- 1593 Okunma
- 1 Yorum
- 4 Beğeni
Kumdaki gözyaşı
Kumdaki Gözyaşı 1
Gecenin kum savurduğu zamanlar. Nicedir yağmur bulutları şehrin üstünde gezmiyordu. Kaç ay oldu; belki yıl geçti, gökten tek damla yağmur düşmedi. Kuraklık, ihtiyarlamış eski ağaç köklerini dahi açığa çıkararak ürkütücü bir resmin sesini fısıldıyordu. Gözün gördüğü her yer kum. Savruk hayat düzenleri içinde; ilk çocuğu kız olan Halim’in eşi Sara, ikinci bebeğine hamileydi.
Halim, tekrar kız çocuğu sahibi olmaktan yana büyük korku taşıyordu.
O gün yine eve moralsiz geldi.
-Bana bir müjde ver kadın, kurtar beni bu içine düşürdüğünüz durumdan.
Bu ikinci çocuk da kız olursa, nasıl bakarım insanların yüzüne? Beni aşağılık kölelerle aynı teraziye koydun. Artık kimseyle sohbet dahi edemiyorum.
Bu son anlıyor musun, son şansın.
Sara doğumun son günlerinde, içinde taşıdığı umudu hep yaşasa da Halim’in hırçın tavrına yenik düşüyordu
“Benim elimden gelen bir şey olsa, bunu canım pahasına sana verirdim Halim.” Diyordu Sara, ancak sözünü eşine bir türlü dinletemiyordu. Eşi yine ısrarla devam ediyordu:
-Diğeri gibi bir kız getireceksen dünyaya, bana nesli kesik dedirteceksen; kendin de, dünyaya getirdiğin bebeğinle defol git.
Ben bütün malımı bir yabacıya yedirmek için biriktirmedim .
Sana ve çocuğuna bakacak bir aptal yok karşında.
Şimdi bana bu kara haberi vermenden korkuyorum.
Artık seni evimde görmek istemiyorum
Git ve bu uğursuz bebeği babanın evinde doğur.
Fakir bir ailenin kızı olan Sara; son çare olarak Halim’e tekrar yalvarmaya başladı:
“Halim ne olur beni annemin evine gönderme. Benim senden başka kimsem yok, gecenin bu vaktinde nereye giderim, üstelik sancılarım başladı, doğumum yakın.
Belki erkek olur, bu kadar acımasız olamazsın.
Bize merhamet et, ben senin isteklerini yerine getirmekten başka bir kusur mu ettim?”
Kararını çoktan vermişti Halim.
-Ben şehrin ahalisine evinde ikinci kız çocuğunu doğurttu dedirmem Sara.
Bana alçalmış insan gözüyle bakmalarına müsaade etmem.
Çocuklarınla babanın evine git, sana bundan başka iyilik de edemem.
Tüm ailesi geldi bir an gözlerinin önüne Sara’nın ve Halim’i ikna için son sözlerini yeniden denedi:
“Annem hasta, babam ise ihtiyar. Biliyorsun varlıklı bir aile değiller üstelik. İki gün deve üstünde bunca yolu nasıl giderim Halim. Senin insafın yok mu?”
Bu yakarışlar dahi Halim’i yumuşatamadı, taş olmuştu sanki… Ve son sözünü söyledi:
-Benim sana en güzel iyiliğim; bir yardımcı, bir deve, bir de kızını yanına vermemdir. Bak yol boyunca yiyeceğinizi de alabilirsiniz. Bu da ikramım olsun.
Eğer erkek olursa, hemen gelir sizi alırım. Kız olursa gelmeyi hiç düşünmeyin.
Sara ise yine yalvardı: “Bize merhamet et Halim, böyle garipler gibi sokağa gönderme. Hiç olmazsa sabahı bekleyelim…”
2
-Ya sabaha kadar bir kızın daha olursa, bunu bana yapma cesaretine inanamıyorum …
Halim içindeki korkularla yüzleşmek istemiyor; Sara’yı bir an önce göndermekle her şeyin düzeleceğini düşünüyordu. Sara ise son bir ümitle Halim’e yalvarıyor, fakat Halim dinlemek istemiyordu.
Sara son bir umutla;
“Bütün tanrılar adına yemin ederim ki benim suçum yok. Ben de sana soyunu şereflendirecek bir erkek evlat vermeyi çok istiyorum; onun için kaç deve kurban ettik biliyorsun, ama daha doğum olmadan, sancılarım başlayınca beni annemin evine göndermek istemen çok alçaltıcı bir şey.” Diye ilave etti.
Halim ise fikrinde ısrarcıydı ve isteklerini sıralamağa devam ediyordu:
-Şimdi bana garanti et erkek olacağını, sana hemen hekim getireyim, ipekten kundak içine doğurursun bebeği. Ben de şehrin sokaklarında alay konusu olmaktan kurtulurum. Soyumun devamı var diye gururla gezerim. Ama bunu garanti edemezsen, burada daha fazla kalmana gerek yok. Bir an önce çık yola, yoksa yine benim döşeğimde doğuracaksın.
Sara mücadele gücünü yitirmişti, sessizce hizmetçisi Şeyma’ya seslendi :’
“Nisa’yı hazırla Şeyma, annemlere gidiyoruz.”
Nisa, Sara’nın büyük kızıydı. O’nu aslında Halim’de çok seviyordu. Bir ara göz göze geldiler, Nisa üzüntüsünü gizleyerek sordu:
“Babacım ben seni özlediğim zaman gelebilir miyim? Yeniden ne zaman geleceğiz?”
Kızgınlığı geçmeyen Halim sinirlendi:
-Ben seni özlersem gelir görürüm, sana biraz da deden baksın. Hiç bir faydası olmayan bir çocuğun bakımı ne demekmiş, anlasın deden.
“Dedem bizi çok sever biliyorum, keşke bizi sen götürsen babacığım, biz o yolu savunmasız nasıl gideriz?”
-Sen büyümeden büyüklerin işine karışma Nisa.
Halim, Sara’ya sözlü sataşmaya devam ediyordu:
-Sara, oyalanarak vakit geçirmeye çalışma, gidişinizi kimse engelleyemez.
Kalkın haydi, belki de geri gelmenize gerek kalmaz; ben de daha asil bir kabile kızıyla evlenirim, belki o bana erkek evlat doğurur. Soyum ve şanım devam eder…
Artık gitmek zorunda kalan Sara, yola çıkmak üzere hazırlandı ve kızına seslendi:
“Kalk kızım, belki dayın bize babandan çok merhamet eder.”
Hizmetçi Şeyma tüm yollukları hazırlamış, dışarıda bekliyordu.
Sara, beş yaşındaki Nisa’nın elinden tutarak evden ayrıldı, hiç arkasına bakmadı .
Nisa ve Sara deve üstünde, hizmetçi Şeyma ise önde yola koyuldular.
Halim, onlar gözden kayboluncaya kadar arkalarından baktı.
Uzun ve yorucu bir yola koyulmuşlardı.
Şeyma, bu zor şartlar içinde hanımına moral vermek istiyordu. Zira on yıldır ekmeğini yediği bu insanın zor durumunda, bir köle ne yapabilirse onun fazlasını yapmayı azmediyordu.Ayrıca bu konuda hanımına sözlü teminat veriyordu:
3
“Hava çok soğuk değil hanımım, ben yanınızdayken size bir şey olmasına müsaade etmem.”
Aslında kendisi de korkuyordu ama, belli etmek istemiyordu. Zira bu yoldan daha önce de geçmişti ve kötü hatıraları vardı Şeyma’nın.
Bu arada Şeyma’nın kulağına ara sıra gelen yabancı sesler; Onun endişelenmesine sebep oluyordu.Bu düşünce ile hanımına seslenerek:
-Konaklayacak bir yer bulmalıyız hanımım. Buralar çok tehlikeli, korkarım yolumuzu keserler, size bir kötülük yaparlar.
-Hiç korkma; bana Halim’in yaptığından daha ağır bir işkenceyi kimse yapamaz.
-Hanımım, daha yolumuz uzun. Biraz ilerde bir kuyu var, eğer oraya kadar dayanırsak biraz dinleniriz.
- Hiç dinlenmeyelim Şeyma, sancılarım sıklaşıyor. Bir an evvel kabileme ulaşmak istiyorum.
Şeyma yine az önce duyduğu sesleri duymuştu, hanımına seslenerek:
-Uzaktan gelen at sesleri var, duydun mu hanımım? İkazına;
-Hayır duymadım. Diye cevap verdi Sara.
Ancak bulundukları yerin çok yakınında beliren beş kişilik bir gurup, onları fark etmişti. Etrafını çevirip, görünmeyecekleri bir zaviyeden takibe başladılar. Bu gurup da, genelde tenha yerlerden geçen kervanları soyup geçinen onlarca guruptan biriydi. İçlerinden biri diğerine seslendi:
-Bunlardan biri çocuk, ikisi kadın. Korkacak bir şey yok, neleri varsa kolaylıkla alırız. Üstelik silahları olduğunu da sanmıyorum. Şunlara bir bak, sokulmuşlar birbirlerine.Diyerek arkadaşlarını ikaz eden şaki, az sonra çaresiz gördüğü aileye döndü ve:
-Hey oradakiler durun, eğer canınız malınızdan kıymetli değilse, direnmeyin.
Ya da direnin, biraz heyecan olur eğleniriz, ne dersiniz? Diye alaylı bir biçimde konuştu. Bunu duyan Sara ise; cesaretini toplayıp, bağırarak cevap verdi:
-Bilin ki Ben Kaâboğulları’nın kızıyım, aklınız varsa bizden uzak durun. Aldıkları cevap ise onları hiç mi hiç hoşnut etmemişti.
-Verin bize üstünüzdeki tüm eşyaları size yaklaşmayalım, iyi bir ticaret olur böylece. Dedi ve arkadaşlarına dönerek:
-Yakalayın şunları tüm eşyalarını alın, yükleri hafiflesin, onlara iyilik etmiş oluruz.
