- 657 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bu Adam Kim?
Bir adam düşünün ki kırk yaşına gelmiş, bu adam hayatında köklü bir değişiklik yapma ihtiyacı hissediyor.
Önce adını değiştiriyor, mesela; Ahmet olan adını resmen Ali olarak değiştiriyor.
Sonra kıyâfetini yâni görünümünü değiştiriyor. Sonra yaşadığı şehri, evini, arabasını, yaşadığı mekânı değiştiriyor ve bu şekilde de on sene daha yaşıyor.
Şimdi size soruyorum bu adam kaç yaşındadır?
Bu adam Ahmet midir, Ali midir?
En önemlisi o, aynaya bakınca kendini nasıl görüyor?
On yaşında mı, elli yaşında mı? Bu değişiklikler kendini tanımasına engel mi, değil mi?
Yaşam tecrübesi elli yıllık mı, yoksa on yıllık mı?
Aradığım cevap dolaylı değil.
Bu adamın adı değişebilir, yaşam şekli, görünümü değişebilir ama aynaya ve hislerine bakınca o yine aynı adamdır kendini tanır...
O bunu inkâr etse de, siz onu, on yaşında göremezsiniz.
Üstelik onun içinde kırk yılını unutmak demek, kırk yıllık hayat tecrübesinden vazgeçmek olur.
Oysa insan iyi/kötü deneyimlerle büyür, onun geçmişindeki bu deneyimlerini unutması, gelecekte de aynı hataları yapmasına neden olur.
Üstelik bu hatalarını eskiden yaptığı hatalardan, daha saçma görünür. Çünkü; onun yaşına /başına, boyuna /posuna bakılır ondan artık bu hatalar beklenmez.
Şimdi asıl konuya geliyorum, biz Osmanlıydık, öyle gerekti Türkiye Cumhuriyeti olduk. Bizim ülkemizin adı değişti, yönetim şeklimiz değişti, kılık kıyafetimiz de değişti. Fakat biz yurtdışından ithal edilmedik, biz yine aynı halkız.
Bu nedenle, ben Osmanlı torunuyum, ben değilim, diyenleri anlamakta zorluk çekiyorum, isteyen de, istemeyende Osmanlı torunudur. Cumhuriyet çocuğudur.
Biz yönetim şeklimizi ve adımızı değiştirdik fakat dinimizi değiştirmedik.
Biz Türkler savaşmadan İslam’ı kabul eden ilk milletiz. Çünkü İslamiyet bizim karakterimize, örf adetlerimize yakındı. Çünkü biz İslam’dan önce de tek tanrı inancındaydık.
Biz sekiz/dokuz yüz yıllarında, Müslüman olduk (elhamdulillah)
Yani bin yılı aşkın bir zamandır Müslüman olan bir milletiz.
Eh şimdi yine size soruyorum? Bin yılı aşkın bir süredir Müslüman olan bir toplumdan, camiye giden, namaz kılan bir başbakan çıkması neden garibinize gidiyor?
Bin yılı aşkın bir süredir, Hırıstiyan olsaydınız, kiliseye giden bir başbakanınız olsaydı, onu da bu denli yadırgar mıydınız?
Siz kendinizi on yaşında sansanız bile dostunuz, düşmanınız sizin on yaşında olmadığınızı, görüyor.
Fakat, sizin kendinizi dünkü çocuk görmeniz bazılarının, işine geliyor.
Yapmayın, biz geçmişimizle bir bütünüz, bölmeye, çıkarmaya, çarpmaya çalışmayın...
Yüz sene öncesi, yüz sene sonrası, şartlar ne olursa olsun, biz yine biziz.
Bir tarafı görmezden gelirsek eğer, karanlıkta kalırız ve birbirimize aykırı oluruz.
Bakın şu misal bizim bakış açılarımızdaki hatayı nasıl da güzel özetliyor.
Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler. Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkanı yoktu. O göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde file ellerini sürmeye başladılar. Birisinin eline kulağı geçti. Fil bir oluğa benzer” dedi. Başka birisinin eline ayağı geçmişti, dedi ki: “Fil bir direğe benzer.” Bir başkası da sırtını ellemişti. “ Fil bir taht gibidir” dedi. Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu. Onların sözleri, görüşlerini duyanlarda birbirine aykırı oldu. Birisi ak dedi, diğeri kara... Herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerinde aykırılık kalmazdı.
Selam ve Saygılarımla...Leyla Gülsüren