- 710 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
'İçinizden Biri'
Ortasında uyansak dahi, hayat hep yarım bırakılmış fakültedir aslında.
‘Evet, sizi kendime çok benzetiyorum, içinizden, içimden birine.’ dedi Abdullah. Onun hikayesini isterseniz kendisinden dinleyelim. Bize anlatmak istediği çok şey var.
…
Tutarsız bir insanım. Arkadaşlarım bunu sıkça yüzüme söylüyor. Akrabaların hemen hemen hepsi bir kez olsun yüzüme tükürmüştür. Onlara öfkeyle doluyum. Tepkimi belli etmek için beynimi kullanmaya çalışıyorum ama başaramıyorum. Askerden geldikten sonra amcamın topluma koyduğu tepki dikkatimi çekmişti. On altı senedir ben de aynı tepkiyi uyguluyorum. Topluluk içinde sesli olarak osurup, insanlara ‘yaşadığımı’ gösteriyorum. Önceleri sinirlenen annem, kardeşlerim ve yeğenlerim, şimdi bana gülüyorlar. Onları güldürmek hoşuma gidiyor.
Yaşamaktan korkmuyorum. Yaşamakta neymiş, o benden korksun! Dinimi, vatanımı seviyorum, hatta onlar için ölebilirim de. Kendimi komik durumuna düşürmekten daha iyi bir şey olacağına eminim. Düşünsenize haberlerde çıkıyorum:’ Abdullah ölmeden önce herkesin dinine ve vatanına bağlı kalmasını söyledi.’ Televizyon karşısında akşam yemeğinde bunu duyan vatandaşlar hüngür hüngür ağlıyor. İnternet sayfalarında, sosyal paylaşım sitelerinden günün konusu oluyorum. Ama nasıl öldüğümü, nerede öldüğümü hiç tahmin edemiyorum. Böyle bir şeyi düşündüğümü mü zannettiniz? Hayır, şu anda aklıma geldi ve söyledim. Böyle bir şeyi benim gibi birinin yapması imkânsız. On üç yaşında sigaraya başlamıştım. On dokuz yıl içtim. Dört yıl önce sigarayı bıraktım. Otuz altı yaşındayım ve hiç de ölmek için aceleci değilim. Allah’a her ne kadar isyanda etsem, O’nun hakkını yiyemem! O olmasaydı benim gibi birini kim var etmek isterdi ki?
Bu yaşıma kadar çok haksızlığa uğradım. Bu yüzden annemi çok üzdüm. Babam bir şeyden anlamaz, eski kafalı devlet memuruydu. Erken yaşta da emekli olduğundan, daha altmışına gelmeden ihtiyar, huysuz biri olmuştu. Ama annem, o kadınların en güzeli. Yanlış anlamayın lütfen, izlediğim yüzlerce filmlerde, dizilerde onun gibi güzelini görmedim. Tabi yüzü de güzel, normal bir Türk kadınına göre boyu posu da fena sayılmaz hani! E, şimdi yetmişine merdiven dayadı. Beni doğurduğunda otuzlarındaydı. Ben o yaşlarından bahsediyorum. Teyzem oğlu Sadık’ın bir ara sattığı çiçekler gibi olduğunu siyah beyaz eski bir fotoğraf içinde görmüştüm. Yüz güzelliği bir yana ben ahlakından bahsediyordum. Ha, bana binlerce defa bedduada etti, hiçbirini unutmadım. Haklı olarak söylenen karşısında insanın konuşması ne mana ifade eder ki? Bedduası haklıydı, kötü biriyim ben.