Şeyma dayanamadı:
-Lütfen yapmayın, hanımım hamile, ona bir şey olursa sizi rahat bırakmazlar. Kabilesi sizden kan akıtmadıkça durmaz. Elebaşı görünen şahıs lafa devam ederek:
-Sizi burada kumlara gömsek, kim kurtaracak sizi pis siyahî?
Sizlere aklı fazladan vermişler, hepinizi akbabalara yem etmeli, belki onlar sizden daha hayırlıdır…
Gecenin bu vaktinde gönderen kabileniz size iyilik etmiş sayılmaz. Kim nasıl sahip çıkacak size ha, belki de siz suç işlediniz, biz daha masumuzdur?
Soruların cevapları, cevapların soruları karşılamağa çalıştığı şu anlarda;
Sara içinde bulunduğu duruma çözüm aramaya çalışıyordu . Belki içlerinde durumlarına insaf edecek biri bulunabilir diye yalvarmaya başladı:
-Ben annemi ziyarete gidiyorum; çok hasta, lütfen insaf edin. Zaten yanımızda bir günlük yiyecekten başka bir şey yok. Değerli bir tek kolyem var, onu da alın sizin olsun. İşte burada alın, sadece bize dokunmayın.
4
-Belki daha vardır, nerden bilelim?
-Sevdiğiniz her şey üzerine yemin ederim, başka bir servetimiz yok. Elebaşı kolyeyi beğenmişti ama henüz tatmin olmamıştı:
-Hımm, bu epeyce güzelmiş. Ama biz devenizi de alıyoruz, biraz yaşlı ama eti güzel olur sanırım?
-Bunca yolu nasıl yürürüz, insaf edin. Diyen Şeyma’ya hiç aldırış eden bile bulunmamaıştı.
-Kusura bakmayın, hem onun için bizden daha iyi yiyecek kişi de bulamazsınız. Şu çuvaldaki yiyecekleri bırakalım da; kurt kuş bari onlardan istifade etsinler.
Haydi gidelim; şafak sökmek üzere, gündüz çalışmayı hiç sevmiyorum.
Gecenin yolcuları, şimdi daha zor bir yolculuğun içine düşmüşlerdi. Şeyma,
“keşke devemiz olsaydı” dedi. Zira taşınacaklar içinden en büyün yük, ona kalmıştı. Sara zaten yürümekte zorlanıyor, Nisa ise yarı uykulu bir vaziyette düşe kalka eşlik ediyordu. Yolu çok iyi bilen Şeyma, belki de tek sevinilecek tarafıydı bu yolculuğun.
-Hanımım bir saat daha yol yürümemiz lazım. Orda bir kabile var, onlar hakkında çok şey duydum, onlar bize yardım edebilir.
Yeni bir dine inandıklarını duydum, köleleri bile kendi dinlerine kabul ediyorlarmış. İnsanlara kötülük yapmayı dinleri yasaklıyormuş. Onlara sığınalım. Bu halde daha fazla yürüyemezsiniz.
Sara artık yürüyemeyeceğini anlamış, kendini kumların üzerine bırakmıştı. Yaşlı gözleriyle semanın aydınlanan yüzünü süzdü.
-Bu halim beni incitmiyor Şeyma; ama bir oğlum olursa Halim beni tekrar yanına çağıracak, işte O beni çok incitiyor.
Hiç halim kalmadı,
belki oraya varmadan ölürüm, kızımı sakın babasına götürme, onu anneme götür.
-Hanımım lütfen böyle söylemeyin, ben sizden başkasından merhamet görmedim. Size bir şey olursa benim de Nisa’dan bir farkım kalmaz. Hem ona bakacak bir ailesi var, beni kim bilir kime satarlar? Umarım bir oğlunuz olur ve her şey düzelir. Bunu sizin kadar ben de istiyorum hanımım. Diye hanımını teselliye çalışıyordu Şeyma.
-Düzelir mi bilmem? Diyebildi Sara, zira sancıları iyice artmıştı.
-Benim artık dayanacak gücüm kalmadı.
Yok, artık bir adım bile yürüyemem, ben burada kalacağım.
Sen bize yardım getirebilirsen başka bir şey istemem.Sözlerini söyleyebildi Şeyma’ya.
Şeyma hızla yola koyuldu, çok yaklaştıklarını biliyordu; içinden “bu kabile umarım bizi geri çevirmez” diye geçirdi. Kabilenin yakınlarına gelince bağırmaya başladı:
-Yardım edin, yardım edin lütfen, hanımıma yardım edin, yolda kaldık hanımım hamile, lütfen yardım edin.
Şeyma sesini duyurmayı başarmıştı, etrafına toplandılar.
-Niye bağırıyorsun kadın, derdin, isteğin nedir? Diye sormağa başladılar.
5
-Lütfen bize yardım edin, hanımım doğum yapmak üzere. Sözleriyle karşılık verdi Şeyma.Ancak sözlerine:
-Sizi tanımıyoruz. Karşılığı verilmişti.
-Yemin ediyorum çok zor durumdayız, size yalvarıyorum. Diye tekrarlıyordu Şeyma. Bu sırada topluluğun içerisinde bir anlayışlı ses yankılandı:
-Bu köle kadın doğru söylüyor galiba, istersen bir bakalım.
Birkaç kadın gidip baksın uzaktan, siz de bakın bir tuzak olmasın.
Tedirgin bir halde Sara’ya yaklaşan kadınlar Nisa’ yı annesinin başında ağlar bir halde buldular. Sara ise kendinden geçmiş, acılar içinde kıvranıyordu.
Bu sırada Şeyma, iki kadınla birlikte Sara’ya ulaşmıştı. Bir doğum hali karşısında olduklarını hemen anlayan kadınlardan biri Şeyma’ya, Nisa’yı alıp çadıra götürmesini söyledi. Sara acılar içinde yalvarıyordu:
-Kurtarın beni, size yalvarıyorum, hiç halim kalmadı. Diyebildi ancak kadınlara. Kadınlar da Sara’ya sevindirici bir teminat verdiler:
-Tamam, korkmana gerek yok, birazdan doğum olur.
Yalnız Sen biraz sakinleş. Az sonra inşallah her şey yoluna girer, zira her şey yolunda gözüküyor.
-İsmin ne senin ? Diye sordu öteki kadın.
-Sara efendim.
-Sara, ne güzel isim. Dedi diğeri.Aniden iki kadının da sevinç sesleri duyuldu.
-Bebek geliyor işte, oldu bak çok güzel bir bebek bu. Çölde beyaz tenli bir bebek ilk defa görüyorum.
Acılarını unutan Sara hıçkırırcasına:
-Bana erkek olduğunu söyleyin ne olur.
Yardımcı kadınlardan biri, kız çocuğu olduğunu görünce sesiz kalmayı tercih etti. Ancak dayanamayıp oraya gelen Şeyma, ağlayarak yine kötü haberi veriyordu:
-Hanımım hanımım, senin ne kötü kaderin varmış.
Bu da kız.
Bir anda tepeden tırnağa buz kesildi Sara. Şimdi daha zor bir yaşamın kapısı açılmıştı önünde. Birden dolu dolu olan gözleriyle, çöl semasını kaplayan hıçkırıklar içinde kalmıştı.
-Ben ne derim Halim’e şimdi, kim bizi himaye eder, kim korur, nasıl dönerim evime?
Şimdi ben hangi taşın altına saklanayım?
Hangi ayıp benim acımdan daha büyük yara açar? Soruları, acımasız bir şekilde yankı buluyordu yüreğinde Sara’nın.
Doğumu yaptıran kadın çocuğu bir beze sardı ve kucağına verdi mahsun Sara’nın.
Sara masum bebeği gözyaşlarıyla sevdi, ellerine dokundu. Sanki birdenbire bütün acıları hafiflemişti.
-Oy benim talihsiz yavrum, şimdi ben seninle bu kaderi nasıl taşıyacağım.Diye sitemli bir mırıldanmadan da kendini alamamıştı.
6
Sara, kadınların da yardımıyla bir çadıra yerleştirildi; ve kendini toparlayana kadar misafir kalabileceğini, burada güvende olduğunu söylediler. Sara, kendi ailesinin yanına gitmek istediğini, ne var ki birkaç gün dinlenmeden gidemeyeceğini de biliyordu.Bir müddet istirahat eden Sara, yardımcısı Şeyma’yı yanına çağırdı ve ailesine gidip kendine yardım getirmesini söyledi.
Şeyma hemen yola koyuldu, aynı günün akşamı yorgun ve bitkin halde Sara’nın ailesinin yanına vardı. Sara’nın annesi Şeyma’yı görünce çok şaşırdı, ama Şeyma’nın yorgunluktan konuşacak hali kalmamıştı.Yine de Şeyma’ya hemen sormadan edemedi:
-Söyle Şeyma, yoksa kızıma bir şey mi oldu ?
-Anlatacağım hanımım, ona bir şey olmadı fakat ikinci çocuğu kız olur endişesiyle kocası Halim onu size gönderdi. Hanımım ise yolda doğum yaptı, yine kızı oldu. Beni size gönderdi, annem bize yardım etsin, dedi.Sara’nın annesi duyduklarından derin üzüntüye kapılarak:
-Vah benim talihsiz kızım, hemen yanına gidelim. Efendi efendi kızımım başı dertte, beni hemen kızıma gönderin.diye feryada başlamıştı.Ancak Şeyma itidali elden bırakmayarak Sara’nın annesine şöyle tavsiyede bulundu:
-Hanımım geceyi yolda geçirmeyelim, sabah gitsek olmaz mı? Yol bir gündüz boyu sürüyor,
üstelik hanımım da emin ellerde.
-Şeyma doğru söylüyor, sabah erken yola çıkarsınız. Gece yollar tekin olmaz, üstelik abisi de sizinle gelsin. Diyerek söze karışmıştı Sara’nın babası. Anne ise endişeler içinde kıvranıyor, hemen yola çıkılması için ısrarlı davranışını sürdürüyordu. Ve kocasını ikazla:
-Beni anlamaya çalış, kızım orda tanımadığımız insanlar içinde, ben nasıl uyurum, üstelik de doğum yapmış . Baba, karısına ısrarın kâr etmeyeceğini anlamıştı ve şöyle seslendi:
-Tamam, tamam, ne haliniz varsa görün. Haydi bir an önce yola koyulun ve hemen geriye dönün.
