- 631 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ZAMANE "KÖSTEKLİ SAAT"
Köstekli saat kullanan yelekli dedeler, zamanı hatırlatırlardı sık sıkı gün içinde yapacaklarını da söyleyerek. İlk konuşmalar sen veya ben kaç yaşındaydık diye başlardı, saatlik farklarla anlatılır geçmiş hikayelerle verilen misallerle., tarihleri bile konuşmazlard. Birçok zaman dilimindeki tabirlerde, bak işte harman zamanı, yaz, kış, güz zamanı vardı. Hep geçmiş yılları yad ederken akan giden yıllar yeni yıllar eklenirdi. Söz açılır yaşlar hep zincirleme uyarlanırdı falancadan, filancadan; "ben, senden ve yahut sen benden 1 ile 1,5 yıl veya 8 ay gibi büyüğüm yada küçüğüm denmekte, birde iç çekişleriyle dalan gözlerde baksana vakit nasıl da nakit gibi geçivermiş eyvahlanışlarıyla... söylemlerde...
Zamanın farkındalığıyla yaşanılmış yorgun aksak bakışların, iç çekişlerin, yahut keşkelerin eşliğiyle bir yol alış olsa gerek köstekli saatin tıkırtısı.
Öyle herkeste yoktu bu saatlerden, ya büyüklerden kalma yada yaş kemale erdimi, birde sıra sana geldimi anca onca aile ihtiyaçlarından sonra tabi. Öyle özel günlerde yoktu hani hediye edilebilir olsun. Hediyeler düğünde, doğumda olurdu yok öyle ana günü baba günü, doğum günü, sevgili günü. Olsa olsa sadece yaşadınmı o günü kurtardın mı, yetti yarına ALLAH kerim. Zamane uymamış uygun zamanı beklemişlerdi hep yaşarken, boşa denmemişti doğru yer doğru insan doğru zaman üçgeninde yaşanmalı diye. Sabrın sukuta, sukun sabra dönüştüğü köstekli saat gibi ağır ve aksak geçmekteydi yaşam. Her şeyin bir vakti, her vaktinde bir işi vardı.
Zamanın zamansızlığına ise hiç mi hiç fırsat verilmez takır takır gider, insanlara söylemlerinde yok denmez olur yönünden bakılarak zamanı gelince olur denilmekteydi hep. Acele zamansız yapılan işe de, aşa da ihtiyaç duyulmazdı zaten. Her çağın kendi içinde güzelliği vard elbetteı. Binkez düşünüp bir kez söylenirdi. 40 fırın ekmek yense dahi yetmezmiş köstekli saat dönemine ulaşmaya. Yinede yaşam tecrübesinin bir çok açıdan çok sorgulanmadan kabul görmüş olanı, yaşayanı, kalanı, gideni, geleni selamlamışlardı eyvallah diyerek.
Kuşluk vaktini, mağrup zamanını, öğleni ve akşamında zamanlı davranarak zamansız akışına engellyemediler adeta. Her iklim şaşırtırdı her biri bir diğerine benzer gözüksede yaşamsal kıymeti coşkusu bilinir yaşamışlığın farkındalığıyla hikayelere dönüşürdü köstekli saatlere bakılan anlarda .Heyhat ne çabuk geçti zaman. Hayaller yerliydi yerli olmasına düşünülecek yarınlardan öte bu günler vardı. Baba ocağının içinde uzun kalınan yıllar ataerkil yaşamların kalabalıkları içinde uf puf denmeden yaşamışlar.
Herkesin yerini bildiği kimden sonra geldiğini unutmadığı anlar bir bilene danışak derken fikrin zikirden üstün olduğunu o üstünlüğün ise yarınları hesap etmenin hiçte kolay olmadığıydı. Zenginin fakiri gördüğü, fakirinse kendi yağında kavrulsa bile gururlu olduğu hiç mi hiç belli etmediği dönemler.
İnsanların birbirlerini incitmeden rencide etmeden paylaşımın hakikatliğiyle yaşamdaki birliktelikleri sağlanmaktaydı. Fakirin umudunun hala olduğu yarına ALLAH kerim dendiği, rızkı veren ALLAH’ tır denildiği, insanların birbirlerine en ufak bir destekte dahi ALLAH razı olsun içtenliğiyle söylemler. Kıssadan hisselerin olduğu anlatımlarda mana, manada yaşamsal dersleriyle geçen zaman. Şimdilerde o da neymiş bir de bin işit yada kendin söyle kendin dinle misali.
Köstekli saate dokundum ve gördüm ki söze ne hacet, zaman kalitesinin yeri bir başkaymış, hayatı tanımlarken akıp giden zamanın bir kuşak sonrasında hissiyatını yitirmiş olmasının yüzsüzlüğü kol geziyorken, har vurup harman savurarak ekmek elden su gölden diyerek zamanında kösteği kaçırılmış adeta.
Yazan/Hülya COŞKUN
Fotoğraf/ Veli DÖLEK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.