Aslında kötü biriydim. Şimdi ne iyi ne de kötüyüm. Hiçbir şeyim demek daha doğru. Milenyumu yaşamış biri olarak, çağımızı en iyi anlatan, müthiş patlamanın en canlı örneği olarak kanlı canlı ben varım. Otuz altı yaşındayım ama altmış yaşında birine benziyorum. Saçlarım bembeyaz, kalbimden sorunluyum, ciğerlerim yeni asfalt dökülmüş sokak arası gibi. Bu kadar talihsizlik içinde Allah’ın bana bahşettiği bir yetenek vardı:’ Karikatür ve resim.’ Hayatımda hiç başarılı olamadığım, çevremdeki her insan tarafından horlandığım, akılsız olarak nitelendirildiğim için bu iki yeteneğim körelip gitti. Yıllar önce bir kâğıt ofset şirketinde çalışırken, eve pek çok ajanda ve defter getiriyordum. Canım sıkıldıkça o defterlere karikatür ya da resim çizdiğim olurdu. Allah kahretsin! Yine aklıma geldi. Ben peş parasızken, insanlar hayvan dışkısı kadar bana değer vermezken, nasıl resim yapayım? Bir ara fırsatta doğmuştu ve bir resim atölyesi sahibi kopya edeceğim her resim başına belli bir ücret vereceğini söylemişti. Resim çizerken yanıma gelip ‘Allah seni bu resmin için göme, işi yok gücü yok resim çiziyor’ diyen annem, ‘oğlum sen adam olmazsın, hayalcinin tekisin, böyle para mı kazanılır’ diyen kardeşim ve ‘namaza gelmiyor, gömülmüş poh gibi boyanın içine, resim çiziyor, Allah belanı verecek oğul, evin boyasını yaparken yardım ettin sen, ha ibne’ diyen babam varken, benim resim kopyalama işini devam ettirebilmem mümkün değildi. Zaten hayatımda mümkün olan ne ki? Mümkünsüz sünepenin tekiyim ben!
Şerefim üzerine yemin ederim ki şerefsiz değilim! Ablam geçen gün bize geldiğinde bana ‘şerefsizsin’ dedi. Hayır, kabul etmiyorum. Bana şerefsiz demesinin sebebini iyi anlıyorum, fakat kabul edemem. Eğer ben şerefsizsem babam da şerefsiz. Bana vesile olan o. Ablamda böylece babamın kızı olduğu için şerefsiz olur. Abarttım sanırım biraz. Herkesin az çok kıyıda köşede zor günleri için sakladığı şerefi vardır. Şerefsizim değilim. Onlar sakladığım şerefimi göremedikleri için bana rahatlıkla şerefsiz diyebiliyorlar. Yıllardır onların istediği insan olmadığım için kızgınlar. Her işi elime gözüme bulaştırdım. Tüm bu maddi ve manevi aksaklıklar içinde ben kaderimi yaşadığıma inanıyorum. Bozuk düzenin yaratıcı insanlar içinde pek fazla sırıttığımı düşünmüyorum. Tamam, kabul ediyorum, yakışıklı değilim. Otobüse bindiğimde özürlü kartımdan dolayı bilet makinesinde on binlerce insanın kartından farklı ses çıkartan bir otobüs kartım var. Kısa boyluyum.
Size kendimi övmeye çalıştığımı mı zannediyorsunuz? Kötü özelliklerimden dolayı suçlu mu hissetmeliyim? Toplum içinde sırıtıyorsam, beni kabullenmiyorsa yarattıkları modern dünya, bunun sebebi, onların, diğerlerinin, hep büyük kalacakların, egolarının şehvetiyle yanıp tutuşanların çok fazla paraya sahip olmalarıdır. İstedikleri gibi harcayabilen, paralarıyla yanlışlarını düzelten insanlar içinde neden tek ben sırıtıyorum ki? Düşme tehlikesi bulunan uçaktan atılacak ilk ağırlık benim gibi zayıf ve çelimsiz biri mi olacak? Göz çukurlarında sarhoş gece naraları atan o insanların aşçısı, garsonu, güvenlik görevlisi, şoförü, işçisi, hizmetkârı olmak istemediğim için bu haldeyim.
Belki de tüm suç benim! Hayır, hayır gerçekten söylüyorum. İblisin secde etmediği Âdem’in toruyum ama İblis beni kandırdı. Kararsız kaldığım için, hata yapmamak adına hep geç karar vermek zorunda kaldım. Sık sık kararlarım değişti. Bir ara evin karşısındaki eski caminin tuvaletine bakarken, caminin imamı yanıma gelip şunları söylemişti:
-Abdullah, yıllardır seni tanıyorum. Yanlış anlama, dengesiz demek istemiyorum ama hiçbir işte başarılı olamadın şimdiye kadar. Şu tuvalet işi bile sana ağır geliyor. Sabahtan akşama kadar hâlbuki şuracıkta oturup, müşterini bekliyorsun. Ne istiyorsun Allah’tan?
Cami imamı da beni anlamamıştı. Ne önemi var ki? İmamların daha farklı düşünebileceğini umut etmiştim. Nafile bir çaba! İki hafta sonra cami tuvalet işini bıraktığımda, cami imamını gördüğüm yerde boğasım geliyordu. Hassas bir insan olduğumu hiç kimse anlayamıyor. Bu yüzden herkes içindekini yüzüme rahatlıkla dökebiliyor. Tepki koyamıyorum. Acaba yaptıkları bu terbiyesizlikleri sonuna kadar izleyip, onlara gülme şansını elde ettiğim için mi tepkisiz kalıyorum? Sanmam!