İçindeki ateşi söndüremeyen anne ve diğer yolcular aceleyle yola koyuldular. Sara’nın abisi Taha da atıyla onlara eşlik ediyordu.
Sara kendisine hizmet eden Şeyma’nın yokluğunda çok yalnız kalmıştı. Yine de kendisine çok iyi davranılıyordu, her türlü ihtiyacı karşılanmıştı. İçindeki hislerini paylaşmak istedi; dayanamayıp sordu:
-Size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Size bu iyiliği yaptıran güç sizi çok asil kılmış.
Şu yeni gelen peygambere inanıyor muşsunuz doğru mu?
-
İhtiyar kadın cevap vermek istemedi, Sara ısrar etti ; kadın cevap vermek zorunda kalmıştı:
-Evet, Araplar içinden gelen bu peygambere iman ettik. Cahiliye adetlerini bıraktık. Bütün güzelliklerin olduğu bir âlemin kapısını bize açan peygamberimiz bize doğru yolu anlatıyor, biz de ona tabi oluyoruz. Dinimizi şimdilik kimseye söylemiyoruz; çünkü bu yüzden müşrikler bize eziyet edebilir. Ben eşim ve çocuklarım onun müjdesini duyunca iman ettik. Sara merak etmişti, hemen sordu:
-Peki, bu peygamberin mesajı nedir?
-O, âlemlere rahmet olarak gönderildi. O tek bir Allah’ın temsilcisi, bizler de ona inandık.
Biz artık putlara tapmıyoruz ve onlardan yardım istemiyoruz. Allahın emir ve yasaklarına riayet etmeye çalışıyoruz. Bu sözler Sara’nın da dikkatini çekmişti, hemen sordu:
-Sizin Allah’ınız bana da yardım eder mi? Bana bir erkek çocuğu verir mi?
Keşke benim de sizin gibi sıkıntılarımı çözen bir ilahım olsaydı? Yaşlı kadından şöyle cevap almıştı:
-Ondan istemen lazım, O’nun sonsuz bir güç ve kudreti ver. O dilerse her şey olur.
Sara, daha önce hiç işitmediği bu konular karşısında sorular sormaya devam ediyordu :
-Şeyma demişti ki; ben o peygamberin kölelerle özgürlerin Allah katında eşit olduğunu duymuştum, bu doğrumu, yani peygamber asil ile kölenin eşit olduğunu mu söylüyor?
-Evet, bu onun sözüdür. O ise haktan başka söz konuşmaz. Sara yine konuşmasını sürdürerek:
-Eğer sizin Allah’ınız bana bir erkek evlat verseydi, ben mutlaka o peygambere tâbi olurdum. Ve malımdan bir bölümü de onun uğrunda bağışlardım.
7
Yaşlı kadın konuştukça, Sara’nın beyninde yepyeni ışık huzmeleri açılıyor, aklına takılan soruları çözmek için yeni sorulara doğru itiyordu kendini. Zira kadın her sözüyle Sara’yı cezbeden, duyulmadık sözler söylüyordu:
-Bizler bu dünyayı mükâfat yeri olarak görmeyiz, bizim mükâfat yerimiz içinde ebedi kalacağımız cennetlerdir.
Kadın Sara’yı daha fazla yormak istemedi. Nisa ise çoktan derin bir uykuya dalmıştı. Yaşlı kadın:
-Şimdi yat dinlen, hizmetçin şimdiye kadar annenin yanına varmıştır. Umarım yolda başına bir iş gelmez. Yarın biraz daha uzun konuşuruz.
Güzel bir uykudan sonra kendini biraz daha iyi hisseden Sara, bebeğinin yüzüne ilk defa bu kadar dikkatle bakıyordu.
O an hiç ağlamadığı dikkatini çekti; bir an irkildi, sonra nefes aldığını görünce sevindi.
Sütünü, henüz ismini koymadığı bebeğinin dudaklarına götürdü.
Bu minicik çöl bebeği önceden öğretilmişçesine hemen annesinin memesine yönelerek kana kana içmeye başladı.
Uzun zamandır gülmeyi unutan Sara’nın yüzüne anlamlı bir tebessüm yayılmıştı.
Derin bir uykuya daldı Sara. Öyle ki; uyandığında annesi ve hizmetçisi Şeyma, bebeği seviyorlardı. Uzun uzun sarılıp ağladı ana kız. Taha ise yeğeni Nisa’yı öperek uyandırıp, onu güldürebilmek için uğraşıyordu. Kısa bir dinlenmenin ardından, hane sahiplerine teşekkürler edilerek, uzun süre kalacakları yere doğru yola koyuldular.
Gündüz boyunca yol yürüdüler. Akşam güneşi kızıllığını kaybetmeden yaşadıkları kabilenin çadırları görünmeye başlamıştı. Sara iki çocuğuyla yeni yaşayacağı evin ailesinin yanındaydı.
İhtiyar baba hasretle kızına sarıldı. “On tane Halim bir Sara etmez” dedi, dolu dolu olan gözlerini gizledi.
Sara birkaç gün, hep Halim’in gelip kendini evine götüreceğini düşündü.
Annesi ve kardeşlerinin kendisine sahip çıkması ise tek tesellisiydi.
O hep Halim gelecek ve çocuğunun ismini koyacak diye bekledi
Onun bu üzgün haline dayanamayan annesi :
-Sara bu senin için çok zor biliyorum kızım, ama Halim artık seni almaya gelmeyecek, buna kendini hazırla kızım. Bilirsin Araplar kız çocuklarından hep utanç duyan bir kavim olmuştur.
Biz bu geleneğe tabi olmayacağız, çocuklarınla isteğin kadar burada kalabilirsin. Dedi ve ilave etti:
-Baban çocuğun ismini koyalım, diyor. Bu beyaz tenli çocuğun adını beyza koyalım istersen?
Umarım bahtı da kendi gibi beyaz olur… Sara, annesinin bu sevindirici sözlerine şu cevabı verdi:
-Anneciğim siz nasıl uygun görürseniz öyle olsun. Benim kaderim, onda olmasın yeter.
Halim gelir mi, gelmez mi bilmem. Ben artık kızlarım için yaşamaya devam edeceğim.
Halim çocuğunun kız olduğunu öğrenince bir kaç gün dışarıya çıkmamış, bunu bir utanç vesilesi sayarak kendini eve hapsetmişti. O gün ilk defa ticaret için sokağa çıkıyordu.
8
Sanki herkes ona bir şey soracak endişesiyle gizli gizli işlerini yapmaya çalışıyordu ki; tam bu sırada bir arkadaşı ona seslendi:
-Hey Halim kaç gündür ortalarda görünmüyordun, bilmediğimiz bir durum mu var? Anlat istersen belki biz de sana yardımcı oluruz. Hakkında söylentiler dolaşıyor, ben inanmadım gerçi. Halim erkek adamdır, yok yalan söylüyorsunuz, dedim. Senin için kız çocuklarının babası diyorlar, doğrumu? Halim erkek çocuğu yapmayı bilmiyor, dediler.
-Kes sesini, bana erkek çocuk doğuracak kadınlar elbette olacaktır.
Bütün kutsallar adına yemin ederim ki; erkek çocuk doğurmayan kadın soframda bulunamaz. Bana erkek çocuk doğuracak kadınlarla evleneceğim; ta ki on erkek evladım olana kadar bu böyle devam edecek. Servetimi başkalarına yedirecek aklımı bitirmedim daha.
-Sen de bütün asiller gibi onu kuma gömseydin, böyle mahçup mahçup gezmezdin.
Hadi birini affettin, ama ikincide affetmeyecektin. Şimdi kadınlar gibi mahçup gezmen, bir arkadaşın olarak beni de üzüyor. Sen merhametin sayesinde çok acı çekeceksin.
Yarın kapına gelir hak talep ederler. Kurtulmak varken, sen kaçmayı mı tercih ettin, yazıklar olsun sana Halim. Senin yerinde olsam bu utançtan bir an bile düşünmeden kurtulurdum.
-Şimdi başıma bir bela açmadan defol git, kamer oğullarının elbette neslini devam ettirecek oğulları olacaktır. Bunu bir kadın yapamıyorsa, on kadın yapar. Araplarda kadın mı bitti ?..
Ben toprağın altına yatmadığım sürece bunu böyle bil.
Bir hışımla evine gitti Halim. Sakinleştirmek ne mümkün.
Sara’yı çok seven annesi de Halim’in evine gelmişti. Onu böyle görünce teselli etmek istedi.
Usulca yanına sokuldu.
-Ey kameroğulları’nın tek varisi. Seni böyle üzgün göreceğime yüz deve kurban etmeye hazırım. Söyle senin için ne yapalım?
-Anne ben sokağa çıkamıyorum, bana kız çocuklarının babası diyorlar.
En yakın dostum bile benimle alay ediyor. Bütün bu olanların suçlusu Sara.
Şimdi bana bir çare söyle, korkaklar gibi evde oturup ömrümü bitirmemi mi istiyorsun?
-Oğlum burada insanlar kadınlara hep kötü gözle baktı. Oysa her erkek bir annenin çocuğudur.
Biz kadınlar erkek evlat doğurmadıkça değerimiz bilinmez. Kıymetimiz ise doğurduğumuz erkek sayısına göre artar.
Ben Sara’yı çok seviyorum, onun bize hiçbir kötülüğü olmadı, bize hizmette bir kusur etmedi.
Esasen Halim de Sara’yı seviyordu. Ama toplumun zalim gelenekleri maalesef erkekleri kadını acımasızca yok eden zalim tiranlar haline getiriyordu.
-Anne Sara’yı ben de seviyorum. Ama o bana bir erkek evlat veremedi ve beni bu şehirde alay konusu etti. Bu gün arkadaşımı öldürmemek için kendimi zor tuttum Sara beni arkadaş katili edecekti. Anne, damadına olan ikazına devamla:
-Şimdi beni dinle, yarın Sara’nın yanına git.
