıl bir hastalık oldu¬ğunu çok iyi biliyorum, bilmeyenler varsa söyleyeyim çok kötüdür, depresyonda olduğunuz günlerde yaşadığınıza lanet edersiniz, ne¬densiz yere üzülürsünüz ve 100 depresyon hastasından 20’si intihar eder.) hep özgürlük kaygısı içerisinde gelen hastalıklardır. Metropol kadını daha özgür olacağım derken erkeğin güvenliğini tehdit etmekte, ruh bütünlüğünü bozmaktadır. Kendisine bakılmasını isteyen kadın ziynetini teşhir etmektedir, daha önce de söylediğim gibi kadının vücudu yeryüzündeki en güzel ziynettir. Kolektif bir aklın ürünü olan ve şimdilerde bilinç kazanarak insanoğlunu tehdit eden kapitalizm kendisi böyle bir süs icat edemeyeceğini bildi¬ğinden yaratanınkini değersizleştirmek için çaba göstermektedir. Kadını bir nesne, bir obje haline getirmekte ve tüketim mallarının kıyısında köşesinde, ama mutlaka bir yerinde tanıtım aracı olarak kullanmaktadır. Erkek gömleğini neden kadın mankenler giyer anlamış değilim .
Kadın vücudunun bir nesne olarak kullanılmasına izin verme¬yen iki grup kadın var, biri dindar kesim, bu onların rablerinin emirlerini yerine getirmelerinden ileri geliyor. Diğeri ise solun devrimci ve entelektüel kadınları ve kızları, kısacık saçları ve boğazlı kazakları ve boyunlarına bağladıkları fularları ile kapitalist sisteme, biz vücudumuzu nesne olarak kullandırtmayacağız mesajı veriyor. Allah sevdiği ve kendisi için hizmet edip saçlarını örtemeyen kızlara saçlarını kısaltmasını ilham ediyor. Görüşlerine katılırsınız ya da katılmazsınız, onlar bu dünyanın daha güzel olması için mücadele ediyor, haksızlığa karşı mücadele ediyorlar. Bir şeyler söylüyorlar. (Selam olsun onlara). Diğerleri ise mini etek giyip saygı ve sevgi göreceklerini zannederek şu mesajı veriyorlar “ben iki kere ikinin dört ettiğini ancak 18 yaşında öğrendim, Fatih Terim’in cumhur¬başkanımız olduğunu da biliyorum ve bakın bacaklarım ne kadar güzel.” Bize ne senin bacaklarından. Sen git bacaklarını eşine göster. Benim için ne yaptın, bana ne faydan dokundu ben onunla ilgileniyorum.
Bugün üzerinde tartışılan ve araştırılan konulardan biri erkeğin sadık olması. Metropol erkeği evlenme kararı aldığında en güzeline sahip olmak için çabalamakta, böylelikle mutlu olacağını düşün¬mektedir. Oysa Allah çirkin bir kadın yaratmamıştır. Bu Allah’ın yaratıcı sıfatına aykırıdır. Evlenirken güzeli seçen erkek, kadın üzerinde otorite kuramamakta ve onun giyinişini yönlendireme¬mektedir. Böylece kadın evli olduğunu unutup tatminsiz bir anla¬yışla vücudunu sergilemektedir. Bu ise eşini kırmakta ancak eşinin veya çevresinin “kıro, maço, görgüsüz, medeniyetsiz” safsatalarını duymamak için izin verir gözükür. Aslında razı değildir. Maçoluk safsatadır. Erkek kıskanır. Sahip olmak ister. Kıskançlık sonradan öğrenilen bir duygu değildir. Tanzanya’da da doğsa, erkek az ya da çok kıskanç olarak doğar. Ama kıskanç olmamak bu dürtüyü kontrol altına almak öğrenilebilir. Eşinin vücudunu sergilemesine izin veren erkek istemeden de olsa kırılır. Ve bir süre sonra yeni¬den kendisine sadakatle bağlanacak birini aramaya başlar. Erkek bunu yaparken “aşk” masalına sığınır. Aslında bu aşk falan değildir. Kadının sadakatsizliğe erkeğe bir çeşit ruhsat olmuştur. Erkek aynı hatayı tekrar tekrar yapar.