...
Size bu kadar zamandır kendimden bahsettiğimi ve bu bahsinde sıkıcı olmaya başladığını biliyorum. Yaptığım gevezelikler yaşadıklarımdan başka bir şey değil! Yaşamaya istekli bir insanın anlatmak isteyeceği en güzel konu kendisinden başka ne olabilir ki? Kendimi anlatıyorum. Sahip olduğum tek şeyi. Bu yüzden sizde beni suçlayabilirsiniz.
Garip gelebilir ama burnuma osurmak isteyebilirsiniz.
Durun, izin veriyorum, suçlayın.
Annesini üzmüş, hayırsız bir evlada siz de beddua edin.
Kırk yıla yakın bir hayatın heba olduğunu görün. Geride sana kalan ne var sorusuna, verebilecek cevabı olmayan adama bakın.
Ha, Allah sizi inandırsın şu anda taksitle de olsa bir araba aldım.
Oturduğumuz ev, babamın evi. Annem ve babam ölse dahi kapıda kalmayacağım. Bu evi kardeşlerim bana bıraktı.
Böyle bir şeyi söylemediler. ‘Bu ev senin olsun Abdullah, yeter ki düş yakamızdan’ demediler. Onlar bana hem beddua edip, hem de benim binlerce liralık borcumu silen insanlar. Onları üzmek istemesem dahi yine üzebilirim. Onlar için ben günah kutusuyum. En büyük sadakalarını, hayırlarını bana yapan insanlar onlar.
Onlar her bir yerde.
Sizin evinizde, çevrenizde de benim gibi pek çok insan var.
Ben sizin olmak istemediğiniz, kaçtığınız, hor gördüğünüz, iğrendiğiniz, tabanı çivili ayakkabılarınızla ezmek istediğiniz canlıyım.
Sizin gibi insanların yardımıyla yaşadığımı düşünüyorsunuz.
Hayır! Asla size muhtaç olmayacağım. Belirli zamanlarda olmasa da İstanbul’a gidip mal alıyorum. Ha, mal dedim de uyuşturucu sanıp, beni yine yerden yere vuracaksınız. İzmir’de de yaşadım ve arkadaşlarımın pek çoğu uyuşturucu kullanıyordu. Zengin piçiydi çoğu. Henüz yaşımız on altı, on yedi. Onlar uyuşturucu kullansalar dahi suçlanamazlar. Onların paraları var. Ama ben kullanmış olsaydım uyuşturucu denen meledi, siz bana hayatınız boyunca bir daha kullanmayacağınız küfürleri savuracaktınız.
Burnuma, kulaklarıma, diğer her bir deliğime zehirli oklarınızı sokup, tatmin olmaz egolarınızı birazcık da olsa okşayabilecektiniz.
Sizin ayaklarınızı sıcaktan, mikroptan koruyacak çoraplar, teninizi güzel gösterecek bluzlar, kışın soğuktan kafanızın donmasını engelleyecek bereler, elleriniz için eldivenler, yağmurda ıslanmamanız için şemsiyeler satan işportacının tekiyim ben!
Küçük düşürülmekten zevk aldığım için, ümitsizlikle, geri dönüşü olmamış pişmanlıklarla sesleniyorum size.
Şu anda bunları yazdığıma dahi inanamıyorum. Zabıta bugün tezgâh açmama izin vermiyor diye oturup, içimi dökmek istedim.
Döktüm mü? Zehirledim yoksa sizi de. Durduk yere kendimi böyle garip sıkıntıya sokmam, kendime oyalayacak işler aramamdan mı kaynaklanıyor?
…
Siz diyorum ama kusura bakmayın sizin kim olduğunuzu bilmiyorum. Siz de benim gibi etten, kemikten, bir kalpten yaratılmış canlılarsınız. Yine de sizi merak etmiyor değilim. Göz renklerinizi, burun yapınızı, dudak renginizi, kulak memelerinizin yapışık olup olmadığını, kilonuzu, ayakkabı numaranızı, bel ölçünüzü, yaşınızı, mesleğinizi, normal gibi görünen sahip olduğunuz her bir şeyinizi merak ediyorum.
Mutluyum ki sizi kandırmadım şu satıra. Kısa bir süre önce yaşadığım olayı da size anlatıp, artık beni bulamayacağınız dünyama geri döneceğim.