-Hayır, kesinlikle olmaz.
-Oğlum Beni dinlemedin ki… Onu bize getir. İki kız çocuğunu da orda bırak, Nisa zaten büyük, orada onlara yarımcı olur. Diğerini de bir sütanneye ver. Üç yıllık süt parasını da peşin öde. Buraya gelince; küçük olanın hastalanıp öldüğünü, hattâ onu toprağa gömdüğünü söyleriz. Böylece
hem karına kavuşmuş olursun, hem de iki kız çocuğundan kurtulursun.
Annenin teklifi Halim’in de aklına yatmıştı, ancak sormadan edemedi:
-Ama Sara geri gelmeyi kabul eder mi?
9
Anne Halim’i ikna eden bir tavırla:
-Sen bir kere şansını dene, gelemezse “çok pişman olduğunu” söylersin. Biraz da para verirsin, sorun olmaz. Sara asil bir kızdır, O çocuklarından çok seni sever.
Atını hazırlayan Halim, sabahın ilk ışıklarıyla yola koyulur, Sara’nın çok sevdiği kumaşlardan
ve kokulardan oluşan bir hediye paketi de yanına alır. Zira Sara’nın Annesinin fikrini benimsemiş bir eş olarak yola düşer.
Uzun süre at sırtında yolculuktan yorulan Halim biraz dinlenmek için kendine uygun bir yer bulur. Yol yorgunluğundan bulunduğu yerde sızar kalır.
Bu uyku içine sıkışmış bir rüya, Halim’in belleğine kazınır. Rüyasında henüz görmediği kızı yanına gelir, büyümüş ve çok güzel dikilmiş bir elbise içinde ellerinden tutar . O’na seslenerek:
-Babacığım, sen benim gözlerime neden bakmıyorsun,bilsen seni ne çok özledim?
Yoksa bilmeden seni üzecek bir şey mi yaptım. Şimdi gözlerime bakar mısın?
-Kızım ismin ne senin?
-Sen ismimi koymadın ki, benim hâlâ ismim yok.
Acı bir feryatla uyanan Halim, birden bağırmaya başlar.
-Ah! Yetişin kolumu yılan soktu…
-Uğursuz çocuk, ne olacak senin yüzünden bu başıma gelenler?
Kimse yok mu? Yardım edin. Canım çok yanıyor, lanet olsun şimdi ben ne yaparım?
Sesini kimseye duyuramayan Halim,
kendisine yardım edecek kimseyi bulamayınca çaresizliğini düşündü. Zehrin hızla yayıldığını biliyordu, tüm cesaretini toplayıp kolunu yılanın soktuğu yerden bağladı. Yardım edecek birilerini aramaya koyuldu.
Atını hızla sürmeye çalışırken, soğuk soğuk terlemeye başladı. Az ileride birilerine gözü ilişiyor, fakat gözleri net göremiyordu. Bir daha ilerledi, sonra dengesini kaybedip atından düştü.
Develerini otlatan iki adam Halim’in düştüğünü görünce yanına geldiler.
-Bu adam ölmüş. Dedi birisi. Diğeri:
-Hayır, henüz yaşıyor, dedi.
-Bence karışmayalım .
-Kolunu gördün mü?
-Kesin uyurken yılan sokmuştur. İnsaflı olan arkadaşı şöyle konuştu:
-Sayıklıyor gel yardım edelim, belki bize para verir; hem kıyafetine bakılırsa zengin biri olmalı.
-Paralarını alıp kaçalım istersen, zaten birazdan ölür.
-Yok, ben bu kötü haldeki adama yardım edeceğim.
-Madem öyle diyorsun, dur şu koluna ilaç bulalım önce.
-Bence bunu çadıra götürelim tedavi ettirelim.
-Eğer ölürse atı benim, kimseye vermem ama.
-Sen develerin başında kal, ben hemen dönerim.
Halim’in atını alan çoban, çok kısa sürede yaşadıkları bölgeye geldi.
Kaderin bir cilvesi burada bir kez daha ortaya çıkıyordu. En bilge bilinen kadının çadırına götürülen Halim;
10
Sara’nın doğumunu yaptıran kadının yanındaydı. Bu iki adam da bir hafta önce burada kalan Sara’dan elbette habersizdi. Halim’i çadıra yatırdılar.Ve Sara’ya ebelik yapan kadına sordular:
-Bu adamı yılan sokmuş, bir ilaç var mı?
-Tamam, yatıralım da şurayı kesmek lazım; ilaç iyice içine işlesin. Zira zehir çok yayılmış,
kolu mosmor olmuş, umarım bir işe yayar…
Kadın adamın yüzüne dikkatle bakarak:
-Bu adamı nerede buldunuz? Diye sorar.
-Develeri otlattığımız yerdeydi. Cevabını verir adam.
Kimdir, kimlerdendir bilmiyoruz.
Kadın yine söze devam ederek:
-Siz peygamberden işitmediniz mi?
Her kim zerre kadar suç işlerse cezasını, her kim zerre kadar iyilik ederse mükâfatını görecektir, diye duymadınız mı?
-O yüzden insanın kim olduğu önemli değil. Diyerek yeni bir öğütle sözünü tamamlad ı.
Ancak adam bu öğüde itiraz edercesine cevap verdi:
-Sen de bu yeni dine fazla kaptırdın kendini. Kadın bu cevaba biraz da sinirlenerek:
-Oğlum olmasaydın ben senin sözlerini dinlemezdim. Dedi ve devam etti:
-Şimdi atını bırak ve develerin yanına git, o artık bizim misafirimiz.
-Tamam, tamam dua et kabilemdensin. Yoksa bu atı benden başka kimse alamazdı i
-Atın üstündekileri de bırak, onlar da bu adamın.Dedi kadın. Adam ise hâlâ devam ediyordu:
-Hiç olmazsa bir parça kumaşını alsaydık. Biz adamın hayatını kurtarıyoruz,
bir parça kumaş ederimiz yok.
Kadın yine itirazını sürdürdü:
-Bana bak, o kumaş senin alın terinle almış olduğun bir şey miydi yoksa ?
-Off yaa, ben ne zaman bir savaş olmadan ganimet bulacağım kim bilir?
Halim, günlerce uykusuz gibi yatıyordu. Aradan üç gün geçmiş olduğu halde hâlâ hareketsiz bir şekilde ve sadece nefes sesleri zaman zaman yükseliyor, sonra yeniden uyuyordu.
Kadın ilaçlarını düzenli olarak sürmeye devam ederken, kolundaki morluk iyice azalmıştı.
Akşam üzeri bir inilti duyuldu Halim’in çadırından.
Kadın hemen yanına koştu ve ellerini açarak dua etti:
-Su su. Biraz su . Bu Halim’in günlerden sonraki ilk sesiydi.
Kadın hemen su verdi, Halim uyanmıştı. Ve ilk soruyu soran da O olmuştu:
-Ne oldu bana, sizler kimsiniz?
Kolum, kolum çok ağrıyor…
Kadın, Halim’in sorduklarını, hatta düşündüklerini dahi teskin edici bir dille cevapladı:
-Galiba sizi zehirli bir yılan ısırmış, üç gündür uyanmanızı bekliyorduk.
-Evet, hatırlıyorum. Üç gün oldu demek, nasıl da geçmiş zaman, ama kolum hâlâ yanıyor .
Peki atım nerde, atımı çaldılar mı yoksa?
-Korkmayın atınız bizde, bizden size zarar gelmez.
-Ancak ben hemen yola çıkmalıyım, dedi adam.
-Hayır, bu halde yola çıkamazsınız. Diyerek onu ikaz etti kadın. Az sonra da:
11
-Yarın sabah dilerseniz gidersiniz. Dedi ve sordu:
-Gideceğiniz yer uzak mı?
-Hayır, uzak değil, bir günlük yolum var. Sabah çıkarsam akşam olmadan oraya varırım sanıyorum…
-Nereye gidiyorsunuz , diye tekrar sordu kadın:
-Kaaboğulları’nda karım Sara var. Onu almağa gidiyorum .
Bunu duyan kadın çok şaşırmıştı; bu geçen hafta burada bulunan Sara olmalıydı, emin olmak için sordu:
-Eşiniz hamilemiydi ?
-Evet, doğum yaptığını duydum, onu alıp evime götüreceğim.
Kadın buna çok sevinmişti, “size bir şey söylemek istiyorum” dedi .
-Yaklaşık on gün önce Sara buradaydı. Burada doğum yaptı, şimdi ise onu evden kovan kocası burada. Şunu söylemek istiyorum; Sara çok asil bir kadın, onu tekrar evinize götürmeniz çok güzel bir davranış. Halim bu tesadüfe çok şaşırmıştı, hemen sordu:
-Neler söylüyorsunuz siz, Sara burada mı doğum yaptı? Ben onu babasının evinde biliyordum.
Kadın duygu ve düşüncelerini Halim’in beynine çaka çaka tekrarladı:
-Ben sizin yerinizde olsam, öyle asil bir kadın bana yüz kız çocuğu verse de yine sizin yaptığınızı ona yapmazdım…
-Siz de aynı yeni peygamberin etrafındakiler gibi konuşuyorsunuz. Çıldırmışsınız siz, yoksa siz de mi ona iman ettiniz?
Kadın cevap vermeyip, soru sormayı tercih etti :
-Siz ondan kötü bir söz duydunuz mu?
-Hayır, duymadım ama, şimdi kardeş kardeşe düşman oldu. Köleler efendilerine isyan ediyorlar. Şimdi bunların suçlusu o peygamber değil mi? Ayrıca
Atalarımızın dinini ayaklar altına aldı.
Yok efendim, bütün dünyanın tek ilahı varmış .
Buna nasıl inanmamızı bekliyorsunuz?
Halim devam ediyordu:
-Bizler onlarca tanrıdan yardım istediğimiz halde, sizin bir tek tanrınız yani Allah’ınız nasıl oluyor da hepinizi duyuyor?
Kadın ise bildikleri kadarıyla Peygamber’in anlattıklarını Halim’e şöyle izaha çalışıyordu:
-Sen bir kişi olduğun halde; burada yüz kişi bulunsa, seni aynı anda hepsi duymayacak mı?