Metropol kadını evlilikte kendisine düşen rolü tam olarak oy¬nayamamaktadır.
Cinsel birleşmenin erkeği mutlu edeceğini düşünmektedir. Hayır, yeterli değildir. Aynı zamanda duygusal bağ, aidiyet de ge¬reklidir. Maslov ihtiyaçlar hiyerarşisinde ait olmayı da sayar. Birine ait olma, birinin kendisine ait olması bir ihtiyaçtır, lüks değildir. Peygamber efendimiz “Allah’tan başkasına secde edilebilseydi mu¬hakkak ki kadının kocasına secde etmesini emrederdim” derken bunu kastediyor. Evlilik böyle bir duygusal ihtiyacın ortaya koyduğu müessesedir.
Tesettür uzun bir eğitimi gerektirir. Benim kız kardeşlerim başlarını 8 -9 yaşlarında örtmeye başlamışlardır, şimdi bu insana başını açmasını söylemek zulümdür.
Aynı şekilde 20 yaşına gelmiş birine siz başını ört diyemezsiniz. Bu zulüm olur. Allah zulmedenleri sevmez.
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin feyzi altında yetişen öz kardeşim Ahmet “nefsi emare makamındaki (en alt tabakadaki nefs) kişi uyarılmaz bile diyor.” Zaten içinde az olan iman senin küçük bir ihtarınla nefis onun yanlış anlamasını sağlayacak ve az olan imanı da yitip gidecek.
Ben bu yazıyı niye yazdım biliyor musunuz, sorumluluk altında olduğum için. Allah bana 8 sene din eğitimi almayı nasip etti, ondan sonra bana ne metropol kadınından diyemiyorum. Hesaba çekile¬ceğiz. Bilmemek mazerettir. Ama ben böyle bir mazeret üretemiyo¬rum. Ben ihl de okudum. İhl devlet okuludur. Orası 70 milyonun ödediği vergilerle ayakta duruyor. Yani 70 milyonun üzerimde hakkı var, hesaba çekileceğim. “Allah biliyordun da niye söylemedin?” diyecek. Niye “kullarımın bir kısmı kendilerinin cennete gideceğini hayal ederken, bir kısmı sadece cehenneme gideceğini düşünüp umutsuzluğa kapılıyor.” Hesaba çekileceğiz.
“Asra yemin olsun, olsun ki hiç şüphesiz insanlar hüsrandadır. Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edip güzel işler yapanlar müs¬tesna.” Evet ben bu yazıda birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye ederek müstesna (seçilmiş) kullar olacağız, böylece hepimiz hüsrandan kurtulacağız.
Müminler bir vücudun azaları gibidir. Sizin başınız ağrıdığında inanınki bizimki de ağrır. Sizin ayağınıza diken battığında bizimki¬ne batmış gibidir. Siz cennete girdiğinizde bize yer mi kalmayacak? Ya da siz ümitsizliğe kapılıp mutsuz olduğunuzda bizim günümüz daha neşeli mi geçecek zannediyorsunuz? Yanılıyorsunuz. Kırılan her kalp,
kaybedilen her genç kız benim kalbimin bir parçasını da alıp götürüyor. Hesap verememekten korkuyorum. Ne diyor şair;
“çün defterler açılıp hesap soruldukta
yetimin hakkı soruldukta
yoksulun hakkı soruldukta
ben ne hesap vereceğim?..”
Başörtüsü mücadelesini hayatının mihenk taşı yapmış ve bu uğurda 5 arkadaşıyla 14 Aralık 1998’de gözaltına alınmış, hem de 7 saat işkence görmüş, Bursa’yı ayağa kaldırmış ben başörtüsü meselesinden daha önce halletmemiz gereken sorunlar olduğunu fark ettim ve bu risaleyi yazdım…
Pek günahkar ve duaya muhtaç kardeşiniz.
Muhammet Hanefi Taşkın
2007