İnternette bir kadınla tanıştım. Benden birkaç yaş küçük bu kadına güvendim. O da bana güvendi. Kendisi bekârdı. Antalya’da oturuyordu. Birkaç hafta telefon görüşmelerimiz devam etti. Ailesine benden bahsetmişti. Evde hasta annesiyle ve babasıyla yaşıyordu. Durumları gayet iyiydi. Bir gün telefonda dedi ki:
-Abdullah, canım, babam seni misafir etmek istiyor. Haftaya müsait olduğunda bize gelir misin?
Gittim. Antalya’ya ilk kez gidiyorum. Kadın beni terminalden arabasıyla alıp, evlerine getirdi. İnanamıyordum bir türlü, ailesi beni çağırmış ve benimle görüşmek istiyorlardı. Kadının iş yeri evlerinin hemen altındaydı. Kısa bir süre iş yerinde oturup, sonra yukarı, evlerine çıktık. Annesi ve babası kendi evlatları gibi bana hürmet gösterdiler. İki gün boyunca onlarda kaldım. Kadının anne ve babası çift kişilik yataklarını benim yatmam için hazırladılar. İnanmıyordum, evlenmeyi düşündüğüm kadının evinde, anne babasının yatağında yatıyordum. İki gün bitti ve ben geri döndüm. Telefonla görüşmeye devam ettik. Uzun bir süre daha böyle devam etti. Ta ki bir gün düğün günümüzü konuştuğumuz ana kadar. Kadının isteklerini kabul edemezdim:’ Ben düğünde askılı giymek istiyorum. Göğüs çatalıma kadar dekoltede olacak. Hem ben normalde de böyle gezerim, senle evlendikten sonra da böyle gezmeye devam edeceğim.’
‘Eğer benim istediğim gibi giyinmezsen, seninle evlenemem’ dedim. Kadın bu isteğini geri çevirdi, ama günlerce telefon açıp durdu. Beni bırakmak istemiyordu, benden kopamıyordu. Ben onu istemedikçe, o daha çok bana yakın durmak istiyordu. Sonuçta benden umut kesti ve hayatına geri kaldığı yerden devam etti.
Bunu size anlattım. Bana tutucu, muhafazakâr diyebilirsiniz. O kadını sevmiştim. Hiçbir tutuculuk sevginin önünde engel olamaz. Ama siz de, onun anlamadığı gibi beni anlıyorsunuz, farkındayım. Ben onu kıskandığım için rahat kıyafetlerle dolaşmasını istememiştim. Yeri geldiğinde şortla da dışarıda dolaşabileceğini söylemişti. Bunu kadınım diyebileceğim biri için asla kabul edemezdim. Şimdi olsa, yine kabul etmem.
Hafiften duygulandım sanırım. Bu saatte ne yapılır ki? Az uyumaya çalışayım, sonra kalkar İstanbul’dan getirdiğim malları düzenler, yarın için gerekli malı arabaya koyarım.
Kendi rezil hayatımdan bahsettim. ‘İçinizden biri’ için zor olmadı sizin gibilere kendimden bahis açmak! Hepinizi hayatımın pisliklerine katarak kendimden kurtuluyorum. Sizin devam edemeyeceğiniz, yarım yamalak bir köşede bıraktığınız hatalarınızı buraya kadar devam ettirdim. Süründüm, sizden daha iyi sürdüm hayatı. Toslamaktan hiç usanmadım. Yine toslayacağım, defalarca kanamış yaram yine kanayacak!
Utanıyor musunuz benden?
Utanıyor musunuz etten, kemikten gerçek bir insan olan ‘içinizden birinden?’
Neyse, bu kadarı yeter. Eğer uygun olursa, taş kesilmezse elleriniz, siz de benim gibi sevmeye ve de okşamaya başlayacaksınız varlığınızı. Varlığınız yetmeyecek, düşünceleriniz doğacak en karanlık deliklerinizden. Delikleriniz başlangıç sayılacak ve ağaç kovuğunda yaşamanın, başka bir işiniz olmadan çürümenin tadına varacaksınız.
Bir nokta sonra bitirmeliyim, daha fazla çelişkiye ve kendime dayanamıyorum. Hâlâ mı aklınızın hiçbir şeye yetemeyecek kadar kör olduğunun farkında değilsiniz?
'İçinizden Biri' Yazısına Yorum Yap
"'İçinizden Biri'" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.