Ki sen bir insansın, senin yaptığın iş kendini kandırmak. Gökte bir tek güneş var, ama hepimiz o güneşten faydalanırız. Aklın varsa her şeyi yaratan Allaha sığın, o senin içindedir ve senden sana daha yakındır. Bizler yeni gelen peygambere iman ettik ve cahiliye adetlerini kabul etmiyoruz. Sözüne böylece devam eden kadın; Araplar için en önemli vurguyu şöyle yaptı:
-Eğer bu (eski) hal üzerinde bulunsaydık; bizim topraklarımızda olan her şey gibi, senin bütün malın da bizim olurdu. Sen de bundan bir hak iddia edemezdin. Oysa biz senin mal ve can güvenliğini sağladık ve bunları bize haram kılan Allaha inandık.
Şimdi ben sana soruyorum, bunların hangisi güzel?
Halim ise meseleye maddi değerler açısından bakıyordu ve kendini de öyle savunuyordu:
-Bana iyilik ettiniz canımı bağışladınız. Ben ki bu güne kadar hiç kimseye minnet etmedim. Bunların karşılığında size atımın üstündeki her şeyi vererek size olan minnet borcumu
12
ödemek istiyorum. Eğer bunun için daha fazla şeyler de isterseniz, yine de kabulümdür.Bana biraz zaman verin, canımın karşılığında istediklerinizi size getireyim.
Kadın’ın Halim’e karşı cevabı ise çok düşündürücüydü:
-Canı veren de alanda Allah’tır. Zira size şifayı da o verdi. Bunun için size yaptıklarımızdan dolayı sizden bir şey istemiyoruz .
Şimdi dilediğiniz yere gidebilirsiniz, bize bir borcunuz yok. Ama Saran’ın hakkını nasıl ödersiniz bilmiyorum?
Halim iyice şaşırmıştı. Ancak bu şaşkınlıkla dilinden şu sözler döküldü:
-Eğer atalarımın ölmüş kemikleri bana izin verseydi mutlaka sizin dininize biat ederdim.
Fakat böyle karşılık almadan veren bir Allah’ın kulu olmak, benim şanıma yakışmaz. Beni erkek olarak kabileme armağan eden tanrıları bırakıp, kadınların ve kölelerin dinine tabi olmamı beklemiyorsun her halde.
Bunun üzerine kadın; sözlerine son noktayı koyan şu gerçeği haykırdı Halim’im suratına:
-Sen boşuna atalarının dinene inanıyorum diyorsun. Oysa sen kendine tapan bir zavallısın.
Evinizde bu kadar iyilik gören biri olmasaydım şüphesiz size iyiliğimden çok kötülüğüm dokunurdu.
Siz müşrikler hepiniz aynısınız. Saltanatınız yerle bir olacak bir gün, hepiniz onun sesini duyacaksınız…
Bu acı sözleri daha fazla duymak istemeyen ve cevapsız bırakan Halim
atına hızla atladı. Zira bu hararetli konuşma sonrasında kolunun acısını da unutmuştu. Sara’ya aldığı hediyeleri de yanına alarak yola koyuldu. Sabahın ışıkları yeni yeni Sara’nın bulunduğu bölgeyi aydınlatmaya başlamıştı. İyice yaklaşınca Saran’ın içinde kaldığı çadırı tahminen biliyordu, atını yakınına bağladı. Üzerindeki hediyeleri çadırın önüne koydu; sadece Sara’nın duymasını istercesine seslendi.
-Sara, Sara nerdesin ?
Şeyma Sara’dan önce uyanıp, Halim’i sesinden tanımıştı.
-Hanımım hanımım uyanın, Halim geldi. Müjdeler olsun sonunda geldi.
Sara, Şeyma’nın heyecanlı sesleniini duymuştu, hemen sordu:
-Kim kim, Halim mi geldi, hani nerde ?
-Dışarıdan sesi geliyor, sizi çağırıyor.
Sara olanca hızıyla kalktı ve dışarı çıktı. Sevinçten bağırmaya başladı :
-
-Halim bize müjde mi getirdin? Sen ne iyi bir babasın, ben senden yana hiç umudumu kesmedim. Bir gün geleceğini biliyordum.
Sevinçten adeta çılgına dönen Sara, ne yapacağını şaşırmış bir halde sadece bağırıyordu:
-Ey anne, ey baba. Bakın Halim geldi, sizin ümidinizi kestiğiniz geldi işte…
Seslere uyanan Sara’nın ailesi, yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı ki; Halim Sara’yla konuşmaya çalışıyordu:
-Sara ben seni almaya geldim.
Sara çok sevinmişti, adeta dili tutuldu, güçlükle konuşuyordu.
Bir anda Şeyma’yı arayarak ona seslendi:
-Şeyma, kızımızı getir babası onu görsün .
-Peki hanımım .
13
Araya giren Halim’in sert sesi duyuldu birden:
-Dur Şeyma, ben sadece Sara için geldim ve bir tek onu götürmeye buraya geldim.
Bir anda dondu, tepeden tırnağa buz kesilmişti Sara; ancak kendini toparlayıp sordu:
-Halim bu küçük bebek sana ne yaptı ki yüzünü bile görmekten utanıyorsun?
Sen sadece kendini düşünen bir zavallısın, şimdi buradan bir an önce geldiğin gibi git. Ben çocuklarımı almadan buradan seninle gitmeyeceğim.
Seslerin duyulmasıyla, herkes uyanmaya başlamıştı.
İlk gelen Sara’nın anne ve babasıydı, az sonra diğer kardeşi İkram’da gelmişti . İyi bir şeyler olmadığı her halinden belliydi.
Sara’nın annesi Halim’e seslendi :
-Ey Halim, eğer buraya hayır için geldinse; misafirimizsin, istediğin kadar kalabilirsin. Yok Sara’ya bir kötülüğün olacaksa, kocama ve oğluma bırakmadan senin kafanı gövdenden ayırırım.
İkram hemen atıldı ortaya :
-Ey Halim, sakın buraya gelişin senin ecelin olmasın? Doğumu yakın bir kadını gecenin bir vakti korumasız bir şekilde sokağa atmanı henüz affetmiş değiliz…
Sara’nın yaşlı babası durumu düzeltmek istiyordu:
-Durun durun, Halim’in gelişi şüphesiz bir iyi niyet işaretidir, önce onu dinleyelim.
Öyle dışarda durmayın, buyurun içerde konuşalım. Biz Halim’den hep razıydık.
Onun size bir kötülüğü dokunmaz, o benim himayemdedir.
Hep beraber içeri girdiler, Halim kendini ve düştüğü durumu anlatmaya çalışıyordu:
-Ben size nasıl anlatacağım bilmiyorum, herkesin benimle alay etmesinden bıktım. Bu durumdan ben de huzursuzum. Artık sokaklarda bana kız çocuklarının babası, mirasını farelere yediren adam diyorlar. Bütün bunlara rağmen, ben Sara’yı alıp evime götürmeye geldim. Onu çok seviyorum, benim bir erkek çocuğum olacaksa Sara’dan olsun istiyorum.
Sizler benden daha iyi bilirsiniz ki; soy erkek evlattan devam eder. Ben ailemin tek evladıyım.
Bana kızmayın, bir anlık sinirle böyle davrandım.
Sara dayanamadı:
-Bundan sonra yine kızım olursa ben yine aynı kaderi mi yaşayacağım Halim ?
Bu çok bencil bir anlaşma, ben bu durumda sonu belli olmayan bir yola seninle gidemem. Ben ailemle kaderime razı oldum, sen de sana erkek evlat verecek kadını bul.
Sara bunları söyledikten sonra, ağlayarak ortamı terk etti. Babası hâlâ bir umut olabilir düşüncesindeydi. Halim de kafasındaki düşünceyi paylaştı:
-Küçük olanı sütanneye verelim, büyük olan da sizinle kalsın. Ben de size yiyecek ve para vereyim. Onların her türlü maddi külfetini ben çekerim. Lütfen siz de beni anlamaya çalışın. Ben her zaman gelir, çocuklarımın bütün ihtiyaçlarını karşılarım.
Bunları duyan Sara, tekrar döndü ve Halim’e cevabını verdi:
-Eğer sen çocuklarımdan utanıyorsan; beni de unut. Onlar senin kanından değil mi?
Size yemin ederim; her iki çocuğumu da almadan buradan gitmeyeceğim.
14
Halim, Sara’yı ısrarla ikna etmeye çalıştı :
-Sara sen benim sana olan tutkumu bilmiyor musun, hangi şeref sahibi insan kendine erkek evlat vermeyen bir kadının peşinden gider? Ben buralara kadar senin için geldim …
Sara’nın erkek kardeşi İkram ise bunları sessiz sessiz seyrediyor ve bu aile faciasının önüne geçmek istiyordu. Zira duruma içten içe çok üzülmüştü. Ve kendi kendine Sara’nın yuvasının dağılmasına izin vermeyeceğini söyledi . Duruma müdahale ederek:
-Durun, ben size yardımcı olayım. Nisa’yı ben alırım, istediğiniz zaman da gelip görüsünüz. Hem ben ona daha iyi bakarım. Üstelik Nisa’nın yaşında benim de kızım var, böylece yalnızlık ve zorluk çekmez.
Bunu yuvanız dağılmasın diye yapıyorum, diğer çocuk ise sizinle kalsın. Böylece tek kızınız olmuş olur, soranlara da hasta oldu öldü, dersiniz.
Sara duruma pek razı değildi ama başka çare de yok gibiydi. Annesiyle göz göze geldi, annesi başını yere eğdi. Sara, çaresiz teslim olmuştu. O da son sözlerini söyledi:
-Eğer canımı isteseydiniz bunu severek yapardım, ama bu bana daha ağır geliyor bilin.
Halim’den kararın doğrulanmasıyla ilgili bir adım beklediler. Baba ve İkram daha bir sert duruyorlardı; anne ise ağlamaklı idi. Sonunda İkram dayanamadı:
-Konuş Halim, ya da bir an önce çek git buradan; sabrım tükenmek üzere .
