- 953 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Derin Göller
Karmaşa sürmeli… Eğer ortalık durulursa; sesler kesilir, birbirimizi gerçekten duymaya başlarsak, önceki derinliği kaybolmaya başlar kelimelerin. Başkaları duymamızı önlerken seslerimizi, bölük pörçük kulağımıza gelen cümleler; şimdi kocaman bir sessizlikte yankılanır dururken, sözcükler beklentilerimizi karşılamakta zorlanırlar. Karşılamaları için anlaşılmaz olmaları gerekir. Aşk huzurun en büyük düşmanıdır çünkü… Ağdalı, karmaşık cümlelere ihtiyaç duyar.
Anlamadığımız sözler derin göllere benzer çünkü. Anlamaya çalışır, dalarken içlerine; istediğimiz kadar ilerleyebilir, gönlümüzce derinleştirebiliriz sözcükleri. “Söylemek istediği şuydu” deriz yolculuğun bir yerinde… Bir saniye sonra biraz daha ilerler, başka bir anlamda çözmeye çalışırız gizemi.
Arıza tiplere bu yüzden âşık oluruz biz kadınlar. Bilmece olarak kalan karanlık bir yanları vardır her zaman onların. Zamanla, tanımakla asla aydınlanmayan… Tamamen mantık dışı… Başka türden bir mekanizma yönlendirir sanki onların tepkilerini. Bir başka bakarlar sanki. Duyumsamaları bizimkinden farklıdır. Her tür yargılamanın dışında kalırlar bu sayede. Koşulsuz bir kabullenişle buyur etmemizi beklerler onları dünyamıza… Ve anlamsız, acımasız, ahlaksız gibi yaftalamaların olmadığı, onlara özel, yepyeni bir değerlendirme sistemi inşa etmemizi…
Kurallarımıza uyan halim selim erkeklerse iyi arkadaşlarımız olurlar sadece. Sevgilimiz de olsalar onlar, eşimiz de; arkadaş olmalarını engellemez bu durum. Sıfatlar, içi boş oldukça sadece birer kelime olarak kalmaya mahkûmdur çünkü. İçlerini bir duyguyla doldurmadıkça, onları en doğru ifade eden o duyguyla… dünyanın en komik, en yakışıksız kelimesi olur çıkarlar birden. Hayatta bir karşılığı olmayan her kelime bir harf yığınından başka bir şey değildir çünkü.
Âşık olduklarımızsa aksine asla arkadaşımız değildir. Hiç değilse kimi zaman ayak uydurmalarını isteriz onlardan bize. Sürekli bir kalp çarpıntısıyla yaşamaktan yorulup bu fırtınalı yolculuğa biraz mola vermek istediğimizde, âşık olduğumuz adamın bizden hep bir parça uzakta kalmasına neden olan o ‘anlaşılmazlık duvarı’yla burun buruna geliveririz birden. Onu aşmak için en küçük bir hamlede bulunduğumuzda hemen şeffaflığını yitirmeye, sert bir kütleye dönüşmeye başlar. Oysa ara sıra da olsa önümüzden çekilmesini, bir arkadaşa ihtiyaç duyduğumuz o yorgunluk anlarında kısa bir süre için de olsa içeri girmemize müsaade etmesini bekleriz ondan. Ama o kararlı bir şekilde dikilmeye devam eder önümüzde… Ve bize hayatın en büyük gerçeklerinden birini anlatan şu sözleri fısıldamaya başlar:
“Bir adam bir kadının ya sevgilisidir ya arkadaşı… İkisinin aynı anda olması asla mümkün değildir. Eğer arkamda duran bu adamla yola devam edeceksen kalbin hep bu şekilde atmaya devam edecek; hep bu karmaşa, bu anlamama hali hüküm sürecek demektir dünyanda. Çünkü bir kez bile aranızdan çekilirsem ikinizin; onu tüm gizeminden sıyrılmış, basit bir yaratığa dönüşmüş olarak görmene izin verirsem yani; yeterince dinlenip yeniden aşka ihtiyaç duymaya başladığında artık kalbini ürpertilere boğan kimse olmadığını fark edersin. Aşkın en büyük besin kaynağı gizemdir çünkü. Onu yitirince aşk aşk olmaktan çıkar; basit, sıradan bir şeye dönüşür. Ayaklarını yerden kesip uzaklara kaçırmaz seni… Bu sıradan, dümdüz dünyada yaşamaya devam edebilmek için ihtiyaç duyduğun o derin nefesi çalabileceğin yükseklere uçurmaz olur bir zamanlar âşık olduğun o adamın gözlerinde. Ayakların sıkı sıkı yere basar artık. Ruhun çoktan dinlenmiştir ama tıpkı ruhu çok yorgun düşmüş biri gibi yaşarsın yine de. Sürekli bir dinlenme halinde… Çayını yudumlar, kuşların cıvıltısını dinlersin.”