Halim de nihayet düşüncesini şöyle açıkladı:
-Benim sizden isteğim her ikisinin de burada kalması; yoksa benimle alay edilmesinin önüne geçemem. Bana çok iyilik ettiniz. Benim size kötülük düşünmem söz konusu olamaz.
Baba Halim’in sözünü keserek konuştu:
-Artık buralarda her şey değişiyor, insanlar yeni peygambere biat ediyorlar. Onun dini Arapların geleneklerini yerle bir etti. Sen de kız çocuklarından utandığın için bir gün çok üzüleceksin Halim. Gelenekler insanların huzuru içindir. Senin geleneklerdeki ısrarın, bak hepimizi ne hale getirdi. Şimdi kararını ver. Biz Sara’nın ebediyen ailesi olarak kalacağız.
Halim ise hâlâ çözüm için geldiğini ifade ederek devam ediyordu:
-Ben buraya çözüm için geldim, fakat sizi de düşünerek Sara’yı ve bebeği alıp gitmek istiyorum…
Sara bundan sonra kocasını biraz daha ikna ve tatmin için şunlari söylemeye başladı:
-Ey benim merhametli kocam, benim dinim senin dinindir. Tüm kutsallar adına yemin ederim ki; benim kalbimde sen varsın, ama benden çocuklarımdan geçmemi bekleme. Senin annen senden geçti mi ki, ben de yavrularımdan geçeyim?
Halim masum bir yakarış gibi Saraya seslendi :
-Bir gün her şey düzelir umuduyla sana geldim
Sara, senin de toplum içinde incitildiğini biliyorum. Beni en iyi sen anlarsın…
Anne o ona kadar hiç konuşmamıştı, şimdi beni dinleyin. Dedi:
-Oğlum, Sara bizim sözümüzden başka hareket etmez. Sen yarın Beyza’yı ve karını al, evine götür. Ama bir daha onu tek başına buralara gönderirsen; hiç kimseyi kırmayan ben ,
seni bir sülalenin tek oğlu demeden öldürürüm. İsterse bunun bedeli kaç oğlumun canına denk düşerse düşsün. Söyleyecek başka söz yok. Şimdi odanıza çekilin ve konuşun. Yarın belki sizin için daha hayırlı bir gün olur.
Sara ve Halim yorgun ve bitkin bir halde, çok ta konuşmadan ortamın düzelmesini istediler. Halim bir ara dayanamayıp bebeği kucağına aldı.
15
-Bu ne kadar güzel bir bebek Sara, eminim bununla evlenmek için delikanlılar çok kavga edecekler. Hele hele gözleri, ben bu gözleri daha önce gördüm; nerede gördüm acaba?
Evet, rüyamdaki gözler. Bu gözleri ben rüyamda gördüm Sara.
Sara içten bir sevinçle Halim’in onu sevmesini seyrediyordu .
Saatler uyku olup yağdı her ikisi de. Beyza’nın güzelliğini seyrederken uyuya kaldılar.
Sabah Şeyma atı ve yolculuk için ne gerekiyorsa hazırlamıştı bile.
Yine yol, ama bu kez keyifli bir yolculukla devam etmişti. Eve gelmek, sanki birkaç dakika sürmüş gibiydi, oysa bir gündüz bir gece yolda geçmişti.
Aradan birkaç yıl geçmiş, Beyza çok sevimli bir çocuk olmuştu. Dayısı Nisa’yı her yıl gizlice getirip, anne ve babasıyla buluşturuyordu. Sara Beyza’nın üstüne titriyor, hasta olsa günlerce başında bekliyordu. Ne var ki geçen zaman; Halim’in erkek çocuk beklentisini artarak devam ettirmiş, artık çekilmez bir insan olmuştu. Her fırsatta Sara’nın hamile kalamamasını yüzüne vuruyor, “artık senin çocuğun olmaz” diye başka evlilik planları yapıyordu.
-Sara bir gün, iki gün derken iki yıl geçti, artık benim evlenmem gerek. Senin bana çocuk vermeye niyetin yok. Sabır sabır bir yere kadar, ben anneme gidiyorum, ondan bana yeni bir kadın bulmasını isteyeceğim.
Halim çekip gitti. Sara çaresiz, Şeyma ile birlikte gece boyunca Halim’in eve dönmesini beklediler. Halim günlerce evine gelemedi, artık annesinde kalmaya başlamıştı.
Halim’in annesi, “ bu durumu artık bir kâhin ya da büyücü çözebilir” diye Halim’le dertleşiyordu .
-
-Oğlum, senin erkek evlat isteğini anlıyorum. Sana nesli kesilecek diyenlerden ben de utanıyorum. Bu durumu bir kâhine danış ve kararını ver; şüphesiz bu senin için en doğru yol dur.
Buraların meşhur bir kâhini var; ona git, ben korkuyorum üstümüzde büyü var, hem büyü bozulur, hem de ondan bir erkek evlat iste. Sana yardımcı olacağını sanıyorum, istediği parayı ver, bu konuda cimrilik etme .
Bu plan, sanki Halim’in kurtuluş planı gibiydi. Yanına bol miktarda altın alarak atına atlayıp, hemen yola koyuldu. Birkaç saat sonra kâh inin evine geldi, kapıyı vurup içeri girdi.
Kâhin Halim’i karşıladı, derdini sordu.
Halim, kâhinin karşısında halini anlatmağa, isteklerini sıralamağa başladı:
-Efendim, benim iki kız çocuğum oldu. İstiyorum ki; pek çok oğlum olsun, neslim devam etsin. Malımın ve namımın devamını oğullarım sağlasın, bu benim en tabii hakkım değil mi? Ayrıca ben, ailemin tek erkek evladıyım.
Kâhin daha öncede buna benzer durumlar görmüştü.
İşin aslı, Arapların bu adetleri artık geçerliliğini yitirmeğe başlamıştı. Ama ne umutlarla karşısına gelen bu adama gerçeği birdenbire söyleyemezdi. Bir başka ve hayli dolambaçlı bir yol denemeye yöneldi. “Şimdi be sana ona git desem, belki atalarının dininden dönmek istemezsin. Bunu senden istemek zordur bilirim.
Ama kız çocuğu uğursuzluk getirir, bunu tüm Araplar böyle bilir. Git ve tabi olduğun dinin tanrısına kurban ada, o sana yardım edebilir. Ama bu yıllar sürebilir. Ya da daha önce erkek çocuk doğurmuş bir kadınla evlen. Eğer bu kadar beklemek istemezsen, kız çocuklarının birini
16
toprağa göm. Bu zor bir gelenektir ama itibarın artabilir. Böylece seni sözleriyle rahatsız edemezler. Toprağa gömdüğün kızın annesinin hamilelik süresini bekle, yine olmazsa artık o kadını babasının evine gönder. Şüphesiz zor bir tercih; ya erkek evladın olacak, yâ da kız evladın ölecek, tercih senin.
Bu zor bir durum, ama bunu ilk yapan sen olmayacaksın Erkek çocukları oldukları halde, kız çocuklarını toprağa gömen, sakat çocuklarını öldüren Araplar hep olmuştur…”
Halim, bunu Sara’ya nasıl anlatacağını düşünüyordu. Kâhin bu sesi duymuş gibi cevap verdi:
“Unutma öldürmek son çaredir, bunu yaparsan eşine sakın haber verme, o sana mani olacaktır.”
Halim derin düşüncelerle evinin yolunu tuttu, önce Sara’yla konuşmak istedi, sonra vazgeçti.
Evde kendini bekleyen Sara düşünceli eşini görünce; kaç gündür gelmediğini bile unutarak, ona bir müjdesinin olduğundan bahsetti. Halim bu müjde sözünü hiç duymamıştı bile .
Halim, kafasındakilerden kurtulamayınca konuyu istediği yere çekmek için sordu:
-Sara Beyza nerede?
-Uyuyor, uyandırayım mı? Kaç gündür seni sayıklıyor …
-Yok, ona bir sürpriz yapıp, dayısına götürsem ne dersin? Havalar burada çok sıcak, belki Beyza’ya iyi gelir?
-Bu çok güzel olur Halim, ben de gideyim, olmazsa annemi çok özledim .
-Sen yanımda kalmalısın, dedi Halim biraz tedirgin bir şekilde .
-Sen nasıl istersen, madem gitmemi istemiyorsun bende gitmem. Üstelik artık iş yapmamam gerekiyor. Sana bir müjdem olacak, sen Beyza’yı dayısına götür, ben de sana bu müjdeyi gelince vereyim…
Halim az önce bahsi geçen müjdeyi hatırladı .
-Merak ettim nedir bu müjde?
Sara tebessümle cevap verdi .
-Biraz daha beklemek lazım, o kadar sabır gösteririsin her halde?
-Şu aralar müjde duymaya ne çok ihtiyacım var dedi Halim. Sözü Beyza’ya getirip :
-Ben de birkaç gün içinde Beyza’yı götürüp geleyim, hem de Nisa’yı görürüm.
Halim daha önce hiç yaşamadığı duygular içindeydi. Pek çok seçenekten en zor olanı seçmişti. Bunun için uygun zemin hazırlıyordu. Sara’yı sorun olmaktan çıkarmıştı bile. Artık Nisa’nın da bu duruma hazırlanması gerekiyordu. Birkaç gün içinde her şey düzelir umuduyla Beyza’ya daha bir sevecen yaklaştı, onunla konuşmaya başladı.
-Benim beyaz kelebeğim, birkaç gün içinde seni dayına götüreceğim, benimle beraber gelmek ister misin?
Seninle yalnız ikimiz gideriz, baba kız oyunlar oynarız?..
Beyza babasının kendisine bu yakın ilgisini son zamanlarda hiç görmemişti. Nefret dolu bakışlarından yanına bile yaklaşamıyordu. Hiç beklemediği bu ilgi karşısında şaşırmıştı.
-Canım babam ben seni canımdan çok seviyorum senin için ölürüm…
Beyza’nın bu beklenmedik sevgisinden Halim gözlerini kaçırdı. Uzun uzadıya sarıldılar. Gözlerinin acıdan yandığını hissetti Halim. Yine kendini tuttu, ilk defa ağlamağa bu kadar yaklaşmıştı. Beyza’nın gözlerine bakmaya cesaret edemeyen Halim, yüzüne bakmadan sordu:
17
-Sen benim için ölürüm dedin, ölmenin ne demek olduğunu biliyor musun?
-Gözlerini kapatıp hiç açmamaktır, sonra toprak içinde yatmaktır.
Bir anda
Halim’in aklına şeytani bir fikir geldi.
-Şimdi seninle bu oyunu oynayalım, “ senin için ölürüm” oyunu olsun adı. Ben sana nasıl oynanacağını anlatayım istersen; “ sen gözlerini kapatıyorsun, ben de senin üstünü örtüyorum, bir süre öyle kalıyorsun. Ben sana aç diyene kadar açmıyorsun. Aslında bu oyun senin bildiğin gibi değil. Sonunda uyanınca benden çok güzel bir hediye kazanacaksın.
Sara Halim’in Beyza’ya bu ilgisini uzaktan seyredip tarifsiz bir mutluluk yaşıyordu. Halim ise sinsi planının adeta provasını yapıyordu. Beyza’nın gözlerini kapatıp üstünü kalın bir örtüyle örttü. Masum kız sessiz bir şekilde yatıyordu. Birkaç dakika sonra gözlerini açmasını istedi. Beyza biraz terlemişti. Ama babasıyla oyun oynamanın sevinciyle boynuna sarıldı. Halim’e öyle sıkı sarıldı ki; Halim, onun kendisini bir an hiç bırakmayacağını sandı. Öyle de oldu. Halim bu telaş, heyecan ve yorgunlukla kızıyla birlikte uyuya kalmıştı. Sabah hayli geç bir vakitte; başucunda saçlarıyla oynayan Beyza’nın elleriyle uyandı.
Beyza Halim’in yüzünü öpmeye çalışıyordu. Halim, daha fazla etki altında kalmamak için, hemen giyindi ve evden çıktı. Gün boyu şehirde gezdi, kendi kendini sorguladı. Başka çaresi olmadığını düşündü, akşam eve döndü. Kapıda onu Şeyma karşıladı.
-Hoş geldiniz efendim, Beyza heyecanla gün boyu sizi bekledi, az önce de uyudu.
İçerde Halim’i Sara karşılamıştı.
Halim Sara’ya Beyza’yı yarın hazırlamasını, sabah onunla yola çıkacağını, güzel bir elbise giydirmesini söyledi. Bu konuşmaları duyan Beyza uyandı:
-Baba ne zaman geldin, ben de seni bekliyordum. Bu gün seninle uyumak istiyorum.
-Şimdi çok yorgunum kızım, yarın seninle yola çıkıyoruz. Bu gece annenle birlikte yat . Zira bir süre onu görmeyeceksin.Diye cevap verdi.
Sara halimin Beyza’yla konuşmalarını dinliyordu.
-Baba kız anneme gidiyorsanız beni de götürün diyeceğim ama; siz beni götürmezsiniz.
Aranızdaki muhabbeti kıskandım doğrusu. Diyerek baba kızın sözde muhabbetine katıldı.
Şeyma ise; yolculuk için ne gerekiyorsa hazırlamış; Beyza’nın saçlarını taramış, beyaz bir elbise giydirip, onu gelin gibi süslemişti. Halim, “ biraz bekleyelim, akşam serinliğinde yola çıkarız. Şimdi çöl sıcağında yorulmayalım, ben akşam üzeri gelirim.” diyerek evden ayrıldı. Zaman, o gün öyle hızlı akıyordu ki; Sara, “ yine Halim eve gelmeyecek…” diye düşündü.
Akşama kadar şehirde dolaşan Halim, gün boyu kendini sorguya çekti, eve yorgun ve bitkin bir halde döndü.
Kendisini bekleyen Beyza boynuna sarıldı:
-Canım babam ne zaman gidiyoruz?
-Hemen şimdi kızım, hemen şimdi gidiyoruz.
Halim biraz sonra atını hazırlayıp çıktı .
Annesi ve Şeyma’yla vedalaşan Beyza, babasıyla olmaktan dolayı sevinçli, annesiyle ayrılmaktan da acılı bir ruh hali içindeydi.
Sara kızından ayrılmanın burukluğunu yaşarken; Şeyma’nın da gözleri dolu dolu oluyordu.
-Beyza çabuk gel emi, diyebildi.
Sara ise kızına uzun uzun sarıldı:
-Seni çok özleyeceğim, çok durma çabuk geri gel Beyza’m. Diyebildi.
18
Kapıda onların uzaklaşmasını bekleyen Sara, onlar gözden kayboluncaya kadar içeri girmedi. Tarifsiz bir hüzün sardı içini; hani gücü yetse, bağırıp “geri gel…” diyecek oldu. Az sonra şefkatli bir sesle irkildi: Şeyma yanına yaklaşmış, onu
-Hanımım hadi içeri girin, dakikalardır burada ayakta bekliyorsunuz. Diyerek ikaz ediyordu.
-Ben onun bu kısa ayrılığına nasıl dayanırım bilmiyorum Şeyma?
-Hanımım çabuk geçer, hem siz üzülmeyin, bu durum bebeğinize zarar verebilir .
Halim’e henüz söylemedim, gelsin ona müjde vereceğim. Dedi ve ekledi Sara:
-Bu kez erkek olacağı öyle içime doğuyor ki; hiç böyle olmamıştım birkaç gündür. Hepsi bir gün düzelir… diyerek evine girdi.
Bir gün her şey düzelir diye yola çıkan Halim de şehrin ışıklarını geçince bir tepe üstüne geldi. İşte tam burası olmalı dedi. Etrafı süzdü, kimseler yoktu. Havaya baktı, “ fırtına çıkabilir” diye düşündü. Her taraf alabildiğine kum deryası gibiydi. Kucaklayıp Beyza’yı attan indirdi. Haydi kızım, şimdi “ senin için ölürüm” oyunu oynayalım, dedi birden. Beyza sanki geleceği bir anda görmüş gibi, artık bu oyunu oynamak istemiyordu.
-Babacığım, bunu dedemlere gidince oynasak olmaz mı? Ben çok korkuyorum, buralar çok sessiz ve karanlık.
Halim ise bundan daha iyi bir fırsat bulamayacağını biliyordu. Kızının isteksizliğine rağmen ona bu konuda ısrarcı davrandı. Beyza bu ısrar karşısında kendisini çaresiz hissediyordu.
Beyza bu çaresizlik duygusu içinde babasına teslim oldu. Ama bu kez; “ önce sarılalım babacığım…” diye boynuna sarıldı. Halim bir süre öyle kaldı. Beyza onu bir türlü bırakmak istemiyordu. Halim, “Yeter bu kadar, oyunun sonunda yine sarılırız…” diye Beyza’nın ellerini boynundan çıkardı. Hemen bir çukur açmaya başladı; Beyza ise olacaklardan habersiz, ufacık elleriyle babasına yardım ediyordu. Halim, açtığı çukur Beyza’yı kapatacak büyüklüğe gelince bıraktı. Uzun uzun baktı çukura; Beyza’nın korkusu, bu sessizlikten iyice artmıştı .
Halim: “Artık benimle kimse eğlenemeyecek…” dedi içinden. Sonra Beyza’yı kucaklayıp öptü .
-Haydi kızım bir daha sarılalım, bu oyun bitince seninle ablan Nisa’nın yanına gideceğiz. Oyun bittiğinde her şey düzelecek; sen de, ben de mutlu olacağız. Şimdi gözlerini bağlayalım, şu kuyunun içine yat. Ben de üzerini kapayayım, sonra seni yeniden çıkarırım. Oyun biter yolumuza devam ederiz. Halim Beyza’yı kucağına aldı, kazdığı çukura yatırdı. Beyza ise yatırıldığı çukurdan hayli ürkmüştü ve babasına yalvarmağa başlamıştı:
-Babacığım bu evdeki oyuna benzemiyor, çok korkuyorum, lütfen oynamayalım. Yapma baba, çıkar beni buradan. Halim, bu arada Beyza ’nın başı haricinde her tarafını kapatmış, sadece başı kumların dışında kalmıştı .
Başının etrafına biraz kum yığdı, son hamle Halim’e çok zor geliyordu. Bir an kızının gözlerine baktı; artık Beyza bağırmıyor, sadece gözlerinden yaşlar geliyordu. Bu masum hali bile artık canavarlaşmış bu ruh halini durdurmaya yetmedi. Çıldırmış gibi çocuğunun başının açıkta kalan bölümünü hızlı bir şekilde kapattı. Beyza’nın “baba yapma…” sözleri, son sözleri olmuştu.
Sanki bu çığlıklar hiç susmayacakmışçasına kulaklarında çınlad. Bir süre sonra o da kesildi.
O an bütün yıldızlar gökte ışıklarını söndürmüş gibiydi. Halim çırpınan Beyza’nın son feryadına aldırmadan, eylemini gerçekleştirmişti. Artık etrafta derin bir sessizlik, bir de Halim’in donup kalan bakışları kalmıştı.
19
.
Uzun süre yerinden kalkamadı. Ağlamak istiyor, ağlayamıyordu. Eve nasıl döneceğini ve bunu Sara’ya nasıl anlatacağını düşündü. Birden çıkan bir kum fırtınasına aldırmadan, geceyi geçirecek bir yer aradı. Ayakta durmakta zorlanan Halim, fırtınada bir o yana, bir bu yana savruluyordu.
Uzaklarda gözüken belli belirsiz bir ışığa doğru yöneldi. Yüz metrelik yol bir saat gibi uzun geliyordu. Bir an Beyza’nın çırpınışları geldi aklına.
Gözleri ilk defa yaşla tanışıyordu. Ağlamak, pişman olmak için artık çok geçti. Şehre yaklaştı.
Bir evin duvarını fırtınadan korunmak için siper yaptı. Bu ev arkadaşı Taha’nın eviydi, gün ağarana kadar dışarıda bekledi. Sonra kendini toplayıp, Taha’nın kapısını çaldı.
-Taha aç kapıyı, benim Halim.
Ev halkı: “ Sabahın bu saatinde gelen misafir hayır için gelmez…” diye korktular. Sonra Halim kendini tanıtınca onu içeri aldılar.
-Seni sabahın bu erken saatinde buraya getiren nedir ey Halim? Şu perişan halini daha önce hiç görmedim. Sen cesur biriydin, nedir seni bu hale getiren?
Halim suçlu bir ifadeyle; durumu ona açmaktan çekindi. Ancak “Bir şey yok, biraz uyusam sonra konuşsak olmaz mı?” Diyebildi. Ama Taha onu dinlemeden yatırmak istemiyordu:
-Senin evin buraya çok yakın, sen evine gidemeyecek ne yaptın Halim? Bunu izah etmeden seni rahat bırakmam. İstersen eşine haber salalım, gelip seni alsınlar.
Halim başka çaresi olamadığını anlamıştı. Kadim dostu Taha’ya başından geçenleri ağlayarak anlattı. Taha ve ailesi de gözyaşlarını tutamadılar. Taha birden haykırarak:
-Sen ne yaptın Halim? Hemen gidiyoruz. Beyza’yı bana gömdüğün yeri göster. diyerek evden çıktılar. Halim atını bile almayı unutmuştu. Taha hemen iki at buldu, yola koyuldular. Ama fırtına kumdan tepeler oluşturmuş , Beyza’nın mezarını bir türlü bulamıyorlardı. Çok uzak olmamalıydı, burada bir yerde olmalıydı. Taha biraz ilerde Halim’in atını gördü; at garip bir şekilde kıpırdamadan duruyordu. Yanına yaklaşınca, Taha “ eyvah!” dedi. Minik Beyza’nın cansız bedenini fırtına açığa çıkarmıştı. Halim’in atı ise başında bekliyordu. Halim’e; “Sana söyleyecek söz bulamıyorum, bir at senden daha vicdanlı çıktı.” diyebildi. Halim Beyza’nın cesedine yaklaştı, ellerini yüzünü temizledi, dudaklarından öptü. Sonra Taha’yla birlikte daha derin bir mezar kazıp, tekrar gömdüler. Halim ve Taha, bu kadersiz güzel yavruya mezarı başında uzun süre gözyaşı döktüler. Halim içindeki yangıyı dışarı dökmek istercesine dostu Taha’ya seslendi:
-Şimdi söyle bana Taha, ben bundan sonra nasıl yaşarım, bütün dağlar üstümde gibi. Sen akıllı adamsın, bana bir yol göster. Taha derin iç çekti.
-Ben Hz Muhammed’e biat ettim, o bize doğru yolu gösterdi. Allah bize senin yaşadıkların için şöyle buyurur:
20
De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.
EN’ÂM156
Bu sözler karşısında Halim bayılıp yere düştü. Taha onu evine götürdü, günlerce kendine gelemedi. Bir sabah Halim Taha’ya; uyandığında, “ bana okuduğun ayetleri tekrar oku…” dedi. Gözleri yaş içinde kalmıştı. Arkadaşına: “ şimdi ben sana desem ki; ben de Müslüman olmak istiyorum; sen bana suçunu örtmek için Müslüman oldun…” diyeceksin. “Ama senden duyduğum bu sözlerin tesiri öyle çok ki; başka bir şey yüreğimi soğutmuyor. Şimdi gidip bütün yaptıklarımı Sara’ya anlatacağım..”.
Halim bir an önce Sara’nın tepkisiyle yüzleşmek istiyordu
Eski bir bez parçası gibi savrularak evin yakınlarına kadar geldi. Yolda Şeyma’yla karşılaştı.
-Efendim bu haliniz nedir, size ne oldu, kim size böyle zarar verdi? Size yardım edeyim, evinize gidelim. Halim Şeyma’ya seslendi: “Ey Şeyma, benim sana hiç hediyem oldu mu?”
-Efendim siz bana yıllardır yatacak yer verip baktınız, başka ne isterim? Halim sözlerine devam ederek:
- Bak şimdi, ben seni bu gün azat ediyorum, artık hürsün. Şeyma ise buna karşılık: -Benim gidecek bir yerim yok ki sizden başka. Ama bu müjdenin yanında, ben de size bir müjde vereyim. Madem artık hürüm, hanımım da arkadaşım sayılır. Dedi ve şöyle devam etti:
-Eşiniz hamile, bunu size o söyleyecekti. Ama siz beni sevindirince, ben de size bu müjdeyi vermek istedim. Böylece evin önüne kadar geldiler.
Halim evine girmek istemedi. Sara’yı dışarı çağırdı.
Sara halimi bu vaziyette hiç görmemişti.” Halim ne oldu sana, bu halin nedir ?”
-Şimdi sana anlatacaklarımı dinle ey Sara , diye söze başladı ve herkesin duyabileceği bir şekilde, hıçkıra hıçkıra anlatmağa devam etti:
-Ey yer ve göktekilerin sahibi! Şu benim derdim yıldızlardan daha büyük değil mi?
Beni taşıyan bu ayaklarım, bu ellerlim neler yaptı sen biliyor musun Sara?
Bana emanet ettiğin gözleri güneş Beyza’n şimdi nerede? Ben şimdi pişman oldum desem, bana kim inanır? Kendi evladını toprağa gömen bir zavallıyım ben.
Sara, “Sen nasıl kıydın?..” diyebildi sadece ve olduğu yere yığıldı kaldı.
Az önce hürriyetine kavuşan Şeyma haykırdı; “keşke bir ömür köle bıraksaydınız beni de, böyle bir şeyi duymasaydım. Siz kendi şerefiniz için çok adi bir iş yaptınız, artık hürüm yüzünüze söylemekten korkmuyorum. “
Ağzından fısıltı halinde şu sözler duyuldu:
-Şimdi bana söyleyin, Halim ne yapsın?
Saatlerce sokakta öylece kaldılar. Halim Sara’ya yaklaştı; Sara, “oysa ben sana bir bebeğimiz olacak diye müjde verecektim, sen bana ölüm haberi getirdin. Söyle bunun hangisiyle amel edeyim?”
Beyni, binbir sorunun cenderesine sıkışan Halim hiçbir şeye cevap verecek durumda değildi, inleyerek Sara’ya belki de son sözlerini söyledi:
-Ey Sara! Beni bu büyük günahımın ezikliğinden kurtarman ve affedildiğimi anlamam için senden son defa bir nur yüzlü, güneş gözlü bir kız çocuğu istiyorum. Belki bu sayede acılarımı da hafifletmiş olurum…
Sara tüm bu söylenenleri duydu, acılı gönlünde anlamının derinliğini hissetti. Ama henüz ateşi henüz kor olan acısıyla söylenenleri cevapsız, Halim’i yalnız bıraktı.
Sara sessizce odasına çekildi, eşyalarını toplayıp babasının evine gitmeye karar verdi.
Şeyma bu yolculukta hür olmasına rağmen, Sara’nın yanında kalmayı tercih etti.
Halim, aylar sonra bir oğlu olduğunu öğrendi. Fakat Saray’ı tekrar görmeğe ve getirmeye cesaret edemedi.
Hayata küsen Halim, bir süre sonra Müslüman oldu. Kendini ibadete verdi, bir gün sabah namazı sonrası kapısı çaldı. Gelen Şeyma’ydı.
Şaşkın bir şekilde kapıyı açan Halim, “ Şeyma seni buraya getiren nedir?” diye sordu.
-Ben bir köleyken beni azat ettiniz, ben de şimdi size bunun karşılığını vermeye geldim. Cevabını aldı Şeyma’dan ve Şeyma devam etti:
-Size oğlunuzu ve Sara’yı getirdim.
OKUYUCU /DOĞAN BİLGE
HALİM /TOYGUN
SARA/EYLÜL
ŞEYMA /ÜLKÜ GÜVEN
BİLGE KADIN ŞULE ŞAHİN
EŞKİYA/YILDIRAY COŞKUN
KÂİN MEHMET NALBANT
SARANIN BABASI ERKAN İNAY
SARANIN ANNESİ YEŞİM BEKTAŞ
YOLDAKİ ADAM CELAL KEKLİKÇİ
YOLDAKİ ADAM ERDAL SONUÇ
BEYZA /EMİNE EBRAR
HALİMİN ANNESİ/ DENİZ NAS.
TAHA /BİLAL BÜTÜN
İKRAM / MUSTAFA DOĞAN
ARKADAŞ /MAHİR BAŞPINAR
NİSA/ EYLÜL DOĞAN
TAHA’NIN EŞİ. GÖKÇE NAZ
VE SEVGİLİ ENVER ÖZÇAĞLAYAN
katkıda bulunan tüm dostlara teşekkürlerimle
YORUMLAR
Daha yeni başladım okumaya
Ama ne emek!
Yine geleceğim yoruma.. bitince
Tebrikler
VE GELDİM...
Erkek çocuğu müjdesi, kız çocuğu kehaneti!
İyi ki o zamanlarda doğmamışız .
Şehrin sokaklarında alay konusu olmak; ne cehalet değil mi.
Seslendirme nihayet açıldı.
Çok iyi bir kayıt olmuş.
Çok iyi bir çalışma.
Emeği geçen herkesi gönülden tebrik ediyorum.
Nerelere sürükledi.
Seslendirmedeki başarıgözardı edilecek gibi değil.
Benim her zaman esere, yazıya göre daha çok önem verdiğimdir.
Sürekli seslendirmeyi yapan kişinin, bu eserin anlaşılmasına, konuların ve farklı seslerin bağlantısında dağılınmamasına çok büyük önemi olmuş. Akışı sağlamış.
SARA'nın kurtuluşu
ve
en önemlisi vicdansız Halim'in müslüman oluşu.
Köle Şeyma'nın adaleti.
VE MUTLU SON.
Güzel bir kitaptı, seçkiye layık.
Alkışlıyorum sizleri.
Şirin Kelebek tarafından 7/29/2013 10:16:39 PM zamanında düzenlenmiştir.